“Yüzün gülüyor Abi, yoksa yaptırdın mı dövme?”
“Dövme mi, yok daha neler?”
“Neden öyle diyorsun abi bu Çukur dizisindeki işaret çok havalı.”
“Çukurda kalsın o havalı işaret Cihan. Bak bakalım şu rapora, senin de ekleyeceklerin var mı?”
“Bakayım Abi de şeyi soracaktım sana, geçen Zerrin Hanım neden çağırmış seni?”
“İşte söyledim ya, 5G raporu için.”
“Ben öyle duymadım da Abi. Zeki anlatıyordu, sen bir dilekçe mi vermişsin, vermemiş misin. Bana anlatabilirsin Abi, bilirsin benden söz çıkmaz.”
“Bilmem mi Cihan. Hemen face’e yazarsın, söz çıkmamış olur, yazı çıkar.”
“Amma yaptın Abi. Neyse, bak ne diyeceğim, böyle bir şeyler yaparken bana da haber verin. Biliyorum, sen beni çok boş görüyorsun ama bende ne cevherler gizli bir bilsen.”
“Peki Cihan, bir daha böyle bir şey yaparsak ilk sana haber veririm.”
Tahmin ettiğim kadar boş bir oğlan değil mi acaba bu Cihan. Bitirdiği üniversiteye göre değerlendirmemek gerek insanları ama elimde değil. En azından Türkiye’de olsaydı okulu.
Cuma gününü heyecanla bekliyordu. Gündüz Dr. Metin Bey ile görüşme, akşamında Esra ile tanışma. İki heyecan bir arada. Granül kahve reklâmı gibi oldu, ikisi bir arada. Esra’yı merak ettiğinden değil, Özgür için heyecanlıydı. Bekârlık sultanlık da olsa bir yerden sonra demokrasiye geçmek gerekiyor. Sultanlık zor iş. Sürekli tetikte olmak, hep yalnız olmak, gördüğün güzellikleri Instagram’da tanımadıklarınla paylaşmak. Kim bilir belki Esra ile kafaları uyuşur. Hem iki aile olursak çok daha sık buluşuruz. Sevinç Esra’yı ben de Özgür’ü tanıyorum ne de olsa…
Zerrin Hanım Perşembe gününden söyledi, Cuma tüm gün izinlisin diye. İyi kadın sağ olsun. Bu son gelişmelerin ardından daha bir yakınlaştık. Geçenlerde Ozan diye birinden bahsetti. İspanya’ya geçmiş dedi. Neredeydi ki diye sordum, laf nereden döndü Ozan’a geldi anlamadım. Ozan kim onu bile bilmiyorum. Sanki Zerrin Hanım’da anlamamış gibi birden şaşırdı, neyse Ozan da nereden çıktı diye. Bu ara iyice garipleşti.
Sabah çocukları gönderdikten sonra Sevinç’le çıktık evden. Metro ile Kızılay, oradan vur kendini Atatürk Bulvarı’nın yokuşuna. Ne zaman Atatürk Bulvarı desem aklıma Ahmet Kaya’nın Acı Ninni adlı şarkısı geliyor. Aslında Attila İlhan’ın şiiri desem daha doğru. Gerçi Attila İlhan’ın şiirinde geçen Atatürk Bulvarı Ankara’da değil, ama olsun. Maksat camlar buğulanmasın.
Eskiden Vakko olan binanın önünden geçerlerken,
“Hiç buluştun mu burada birileriyle?”
“Biz Gima’cıydık Sevinç Hanım, Vakko bozar bizi.”
“Aman sanki çok farklı da. İki adım gerideydi işte Gima dediğin yer.”
“Mesafe olarak haklısın ama Vakko’nun önü, “Vakko”nun önüydü. Biz kim Vakko kim. Tuzluçayır’dan kalk Vakko’ya git, uymaz. Siz Ayrancı’da oturuyordunuz değil mi?”
“Evet, orta Ayrancı. Filmden sonra düşünüp buldum bu adı. Bizim ev gerçekten ne Yukarı Ayrancı ne Aşağı Ayrancı, ikisini bağlayan sokağın neredeyse tam ortasındaydı. Babam hâlâ orada biliyorsun. Annemin hatıralarından ayrılmak istemiyor. Haklı da belki. O kadar dedik sana da bir dubleks alalım Batıkent’te, bize yakın ama ikna olmuyor.”
Konuşurken Akay yokuşunu da geçmişlerdi. Büyük Ankara Oteli’ne gelmeden Tunus Caddesi’ne yöneldiler.
“Tunalı’nın neresinde muayenehane?”
“Esat Dörtyol kavşağında.”
“Saat 2’deydi değil mi?”
“Evet, daha vaktimiz var. İstersen önce bir Kuğulu Park’a gideriz. Kuğulara simit atarız, ki aslında doğru bir davranış değilmiş.”
“Neden peki?”
“Doğalarına aykırıymış ekmek yemek.”
“Peki vermeyiz o zaman.”
Tübitak’ın hizasına gelmişlerdi. Tübitak binasının karşısında Pancar isimli lokantayı gösterip sordu Sevinç:
“Pancar’a geldin mi hiç?”
“Gelmez olur muyum? Geçen gün Özgür ve diğer arkadaşlarla buluştuğumuzda buraya gelmiştik.”
“Mezelerinin methini çok duydum. Bir gün birlikte gelelim.”
“Tamamdır Tatlım.”
Havanın güzelliği, ikisinin de izinli olması, yazın yaklaşması… Hem Ali hem Sevinç çok keyifliydi.
Kuğulu Park’ın ağaçları budandıktan sonra fazlasıyla kelleşmiş görünüyordu. Bu budanma kurallara uygun mu yapılmıştı acaba diye hep merak ediyordu Ali. Hatta tanıdığı bir orman mühendisine de danışmış ve çok tatmin edici yanıt alamamıştı.
Parkta biraz oyalandıktan sonra Sevinç’in çok sevdiği pasaj gezmelerine başladılar. Tunalı Hilmi Caddesi’nden Esat dört yola doğru giderken sağlı sollu pasajlar, farklı sürprizlerle onları bekliyordu. Ali’nin sevdiği sahaflar, Sevinç’i heyecanlandıran ise hediyelik eşyalar, parfümler ve en çok da tasarım kıyafetler satan küçük butiklerdi.
Saatin nasıl geçtiğini fark etmediler. Muayenehaneye geldiklerinde, randevuya 10 dakika kalmıştı. Kapıyı sekreter olduğunu düşündükleri kadın açtı.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.