 |
Aslı ULUSOY PANNUTI |
Bu söyleşi işini gerçekten sevmeye başladım. Hele bir de Aslı ULUSOY PANNUTI gibi, kısa sürede yanıtları gönderen birisiyle söyleşi yapmak çok daha keyifliydi. Buradan, aylardır yanıt gönderecek olanlara da "kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla" demiş olayım.
Aslı hanımı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarıyla tanıdım. Paris'e yerleşmeye gideceğimiz belli olunca, evdi, çocukların okuluydu soracak çok soru oluştu birden. Bu işleri bilen birisi kimdir sorusunun yanıtı oldu Aslı hanım. Sağolsun o zaman tanıştırdığı Elvan UZEL MATEO, deyim yerindeyse Paris'teki elimiz ayağımız oldu. Onun vesilesiyle hazırladığımız dosyamız, ilk hafta içinde evimizi tutmamızı sağladı mesela, ki Paris'te bir iki günde kiralık ev ayarlamak öyle herkese nasibolmuyor. Ev kiralamak işi de, pek çok diğer iş gibi, tam Fransız usulü :)
Aslı hanım, Paris'te eşlikçi rehberlik yapıyor. Ahmet Öre, Cüneyt Ayral, Nedim Gürsel gibi Aslı Ulusoy Pannuti de elektronik ortamda tanıştığım Paris sakinlerinden. Yüzyüze görüşmüşlüğümüz olmadığı gibi telefonla da görüşmedik aslında :)
Rehberlik, benim çok önemsediğim işlerden birisi. Söyleşiye geçmeden bir küçük anımı paylaşmak isterim. Prag'da bir çok butik tur var. Gidenler bilecektir, Kafka turu, Yahudi mahallesi turu, sosyalizm turu gibi. Biz sosyalizm turunu seçmiştik, kendi programladığımız Budapeşte, Prag gezimizde. Turun rehberliğini makine mühendisliğinden emekli bir bey yapıyordu. Amca sağolsun, Prag'ın sosyalist zamanını, Prag baharını, neler yaşadıklarını kendi deneyimlerini de katarak anlattı. Bir anısını da ekledi. Dediğim gibi amca, makine mühendisi, bir gün fabrika ziyaretinde bulunan dönemin Komünist Partisi'nin yetkilisini gezdirirken demiş ki "aslında bizim de yarı iletken teknolojisine yatırım yapmamız gerekir". Bilmeyenler için bir açıklama yapayım. Bu entegre denilen, çip denilen küçük silikon devre elemanları yarı iletken olarak adlandırılır. KP yetkilisi, "Yoldaş, demiş. Başkasının ne yaptığı bizi ilgilendirmez. Biz komünistler işi yarım yapmayız, biz tam iletken fabrikası kuralım."
Bu anıyı, hiçbir blogda okumayazdım, hiç bir gezi rehberinde yer almazdı. Aynı şekilde amcayla dolaşırken anlattıklarını dinlemesem, Kundera'nın Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği kitabını da bu kadar iyi anlayamazdım. Bu yüzden rehber, ancak gerçek bir rehber, size çok şey katacaktır.
Soruları her zaman olduğu gibi önceden gönderdim, Aslı hanım yanıtladı ve yanıtlarda değişiklik yapmadan, fotografları ekleyerek yayınlıyorum. Sorması benden, yanıtlaması söyleşi sahibinden :) Bu bilgiyi neden vurguladım, söyleşiyi okuyunca göreceksiniz...
Bu arada, Aslı hanımın da yer aldığı grup fotografını eken Mehmet Bayrakçı. Diğer tüm fotograflar Aslı Ulusoy Pannuti'ye ait.
 |
kilit takılan köprünün kilitlerinden arındırılmış hali |
Evet, büyük bir heyecanla hazırladığım, ortalama iki günde bir yenilediğim bir blog ‘parismektuplari’. Paris turlarını yaptığım neredeyse tüm arkadaşlar, uzun süredir aşağı yukarı aynı şeyi söylüyorlardı: “Paris’i, hikayelerini, buradaki hayatı ne kadar güzel anlatıyorsunuz! Gazeteciliğinizi ve rehberliğinizi birleştirdiğiniz bir blog yapmanın zamanı artık!” Gerçekten de hep söylerdim, ben gece gazeteye yazıp ertesi gün turda anlatıyorum diye. Yaklaşık altı yıldır hazırladığım ‘siradisiparisrehberi’ ise daha çok rehberlik kokan bir çeşit kartvizit benim için. Yani şahıslar ya da gruplar, bazen de acentalar bana bu site yardımıyla ya da gazetelerde yayımlanan yazılarımdan ulaşıyorlardı. Rehberlik sitemde de Paris’e ilişkin çok şey yayımlıyorum ama dediğim gibi daha çok pratik hayat ve rehberlik bilgisi ağırlıklı bu metinler. Artık buna ek olarak, sürekli yeni bir konunun heyecanını duyduğum bir blog hazırlamanın zamanı gerçekten de gelmiş, yapınca gördüm. Parismektupları benim için bir çeşit ‘Paris-Fransa gazeteciliği’ aslında. Yani Cumhuriyet, Hürriyet Seyahat başta olmak üzere çeşitli yayınlara yazdığım haberlere benzeyen ama kimi zaman da gerek kullandığım üslup, gerek seçtiğim konular, gerekse yazı uzunlukları itibariyle onlardan tamamen farklı metinlerden oluşan bir yayın alanı! Üstelik blogda bir gazete ya da dergi yazısındaki vuruş ya da sayfa sınırlamanız olmuyor. İstediğiniz kadar fotoğrafı, istediğiniz uzunluktaki yazıyla kullanıyorsunuz. Blogda çok dikkat ettiğim bir şey de, tıpkı siradisiparisrehberi.com’da olduğu gibi, çoğu zaman kendi çektiğim fotoğrafları kullanmak! Eğer bu olamıyorsa, profesyonel fotoğrafçıların konuma ilişkin basın dosyası içinde verilen fotoğraflarını kullanıyorum. İnternette bulunmuş fotoğrafları çok çok mecbur kalmadıkça almıyorum. Ayrıntı gibi görünen bu noktanın ciddi blogları ve siteleri diğerlerinden farklı kıldığına inancım tam çünkü.
Parismektuplari’nin konuları hayli çeşitli: ‘Paris’te ve Fransa’da günlük hayatın yanı sıra gelenekler, tanıklıklarım; burada illa ki görülmesi gereken mekanlar, tadılması gereken tatlar; Paris’teki ilginç sergiler, etkinlikler..’ Ayrıca bir gazetenin kitap ekinde yer alabilecek türden ‘Okudum’ başlığı altındaki yazılar.. Her zaman değilse de çoğu zaman Paris ve Fransa’ya değen ya da Fransa ayaklı olup da Türkiye’ye uzanan hikayeleriyle bu kitapları kuru kuru tanıtmak yerine, yazarlarıyla söyleşiler yaparak, konuyu canlı tutmak başlıca endişem. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’ndeki öğrenciliğimden beri, yani tam 22 yıldır ana kaygım bu zaten: Yazdıklarım okunsun, okuyanlar heyecanlansın ve takdir etsin! Paris turu istemek için arayıp da tura geldiklerinde hep söylerler, “Elektriğiniz, heyecanınız telefondan geçiyor” diye.. İstiyorum ki bu heyecan blogumdan da geçsin; insanlar okudukça şaşırsın, merak etsin, kalpleri hızlansın!
 |
Atlı karınca, Paris'in sembollerinden. Her köşe başında, metro duraklarında, mahalle aralarında vardı. |
-Paris'e çok farklı amaçlarla gelenler oluyordur eminim. Ülkemizde Fransız okullarının öğrencilerinden, aşk kenti ziyaretçilerine, Disneyland tutkunlarından, Printemps alışverişi severlere.. Hem farklı beklentiler, hem farklı gelirler, hem de farklı kültürel birikimler. Öncelikle bu tespitime katılıyor musunuz? Bağlantılı olarak bu farklı beklentilere yanıt vermenin zorlukları oluyor mu?
Bu açıdan dünyanın en güzel mesleklerinden birini yapıyorum: Türkiye’deyken bir araya gelmem, aynı ortamda bulunmam belki de imkansız yüzlerce ortamdan insanla buluşuyor, onların birkaç günlüğüne de olsa özellerini görüyor, tanık oluyorum. “Neden Türkiye’deyken bir araya gelmeniz imkansız olurdu?” derseniz, hepimiz içinde bulunduğumuz meslek ve sosyal hayat çerçevesinde, belli bir profilden gelen kişilerle yaşıyoruz çünkü. Evimizin kapıcısından, bindiğimiz dolmuşun şoföründen, gittiğimiz hastanenin doktorundan söz etmiyorum. Onlarla birlikte değiliz, hayatlarımız zaman zaman kesişiyor sadece. Benim bir araya gelmekten, birlikte olmaktan kastım zamanı paylaşmak, ne bileyim bir yapının karşısında hissettiklerimizi birbirimize söylemek ya da yemek seçimlerimizi birlikte yapmak mesela.. Kişilik özelliklerimden de kaynaklanan bir avantajım var bu konuda. Sıcağım, iletişimim kolay ve elektriğim çok kolay geçiyor insanlara. Bazı arkadaşlar bunu gazetecilik tecrübeme de bağlıyor, mümkündür. Türkiye’de çok yüksek kademelerde bulunan, ‘fiyakalı’ kartvizitler taşıyan arkadaşlarla da, dokuz yaşındaki bir minikle de ortak, rahat dil yakalayabiliyorum. Bir de çok meraklıyım, merakım özel hayat, dedikodu vs üzerine değil. İnsanlar evde ne pişirirler, hangi şarkıları dinler hangi türkülere ağlarlar, çocukluğumdan beri hep merak ettim. (Gazeteciliği meslek olarak seçmem ya da bir yabancıyla evlenmem de bundan sanırım.) İnsanlardaki bu yaşam ve kültür farklılığı benim için ciddi bir merak, heyecan konusu oldu hep! O farklı kültürler, farklı beklentileri de getiriyor tabii beraberinde, iyi ki zaten!.. Böylece her gün Eyfel’e çıkıp Seine nehrinde tekne turu yapmak zorunda kalmıyor, işimi klasik rehberliğe dönüştürmüyorum.
Bu farklılığın bir güzelliği de bende yarattığı insani zenginlik muhakkak! Kaç gün sürerse sürsün Paris turlarımız sırasında sürekli kültürel bir alışveriş yaşanıyor çünkü. Bir gün İstanbullu Musevi bir aileyle Paris’in Yahudi Mahallesi diye bilinen Marais sokaklarındaki gözlerden uzak sinagoglardan birine gidip, duayı izleyip, sonunda sinagog görevlisinin Fransızca konuşmalarını Türkçe’ye çevirirken; bir başka gün Mardinli Süryani bir aileyle Paris’te bir Ortodoks Kilisesi’nin peşine düşüyorum. Ya da Türkiye’den, Almanya’dan gelen Müslüman bir aileyle Paris Camii’nde Cuma namazına gidiyorum; Fransızca vaazda anlatılanları çıkışta Türkçe aktarıyorum vs..
 |
Paris'te müstakil ev |
Bu kültürel zenginleşme benim için sadece dini anlamda olmuyor tabii. Türkiye’de üst düzey yöneticilik yapan ve geçenlerde Paris turlarıma eşiyle gelen bir bey, “Siz de gurbetçi sayılırsınız. Önce İran’a, ardından Amerika’ya giden ablamın hayat hikayesinin ilginizi çekebileceğini düşündüm” diyerek ablasının yazdığı özyaşam öyküsünü getirdi, nefessiz okudum ve hemen parismektuplari’na yazdım. Birkaç gece uykumu bölecek kadar etkilendiğim bu yaşam öyküsünü, Paris ya da Fransa ile hiç ilgisi olmadığı halde herkesle paylaşmalıydım çünkü!
-Siz Fransa’da 1 okul yılı eşlikçi rehberlik okuluna gitmişsiniz, hem de yatılı! Biraz bahsedebilir misiniz, aldığınız eğitim neleri kapsıyordu?
İtalya’dan Fransa’ya gelip de İtalyanca’dan sonra Fransızca öğrenmek zorunda kalan biri olarak aşılması gereken kocaman bir dağ daha bekliyordu beni: Kendime uygun bir meslek bulmak! Anadilimde yaptığım gazetecilik mesleğimi sonradan öğrendiğim Fransızca ile yapmam mümkün görünmedi bana. Bazen kabusa dönen, yeni bir meslek arama dönemimde çeşit çeşit insanla karşılaştım. Fransa’da işsizleri öncelikle iş bulma kurumuna yönlendiriyorlar. Orada çeşitli danışmanlarla görüşüyorsunuz. İş bulma kurumu benim gibi üniversite eğitimli Türk, İtalyan, Polonyalı aklınıza gelebilecek her türlü milletten arkadaşla karşılaştığında genellikle duvara tosluyor. Çünkü yakın zamana kadar sadece ‘işçi’ statüsünde göçmenler gelmiş buraya. Genel ekonomik krizle, nitelikli insanlar da göç edip, iş arar hale gelince kurum, onlara ne önereceğini bilemez olmuş. Sonuçta bu nitelikli insanları inşaatçılık, temizlikçilik, çocuk bakıcılığı gibi temel işlere göndermekten kendileri de çekiniyorlar. Bu durumlarda, konuya daha uzmanca yaklaşan çeşitli derneklere yöneliyorlar. İşte beni görmekten ve bir şey önerememekten bıkan (gülüyor) sosyal asistanımın bu türden bir derneğe yönlendirmesiyle tanıştım Erica ile. Bu çok sempatik ve çok genç hanımla, geçmişim, tecrübelerim üzerine konuşurken minik bir liste çıktı ortaya: Gazetecilik mesleğinden geliyordum, üç dil konuşuyordum, insan ilişkilerim çok rahattı ve genel kültürüm iyiydi. Derken bir gün, Allah tarafından gelen bir mesaj gibi, sabahın 5’inde ‘Rehberlik okusam!’ fikriyle uyandım. Bu fikrimi eşimi uyandırıp da söylediğimde hayli eğlendi, “Sen sağını solunu bilmiyorsun, rehberliği nasıl yapacaksın!” diye.. Ama onu dinlemedim ve Erica’ya düşüncemi açıkladım. Hemen yanımda okul araştırmaya başladı ve Paris dışında bir okul buldu. Temmuz sonuydu. Okula kaydolabilmek için açılan sınava acilen başvurmalıydım, çünkü Fransa Ağustos’ta tüm kurumlarıyla tatile girer, hayat durur burada! Sınavı başarıyla geçtim. Evimize iki saat uzaklıktaki bu okulda yatılı okuyabilecektim. Eylül ayı geldiğinde elimde minik valizimle okula gittiğim o günü hiç unutamam. Soğuk, gri bir gündü. Yetişkinlere yönelik eğitim programlarının uygulandığı bu devlet okulunda, Fransa’nın dört bir yanından gelen Fransızların yanı sıra bir Arap ve bir de İtalyan arkadaşım vardı. O yedi buçuk ay çok renkli geçti. Fransız sanatı ve tarihi, Fransa’daki önemli turistik sit alanları başta olmak üzere, turizm yasası ile bu yasa kapsamında oluşturulmuş, Fransa’nın çok kıymet verdiği turizm ofisleri, seyahat organizasyonu, acentacılık, tur hazırlama yöntemleri, harita okuma gibi birbirinden farklı konularda gördüğümüz eğitim sırasında, ülkenin gözbebeği mekanlara da hocamız eşliğinde turlar düzenledik. Eğitimimizin sonunda yurtdışına bir seyahat düzenlememiz gerekiyordu. Uçaktan otele, ülke içi ulaşıma, yemeğe, bütçeye tüm ayrıntıları biz düşünmeliydik ve böylece topluca Budapeşte’de bulduk kendimizi. Budapeşte’deki meşhur Gül Baba türbesinde, ki o sıralar kapalıydı ve gitmeden önce turum için Turizm Bakanlığı’ndan aldığım izinle özel olarak açtırmıştım, Fransızlara ezan kaydı dinlettirdiğim, Osmanlı hamamlarını gezdirdiğim ‘Budapeşte’de Osmanlı izleri’ başlıklı turum çok heyecan vermişti bana. Hocamızın ve tura katılan öğrenci arkadaşlarımın takdiriyle karşılaşmıştı.
 |
Sokak sergisi |
Eğitim sonunda bir buçuk aylık staj zorunluluğu vardı. Türkçe ve İtalyanca turlar düzenleyen Paris’teki bir seyahat acentasındaki staj dönemim çok güzel geçti. Sanırım onlar da benden memnun kaldılar ki, bedava olması gereken stajımın sonunda bir ücret ödediler bana. Fransa’da turizmden kazandığım ilk paraydı, hiç unutmam. Okulum bittikten sonra da onlarla grup ve münferit turlarında çalıştım; sonra ise kendi kanatlarımla uçmaya başladım.
Aldığım eğitimin adı ‘eşlikçi rehberlik’. Sarkozy zamanında ‘masraf oluyor’ gerekçesiyle kapatılan okulum kokart vermiyordu, çünkü müze rehberliğine değil, şehir rehberliğine ve seyahatlerde eşliğe hazırlıyordu. Bir ara müze rehberliği için Paris ve yakınlarındaki çeşitli üniversitelerde yapılan eğitimlerden birine katılmayı da düşünmedim değil. Bu işi iyi yapan bir İtalyan arkadaşım beni çok teşvik etti bu konuda. Ama ne yalan söyleyeyim, günlerimin müzede geçeceği, her gün aynı tablolaları, aynı heykelleri ve onların yaratıcılarını anlatacağım, kapalı alanla sınırlı bir hayat değil benim hayalim. Gazetecilikte de rehberlikte de aradığım şey hep farklı konular, farklı temalar çerçevesinde çalışmak. Üstelik bu durum eşlikçi rehberlik eğitimi sırasında aldığımız sanat tarihi dersleri konusunda kendi kendime derinleşmemi de engellemiyor.
-Paris'i Türkçe anlatan birden fazla blog var. Kimilerinde, birçok pratik bilgi de içeriyor. Bu tür sitelerin, blogların rehber taleplerine etkisi oluyor mu?
Doğrusu başta bu türden blogların rehberlik talebini etkileyebileceğini sanıyordum. Oysa zaman içinde gördüm ki bu tahminim doğru değil! Çünkü bu blogların sıkı takipçilerinin çok büyük bir bölümü rehber arayışında değil zaten. Onlar kendi kendilerine gezmek istiyorlar. Bu yüzden Paris’e gelmeden önce saatlerini, pratik, günlük yaşantı bilgileriyle dolu bu blogları okumaya ayırıyorlar. Bakın şimdi, bana geçenlerde yıllarca Amerika’da yaşamış, biri Robert Kolej mezunu, diğeri St Joseph’li bir çift geldi. Bu insanlar gerek İngilizce’ye, gerekse Fransızca’ya son derece hakimler, ilk bakışta rehber almazlar gibi geliyor insana. Oysa ki bir değil, üç günlük tur aldılar. Turumuzun sonunda dayanamayıp sordum: “Siz dillerinizle, Amerika’dan gelen metro ve harita okuma kültürünüzle Paris’te bensiz, rahat rahat dolaşabilirdiniz. Neden beni tercih ettiniz?” diye... Güldüler: “Tabii ki sizsiz gezebilirdik ama biz sizinki gibi hikayeli, sürprizli bir tur istiyorduk” dediler. “Siz rehbersiniz ve bu şehri bir rehber olarak tanıyorsunuz, hatta bununla da kalmayıp Paris’i, ona ilişkin hikayeleri oturup gazeteye yazıyorsunuz. Bizim dil bilgimiz ya da harita okur halimiz, sizinle yaptığımız turun yerini nasıl tutabilir!” Başka bir örnek vereyim. Geçen kış dans eğitimi için yıllarca Paris’te yaşamış Tan Sağtürk 90 kişilik okul grubuyla geldi, 2 otobüs gezdik. Paris’i çok iyi bilen biri Tan Bey. Başta çok mesafeli dururken turun sonlarına doğru herkesin önünde, “Kafamdaki olumsuz rehber imajını yerle bir ettiniz. Paris hakkında bilmediğim ne çok şey öğrendim sizden” dedi. Şimdi bu şunu gösteriyor: Pratik, günlük hayat bilgisi ya da sadece Fransızca bilen insan arayışında olmayıp, şehri anekdotlarıyla, ilginçlikleriyle dinlemek, rehberle gezmek isteyen bir kitle hep olacak! Yaptığım iş çok insani bir şey. Bu şehrin bilgisini, burada edindiğim hayat tecrübesini aktarırken sesime, gözüme yerleşen duyguyla dinliyor gelen kişi. Zaten o yüzden boynuma sarılıyorlar ayrılırken, “Artık Paris sen, sen Paris demeksin bizim için” diye..
 |
Aslı hanım sağ başta |
Ha bakın, bu türden blogların rehberliğe olumsuz etkisi nasıl olabilir, onu anlatayım. Eğer blog sahipleri, belli bir okuyucu güveni kazanıp, sadece yakın arkadaşlık ettikleri rehberleri ya da rehberlikle ilgisi olmayan dostlarını bu ‘piyasaya sokma’, onları bir çeşit ‘pazarlama’ eğilimine kapılırlarsa tehlikeye dönüşebilir tabii ve bu olmuyor değil. Sık yaşanan bir şey bu ara. Öyle ki Türkiye’de rehberlik eğitimi almış ve sadece Türkiye rehberliği yapma izni veren kokartları olan rehberler, Fransa’da çok daha uzun süren kokartlı rehberlik eğitiminden geçmiş gibi sunulabiliyorlar, blog sahibinin vicdanına kalıyor yani.. Bana kalırsa büyük sahtekarlık! Ya da ‘Turizmde para varmış’ düşüncesine kapılan ve meslekle hiç ilgisi olmayan birtakım kişiler, bu blog sahiplerinin gazlamasıyla piyasaya itilebiliyor. Zaten bu konuda şöyle bir tespitim var benim; “Fransa’ya yerleşen tahsilsiz Türkler kebapçı, biraz mürekkebe bulaşmışlar rehber oluyorlar” diye. Yine de sonuçta ne sunduğunuza bağlı her şey. Blogger desteğiyle bir gün, iki gün çalışırsınız böyle.. Ama gelen insanlar aptal değil, hangi işin iyi, hangisinin kötü olduğunu hemen anlıyorlar.. “Paris’e daha önce üç kez geldik, hep rehberle gezmiştik ama siz bambaşkasınız!” yorumunu öyle çok duyuyorum ki...