Şarap iyi, lezzetli ama rakının yerini tutmuyor. Zerrin’e yakın diye gidelim demiştim. Özgür’ün şarabı bu kadar sevdiğini bilmiyordum. Kaçıncı şişe oldu unuttum, sanki meyve suyu içiyorum, hoş özünde meyvenin -üzümün suyu- zaten ama nedense az bir kafam dumanlandı hepsi bu. Rakı içseydik oysa, şimdiye fikirler aklımda yarışa başlamıştı çoktan. Bir yanda Özgür bir yanda Zerrin, yok sayısaldı yok karasaldı kafamı belki de onların teknik muhabbeti dumanlandırdı. Artık toparlasalar da gitsek, ne yapacağımıza karar verdik zaten.
“Arkadaşlar, saat geç oluyor. Sizin evler yakın ama benim yol uzun. Acaba yavaş yavaş toplarlansak mı diyorum.”
“Elbette Kemal Başkan, kusuruma bakma. Bildiğim konu olunca, bir de laf lafı açtı.”
“Olur mu ben de bilgilendim sayenizde. Ev uzak olmasa, sohbet keyifli, mekân keyifli.”
“Tamamdır bu durumda, ben şimdilik bir şey yapmayacağım. Siz Ali ile konuşursunuz zaten.”
“Evet Abla, ben gündüz konuştum bile aslında. Kemal Başkan da yarın konuşur işyerinde. Siz bir şey söylemeyin.”
"Yarın izinli dedim ya Özgür."
"Bende numarası var Zerrin arkadaş. Cepten arar konuşurum."
"Çok üstüne gitmeyin derim. Pazartesi geldiğinde yüzyüze konuşursunuz. Öyle fazla önemli bir şey gibi düşünmesin. Korkar, yanlış bir şeyler yapar diye endişe ediyorum."
"Benim bildiğim en çok Sevinç'ten korkuyor."
"Bak şimdi. Bekâr adamsın tabi, Ali mutlu evliliğin sırrını çözenlerden. Eminim evde son sözü o söylüyordur."
"Haklısın karıcığım değil mi o sihirli son söz Kemal Başkan."
"Zerrin arkadaş da bekâr ama o da sırrı vakıf demek ki."
(Bu kısım, yedinci bölümün sonuna eklenecek... Sekizinci bölüm aşağıda...)
Ali tam servis saatinde evdeydi. Naneli sakızlarını çiğnemiş, bu kez üzerine bir de karanfil kemirmiş, eve girince de ilk iş dişlerini fırçalayıp okaliptüs kokulu gargara ile ağzını çalkalamıştı. Artık anlamazlar diye düşündü. Sevinç mutfakta yemekleri ısıtıyordu. Üzerini değişip salatayı hazırlamak için mutfağa yöneldi. Evde olağandışı bir şey görünmüyordu. Tunç ve Ceren okulun yorgunluğunu üzerlerinden atmak ve “dolan” kafalarını “boşaltmak” için televizyonun karşısındaki yerlerini almışlardı.
“Günün nasıl geçti.”
“Aynı, senin?”
“Benim de aynı. Sıradan bir Perşembe işte.”
Pembe yalan sınıfına girer diye düşünüp durmuştu yol boyunca. Arada Mülkiyelilerde içtiğim bira gibi. Aynı olmadığını kendisi de biliyordu. Sevinç’e bugün olanları anlatmamak için kendini zor tutuyordu. 15 seneye yaklaşan evliliklerinde Sevinç’ten sakladığı bir şey olmamıştı, pembe yalanlarını saymazsa.
“Aslında benim gün biraz farklıydı” diye açıldı, baharın müjdecisi taze otları yıkarken. Bugün Zerrin Hanım izin verdi öğleden sonra Ulus’a indim, dolaştım biraz.
“Vay, iyi yapmışsın. Arasaydın, dersim erken bitti öğleden sonra. Gelirdim ben de.”
“Özgür’le karşılaştık. Onunla oturduk. Sevinç seninle de gitmeliyiz, hatta çocukları da alırız, Meşhur Ankara Dönercisi diye bir yere gittik birlikte. Konya sokağın üst başında.”
Özgür’ün adını duyunca irkildiğini hissetti Sevinç. Oysa Ali’nin arkadaşları arasında en sevdiğiydi. Liseden de hatırlıyordu, aynı sınıfta olmasalar da. Esprili, konuşkan, sıcakkanlı. Ama o doğum günü hediyesi… Neyse ki Ali’nin haberi yok. En iyisi olmasın da zaten. Ben de uzak duruyorum o günden beri.
“A, ne güzel. Özgür nasıl? Epeydir karşılaşmadık.”
“İyi, aynı işte herkes bir hayat mücadelesi içinde. Sana çok selam söyledi. Fotoğraf çekmeye devam ediyor mu diye sordu. Instagram’a artık eskisi kadar sık fotoğraf koymuyorsun ya.”
Fotoğraflardan seçki yapıp doğum günümde masa takvimi olarak hediye ettiğinden de bahsetti mi acaba? Ali’nin arkadaşı dedik yakınlık gösterdik. Yaptığına bak, hem de arkadaşının eşine.
“Hayat koşturmacasından fırsat kalmıyor. Biz fotoroman olmuşuz Aliciğim.”
“Öyle tabi. Bu arada senin Instagram hesabından seçtiği kareleri kullanıp masa takvimi hazırlamış. Ne düşünceli adam valla. Bunca senelik kocanım böyle ince bir hediye kırk yıl düşünsem aklıma gelmez. Gerçi o da fotoğrafı seviyor. Normal belki de.”
“Senin haberin var mı?”
“Doğum günü hediyenden mi? Verdi mi? Hiç bahsetmedin. Hediyeyi vermeden önce söylemişti. Sence uygun olur mu diye sormuştu.”
“Sen ne dedin?”
“Ne diyeceğim, çok ince düşünmüşsün. Benim hiç aklıma gelmez böyle şeyler dedim. Sonra sen bahsetmeyince, vazgeçti demek ki dedim.”
“Unutmuşum sana söylemeyi. Sağolsun, ince düşünceli bir arkadaşımız gerçekten.”
“Özgür birçok arkadaşına benzer hediyeler hazırlamış. İnternette de olsa sanal şeyler silinebilir diyor. Kimisine sana yaptığı gibi, Instagram fotoğraflarından seçtiklerini bastırıp takvim yapmış, kimisinin blogundan kitapçık. Vardiyalı çalışıyor ve bekâr. Hem vakti hem parası var.”
Türkiye’de kadın olmak zor, böyle iyi niyetli yaklaşımlara karşı bile tetikte olmak zorunda hissediyorum diye düşündü Sevinç. Bu yaşıma kadar nelerle karşılaştım. Hele öğretmenliğe başladığım ilk seneler. Çocuklarla aramızda dört beş yaş vardı. Kimi şiir yazar, kimi tenhada gördüğünde aşkını itiraf eder.
“Bir gün çağırsak bize Özgür’ü.. Özlemiştir ev yemeğini.”
“Olur, iyi olur.”
“Zerrin Hanım neden izin verdi sana peki?”
“Aslında önemli bir şey değil, 5 G üzerinden televizyon yayınları iletimi konusunu araştıracağım. Pazartesine rapor hazırlayacağım.”
Cümlesini bitirirken Cuma günü için yaptığı planları unutması gerektiğini fark etmişti. Cuma günü için de izinli olduğunu anlaşılması uzun sürmedi.
“Harika, benim de yarın boş günüm. Seninle şöyle baş başa bir Ankara baharı kaçamağı yapalım.”
“Ne kaçamak mı, okuldan mı kaçacağız, yarın okul yok mu?”
“Sizin için var Tunç, baban izinliymiş, benim zaten dersim yok biliyorsun.”
“Ya anne, biz de gelsek?”
“Nereye?”
“Siz nereye gidiyorsanız. Bir günden bir şey olmaz. Sınav yaklaştıkça bunalıyorum okuldan da, dersaneden de.”
“Şöyle yapalım mı, öğleden sonraki iki dersi asın. Ceren’i de alıp sinemaya gidelim.”
“Heyo. Cereeennn. Yarın öğleden sonra sinemaya gideceğiz…”
“Çocukların dilinden anlıyorsun.”
“Eee, benim günüm onlar gibilerle geçiyor sabahtan akşama. Sen şarap mı içtin?”
“Yoo..”
“İçmişsin işte saklamana gerek yok. Meşhur Ankara Dönercisi’nde şarap olmadığına göre nereye gittiniz bakalım?”
“AND Kafe. Nasıl anladın peki? Naneli sakız, karanfil, gargara, diş fırçalaması… Hiçbiri işe yaramadı gene.”
“Aliciğim bu saydıkların kokuyu gideriyor. Ama alkol, gözleri, bakışları değiştiriyor. Gözleri okuyabilen herkes anlar. Hele senin hiçbir şeyi gizleyemeyen gözlerine bakınca, her şeyi anlıyorum.”
“Seni ne kadar çok sevdiğimi de anlıyorsun o zaman.” “Her baktığımda.”
Ceren sinirle mutfağa girdi.
“Hadi ama acıktık. Bir sürü ödevim var. Sonra bana kızıyorsunuz geç yatıyorsun diye.”
“Tamam Ceren, tamam kızım. Haydi siz sofrayı hazırlayın. Yemekler pişti zaten. Baban da salatayı bitirdi.”
“Evet evet.”
“Tamam tamam.”
“Of, bu ikileme huyumdan kurtulamadım gitti.” “Olsun olsun, böyle de iyi.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.