Ana içeriğe atla

Cüneyt Ayral Söyleşisi volume 1

Cüneyt Ayral ismini, 2013'ün sonlarında bir yıl için Paris'e gideceğimiz kesinleşince, internetten, adında Paris geçen kitapları satın aldığımda öğrendim. Paris Notları 1 ve 2, okuyup benim de notlar çıkarttığım kitaplardı. Gidiş öncesi, elektronik ortamda tanışıp, karşılıklı e-postalar alıp/gönderdik. Paris benim hayal ettiğim gibi geçmeyince orada görüşmeyi planladığım kimseyi aramadım. Döndükten bir süre sonra, yeniden eski ben oldum. Yarım kalan işler eski bağlantılar derken, Ayral'ın üzerinde çalıştığı Benim Paris'im adlı eserinin bittiğini öğrendim. Aşağıda okuyacağınız söyleşi, henüz kitaba ulaşamamışken yapıldı. Ayral'dan söz aldım, kitabı bitirdiğimde yeni bir söyleşi yapacağız. Bu yazıdaki Paris fotografları Dilara KUTAY'a ait. Kitapta yazılana göre 1993 doğumlu genç bir sanatçı Kutay. Kitapta yer alan tüm fotograflar kendisine aitmiş. Ayral baskı kalitesinden çok tatmin olmamış olsa bile, kitabın genel havasını fotograf dilince anlatıyor her biri. Bu anlamda, zor bir şey başardığı Kutay'ın, fotograf ile yalnızlığı anlatmak.

Çok farklı bir karakter Ayral, kitaplarından tanıdığım kadarıyla. Olmadığı gibi görünmeye gayret etmiyor, neyse o. Özellikle hayatını anlattığı kitabını okusanız ne demek istediğimi anlarsınız. Sanatın her türüne düşkün birisi. Fotograf çekmiş, sanat ölçüsünde yemekle ilgili, resim ve elbette edebiyat ile müzik. Paris, bu anlamda çok şey sunuyor. 

Tüm bu sunduklarının yanında Paris'i tek kelime ile anlat deseniz bana, aklıma ilk gelen YALNIZLIK, ikincisi ise HÜZÜN olur. Ayral'ın kitabını okudukça bu yalnızlık ve hüznün sadece benim tespitim olmadığını gördüm, hem sevindim hem üzüldüm. Kendi adıma, ruh sağlığımın yerinde olduğuna kanaat getirerek sevindim. İnsanoğlunun kaçamayacağı alın yazısını görerek üzüldüm. 

Lafı fazla uzattım gene. Buyurun Cüneyt Ayral volume 1:

1. Öncelikle tebrikler. Uzunca süredir üzerinde çalıştığınız son kitabınız Benim Paris'imi en çok kimler okumalı?

Teşekkür ederim.

Kitabı herkes okumalı diye düşünüyorum, çünkü “Benim Paris’imi” anlatırken yalnızca şehri ve sokaklarını anlatmadım. 

Kitabın ilk adı “Paris Sokakları” idi, ancak editörüm Senay Haznedaroğlu kitabı okuduktan sonra, yazdıklarımın salt sokaklar olmadığını, derinlemesine bir anlatımın söz konusu olduğunu ve bunun öznel yanlarını ortaya çıkartmamız gerektiğini söyledi ve kitabın adı “Benim Paris’im” olarak değişti.

Kitapta Paris insanlarını ve buradaki yaşantıyı anlatırken “yalnızlık” meselesini de tartışıyorum.

İlginçtir, hayatta en korktuğum şey yalnızlıktır ve yalnızlığın en derinlemesine yaşanmakta olduğu Paris’te yaşamaktayım, üstelik de insanlara en çok gereksinme duyduğum bir zaman tünelinde geldim Fransa’ya, herkesin etrafımdan toz olup yok olduğu 1997'de… 

Bu ülke, bu şehir bana yalnızlığı hem öğretti hem de sevdirdi. O nedenle kitabı salt Paris ile ilgili olanlara önermem olanaksız.

Paris’i bilip, daha önce gelmiş olanların ve burada yaşamakta olanların ise ille okumalarını öneriyorum, çünkü her köşesi insanı şaşırtan bu şehre başka bir gözle de bakarsanız, hem daha çok eğlenirsiniz, hem daha çok merak eder, izleği sürmeyi sürdürürsünüz.


2. Türkiye tarihi için çok önemli sonuçları olan genç Türkler hareketinin fikir babaları Paris'ten çok etkilenmişler. Sizce onları ve onlar gibi birçoklarını etkileyen neydi?

Fransa çağdaş demokrasinin merkezi olarak kabul ediliyor. 1789 devrimi herşeyi ve herkesi etkilemiş.

Ardından İkinci Dünya Savaşı sırasındaki direnç hareketleri ve 60'lı yıllardaki öğrenci hareketleri dünyayı etkilemiş eylemlerdir.

Bu ülke lâikliğin ve özgürlüğün anıtlaştığı ülkedir ve tabii herşey bu şehirde, Paris’te başlıyor

Bugün farklı renklerdeki, farklı dinlerdeki ve çok farklı kültürlerdeki insanların birlikte yaşadıkları bir ülke Fransa, bu konuda da dünyaya olabilecek en iyi örneği veriyorlar, bu durumu kültürel zenginliklerinin nedeni olarak kabul ediyor ve koruyorlar.

Tarihsel süreç içinde Jön Türklerin buraya gelmiş ve burada örgütlenmiş olmalarına bu nedenle şaşırmamak gerekiyor.

Öte yandan, Almanya (Almanca) nasıl edebiyatın en önemli ülkelerinin başında geliyor ise, Fransa (Fransızca) da düşüncenin, insan – siyaset ilişkisinin ve aydınlanmanın en önde gelen ülkesidir.

Bütün bu dediklerimi alt alta koyup topladığımız zaman karşımıza neden sorusunun yanıtı açık olarak çıkıyor bence.

Jön Türk hareketinin Türkiye’yi derinlemesine etkilediğini yadsıyamayız, ancak bugüne baktığımızda, toplumumuzun “göçebe” özelliğinden kaynaklanan “unutma” yeteneğinin daha güçlü olduğunu ve “toplumsal hafızamızın” çok zayıfladığını / zayıflatıldığını üzülerek görüyorum.



3. 2014'un büyük bir bölümünü Paris'te çocuk bakarak geçirmiş birisiyim. Anılarınızdan hatırladığım kadarıyla siz de Fransa'ya ilk geldiğinizde iki çocuğunuzla başbaşa epey zaman geçirmiştiniz. Son dönemde nüfusun yaşlanacağından hareketle en az 3 çocuk önerisi yapılıyor. Siz Türkiye'nin yöneticisi olsanız Paris'teki hayatınızı kolaylaştıran neleri Türkiye'ye taşımak isterdiniz?

Bu gerçekten en zor sorunuz oldu.

Bir kere babalık işiyle ilk burun buruna geldiğimde, yani kızım doğduğunda, bu işi beceremeyeceğimi hemen anladım ve kendime başka bir kimlik seçtim : “ağabey – dost”.

2004 yılında Paris’e kızım ve oğlum ile geldiğimde artık bu kimliğim çoktan oturmuş onlar tarafından da kabul edilmişti. Tek sorun İstanbul’da yaşamakta olan, şimdiki eşimin kızı idi, çünkü o, o zamanlar 8 yaşındaydı ve henüz benimle ilişkileri tam oturmamıştı. Yani iki değil, üç çocukla baş etmem gerekiyordu ve bir tanesi uzaktaydı.


2004 -2008 yılları arasında Paris’in tadını çıkartacak kadar paramız vardı, o nedenle çok sıkılmadan, şehrin her türlü keyfini çıkartmayı hep birlikte becerebilmiştik.

Bugün, Paris’in sunduğu olanaklar ile Türkiye’de herhangi bir şehrin sunduğu olanakları karşılaştırmanız olanaksızdır.

Koskoca İstanbul’un opera binasının haline bakın… Ankara’da durum çok mu farklı? İzmir’de yılda kaç opera sahneye koyuluyor. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası konserleri ne durumdadır? İstanbul’da haftada kaç klâsik müzik konseri veriliyor? Bu listeyi istediğimiz kadar “olumsuzlukla” uzatmamız mümkündür.

Bir kere bu ülkede eğitim / öğretim bedavadır. Çocukların kitaplarından tutun, tüm masrafları devlet tarafından karşılanır ve bu hiç bir yarım yapılmadan yapılır. 

Sonra, bu ülkedeki eğitim / öğretim lâiktir. 

Lâikliği salt din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması olarak tanımlayamayız. Lâiklik bir düşünme ve anlama biçimidir, özgür düşünceyi, bilimselliği içerir. Okulda bunu görüp öğrenen çocuklarım, eve geldiklerinde aynı biçimde bir baba ile karşılaşınca elbette rahat ettiler ve kendilerini geliştirebildiler. 

Üçüncü çocuğum için bu biraz daha gecikmeli oldu, çünkü o İstanbul’daydı ve özel okulda eğitim görüyordu. Okulu Türkiye standartlarına göre gayet iyi bir okuldu, ama çevre sorunları vardı. Önce onunla “ağabey-dost” ilişkisini kurmayı denedim. 2008 yılından itibaren daha sık görüşmeye başladığımız için bu iş daha kolaylaşmıştı, 2010 yılında o da Fransa’ya gelince meseleyi daha iyi kavradı ve çok çabuk uyum sağladı. 

Şimdi üçü de büyüdüler 30-23-21 oldular ve üçü de özgür beyinli, sanata yatkın, düşünen ve ne istediğini bilen insanlar oldular.

Bu örneklerden çıkışla 78 milyonu bulan Türkiye’deki 3 çocuk dayatmasına ve doğacak çocuklara bakabilmek adına nasıl bir önerim olabilir?

Türkiye öncelikle içine düştüğü / düşürüldüğü din sarmalından kurtarılmalıdır ve Anayasasının değişmez hükümlerinden birisi olan lâikliği iyi kavramalıdır, bunu yapamazsa eğer günden güne gerileyip, Ortadoğu’nun bataklığında yok olur gider. 

Yani eğitimin çağdaş anlayış ve bilimsel / lâik düşünce ile yeniden sağlam temellere oturtulması gerekiyor.

Eğitimin “sanayii – ticaret” olmaktan çıkartılıp devletçe desteklenmesi ancak özerk olması da iyi bir nesil yetiştirmenin temel şartları arasındadır. Fransa’da bu böyle ve bunun finansmanı silaha harcanan paradan çok daha az. 

Artık her köşe başında bir üniversite açmaktan vazgeçmeli, teknik ve işe dönük eğitime daha çok önem vermeliyiz, yoksa hızla derin bir karanlığa doğru yol aldığımızı hepimiz biliyoruz ve görüyoruz.

Çocukların “barış” ortamında yetişmeleri çok önemlidir. 

Bu hem birbirleri ile olan ilişkilerini sağlamlaştırır, hem de dünyaya bakışlarını daha sağlam temellere oturtur. 

Bugünün Türkiye’sinde 3-5 çocuk isteyenler, anlamsız savaşlarda yok ettikleri genç nüfusu geriye kazanmak için mi istiyorlar bu doğumları, yoksa yakın gelecekte ölecek yeni gençler yetiştirmek için mi? Bize bu sorunun cevabını açık ve net olarak vermek durumundadır yöneticiler, çünkü gençler ciddi bir bezginlik içinde, nedense zorunlu olan askerlik hizmetlerini “kimi öldürmek” için yapacakları düşüncesiyle rahatsızdırlar.

Fransa’da askerlik hizmeti zorunludur. Ancak, hem kadınlar, hem erkekler için eşit zorunluluk vardır ve askerlik hizmeti bir gün ile sınırlıdır. O gün askere gidenlere Fransız profesyonel ordusunun olanakları vb konular filmlerle anlatılır ve vatandaşlığın ne olduğu üzerinde durulur. Elbette vatan savunması önemlidir, bunu Fransızlar iki savaşta da yaşamışlar ve ağrı bedeller ödemişlerdir. Ancak askerlik hizmeti sırasında üzerinde durulan temel düşünce “barış”ın sürekliliğinin sağlanmasıdır.

Ayrıca bu bir günlük hizmet için bile “vicdani red” hakkı elbette vardır.

O zaman bu çocukları Türkiye’de ben yetiştireceksem neler yapardım sorusunun cevapları da aşikâr:

Çocuklarla dost ve arkadaş olunmasına yönelik aile eğitimi verirdim.
Kadın erkek ayrımından insanları uzaklaştırır, “insan” olmayı öğretmeyi dener, cinsel eğitimi mutlaka ilkokuldan başlayarak verir, ülkeyi erkekerkil bir toplum olmaktan kurtarmayı denerdim
Eğitimi devletleştirir ve parasız – özerk eğitimin önünü açardım. Bunu yapabilmek için savunma harcamalarını en aza indirir, harcamayı insan öldürmeye değil, insan yetiştirmeye aktarırdım. Eğitimde lâikliği ve bilimselliği öne çıkartırırdım. Üniversitelerin araştırmaya yönelmeleri için bütçelerine destek verirdim.

Bunları yapmayı başarabilirseniz, istediğiniz kadar çok çocuk doğurabilirsiniz, ama her doğanın bu haklardan eşit yararlanacağı bir ekonomiyi ayakta tutmak koşulu ile…



4. Son soru sorudan çok öneri niteliğinde. Paris aslında yürüyerek epey yeri dolaşılabilecek bir kent. Sizin Paris'inizi sizinle dolaşmak isteyenlere yönelik yürüyüş turları düzenleseniz, eminim ilgi gösterecek çok olur. Böyle bir planınız var mı? Çok teşekkür ederim.


Bu dediğinizi düşünmedim değil. 

Benim Paris’im başkalarını ne kadar ilgilendiriyor? Benimle gezip dolaşmak yani…

Geçenlerde İstanbullu bir galeri sahibesini, eski bir dostumu, yağmur altında gezdirdim. Paris’in sokak sanatı ve graffiti ile olan ilişkilerini gösterdim. Yağmura rağmen bana tahammül etti ve ayrılırken memnun olduğunu söyledi. Bu sevindiriciydi. Ancak herkes böyle davranır mı?

Türkiye’deki tur operatörlerine bu işle ilgili yazmayı düşündüm. 

Yani Paris – gurme, Fransa – Provance, Paris – sanat turları yapabilirim. Sonra yazmaktan vazgeçtim, çünkü henüz kitabımı alıp Paris’e gezmeye getirdiklerine armağan bile etmiyorlar, ben turizmci olsam, böyle bir kitabı hemen armağan ederdim yolcularıma. 

Şimdi bu durumda benim isteyeceğim parayı turizm şirketleri ödemezler, aslında yüksek bir para olmasa da, onların işine gelmez. 

Sonra benim yapacağım turlar daha çok yemek ve sokak gezmek, sanata bakmak içindir, bugün ise Türkçe bilgi veren tek broşürü Paris’te Printems ve Galerie Lafayette gibi büyük mağazalar veriyorlar, hiç bir müzede Türkçe broşür yok, demek ki talep yok.

Bir de tabii kitabın bilinirliği ve dağıtımı sorunu var. 

Bugün D&R gibi Türkiye’nin hava alanlarındaki “tekel” kitapçılarda Benim Paris’imi bulabilmeniz olanaksız. (Bu bilgiyi bizzat sınadım ve ne yazık ki doğru) Şehirlerdeki kitapçılarda da genellikle bulunmuyor (bu da sınandı ve gene ne yazık ki bu da doğru), ancak sipariş veriyorsanız getirtiyorlar ya da internetteki kitapçılardan ediniyorsunuz. 

Kısaca söylemek gerekirse, eğer sosyal medya olmasaydı kitabı duyurmak hemen hemen olanaksızlaşacaktı.

Planım var, ama uygulamaya geçecek ortamı bulamıyorum, sorun orada…

Ben teşekkür ederim sorularınız için

01/08/2015 Paris

Yorumlar

Son haftanın en çok okunan 10 yazısı

bir kez daha, nedir bu sayısal karasal televizyon?

Blog sayfamda DTT etiketiyle yayınlanmış 100'e yakın içerik bulunsa da, geçenlerde buluştuğumuz lise arkadaşlarımın sorusu üzerine, bir kez daha yazmaya karar verdim. Bilenler, okumadan geçebilir. Bilmeyenler ve sektörün uzağındaki kişiler düşünülerek hazırlanmış bir yazıdır.  Soru - yanıt şeklinde kurgulanmış yazılarımın daha çok okunduğu gözlemi üzerine, buyurun sık sorulan sorularla Sayısal Karasal Televizyon: Şimdi tam olarak neden bahsediyoruz? Çanak ile izlediğimiz televizyon mu?

IPTV World Forum Ardından, Teknik Değerlendirme - 1

Yazının başlığını Teknik Değerlendirme - 1 dedim. Bunun bir dizi yazının ilki olduğunu düşünerek öyle yazdım. Pek uzun yazmayacağı, dizi yapmayı düşündüğüm için. Öncelikle Türk Telekom ve TTNet üzerine görüşlerimi yazayım. Etkinliğin ana destekçilerindendi her iki şirket. Türk Telekom'un üst şirket olarak görürsek, ki öyle aslında, Argela, TTNet ile birlikte sergi alanında büyük yer almışlardı. Argela, yazılım geliştirme alanında çalışıyor. TTNet, malum internet servis sağlayıcısı. Türk Telekom'un etkinlikte açıkladığı stratejisine göre IPTV , internet ve Voice over IP (IP üzerinden ses:VOIP) hizmetini TTNet üzerinden sunacak. İnternet ve telefonu tek faturada birleştirmeyen Türk Telekom, üç hizmet için tek fatura dönemine geçmeyi planlıyor. IPTV'yi itici güç olarak kullanacak. 3 farklı ekrandan (telefon, televizyon ve bilgisayar) televizyon izlemenin olanaklı olacağı ileri sürülüyor. Planlaması kolay, uygulaması ise zor bir hizmet IPTV. Multicast broadband internet bağl

IPTV World Forum İstanbul'un ardından

Bu satırları yazarken etkinliğin ikinci günkü programı devam ediyor. İki günlük, oldukça yoğun program tam zamanında başlaması, zaman çizelgesine uygun devam etmesi ile uluslararası bir organizasyon olduğunu belli etti. Katılım ücretinin yüksekliğinin getirdiği en önemli sonuç etkinlik izleyicilerinin gerçekten ilgili kişiler olmasıydı. Sadece ilk gününü takip edebildiğim etkinlikte TTNet ve AirTies CEO'ları gibi çok üst düzey konuşmacılar söz aldı. Oturumların araları, toplantı salonunun önündeki fuayede kurulan sergileri gezmek için yeterli uzunlukta tutulmuştu.  İstanbul'un en kolay ulaşılabilen otellerinden birisi olduğunu düşündüğüm Mövenpick'in seçilmiş IPTV Forum için. Levent metrosunun çıkışında yer alan otel, aynı zamanda Fatih Sultan Mehmet köprüsünün dibinde. Levent metrosundaki otobüs duraklarında Sabiha Gökçen havaalanına direkt giden İETT otobüsü kalkıyor. Zaten Atatürk havaalanına raylı sistemle, aktarmalar yaparak ulaşılabiliyor. Sabah 6 uçağı Atatürk hav

IPTV World Forum Eastern Europe bu yıl İstanbul'da.

Konu ile ilgililerin merakla beklediği etkinlik ilk kez ülkemizde gerçekleştirilecek. Mövenpick Hotel, İstanbul'da 12-13 Ekim (yani haftaya salı-çarşamba) günlerinde toplam 9 oturumda önemli konuşmacıların yer alacağı IPTV World Forum Eastern Europe ile ilgili ayrıntıları web sayfasında bulabilirsiniz. Etkinliğe katılım ücretli. Ücretler epey yüksek. 5 Ekim'den önce kayıt yaptırmışsanız, ki bu iletiyi yazdığım tarih düşünülünce artık çok geç :), 1499 € ödemeniz gerekiyor. Bugün kayıt yaptırırsanız ise 1799 € ödeyeceksiniz. Ancak Free Operator Pass adlı bir seçeneğiniz daha var. Free Attendance For Service Providers olarak ayrıntılandırılan bu seçeneğin tam olarak kimleri kapsadığını çözemedim. Eğer IPTV hizmet sağlayıcılar kastediliyorsa Türk Telekom, TTNet, Superonline gibi şirket çalışanları kapsanmış oluyor. İşin doğrusu kendimi de o kategoriye sokup kayıt yaptırdım :) Ancak kaydımın geçerli sayılıp sayılmadığı belli değil henüz. Neyse, fırsat bulursanız önemli bir etkinlik

IPTV World Forum ardından, gözlemler

Etkinliğin teknik değerlendirmesini önümüzdeki haftaya bıraktım gerçi. Ancak, haftaya kadar bekleyemeyenler için kısa kısa gözlemlerimi aktarayım. Ayrıntılı değerlendirmeler gelecek merak etmeyin... Türk Telekom, yaklaşık 5 yıl önce başladığı IPTV projesinde sona gelmiş. TTNet şirketi üzerinden IPTivibu (TTNet CEO'sunun sunumunda, ki konferansın tümü simultane tercüme falan yapılmadan sadece İngilizce'ydi, bu ismin İngilizce'de that is IPTV anlamına geldiğini söyleyince fark ettim IP tivi işte bu anlamında bir kısaltma olduğunu :) adlı hizmeti sunmaya 2 hafta önce başadıklarını duyurdular. Konferansta soft launch (yumuşak duyuru ?) olarak yapılan duyuru ile hizmetin başlatıldığı söylense bile henüz web sayfasında bu konuyla ilgili bilgilere ulaşılamıyor.  IPTivibu hizmeti için en az 8 MBit/saniye hızında TTNet internet aboneliği gerekiyormuş. Şimdilik 101 kanal, ki bunların içerisinde HD olanları da olacakmış. Etkileşimli hizmetler, flick uygulaması falan da sunula

Genç Kızlar Labirentinin Esrarı / Eduardo Mendoza

Facebook, Trends ve Twitter hesaplarımdan #hergünebirkitap etiketiyle paylaşım yapmaya başlayalı okuyacağın kitapları nasıl seçiyorsun diye soranlar oluyor. İşin doğrusu özel bir yöntemim yok. Tanıtım yazıları, dergilerdeki söyleşiler yol gösterici olsa da nokta atışı öneriler, tanıdıkların tavsiyelerinden çıkıyor.  Bu kısa ve belki de gereksiz girişin ardından gelelim Eduardo Mendoza'dan okuduğum ilk eser olan Genç Kızlar Labirentinin Esrarı romanına. Öncelikle bu romanı okumama vesile olan sevgili kızıma teşekkür ediyorum. Onun isteği ile sahafta bulup satın aldım Mendoza'nın 1990 yılında Remzi Kitabevi'nden çıkan romanını. Fransızca'dan Hüseyün Boysan çevirmiş dilimize. Neden orijinal dilinden çevrilmemiş anlamadım.  Roman, İspanya yakın tarihini kısaca özetleyen bir önsöz ile yayınlansaydı çok iyi olurdu diye düşündüm okuduktan sonra. Franco kimdir, 1936 - 1939 arasında yaşanılan İspanya İç Savaşı neden çıktı, kim kiminle savaştı gibi temel bilgileri bilmeden de oku

Bayram Usta Yaprak Kebap, Yıldız / ANKARA

Ünü kulaktan kulağa yayılan mekanlardan birisi Bayram Usta. Çankaya'dan Oran yönüne giderken solunuzda Korman sitesini gördüğünüzde sol tarafa yanaşın. İlk kavşaktan sola döneceksiniz, Ukrayna caddesi, bu döndüğünüz yokuş aşağı doğru giden caddenin adı. İşte Ukrayna caddesinde sol kolunuzda kalacak Bayram Usta / Yaprak Kebap adlı mekan.  Oran yönünden Yıldız'a doğru inerken ise Yıldız dolmuşlarının son durağını referans noktası olarak alabilirsiniz. Yıldız dolmuşlarının son durağının olduğu kavşaktan sağa dönmeniz gerekiyor. Bir başka referans noktası ise elbette Hollanda Elçiliği. Elçilik ile yolun ters taraflarında kalıyor, buna dikkat etmek gerekli.  Bayram Usta, aslında Konya yolu üzerinde açılmış ilk olarak. Lezzetli kebaplarına ilişkin ilk yorumlar o günlerden. Yıldız'daki mekana gittiğimde servis oldukça hızlıydı.  Humus, yoğurtlu semiz, salata ve ezme ikram olarak sunuluyor Meşhur yaprak kebabı Adından anlaşılacağı üzere yaprak kebabı ile ünlü. Ant

Yaylapınar (Sinekçiler) Köyü Nazilli tatili

Yazılacaklar birikti, bu gidişler birikmeye devam edecek. Üst üste gelince seyahatler, okunanlar, teknik gelişmeler böyle oluyor. Yavaş düzgündür, düzgün ise hızlı deyip başlayayım bir yerinden.  Geçtiğimiz haftanın 6 gecesini, Aydın'ın Nazilli ilçesinin, eski adıyla Sinekçiler, Yaylapınar köyünde geçirdik. Ne ben, ne de eşim Nazilli'li. Oralarda yaşayan akrabamız da yok. Peki nasıl oldu da bir köyde kaldık 6 gece. Pınar Kaftancıoğlu sayesinde. Kendisini büyük şehirlerde, özellikle İstanbul'da, yaşayan çocuk sahipleri tanıyacaktır. Ayşe Arman'ın söyleşisinden sonra tanıyanlar ve alış veriş yapanların sayısında ciddi artış olmuş. Siz tanımayanlardansanız İpek Hanım'ın Çiftliği'nin web sayfasına bakmanızı ve yazının geri kalanını sonra okumanızı öneririm.  Kaftancıoğlu, bana kalırsa ülkemiz için uygulanabilir bir kalkınma modeli oluşturmuş. Ülkemiz, her ne kadar son dönemlerde ihmal edilmiş olsa bile, bir tarım ülkesi. Tarıma elverişli topraklara

Körfezin incisi Küçükkuyu'da: Baykuş Bar

Baykuş Bar kapandı. Söyleşiyi, bu güzel mekânı hatırlattığı için blogda tutuyorum . Küçükkuyu Belediyesi'nin sloganı "Ege'nin başladığı yer". Edremit Körfezi'nin en batı ucu Küçükkuyu. Bu şirin belediyelik, Çanakkale'nin güney doğu sınırını da oluşturuyor. Mıhlı çayını Edremit yönüne doğru geçtiğinizde artık Altınoluk'a, ki kendisi Balıkesir'e bağlı, girmiş oluyorsunuz.  Baykuş Bar, 2013 yılı yazının ortasında açıldı. İnşaatını gün gün izledik. Temmuz ve ağustos, Küçükkuyu'nun en dolu olduğu aylar. Baykuş, 2013 ağustosunun ortasında açıldı. Zaman zaman oturduğumuz ve güzel müzik çalan farklı mekanın sahibi Semih Göksel ile bir söyleşi gerçekleştirdim. Semih Abi, Ankara kaçkını. Söyleşide yer alan fotografları da kendisi gönderdi. Peynir tabağı fotografı bana ait sadece. Karşınızda Baykuş Bar.  Herkese iyi pazarlar. Bir önemli not, kıymetli sosyal medya takipçilerime. Evet, ülkede bunlar yaşanırken ben bunlarla uğraşıyorum. En azından bir

Kocadağ At Çiftliği Kocadağ Köyü / Havran

Deniz, kum, güneş tatilinden sıkıldıysanız ve Edremit körfezi civarındaysanız size süper bir alternatif: At binmek. Edremit'ten Balıkesir'e giden yol üzerindeki şirin ilçe Havran'ın Kocadağ köyünde bu mekan. Henüz dört yaşında olan iki(z) kızlarımız çok keyif aldılar at binmekten. Altınızda sizden epey güçlü b ir hayvan varken dengede durmaya çalışmak, yorucu bir o kadar da keyifli bir uğraş. Eğer hayatınızda at binmeyi hiç denemediyseniz, emin olun deneyince siz de kabul edeceksiniz, çok şey kaçırmışsınız demektir.    Kocadağ At Çitfliği'nde at binmenin yanı sıra lezzetli mutfağını da deneyebilirsiniz. Mantı, haşlama içli köfte, ızgara köfte ve elbette demleme çay. Fiyatlar derseniz bu konuda ucuz / pahalı yorumu yapmak istemiyorum. Bunun yerine bir kaç seçtiğim ürünün fiyat bilgisini paylaşacağım. Ancak, öncelikle sipariş edeceğiniz yiyeceklerin hepsinin büyük bir özenle hazırlanıp, aynı özenle servis edildiğini belirteyim. Biz mantı, içli köfte, ızgara hellim ve