Perşembe, Ekim 27, 2011

The Future is Hybrid : Gelecek Melezde / Hibritte

Yazının başlığı içeriğini ne kadar anlatıyor bilemiyorum. Konuyla / sektörle ilgili olanların tahmin edebileceği bir şey aslında. Benim de bir süredir çeşitli yazılarımda dile getirdiğim bir tespiti Avrupa Yayın Birliği de beyan etmiş. Buradan indirebileceğiniz raporda ayrıntılarını bulabilirsiniz. Çok özetle online dünya ile televizyon dünyasının birlikteliği olarak ifade edilebilir.

Hibrit ile ilgili daha önce yazdığım yazıların bağlantısını ve EBU'nun raporunun bağlantısını aşağıda bulabilirsiniz:

EBU görüşü: http://www.ebu.ch/Viewpoint_2011_Hybrid_ENG.pdf

Samsung Smart TV


IPTV eskidi, Avrupa OTT TV’ye yelken açıyor


Televizyonunuz olmadan televizyon izlemek için


tariflerden tekniğe dönüş: Over-the-top TV (OTTTV)


HbbTV, Hybrid Broadcast Broadband Television

Çarşamba, Ekim 19, 2011

İstanbul Büyüsü / Demir Özlü

İstanbul Büyüsü, Demir Özlü'nün seçimiyle oluşturduğu içerisinde İstanbul geçen eski öykülerinden bir derleme. 143 sayfalık kitabın son sayfasına yazarın koyduğu açıklamadan öğreniyoruz bunu. Boğuntulu Sokaklar, Öteki Günler Gibi Bir Gün, Aşk ve Poster ile Stockholm Öyküleri adlı öykü kitaplarından Almanya'daki bir yayıncı için oluşturulmuş bu seçki. Ancak, yayınevi hayatını sürdüremeyince Almanya'da yayınlanmamış. Can yayınlarından ilk baskısını 1993 yılında yapan İstanbul Büyüsü'nün benim okuduğum 2001 yılında yayınlanan ikinci baskısıydı.


İstanbul Büyüsü, çeşitli tarihlerde yazılmış, bir şekilde İstanbul'la ilgili 15 öyküden oluşuyor. Kimi öykülerde İstanbul'un semtleri, kiliseleri, caddeleri ayrıntılı bir şekilde uzun uzadıya betimlenmiş. Adeta öykünün kahramanı, şehir olmuş. Kimilerinde ise fonda kalmış, ama bir şekilde hep öykünün içerisinde. Özlü'nün öykülerinde insanı saran, sürükleyen, merak uyandıran bir anlatı yer almıyor. Belki hayatın kendisi gibi, sıradan şeyler anlatılıyor. Nasıl hayat, çoğunlukla düz bir çizgide, büyük iniş ve çıkışlar olmaksızın, hatta biraz tekdüze ve sıkıcı yaşanıyorsa Özlü'nün anlattıkları da öyle. Metinler kendisine bağlıyor bu hayata benzeşmesiyle. Bu derlemede en çok beğendiğim öykü Dönüş oldu.

Cuma, Ekim 14, 2011

Hüzün / Ayşe Kulin

Ayşe Kulin’in dört kitaplık serisinin sonuncusu Hüzün adını taşıyor. Kitabın tam adı Hüzün 1964-1983 Dürbünümde Kırk Sene. Everest Yayınları’ndan Ocak 2011’de çıkan kitabın ilk baskısı 100.000 adet yapılmış. 281 sayfalık kitabın sonunda Kulin’in aile albümünden fotograflara yer verilmiş.

Hayat, Kulin’in ikinci evliliğinin ilk yıllarında son buluyordu. İlk evliliğinden olan çocuklarının velayeti konusunda yaşadıkları, ikinci evliliği ve bu yeni evlilikten doğan iki erkek çocuk, 1971 darbesi, 1980 darbesi ve bolca hüzün. Bu son kitabı okurken Kulin’in hayatının mücadele ile geçtiğine şahit oldum. Uzaktan bakıp, kolej mezunu, çocuklarını yurt dışında okutmuş, hayatının bir bölümünü Yeniköy’de saray yavrusu bir yalıda geçirmiş diye düşünebilir insanlar. Oysa, dedesinin rüyasında dediği gibi, hayatı hep çok çalışarak geçmiş Kulin’in.

Hüzün, Ankara ve İstanbul anılarıyla dolu. Sen masa kurmayı bilirsin diye çağrıldığı bir reklam setinden sanat yönetmeni ünvanı ile ayrılması, çeviriler, dergi yazıları, reklam filmleri gibi işler arasında koşturmasıyla geçen yıllarda ailesinin geçirdiği dönüşümlere de tanıklık etmemizi sağlıyor yazdıkları.

Kulin’den bugüne kadar toplam 5 kitap okudum. Bunlar Aylin, Veda, Umut, Hayat ve Hüzün. Ancak hiç birisi kurgu değil. Hepsi yaşanmış hikayeler. Elbette kimi kurgusal özellikler barındırsa bile “roman” denilebilecek eserler değil kanımca. Okuduğum tüm eserlerinde akıcı ve kolay okunan, okuyanı yormayan bir dil kullanılmış.

Perşembe, Ekim 13, 2011

Polis Radyosu, Radyo İlef, Meteorolojinin Sesi Radyosu tarihe mi karışacak?

Sektör çalışanlarının yasa yayınlandığından beri bildiği ama her ne hikmetse dile getirmediği bir durumu yazı konusu yapayım dedim. 6112 sayılı RADYO VE TELEVİZYONLARIN KURULUŞ VE YAYIN HİZMETLERİ HAKKINDA KANUN, 3 Mart 2011 tarihinde yürürlüğe girdi. Bu yasanın Frekans Planlaması ve Yayın Lisansı başlıklı yedinci bölümünün frekans planlaması ve tahsis isimli 26. maddesinin üçüncü fıkrası şu şekilde:


(3) Kamu kurum ve kuruluşlarının ikaz, duyuru ve eğitim maksadıyla karasal radyo veya televizyon yayını yapma talebinde bulunmaları halinde; bu talepler yapılacak protokol çerçevesinde Türkiye Radyo-Televizyon Kurumundan hizmet alınarak karşılanır. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte kanunlarında radyo ve televizyon yayını yapabileceklerine ilişkin hüküm bulunan kamu kurum ve kuruluşlarından Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu tarafından herhangi bir ücret alınmaz. Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu haricindeki kamu kurum ve kuruluşlarına kanal, frekans veya multipleks kapasitesi tahsisi yapılmaz


Şimdi yukarıdaki ifade ne anlama geliyor? Metni dikkatli okuyunca Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu (TRT) dışında kamu kurum ve kuruluşlarına kanal, frekans veya multipleks kapasitesi tahsisi yapılmaz denilmesi, açık bir şekilde antende TRT dışında bir kamu kurum ve kuruluşu yayını olamayacağını belirtiyor. Ancak yasa uydu, kablolu yayın veya internet üzerinden yapılacak yayınlara ilişkin bir yasaklama getirmiyor. Kıt kaynak olan frekansın özel sektörce paylaşılmasını esas alan bir yaklaşım var zannedersem yasanın metninde. Bu yaklaşımın ne kadar doğru olduğu, bu yazının sınırlarını aşan bir tartışma konusu.


6112 sayılı yasanın 19. maddesi, radyo televizyon yayını yapacak yapıların taşımları gereken özellikleri sıralıyor. Antenden yayın yapmak isteyen kamu kurum ve kuruluşları bu maddeye uygun bir yapılanma içerisinde yer alarak yayınlarını sürdürebilirler. Elbette kendi yasalarında böylesi bir işleme uygun olup olmadığını incelemek kaydıyla...

Çarşamba, Ekim 12, 2011

Reenkarnasyon Kulübü / Kaan Arslanoğlu

Bugüne kadar yayınlanmış tüm eserlerini okuduğum iki yazardan birisi Kaan Arslanoğlu. Ekim 2011, yani daha bir kaç gün önce, yayınlanan son romanı Reenkarnasyon Kulübü'nü de okuyarak "tüm eselerini okuduğum yazar" demeye devam ediyorum :) Bu son romanı, yayınladığı 18. eseri. Tümü roman değil, inceleme/araştırma türü eserleri de var yazarın. Reenkarnasyon Kulübü İthaki yayınlarından çıkmış. İlk baskısını Ekim 2011'de yapmış. Eğer tahmin ettiğim tartışmalara yol açarsa yeni baskısını yakın zamanda yapacak olan roman, 296 sayfa.
Alışagelinen tarz romanlardan farklı bir üslup kullanılmış. Romanın yazarı, Kaan Arslanoğlu, romanın hem anlatıcısı hem kahramanı. İlk tümce ve sonrasında gelen paragraf ile bana yakın zamanda okuduğum Nasıl Yapmalı'yı anımsattı. Çernişevski'nin çokca tartışılan romanı Nasıl Yapmalı da merak uyandıran bir bölüm ile açıldıktan sonra romanın yazarı okuyucu ile konuşmaya başlıyordu. Arslanoğlu'nun ilk tümcesi ve arkasından gelen paragrafının başlangıcı şöyle:
"Sonrasında yaşayacaklarımı, o gün, daha ilk karşılaşmamızdan önce sezmiştim.
Kitap tutkunları artık ilk tümcesi yoğun anlatımlı, derin göndermeli romanlara ilgi duyuyor. Romana benim de böyle başlamam o hesaptan değil, öyle ya da böyle bir ilk cümle konacaktı elbet..." (s. 5)
Romanda, psikiyatristliği bırakmış olan Arslanoğlu (ki bildiğim kadarıyla kendisine ilişkin bilgiler gerçek yaşantısıyla örtüşüyor) partili bir tanıdığının ricası üzerine, bir psikiyatrist ile görüşmek isteyen beyazımsı mavi yakalı Serhat ile buluşuyor. Beyazımsı mavi yakalı tabiri bana ait. Serhat, bilgi teknolojileri alanında çalışan bir teknisyen. İşçi sınıfının görece iyi kazanan üyelerinden birisi. Beyaz yakalı da denebilir, mavi yakalı da. Roman, günümüz Türkiye'sinde anayasa referandumu öncesi ve hemen sonrası zamanında geçiyor. Mekan İstanbul'un anadolu yakası, Kadıköy civarı. Serhat, güncel deyimi ile "iki kişiden birisi". Yani iktidar partisinin bir seçmeni. Serhat'ın sorunu reenkarnasyon ile yeniden dünyaya gelmişlerden olduğuna inanması. Böyle olduğunu, kendisinin de yeniden dünyaya geldiğine inanan Enver isimli ayakkabı tamircisinden öğrenmiş. Arslanoğlu Serhat'ın sorunlarını anlayıp çözeyim derken kendisini, Enver'in eski hayattaki kişiliği ile tartışmalara girerken buluyor. Enver eski hayatında Mustafa Kemal olduğunu düşünce, Arslanoğlu aklına takılan tarihi şeyleri sormaktan geri kalmıyor. 
Romanın kısa özetini yukarıda anlatmaya çalıştım. Arslanoğlu romanda Mustafa Kemal'in Çerkez Ethem, Enver Paşa ve Mustafa Suphi ile olan ilişkilerine dair şeyler söyletiyor karakterlerine. Sonuçta elimizdeki bir roman olduğu için, Mustafa Kemal'in yeniden kendi bedeninde vücut bulduğuna inanan birisinin söylediklerini ne kadar ciddiye almak gerekir bilemiyorum. Eğer Aslanoğlu'nun kaleme aldığı bir inceleme kitabı olsaydı ve Atatürk ile ilgili romandaki kahramanlarının yaptığı tespitleri yapsaydı sonuç ne olurdu onu da bilmiyorum. Özellikle Mustafa Suphi konusundaki tespitler, tespitleri yapan roman kahramanları bile olsa ses getirecek cinsten. Gene roman kahramanı Arslaoğlu'nun kitabın sonlarına doğru gördüğü rüya çok tartışılacaktır. Yakın tarihimiz pek okutulmuyor okullarda ne yazık ki. Kurtuluş savaşı yıllarında kuzey komşumuz ile ilişkiler pek çoğunca bilinmez. Yeniden dünyaya geldiğini düşünen Serhat peki eski hayatında kimdi? Merak ediyorsanız romanın kapağına bakmanız yeterli aslında.
Roman boyunca, roman kahramanı Arslanoğlu'nun, gerçek yaşamda da sıkça dile getirdiği "halk kendi gücünün farkında değil", "bu haliyle insan aklı komünizm için yeterli değil" saptamalarında bulunuyor. Tüketici olarak gücün farkında olmamak, Arslanoğlu'nun son romanı öncesi yayınladığı inceleme kitabında ele aldığı konulardan. Evrim Açısından Devrim adlı eserinde Arslanoğlu Karatani'den yaptığı alıntılarla tüketicinin gücüne vurgu yapmıştı. Roman kahramanı Arslanoğlu, kitleleri neden ikna edemediklerine kafa yoruyor. Bu bağlamda solun din ile ilgili yaklaşımlarını eleştiriyor. Mesele dergisinin Ekim ayı sayısı da aynı konuyu işliyor. İhsan Eliaçık, Mehmet Eroğlu ve Sırrı Süreyya Önder ile söyleşilerin yer aldığı Mesele'nin Ekim sayısı arşivlik bir sayı olmuş.
Bana kalırsa fazlasıyla kolay okunan, okuyucusunu yormayan bir roman Reenkarnasyon Kulübü. İşin doğrusu ben eski romanlarını daha bir sevmiştim. Oysa anlatılanları farklı bir kurgu ile daha zaman/mekan karmaşaları içerisinde anlatsa, çok keyifli bir roman olabilirdi. Arslanoğlu'nun zeka ile ilgili fikirlerini bilen birisi olarak bu "kolay okuma"nın bilinçli tercih olduğunu düşünüp, saygıyla karşılamak dışında bir şey gelmiyor elden :)

Cuma, Ekim 07, 2011

Hayat / Ayşe Kulin

İki kitaplık anıların ilk cildi diyebileceğimiz Hayat, 1941-1964 yılları arasını içeriyor. Veda ile başlayan Umut ile devam eden anlatılarda bu kez kahraman yazarın kendisi. Ayşe Kulin, İstanbul doğumlu olsa bile çocukluğunun önemli bir bölümünü Ankara'da geçirmiş. Şimdilerde Soysal pasajı olarak bildiğimiz, Kızılay'ın merkezindeki Soysal apartmanında. Kızılay meydanı manzaralı küçük dairelerinde idealist mühendis babası Muhittin Kulin ve annesi Sitare Kulin ile birlikte geçirdikleri yılları anlatırken, bir yandan da ülkenin geçirdiği dönüşüme tanık ediyor bizleri.

Kulin'in Hayat ve ardından Hüzün isimli kitaplarını okurken düşündüm anı okumayı neden bu kadar çok seviyorum diye. Anılar, başka yerlerden öğrenemeyeceğim ayrıntılar içeriyor. Mesela Demokrat Parti'nin iktidara geldiği dönemlerde erkek ve kız öğrencilerin ayrı kaldırımlarda yürümeleri şartının getirildiği bilgisine tarih kitaplarında rastlamadım. Zaten benim öğrencilik dönemimde yakın tarihimize ilişkin neredeyse hiç bir şey okumuyorduk. Bugünlerde de farklı değildir sanırım. Kurtuluş savaşı ve devrimlerle biterdi kitaplar. Veda isimli kitabında İstanbul'un fiili olarak dört yıl süresince işgal altında kaldığını, padişah sarayında otururken kentin denetiminin işgal kuvvetlerinde olduğunu okudum.

Hayat'ı okumak, iki/z kızını "birey" olarak yetiştirme gayretinde birisi olarak beni derinden etkiledi. Kulin'in babasına dair anlattıklarını okurken duygulandım. Kendi anne babamın bizleri büyütürken katlandıklarını, çocuklarımız olduktan sonra daha iyi anlar oldum. Kısa süren ilk evliliğini bitirme kararının ardından "Hayat" bitiyor. Hayat'ı bitirdiğimde kitapta yer yer değinilen ilk eşin ve ailesinin "çektirdikleri"ni pek anlayamamıştım. Hemen ardından okuduğum Hüzün, Hayat'ta yapılan göndermelerin sebebini ortaya koyuyordu.

Hayat, Umut ve Veda'dan farklı bir üslup ile kaleme alınmış. Özellikle Veda, daha roman tadındaydı. Hem Veda, hem Umut tarih sırasına göre yazılmıştı. Hayat ve Hüzün'de ise yer yer ileri tarihlerde yaşanılanlara ait şeyler anlatılıyor. Belki ana karakter kendisi olduğu için böyle bir üslubu tercih etmiştir Kulin. Her dört kitap da akıcı, sürükleyici bir dille yazılmış. Her biri tek başına okunabilecek kitaplar ancak sıra ile okumak ayrı keyif veriyor.