🧿 18 yıldır yayında.... 🧿 teknik yazılar, kitap/mekân tanıtımları, gezi notları
Salı, Ekim 29, 2013
Pazar, Ekim 27, 2013
CeBIT 2013'ün ardından
CeBIT 2013, bilgi iletişim sektörünün içinde bulunduğu durumu gözlemek açısından çok yararlı oldu. Sektörün Türkiye'deki en büyük buluşmasında kimler yoktu ki Türk Telekom, TTNet, Turkcell, Superonline, Avea, Vodafone. Bunların hiç birisi fuarda yoktu. Turkcell, Zirvenin yapıldığı salonda küçük bir stand ile yetinmişti.
Bilgi iletişim dünyasının dışında yayıncılık alanında çalışan yerli firmaların da bir çoğu fuarda yer almamışlardı. Digitürk ve DSmart etkinlikte yoklardı. TRT dışında hiç bir yayıncı kuruluş da yoktu standlar arasında.
CeBIT, İstanbul'da düzenlediği fuarlarla sektörün gelişmesinde katkıları olmuş bir marka. Bu markanın korunup geliştirilmesi, sektörün ve ülkenin yararınadır. Bu gerçeği Bakanlıklar, Belediyeler ve TRT gibi kamu kuruluşları fark etmiş ve fuarda büyük standlarla yerlerini almışlardı.
Fuarlar, sadece firmaların tanıtımlarını yaptıkları bir arena değil aslında. Sektörün büyüklüğü hakkında fikir veren ortamlar. CeBIT'in bugün geldiği durumu nasıl yorumlamak gerekir bilemiyorum.
Bir yanda BİT alanında gelişmelerden bahsederken bir yanda sektör büyüklerinin gelmediği CeBIT...
Cuma, Ekim 25, 2013
CeBIT Sinerji zirvesi
CeBIT zirvesine ilk kez katılıyorum. Oldukça sıkışık bir programım var. Ankara'dayken ayarladığım iki görüşmenin dışında sunumlar ve panellerle dolu dolu bir gün bekliyor beni ve konferans katılımcılarını.
Pazartesi, Ekim 21, 2013
İstatistik ile nasıl yalan söylenir? / Darrell Huff
Darrell Huff'un 1954 yılında yayınladığı How to lie with statistics? adlı kült eserini Ergin Koparan dilimize çevirmiş. Sarmal yayınevinden Haziran 1995'te çıkan ilk baskısını okudum. Özelllikle şampuan, diş macunu, saç çıkartan kremlerin reklamlarında sıklıkla yer verilen istatistiksel bilgiler kafamı kurcalardı. Araştırmayı kaç kişi ile yapmışlar, kontrol grubu kullanmışlar mı diye düşünürdüm. Mesleğim gereği matematik ile fazlasıyla haşır neşir oldum / oluyorum. İstatistikte de matematik yoğun olarak kullanılıyor. Huff'un kitabını okuyunca istatistiğin bilim olup olmadığı konusunda bile şüpheye düştüm. Kitaptan bir alıntıyla ne demek istediğimi açıklamaya çalışayım:
Matematik temeline dayanmasına karşılık istatistik bir bilim olduğu kadar bir sanattır da. Yol yordam sınırları içinde kalarak birçok çarpıtma hatta yanıltma yapmak mümkündür. İstatistikçiler çoğunlukla birçok yöntem arasından öznel olarak gerçeği yansıtmakta kullanacakları bir tanesini seçmek durumundadırlar. Ticari pratikte, tıpkı reklam yazarının üreticinin malına dayanıksız ve ucuz diyebileceği gibi, hafif ve ekonomik de diyebilmesi gibi bir durumla yüz yüzedirler.
127 sayfalık kitap, bu "seçimlerin" ve sonuçlarının örnekleriyle dolu. "Ortalama" denilerek kastedilenin aritmetik ortalama ile medyan olmasının yarattığı farklılıklar benim için en çarpıcısıydı diyebilirim. Bir iş yerinde işçiler 10 TL alırken yönetici 100 TL alıyorsa, ortalama ücret diye işçilerin aldığı para ile yöneticinin aldığı parayı toplayıp toplam çalışan sayısına böldüğünüzde aslında bilimsel olarak bir hata yapmış olmazsınız. 9 işçi çalışıyorsa o iş yerinde ortalama (aritmetik ortalama) (9 x 10 + 100) / 10 olacaktır. Aslında 10 TL alırken işçiler, ortalama ücret 19 TL görünecektir. 9 TL farktan ne olur diyorsanız, yüzdeye vurun derim bir de...
Pazar, Ekim 20, 2013
Almanya'da televizyon yayınlarına erişim
Televizyon yayınları kablolu ve kablosuz olmak üzere iki ortam kullanılarak evlere ulaştırılır. Her iki ortam için de farklı uygulamalar bulunmaktadır. Kablonun kullanıldığı durumlarda Kablo TV, IPTV seçenekleri mevcuttur. Kablosuz ortam için ise uydu ve karasal vericiler kullanılabilir. Her ortamın kendisine göre avantajı, dezavantajı vardır. Daha ayrıntılı analizlerde, yayıncı için ve izleyici için avantajlar ve dezavantajlar olduğu görülecektir. Hatta ülkelerin düzenleyici denetleyici kuruluşlarının desteklediği ve/veya kösteklediği televizyon dağıtım yöntemleri olduğu söylenebilir.
Bu uzun girişi yazmamın sebebi, Arthur D. Little adlı araştırma kuruluşunun yakın tarihte yayınladığı bir araştırma. Lars Riegel ve Julien Duvaud-Schelnast imzalı Almanya'da TV Platformları 2014 ve sonrası başlıklı 10 sayfadan ibaret rapor, Almanya'da son dönemin sıcak tartışma konusu durumundaki sayısal karasal televizyonun geleceğine ilişkin önemli analizler içeriyor. Geçtiğimiz Nisan ayında blog sayfamda gündeme getirdiğim bir makale ile farklı bir boyuta taşınan bu tartışmaya, tüketiciler açısından bakan Arthur D. Little araştırmacıları ilginç sonuçlara ulaşmışlar. Raporun sonuçlarına geçmeden önce bilmeyenler ve unutanlar için bu sıcak tartışmayı hatırlatayım.
Almanya, televizyon yayınlarının dağıtımında uydu ve kablonun neredeyse eşit ağırlıkta kullanıldığı bir ülke. Ülkenin genişliği, kablo altyapısının güçlü olması, dağlık bir coğrafyaya sahip olması gibi nedenler sayılabilir bu durumun sebebi olarak. Sebep ne olursa olsun sonuç değişmiyor: sayısal karasal vericilerden yayın izleyenlerin sayısı fazla değil. Bu tespiti yapan RTL Grubu sayısal karasal vericilerden yaptığı yayını sonlandırma kararını açıklıyor. Zaten fazla olmayan sayısal karasal vericilerden yayın izleyenlerin oranı, bu açıklamanın gerçekleşmesinin ardından daha da düşecek muhtemelen. 2013'ün ilk çeyreğinde Avrupa Yayın Birliği (EBU) teknik dergisinde yayınlanan bir makalede Almanya'da DVB-T2 ile kurulması planlanan yeni nesil sayısal karasal televizyon sisteminin üç yıl süren testlerinden beklenilen verimin alınamayacağı sonucunun çıktığı ileri sürülüyor. Söz konusu makalede, sayısal karasal için kullanılan frekansların mobil servislere tahsisinin kamu yararı açısından daha olumlu sonuçlar vereceği, sayısal karasal televizyon yerine hibrit bir modelin kullanılabileceği önerisi de yer alıyor.
Almanya'da başlayan tartışma, yayıncılık dünyası için çok önemli. Kar marjları düşen ve yüksek rekabetle boğuşan mobil hizmet sunucular sayısal karasal yayıncılık için kullanılan frekans bandına göz dikmiş durumda. Bu bant, altın / platin gibi değerli madenlerle isimlendiriliyor. Google'da "470 - 790 mhz mobile" anahtar kelimesini yazdığınızda konu ile ilgili bir çok rapora erişebilirsiniz. Az bir nüfusun izlediği sayısal karasal televizyon için bu frekansların heba edilmesi yerine kendilerine verilmesini dillendiriyorlar ne zamandır.
Arthur D. Little'ın yazımda konu ettiğim raporu bu açıdan çok önemli ve değerli. Raporda, Almanya'da televizyon dünyasının ayrıntılı analiziyle birlikte Total Cost of Ownership (TCO) olarak ifade edilen toplam sahip olma maliyeti şeklinde dilimize tercüme edebileceğimiz bir kavrama yer veriliyor. Bu analize göre Almanya'da beş farklı yayın izleme ortamının TCO değerleri şöyle:
- Web TV 169 € / Hane
- IPTV 89 € / Hane
- Kablo TV 86 € / Hane
- Uydu TV 33 € / Hane
- Sayısal Karasal TV 20 € / Hane
Sayısal karasal televizyon yayınları kapatılırsa ne olur diye merak edip bir simülasyon çalışması yapılmış. Bu çalışmanın sonuçları, yayınların kapatılmasını savunanların yüzünü asacak gibi görünüyor. Rapordan orijinal dilinde aktarayım:
Nevertheless, Web-TV should not be considered as a viable opportunity for TV content distribution without a business model that enables fair reimbursement for use of network infrastructures, which is not the case at the moment. The migration of terrestrial TV to Web-TV is inefficient from a macroeconomic point of view
Türkçesi ise karasal televizyonun yerine Web TV'yi koyamazsınız. Bu ikisi, en azından bugün için birbirinin yerini tutamaz.
Batılının Ölüm Karşısında Tavırları / Philippe Aries
Ölüm, düşündükçe içinden çıkılmaz bir hal alan kavram. Eğer din inancınız yoksa hele iyice kavranması, kabullenilmesi zor bir durum. Bu durumu, dünya üzerinde deneyimlediğimiz diğer durumlardan ayıran temel farklılık ise kendi ölümümüzü yaşadığımızda, aslında yaşamıyor oluşumuz. Başkasının ölümünü görüp, ölünün ardından yaşanılanlar ile ilgili bilgi ve deneyimimiz var sadece. Tarih boyunca da ölümün kavranışı ve kabullenişi değişiklikler göstermiş. Bugün bildiğimiz mezarlıklar mesela, tarih içerisinde bir dönem ortadan kaybolmuş. İnsanlar, mezar taşları bile olmadan gömülmüş. Günümüzde Amerika'daki cenaze törenleri ve kimi ülkelerde ölülerin yakılarak küllerinin savrulmaları, bugün de ölüm ve sonrasının algılanışında farklılıklar olduğunu gösteriyor.
İşin doğrusu Mehmet Ali Kılıçbay'ın çevirmekle kalmayıp açıklayıcı bir önsöz ve sonsöz ile zenginleştirdiği bu kitabı okuyana dek yukarıda yazdıklarımı fark etmiş değildim. Gece yayınlarından Ocak 1991'de ilk baskısını yapan 116 sayfalık bu ince kitap, ölüm ve kavranışı ile ilgili bir çok yeni bilgi öğretti.
Cumartesi, Ekim 19, 2013
sayısal karasal televizyon yayıncılığı
Uzun bir geçmişi var, ülkemizde sayısal karasal televizyon yayıncılığına geçiş sürecinin. Hazırlamakta olduğum bir çalışmada konunun tüm boyutlarını ele almayı planlıyorum. Sürecin bugün geldiği noktayı bu kadar yakından takip etmemin nedenlerinden birisi de bu çalışmam. Yıllar geçtikçe gelişen teknoloji, değişen kodlama ve iletim standartları süreci dönüştürdü. DVB-T ve MPEG 2 ile başlayan macera, bugün DVB-T2 ve MPEG 4 ile sürüyor. Biraz daha gecikirsek HEVC kodlama ve belki DVB-T2+ (bu henüz yok, ancak T2'yi iyileştirmeye dönük bir takım çalışmalar sürüyor) seçimi mantıklı hale gelecek.
Bu tartışmaların tümü, sayısal karasal televizyonun olmazsa olmazı üzerinden yürütülüyordu.
Peki bu bilgi / yaklaşım ne kadar doğru?
Başka bir ifadeyle sayısal karasal televizyon yayını hiç yapılmasa, analog karasal televizyon yayınları da durdurulsa ne olur?
Soruyu bir analoji ile ele almaya çalışacağım.
Bildiğiniz gibi iki şehir arasında ulaşım sağlamak için tercih edebileceğimiz yöntemlerden birisi demiryoludur. Pahalı bir altyapı gerektirir. Bu altyapı yatırımı yapıldıktan sonra çok sayıda kişiye güvenli ve konforlu bir ulaşım sağlanabilir. Ülkemizde demiryolu altyapısı uzun yıllar boyu gerekli ilgiyi görmedi. Yeni yollar yapılmadı. Trenler uzun yollardan gitmek zorunda kaldı. Yolculuk hem uzun hem konforsuz olunca, tercih edilme oranı düştü. Son dönemde demiryollarına ciddi yatırımlar yapıldı / yapılıyor. Bunun sonucu olarak hızlı trenler, konforlu seyahatler olanaklı hale geldi.
İşte analog karasalı geçmiş dönem demiryoluna, sayısal karasalı ise hızlı trene benzetebiliriz. Kimse kullanmıyor diye demiryolunu kapatıp insanlar karayolunu / uçağı tercih etsin demek gibi bir hamle olur, analog yayınları sonlandırıp yerine sayısal karasalı koymayıp, insanlar uydudan, kablodan yayın izlesin demek.
Siz öncelikle kaliteli bir yayın hizmeti sunun, ücretsiz olarak herkesin izleyebileceği, ev içerisinde televizyonun üzerine koyacağınız basit bir antenle alınabilen bir yayın. Ardından bakalım kaç kişi izliyor.
- Kabloyu her eve ulaştıramazsınız. Tek tek evlere kablo ile ulaşabilmek için harcamanız gereken altyapı yatırımı devasa boyutlardadır. Bu parayı kimse harcamaz.
- Uydu yayını güvenli değildir. Hem ulusal güvenlik açısından sorunludur, hem hava koşullarına bağlı olarak kalitesinde değişiklikler oluşur.
- Verici kulelerine fiber optik kablolarla yayının iletildiği bir karasal sayısal yayın şebekesinde her iki sorun da yoktur.
- Yerel ve bölgesel yayıncılar açısından karasal sayısal mantıklı bir seçimdir. Bölgenin ihtiyaçlarına yönelik yapılan yayının uydu üzerinden geniş bölgeyle paylaşılmasına gerek yoktur. Uydu iletimi ve kapasite kirasına kıyasla, çok daha düşük olması gereken (böyle olup olmayacağı bugünden belli değildir ne yazık ki) karasal iletim ücretleri ile bölgesel ve yerel yayıncılar desteklenecektir / desteklenmelidir.
- Ev içerisinde kablolardan kurtulmanın yolu karasal sayısaldır. Bu konuda uydu yayıncılığı ve kablolu yayıncılık da çeşitli çözüm önerilerine sahiptir. Ancak, ek cihazlarla yapılan bu çözümler ek maliyetler demektir.
- Kablo ve uydu platformları ücretli yayın izleme ortamlarıdır. Oysa karasal sayısal yayında temel paketin ücretsiz olması, bir çok açıklama ile ortaya konulmuştur. Her şeyin ücretli olmasının doğal karşılandığı bir dünyada, halen bir takım ücretsiz hizmetlerin var olmasını savunmak gereklidir.
- Ücretsiz binlerce kanallı uydu ile en çok 54 kanallı (10 TRT, 33 ulusal, 7 yerel ve 4 bölgesel) sayısal karasalı kıyaslamak doğru değildir. Uydu ortamındaki binlerce kanalın büyük bölümü reklam dışında bir şey içermeyen, çöp kanaldır. Oysa sayısal karasalda yer alacak kanallar böyle değildir. Yayın içeriğine yönelik tartışmaları bir kenara, en azından bu yazının dışında, bırakarak.
Kısacası, sayısal karasal televizyon hizmetini savunmak, geniş kesimlere ücretsiz yayın izleme olanağını savunmaktır.
Gönül ister ki bu duyarlılığı sendikalar, meslek odaları da göstersin.
Yazıdaki görsel, Estonya'daki sayısal yayıncılık konferansından. Etkinliğin başında konuşmacılar tanıtılırken kendimi görünce, bu anı ölümsüzleştirmek istedim.
Perşembe, Ekim 17, 2013
Video Net'ten ücretsiz rapor: 3'lü hizmetten Çoklu hizmete
Televizyon teknolojisini takip etmeye çalışanlar için, daha önceki yazılarımda da önerdiğim, Video Net portalını yeniden hatırlatmak isterim. Hubble media grubunun portalı, televizyon teknolojisindeki gelişmeleri, yayınladığı raporlar, söyleşiler ve haberler ile gündeme taşıyor. Çoğunlukla ücretsiz olan raporları internet sayfasından indirebilirsiniz. Şirketin düzenlediği iki etkinlik var: Connected TV World Summit ve Future TV Advertising Forum adlı etkinlikler Londra'da düzenleniyor.
Video Net'in internet sayfasında önceki yıllarda düzenlenen bu iki etkinliğin sunumlarına ulaşabilirsiniz. Bu noktada Video Net'in yayınladığı son raporun önemine değinmek istiyorum.
Televizyon dünyası, daha önceki yazılarımda belirttiğim gibi, büyük bir dönüşüm içerisinde. Yayın izlemek için kullanılabilen cihaz ve yöntemler çeşitlendikçe bu sektörden pay almak isteyen oyuncular da değişiyor. Televizyon olarak adlandırdığımız cihaz, ev içi eğlence sisteminin ekranı olmaya başlıyor. Bu ekran, televizyon yayınına erişmek için kullanılabildiği gibi, yayın, farklı teknolojiler / araçlar yardımıyla da ekrana taşınabiliyor. İşte bu değişiklikleri doğru okumak / yorumlamak gerekiyor. Ev güvenlik sistemleri, eğlence sistemleri, akıllı evler entegre hale geliyor. Bu biraraya geliş, sektöre yeni girişleri doğuruyor. Raporda üstü kapalı olarak değinilmiş olsa bile bu biraya gelişte IPV6'nın hayata geçmesi ile eşyaların IP numaralı hale gelmesi sonrası akıllı evler hayatımızın gerçeği haline gelecek.
Bu gelişmeler geniş bant internet bağlantısı sunan servis sağlayıcılarına yeni bir kazanç kapısı getirecek gibi görünüyor. Ev güvenliği hizmetlerinin geniş bant üzerinden sunulmasıyla başlayan akım, enerji tüketiminin "akıllı" kontrolüyle gelişecek. Raporda bu konulardaki gelişmeler ayrıntılarıyla incelenmiş. Önemle dikkat çekilen nokta, bu tip ev otomasyon sistemlerinin ortak platformdan yoksunluğu. Cihazlar birbiriyle haberleşecek demek güzel. Ancak hangi ortak platform, protokol kullanılacak? Cihaz üreticileri, platform geliştiricileri, uygulama hazırlayanlar birarada bu soruna çözüm arıyor. Sektörün gelişmesinin önündeki bir başka engel ise tüketicilerin bilgilendirilmesinde.
Ülkemizde TÜRKSAT, Türk Telekom ve TURKCELL Superonline başta olmak üzere geniş bant internet erişimi sağlayan büyük oyuncuların dikkatle incelediğini düşündüğüm gelişmeler konusunda ufuk açan bir rapor. VideoNet'e teşekkürler...
Bu gelişmeler geniş bant internet bağlantısı sunan servis sağlayıcılarına yeni bir kazanç kapısı getirecek gibi görünüyor. Ev güvenliği hizmetlerinin geniş bant üzerinden sunulmasıyla başlayan akım, enerji tüketiminin "akıllı" kontrolüyle gelişecek. Raporda bu konulardaki gelişmeler ayrıntılarıyla incelenmiş. Önemle dikkat çekilen nokta, bu tip ev otomasyon sistemlerinin ortak platformdan yoksunluğu. Cihazlar birbiriyle haberleşecek demek güzel. Ancak hangi ortak platform, protokol kullanılacak? Cihaz üreticileri, platform geliştiricileri, uygulama hazırlayanlar birarada bu soruna çözüm arıyor. Sektörün gelişmesinin önündeki bir başka engel ise tüketicilerin bilgilendirilmesinde.
Ülkemizde TÜRKSAT, Türk Telekom ve TURKCELL Superonline başta olmak üzere geniş bant internet erişimi sağlayan büyük oyuncuların dikkatle incelediğini düşündüğüm gelişmeler konusunda ufuk açan bir rapor. VideoNet'e teşekkürler...
Pazar, Ekim 13, 2013
uzun tatillerde okuyucu sayısı

Çarşamba, Ekim 09, 2013
Atılım için bilişim etkinliğinde sayısal karasal televizyon frekansları konuşuldu
Gazeteci olsaydım nasıl bir başlık atardım diye düşündüm Bilgi Teknolojileri ve İletişim Üst Kurulu Başkanı Dr. Tayfun Acarer'in konuşmasını dinlerken. Dr. Acarer, TÜBİSAD'ın Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı himayelerinde gerçekleştirdiği Atılım için Bilişim 2023 adlı etkinliğinde yaptığı konuşma epey ses getirecek cinstendi. Algıda seçicilikten olsa gerek, sayısal karasal televizyon için ayrılmış durumda bulunan frekans bandının kullanımı konusundaki bölümünü çok önemsedim. Konuşmadan başlık çıkartacak olsaydım sanırım şöyle derdim:
Dr.Acarer: Frekansları heba etmeyin
Ancak ne gazeteciyim ne de böyle bir başlığı atacak bir köşem var. O zaman, aklımda kaldığı kadarıyla Dr. Acarer'in söylediklerini aktarayım. Öncelikle analog karasal ile televizyon izleyenlerin oranının %6'larda olduğu tespitini paylaştı. Ardından, yurt dışı örneklerinde bu oranda analog karasal izlenme durumunda, sayısala geçiş ile birlikte payın %10'lara çıkacağını ancak kısa bir süre sonunda %8'ler hatta yeniden %6'lara gerileyeceğinin beklendiğini belirtti. Bu durumda, sayısal karasal televizyon yayını için bu kadar yüksek yatırımın (sadece alt yapı için 1 milyar € civarında bir bedel tahmin ediliyor. Bu rakam benim araştırmalarım sonucu ulaştığım bir sayı. Dr. Acarer yüksek yatırım bedeli olarak vurguladı, rakam telaffuz etmedi) aslında pek kullanılmayacak bir hizmet için harcanmasının çok anlamlı olmadığını söyledi. Ardından, bence çok önemli iki tespiti oldu. Hali hazırda sayısal karasal üzerinden iletilecek televizyon yayını için SD ve HD kalitelerin belirlendiğini oysa uydu ve kablodan 4K, 8K'ların konuşulduğunu anlattı. 8K'nın sayısal karasal üzerinden gönderilmesinin hayal olduğunu (kanal sayısı ve frekans sınırlılığı / bant genişliği düşünüldüğünde) vurgulayarak bu altın / platin olarak adlandırılan frekans bandının mobil hizmetlere ayrılmasının doğru olacağını söyledi. Sayısal karasal televizyona geçiş için bir taahhüdümüzün de olmadığını, 2015 için verilen taahhüdün sınırlarda frekans enterferansına yönelik olduğunu ve bu yükümlülüğümüzü bugün bile neredeyse tamamen yerine getirdiğimizi belirterek, bence son noktayı koydu.
Sektörde çalışan ve süreci yakında izleyen bir mühendis olarak, bir kez daha sektöre ve tüm oyuncularına açık çağrımı yineleyeyim:
RTÜK'ün 15 Ağustos 2013 tarihli açıklamasının ardından duraklama dönemine giren sayısal karasal televizyon yayıncılığını masaya yatırmanın tam zamanıdır.
Vakit geçirmeden konunun tüm taraflarını bir araya getirecek bir çalıştayın toplanması, ülkemizin kıt kaynaklarını en etkin şekilde kullanımının sağlanması açısından elzemdir.
Salı, Ekim 08, 2013
14 - 15 Kasım'da kimselere söz vermeyin: DigiTAG İstanbul'a geliyor!
Yazılara etkileyici başlıklar bulma konusunda pek başarılı olduğum söylenemez. İlgi çekici başlıklar, okunma sayısını etkiliyor mu onu da bilmiyorum açıkçası. Ancak, eğer televizyon yayıncılığı dünyasının teknoloji alanında çalışıyorsanız, 14 - 15 Kasım 2013 tarihlerini ajandanıza, tabii eğer bir ajanda tutuyorsanız, not etmenizde yarar var. Her yılın Ocak ayında ajanda sahibi olup, bir sonraki Ocak ayına kadar yüzünü açmayan, benim gibi, biriyseniz de telefonunuza hatırlatma kaydedin.
DigiTAG'dan daha önceki yazılarımda bir kaç kez bahsetmiştim. Sayısal karasal televizyon yayıncılığını yaygınlaştırmak amacıyla sektör şirketlerince kurulan DigiTAG, 14 ve 15 Kasım 2013 tarihlerinde İstanbul'da bir çalıştay (workshop) düzenleyecek. Radisson Blue adlı otelde gerçekleştirilecek olan bu etkinlik, son derece önemli. Öneminin bir kaç nedeni var elbette. Sıralarsak;
- Tarih açısından kritik bir dönemde gerçekleşecek sektör buluşması halinde geçecek muhtemelen. Malum, 15 Ağustos 2013 tarihli RTÜK açıklamasının ardından ülkemizin sayısal karasal televizyona geçiş macerası bilinmeze doğru yol almaya devam ediyor. Bu belirsizlik ortamında sektörün tüm aktörlerini aynı çatı altında toplayacak bir etkinliğin düzenlenecek olması çok önemli.
- DigiTAG'ın üyelerine baktığımızda yayıncılar, şebeke operatörleri (bizdeki ANTEN A.Ş. gibi), üreticiler ve düzenleyici / denetleyici kuruluşlardan oluştuğunu görüyoruz. Kısaca DTT (sayısal karasal televizyon) dünyasının tüm aktörlerini içeren bir yapıdan bahsediyoruz. Bu yapının düzenleyeceği bir çalıştay, konunun en önemli isimlerini bir araya toplayacaktır. Normal şartlarda bir araya gelmeyecek isimler, DigiTAG'ın çağrısıyla İstanbul'da sunum yapacaktır. Böylesi bir birikimi İstanbul'da izlemek çok önemli.
- Sayısal karasal televizyon, Avrupa'nın bir çok ülkesinde, hayatın bir gerçeği haline gelmiş durumda. Analog yayınların kapatılmasını konuşan pek ülke kalmadı geriye. Avrupa'da gündemde olan konu daha çok DVB-T2'ye geçsek mi, hibrit TV, kibrit TV gibi şeyler. Bizde ise malum, henüz sayısal karasal şebekemiz yok. Hal böyle olunca üreticiler açısından daralan Avrupa pazarında, Türkiye bir can simidi niteliğinde. Büyük üreticilerin tümü ülkemizin DTT yatırımlarını bekliyor. Rusya ve Türkiye, DVB-T2 yatırımı yapan / yapacak olan iki büyük pazar. DigiTAG'ın çalıştayına, cihaz üreticileri ilgi gösterecektir diye düşünüyorum. Üreticilerin çözümlerini dinlemek için etkinlik, önemli bir fırsat sunacaktır.
Cumartesi, Ekim 05, 2013
Cebit Sinerji Zirvesi 24-25 ve 26 Ekim'de İstanbul'da
Bilgi iletişim teknolojileri alanında çalışanların yıllardır takip ettikleri CeBİT Sinerji Zirvesi, bu yıl 24, 25 ve 26 Ekim 2013 tarihlerinde CeBİT Bilişim fuarıyla eş zamanlı olarak düzenlenecek. Ülkemizde konferanslar, fuarlar kadar ilgi çekmiyor. Oysa fuarlarda cihazlar görücüye çıkarken konferanslarda fikirler tartışmaya açılır. İnsanımız elle tutulabilenlere daha fazla değer veriyor. Belki de aynı sebeple danışmanlık hizmetleri sunanlar, sektörel araştırma raporu hazırlayanlar fazla değil ülkemizde, batıyla kıyasladığımızda.
Bu yıl CeBİT Sinerji zirvesinde neler konuşulacak diye baktığımızda bir çok salon ve bir çok eşzamanlı oturum ilk göze çarpan oluyor. 2014'e yaklaştığımız bugünlerde yerel seçimlerde adayları en çok terletecek kent içi trafik, zirvede ele alınacak konuların başında geliyor. "Akıllı kentler" başlıklı oturumda Türkiye Bilişim Derneği Başkanlığı'nı da yürüten Turhan Menteş hocamızın moderatörlüğünde Hannover ve Berlin'den gelecek misafirler akıllı kentlerle ilgili paylaşımlarda bulunacaklar. "Yerel yönetimler ve sosyal medya" zirvenin ikinci gününün etkinlikleri arasında. "Akıllı Kentler Akıllı Devlet" adlı etkinlik ile zirve ana gündemine yerel yönetimleri almış gibi görünüyor. Yerel seçimlerin yaklaştığı düşünüldüğünde doğru bir tercih.
Siber güvenlik, bulut bilişim ve büyük veri belki tüm zamanların konuları. Bilgi iletişim teknolojilerini kullandığımız sürece vazgeçemeyeceğimiz siber güvenlik bir panel ile zirvede tartışılacak. Her geçen gün artan veriler, bu verileri depolama sorunları ve verilerden anlamlı bilgilere erişmenin zorlukları da bir panelde değerlendirilecek.
Yenilikçilik kavramı, zirvenin bir gününü ayırdığı konular arasında. Başbakan yardımcısı Sn. Ali Babacan'ın açılışını yapacağı duyurulan oturumlarda konu tüm boyutlarıyla tartışılacak. Katma değerli ürünler ortaya koymadan cari açığımızın kapatılmasını beklemek pek gerçekçi değil. Bu açıdan bakıldığında yenilikçilik başlıklı bölümün açılışını Sn. Babacan'ın yapacak olması daha anlamlı hale geliyor. Umarım ülkemizin girişimcileri, yenilikçi ürünlerle ihracatımızı arttırır.
FATİH projesi eğitimde fırsat eşitliği yaratacağı sloganıyla ortaya çıkmıştı. Geldiğimiz noktada bu amacına ne kadar ulaşabildi, amaç gerçekçi miydi, projeye harcanacak para başka alanlarda kullanılsa geri kazanımı daha fazla olabilir miydi gibi tartışmaları yapmak anlamlı. Ancak, zirvede konu bu boyutuyla işlenmiyor. Bilgi iletişim teknolojileri alanında düzenlenen bir zirveden böylesi tartışmaları yürütmesini beklemek de gerçekçi olmaz zaten. FATİH projesinin içerikleri masaya yatırılacak zirvede. Akıllı tahtalar ve tabletler eğitim içerikleri olmadan bir işe yaramayacaktır. Buradan hareketle içerik konusunun önemi ortada. Zirve, bu önemli konuya odaklanacak.
Üç günlük, çeşitli salonlara yayılmış bir zirveyi tek bir yazıda değerlendirmek zor bir iş. Amacım, bu önemli zirvenin tanıtımına küçük de olsa, bir katkı sunabilmekti. Geleneksel hale gelmiş bu zirvenin başarıya ulaşması, konuşmacılar kadar dinleyicilere / katılımcılara da bağlı. Özellikle kurumların zirveyi desteklemesi çok önemli. Umarım zirve başarılı geçer. Tartışmalar ülkemizin daha gelişmiş bir ülke olmasına katkı sunar.
Perşembe, Ekim 03, 2013
Almanya'da sayısal yayıncılık raporu
Düzenli takip ettiğim web sayfalarının birisi olan DigiTAG'da yer alan bir habere göre Almanya'nın Die Mediananstalten adlı kuruluşu (yayıncılık alanını düzenleyen 14 kuruluşun bir araya gelmesiyle oluşan çatı birlik) Digitalization 2013 adıyla bir durum raporu yayınlamış. Rapor hem Almanca hem de İngilizce olarak Die Mediananstalten'in web sayfasında indirilebilir. Rapor, sadece sayısal televizyon ile ilgili değil. Sayısal radyo ve internet yayıncılığı da raporun konuları arasında. Bu yazıda, raporda önemli gördüğüm konuları maddeler halinde sıralamaya çalışacağım.
Rapora geçmeden önce bilinmesi gerekenler:
- Uydu ve kablo yayıncılığının hayli gelişmiş olduğu bir ülke. Kablo ve uydu üzerinden yayın izleyenlerin toplamı % 9o'ı geçiyor.
- Sayısal karasal televizyon yayınlarına DVB-T standardıyla başladılar. İşin doğrusu beklenildiği kadar ilgi görmeyen DVB-T yayınlarından, 2013 içerisinde, RTL grubu çıkma kararını açıkladı. Avrupa yayıncılık dünyasında tartışmalara yol açan kararı, Krakow'da katıldığım etkinlikte RTL Group'un üst düzey bir yöneticisine sormuştum. Tamamen ticari bir karar olduğunu söyleyen yönetici, RTL yayınlarının Doğu Avrupa'da bir çok ülkede DVB-T üzerinden yayınlanmaya devam ettiğini söylemişti.
- Ayrıca gene Almanya'daki sayısal karasal yayıncılık ile ilgili 16 Nisan 2013 tarihinde EBU'nun dergisinde Ulrich Reimers imzalı bir makale yer almıştı. Makalede DVB-T2 denemelerinin, DVB-T / T2 arasındaki kazancı beklenildiği kadar olmadığını ortaya koyduğunu söylüyordu. DVB-T2'nin kurulmasının pek mantıklı görünmediği hatta DVB-T'nin de mevcut haliyle kullanılmasının yerine dinamik yayıncılık adlı yeni bir hibrit yayın standardının geliştirilmesinin yerinde olacağı savlanıyordu. Bu makaleyi daha önceki yazılarımda tartışmıştım.

- Raporun tam adı: Yayıncılık ve internet: Tez, Antitez, Sentez? Felsefi akımların doğduğu bir ülke olunca raporun başlığı da böyle oluyor demek ki.
- 2013 yılında yapılan araştırmaya göre Almanya'da sadece analog televizyon yayını izleyen hanelerin oranı %19,2. Sayı yüksek görünebilir. Ancak doğru okumak gerekiyor. Bu haneler, sayısal uydu / kablo erişimine sahipken analog kablo yayını almayı sürdürmek zorunda kalan hanelerden oluşuyor. Oran hiç de az değil. Raporun ilerleyen bölümlerinde konunun ayrıntılarına inildiğinde hane gelirinin bu tercihte en büyük rolü oynadığı görülüyor. Sayısal kabloya göre daha hesaplı olan analog kablo tercihi biraz da zorunluluk gibi.
- Televizyon yayınına erişim yüzdeleri ise şöyle: Kablo % 46,3 Uydu % 46,2. Karasal sayısalın % 11, DSL'in oranı ise %5'in altında. Toplamın 100'ü geçtiğini düşünebilirsiniz. Ancak hanelerde birden fazla yöntemle yayına erişilebildiğini unutmamak gerekiyor.
- Connected TV yakın dönemin hararetle takip edilen konularından. Bu alanda Almanya, genele uyuyor. İnternete bağlanabilen televizyon sahiplerinin az bir bölümü gerçekten internete bağlanıyor. HbbTV uyumlu televizyon sahiplerinin yarısında, HbbTV yayınlarını alabilecekleri paket yok. Bu pakete sahiplerin ise sadece %10'u düzenli HbbTV yayını izliyor.
- Radyoda durum benim için sürpriz oldu. Rapora göre Almanya'da %94 radyoya analog FM üzerinden erişiyor. Sayısal radyonun payı ise sadece %4,8.
- Almanya'da satılan DAB alıcısı sayısı 500.000'e ulaşmış. Bu rakam araç içindeki DAB alıcıları ile hibrit radyo alıcılarını kapsamıyor. DAB yayınlarını bir şekilde alabilen cihazların toplam sayısının 3 milyona yaklaştığı hesaplanıyor.
- Radyoya ilişkin verilere bakıp, Almanya'da da tutmamış bizde hiç tutmaz diye düşünenler olabilir DAB için. Ancak göz ardı edilmemesi gereken, Almanya'da FM bandının bizdeki kadar dolu olmadığı ve düzgün FM yayını dinlemenin olanaklı olduğu gerçeğidir. Ülkemizde, büyük şehirlerde evde FM dinlemek neredeyse olanaksız hale geldi. Radyo kanallarının birbirinin dibindeki frekanslarına bir de deviasyon sınırlamalarına uyulmaması eklenince ortaya dinlenemeyen radyolar çıkıyor.
- Uydu operatörü SES'in yayınladığı araştırma sonuçlarına göre İtalya, Finlandiya ve İngiltere televizyon yayıncılığında %100 sayısallaşmayı tamamlamış ülkeler. İspanya %99, Fransa ise %98 ile onları takip ediyor. Burada bir noktayı belirtip öyle devam edeyim. %100 sayısallaşma derken tüm platformların (uydu, kablo, karasal) sadece sayısal yayın yaptığı kastediliyor. Ülke karasal yayınlarında analog switch off yapmış olabilir. Ancak kablo, kimi bölgelerinde, halen analog yayına devam ediyorsa %100 sayısallaşma tamamlanmamış anlamına geliyor. Almanya %80'lik sayısallaşma oranıyla %79 olan Avrupa ortalamasının üzerinde yer bulmuş kendisine. Bu anlamda Türkiye'de durum nedir diye merak edenleriniz olabilir. Ne yazık ki Die Mediananstalten'in raporunda yer verilen grafikte Türkiye'ye ilişkin veri bulunmuyor.
Salı, Ekim 01, 2013
güven / güvensizlik ve organik tarım
Yazının başlığına bakıp, bunlar gerçekten organik mi diye soranlardan olduğumu düşünebilirsiniz. Çocuklar doğana kadar organik tarım ve organik ürünlere dudak büken birisiydim. Onlar doğduktan sonra tarımsal üretimde gübreler, ilaçlama, tohum gibi hiç bilmediğim ve ilgilenmediğim konuları araştırmak zorunda hissettim kendimi. Bu yazı ise aslında organik tarımın başka bir boyutunu tartışmak amacıyla yazıldı.
Yaşadığımız düzen ilginç ve düşündürücü. Şöyle ki öncelikle eski düzen tarımın verimsiz olduğunu ileri sürdü. Kullanılan tohumların verimi düşük, zararlılarla mücadele yetersiz diyerek laboratuvarlarda geliştirilmiş tohumlar dağıtıldı. Zararlılarla mücadele için toprak zehirlendi. Sadece ekilene dokunmayan ilaçlar kullanıldı. Sonuçta ortaya çıkan ürün belki daha çok ve daha dayanıklı, daha endüstriyel oldu. Ancak görüldü ki, belki de baştan biliniyordu, bu daha daha olan ürün aynı zamanda daha sağlıksız. Varsın sağlıksız olsun, zaten sağlık sistemi de hasta insan / müşteri bekliyordu.
Durum bu kadar vahim olmayabilir. Yani ortaya çıkacak ürünlerin sağlıksız olduğu biline biline bunlar yapılmamış olabilir.
Sonuç değişmiyor elbette.
Peki gelinen noktada nasıl bir çözüm geliştirildi dersiniz?
Öncelikle bu endüstriyel tarımın ne kadar sağlıksız ürünler yetiştirdiği, çiftçinin (ki bu üretimden en az payı alan kesim) para hırsıyla kullanmaması gerektiği kadar ilaç kullandığı, laboratuvarda üretilen tohumlar kullanarak verimi arttırmaya çalıştığı kısacası bizleri (artık kimsek biz) sağlıksız hale getirdiği anlatıldı. Çözüm arayanlar için ise aslında endüstriyel tarım yapılmadığı döneme dönün ve biz eski düzen üretim yaptığınızı denetleyelim denildi. Organik tarım denetçisi okuyucularım bu yazdığıma itiraz edip: Eski düzendeki üretim denetlenmiyordu. O yüzden çiftçiler karlarını arttırmak için kullanmaması gereken katkıları kullanıyordu diyeceklerdir. Dedikleri doğrudur büyük olasılıkla. Orgüder, Organik Ürün Üreticileri ve Sanayicileri Derneği'nin web sayfasında tüketiciler için bir bölüm var. Buradaki soru / yanıtlardan bir tanesi şöyle:
3-Organik ürünler neden pahalıdır?Kontrol ve sertifikalı üretim olan organik tarım ürünlerinde gıda güvenliğinin sağlanması için yapılan masraflar nedeniyle özenle yetiştirilen sağlıklı ve güvenilir organik ürünlerde Dünya'nın her yerinde fiyat farkı mevcuttur.
Ben de tam bunu demek istiyorum. Denetim şirketlerinin varlık nedeni tüketici ile üretici arasındaki bozulmuş güven ilişkisidir.
Eski düzende hatalar, eksiklikler vardır. Ancak bunları düzeltmek için mutlaka bir denetleyici kuruluşa ihtiyaç var mıdır? Aynı mantıkla hareket ettiğimizde yediğimiz ekmek acaba sağlıklı mı diye düşünüp ekmek denetim şirketlerine, içtiğimiz su sağlıklı mı diye düşünüp su denetim şirketlerine ihtiyacımız olduğuna karar verebiliriz.
Yarın aldığımız her ürün ve hizmetin denetim şirketlerince denetlenip denetlenmediğine bakar hale gelirsek, bu yazıyı hatırlayın.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)