Cihan sonunda duymuştu. Şarkıyı durdurdu hemen. Ali’nin yeni şarkıları sevmediğini biliyordu.
“Çalsaydı Cihan. İsabel’i de çok sevdim ama ‘bilmem mi’nin yeri başka tabi. Bilmem mi Cihan, zor günlerimde yanımda hep sen vardın.”
“Şarkının sözlerini de biliyorsun. Valla bu aralar sende bir değişiklik var abi, ne iş?”
Ne işmiş. Konuşmasında da meymenet yok bu oğlanın. Nasıl bitirmiş mühendisliği hayret. Ne bir kitap okuduğu var ne herhangi bir konuda derinlemesine düşündüğü. Sabahtan akşama varsa yoksa müzik dinlesin, facebook’ta instagram’da paylaşım yapsın. Hoş bu aralar benim de çok hoşuma gidiyor Sefo, Murdo…
“Bana aynı gibi geliyor her şey.”
“Öğünmek gibi olmasın ama adamın gözüne bakınca anlarım abi. Neyse abi sen evli barklı adamsın ama gözlerinden anlaşılıyor, bir şeyler değişmiş. Sen yok diyorsan yoktur tabi.”
“Son birkaç haftadır erken uyanıyorum. Servise binmeden önce yürüyüş yapmaya başladım. Bir de öğlen aralarında kampüse gidip Devrim’de koşuyorum.”
“Abi daha ne olsun, sen yaza hazırlanıyorsun işte. Plajlar Ali görsün. Gerçi ben tahmin ettim. Senin yaş tam andropoza denk geliyor. Bence sana güzel bir motor alalım, bir de dövme yaptırdın mı tamam, işte Ali Reloaded.”
“Ali Reloaded, kulağa güzel geliyor aslında. Neyse gevezeliği bırakalım. Bak bakalım yeni yazı gelmiş mi? Bir de şu dün verdiğim dilekçe ile ilgili arayan soran oldu mu?”
“Abi ben de seninle onu konuşacaktım ama kafamdan uçtu gitti. Müdüre Hanım seni görmek istiyor. Gelince bana bir uğrasın demişti sen içeri girmeden az önce.”
“Oğlum ne lafa tutuyorsun o zaman. Niye çağırmış onu söyledi mi?”
“Yok abi.”
“Neyse, şimdi öğreniriz.”
Zerrin kurumun emektarlarındandı. Bekâr, daha doğrusu, işi evlenmeyi seçmiş. Akademisyen anne babanın, ki ikisi de hayatta değillerdi artık, tek kızıydı. Her sabah yaptığı gibi, sade kahvesini içerken internetten günün gazetelerine göz gezdiriyordu.
Bu Ali’nin de geç geleceği tuttu. Oysa servisten inince doğru odasına gider, başkaları gibi sabahın ilk yarısını çay salonunda geçirmez. Birkaç haftadır gözleri bir garip bakıyor ama gönderdiği bu dilekçe… Hiç onun tarzı değil. Ne iş verilirse hakkıyla yapmaya çalışan ama ötesini kurcalamayan adam, sen tut böyle bir dilekçe ver. Neyse ki elektronik imzayla göndermemiş. Belli ki kafası yerinde değil. Yoksa örgüt işi falan mı acaba? Neyse, hele bir gelsin, öğreniriz.
İki kez tıklayıp içerden, gir sözünü duymayı beklemeden kapıyı açtı Ali.
“Günaydın Zerrin Hanım. Beni çağırmışsınız.”
“Sana da günaydın Ali Bey, geç otur. Kahvemi içiyordum, sana da söylüyorum, sade mi?”
“Zahmet olmasaydı Zerrin Hanım evet sade.”
“Ne zahmeti, ben yapmıyorum ki.”
Yok, bir de yapacaktın. Lafa bak şimdi. Sabah sabah tersinden kalkmış demek ki. Bu kadın yöneticilerle çalışmak ayrı dert. Evli de değil, tüm hırsını bizden çıkartıyor kadın. Sevinç duysa ne kadar ayıplar beni. Neyse ki iç sesimi duyamıyor.
Ali kahvesini beklerken acaba dilekçeyi okudu mu diye düşündü. Zerrin Hanım daha fazla bekletmeden konuya girdi.
“Seni neden çağırdığımı tahmin etmişsindir Ali Bey. Dün elden verdiğin dilekçe. Öncelikle hemen sorayım, neden elektronik evrak sistemine yüklemedin de elden verdin? Gerçi şükür ki elden vermişsin, yoksa işi temizlemek çok daha zor olurdu inan.”
“Temizlemek derken?”
“Temizlemek işte, yani hiç olmamış gibi yapmak. Evraktaki çocuk, adı gibi Zeki biriymiş. Senin dilekçeyi taratıp sisteme yüklemeden önce okumuş ve yazılanları görünce işlemi durdurup bana haber vermeyi akıl etmiş. Sen yat kalk ona dua et.”
“Hiçbir şey anlamıyorum Zerrin Hanım. Bunca senedir Kurum’da çalışıyorum. Memuriyetteki kıdemim, kurumun yaşından fazla. Senelerdir uğraştığımız, hoş son 4-5 yılda pek bir şey yapmıyoruz ya, konuda ilerleme olmamasını içime sindiremiyorum artık. Şartname hazırla dediler, hazırladım. Plan yap dediler, yaptım. Ben elimden geleni yaptım, diye kendimi rahatlatıyordum. Şimdi fark ediyorum ki aslında kendimi kandırıyormuşum. Ben de sistemin bir parçasıyım. Bu yüzden kendimi ve bu işte kusuru olduğuna inandığım ilgili tüm kişileri teftiş kuruluna şikâyet ettim. Neden elektronik imzalı değil de elden verdin diye sormuştunuz. Hiç huyum değildir ama çanta değiştireceğim tuttu. İmza token’ı diğer çantada kalmış. Kusura bakmayın.”
Çanta değiştirirken unutmuş. Ben de neler düşündüm. Sen hep düşündün zaten Zerrin, düşünmekten eyleme geçtiğini gören olmadı şu hayatta. Üzümün çöpü, armudun sapı diye diye işte hayatta geldiğin yer. Eline geçirdiğin kaleni koru, müdürcülük oyna. Sahip olduğun tek iktidar alanı ne de olsa. Oysa ne hayallerim vardı benim de…
Ne saçmalıyor acaba bu Ali. Hepimiz sistemin parçasıyız, bunu yeni mi fark ettin acaba diyecekti Zerrin. Zor tuttu kendini. Kesin bunalımda. Evde işler ters mi gidiyor acaba? Sevinç’i tanırım, onunla mı konuşsam.
“Bak Ali Bey, tamam haklısın sayısal karasal radyo ve televizyon yayınlarının ülkemizde başlayamamış olmasında belki az da olsa kusurlu sayılabiliriz ancak sen benden de uzun süredir bu konuyu çalışıyorsun. Aynı üniversiteden mezunuz. Aramızda 8-10 sene var galiba değil mi?”
“Evet Zerrin Hanım. Tam olarak 9 aslında. İşte bu yüzden şaşırdım tepkinize. Gerçi siz de sendikaya üye değilsiniz ama hayata aynı pencereden baktığımızı düşünürüm hep.”
“Sendikayı karıştırma şimdi. Teknik bir şey konuşuyoruz.”
“Aslında bence karasal yayınların başlamaması politik bir tercih, o anlamda sendikayı da ilgilendirir, ama neyse. Oda’nın düzenlediği etkinlikteki sorularınızdan anladım diyelim, hayata aynı pencereden baktığımızı.”
İlla aynı pencerede olduğumuzu kanıtlayacak. Böylesi bir dönemde bu kadar kritik bir dairedeki müdürlüğü, pencereye hiç çıkmayarak aldığımı ve koruduğumu bilmez ki. Çıksa mıydım acaba? Pencereye çıksam zamanında, belki Ozan ile işler farklı olurdu. Şimdi o Münih’in ben Ankara’nın ayazında böyle bir başımıza kalmak yerine aynı hayatı paylaşırdık. Bu sabah neden anılar üşüşüyor başıma böyle. Oysa seneler oldu Ozan’la haberleşmeyeli.
Bu Ali iyi değil. Metin Bey’e göndermeli. Gerçi ben senelerdir gidiyorum, ne faydası oldu? Şimdi Metin Bey’in hakkını yemeyeyim, teşhisi doğru: bende “çember sendromu” var. İlk söylediğinde o kadar ciddiydi ki, sadece espri yaptım dese de muayene haneden çıktığımda ilk işim çember sendromunu aratmak olmuştu. Şiir sever doktor bulunca teşhisleri de şiirlerden alıntılarla oluyor. Neyse, anılar bir müsaade edin…
“Bak Ali Bey, seni gerçekten severim. Değerli bir mühendissin. Uzmanlık tezini de inceledim. Gözden kaçmış zamanında sanırım. Yoksa düzeltmeni isterdik. Tezinde sayısal karasal radyo ve televizyon yayıncılığının ülke demokrasisinin güçlenmesi için gerekli olduğuna vurgu yapmışsın. Üstü kapalı olarak, frekans tahsislerinin yapılamamış..”
“Yapılamamış demiştim tezimde ama doğrusu yapılmamış olmalıydı.”
“Sözümü bir daha kesmezsen sevinirim. Tahsislerin yapılamamış olmasının demokrasinin gelişimine ket vurduğu tartışılabilir gibi gayet yumuşak bir üslup ile söylemek istediğini söylemişsin işte.”
“Haklısınız, üslup fazla korkak olmuş o zamanlar. Neyse ki artık gözüm açıldı. Ölümden öte köy yok Zerrin Hanım. İnsanlar geçmişte neler neler yaşamış neleri göze almış.
Sabah servisle gel, çayını kahveni iç, arkadaşlarla sohbet et, öğlen arası git Devrim’de koş, öğleden sonra iki lak lak daha. Aaa akşam olmuş, haydi televizyonun başına.”
Belki örgüt işi diye düşünürken çok saçma gelmişti ama şu söylediklerine bakılırsa, neden olmasın. Ölümden öte köy falan diyor. Bir Ozan’la mı konuşsam acaba. Hâlâ bağlantıları vardır, öğreniverir benim için. Sever beni, o anlamda olmasa bile artık, dost olarak sever beni. Şunu bir sakinleştireyim olmadı ben Ozan’a yazarım Face’ten.
“Haklı olduğun konular var elbette Ali Bey. Bak sana ne diyeceğim. Bugün perşembe, sen pazartesine kadar izne çık. İzne çık dediysem kafa izni. Soran olursa ben bir konu verdim, ha tabi işte 5G’yi araştıracak, bugün ve yarın uzaktan çalışacak derim. Pandeminin belki de tek iyi yanı bu oldu.”
“Gerçekten mi? Pazartesi dilekçeyi işleme koyacaksınız ama değil mi?”
“Dilekçe falan şimdi bunları düşünme. Emin ol, en doğru çözümü bulacağız.”
“Peki Zerrin Hanım. Size güveniyorum.”
Şu Ali’yi benim doktora da yönlendireyim. Ozan mevzusunu doktorum olmadan atlatamazdım. Atlattım mı o da tartışılır ya. Ne “mevzu” ama. Alttan alayım, yumuşak yumuşak…
“Senden son bir ricam olacak Aliciğim. Yaşının benden küçük olması bir de okuldaş ve meslektaş olmamıza sığınarak Aliciğim dedim lütfen yanlış anlama.”
“Ne yanlışı Zerrin Hanım. Ablam sayılırsınız.”
“İşte o samimiyete güvenerek bir doktora gitmeyi düşün sen.”
“Ne doktoru?”
“Böyle konuşup dertleşeceğin birisine. Sen yabancı değilsin…”
Ali yabancı değilsin sözünü duyunca aklına çocukluğu geldi. Bu aralar “anahtar kelimeler” zihninde senelerdir kilitli duran çekmeceleri açıyor ve ortalığa saçılanlar aklını iyice karıştırıyordu. Evde çok duyardı “yabancı değilmiş” sözünü. Acaba Zerrin Hanım da “yabancı değil” miydi? Alevi olmayanları tanımlamak için Aleviler arasında kullanılan bir sözcüktü, yabancı.
“Sen beni dinliyor musun?”
“Pardon Zerrin Hanım, biraz uykusuzum bu ara. Sabahları çok erken uyanıyorum sonra uyku tutmuyor.”
“Belli gözlerinden. Bak bu kâğıda yazıyorum doktorun telefonunu. Metin Bey aile dostumuz sayılır. Benim selamımı da ilet lütfen.”
“Peki Zerrin Hanım, Metin Bey’i arayacağım. 5 G raporunun taslağını pazartesi gününe hazırlamış olurum. Bu iki günlük izin için çok teşekkür ediyorum.”
“İzin değil, uzaktan çalışma.”
Uzaktan çalışma dedi madem, ben de çalışmam. Ah bu esprilerim heba olup gidiyor, seslendirilemeden. Neyse, izni kaptım iki arada bir derede. Bugünü de sayarsak dört gün. Tam özgürlük.
Özgür’ü de arasam mı acaba dedi kendi kendine, tam özgürlük diye düşününce. Sonra vazgeçti. Hatta Sevinç’e ve çocuklara da söylemeyecekti. Cuma günü sabah işe gidermiş gibi çıkacak, akşam servisin getirdiği saatte dönecekti. Kapıdan baktıran Mart geçmiş Nisan, baharın yazı müjdeleyen sıcakları ile başlamıştı. Odaya döndüğünde Cihan sordu hemen,
“Neymiş abi, önemli bir şey yoktur umarım.”
“Yok Cihan, bir dilekçe vermiştim. Onunla ilgiliymiş. Pazartesine kadar evden çalışacağım. Zerrin Hanım 5G ile ilgili bir rapor istedi. Son gelişmeleri bir tarayayım. Gerçekten 5G yayıncılıkta da kullanılabilir mi?”
“Abi iyi olur aslında. Düşündüm onu ben. Hazır DTT şebekesini kurmamışız 700 Mhz üstü kimin olsun derdimiz yok. İş mobilcileri “broadcast” de yapmaya ikna etmekten ibaret. Tek şebeke ile işte al sana DTT.”
“Bana da olabilir gibi geliyor ama raporu hazırlamadan önce ülke örneklerine falan bir bakayım. Neyse ben çıkıyorum.”
“Tamamdır abi. Buralar bana emanet. Sen keyfine bak. Seversin Ankara’yı. Motorları incelemek istersen ya da dövme yaptırmak, haber ver.”
“Hoşça kal Cihan. Emin ol ilk seni arayacağım.”
DEVAM EDECEK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.