“Günün nasıl geçti.”
“Aynı, senin?”
“Benim de aynı. Sıradan bir Perşembe işte.”
Pembe yalan sınıfına girer diye düşünüp durmuştu yol boyunca. Arada Mülkiyelilerde içtiğim bira gibi. Aynı olmadığını kendisi de biliyordu. Sevinç’e bugün olanları anlatmamak için kendini zor tutuyordu. 15 seneye yaklaşan evliliklerinde Sevinç’ten sakladığı bir şey olmamıştı, pembe yalanlarını saymazsa.
“Aslında benim gün biraz farklıydı” diye açıldı, baharın müjdecisi taze otları yıkarken. Bugün Zerrin Hanım izin verdi öğleden sonra Ulus’a indim, dolaştım biraz.
“Vay, iyi yapmışsın. Arasaydın, dersim erken bitti öğleden sonra. Gelirdim ben de.”
“Özgür’le karşılaştık. Onunla oturduk. Sevinç seninle de gitmeliyiz, hatta çocukları da alırız, Meşhur Ankara Dönercisi diye bir yere gittik birlikte. Konya sokağın üst başında.”
Özgür’ün adını duyunca irkildiğini hissetti Sevinç. Oysa Ali’nin arkadaşları arasında en sevdiğiydi. Liseden de hatırlıyordu, aynı sınıfta olmasalar da. Esprili, konuşkan, sıcakkanlı. Ama o doğum günü hediyesi… Neyse ki Ali’nin haberi yok. En iyisi olmasın da zaten. Ben de uzak duruyorum o günden beri.
“A, ne güzel. Özgür nasıl? Epeydir karşılaşmadık.”
“İyi, aynı işte herkes bir hayat mücadelesi içinde. Sana çok selam söyledi. Fotoğraf çekmeye devam ediyor mu diye sordu. Instagram’a artık eskisi kadar sık fotoğraf koymuyorsun ya.”
Fotoğraflardan seçki yapıp doğum günümde masa takvimi olarak hediye ettiğinden de bahsetti mi acaba? Ali’nin arkadaşı dedik yakınlık gösterdik. Yaptığına bak, hem de arkadaşının eşine.
“Hayat koşturmacasından fırsat kalmıyor. Biz fotoroman olmuşuz Aliciğim.”
“Öyle tabi. Bu arada senin Instagram hesabından seçtiği kareleri kullanıp masa takvimi hazırlamış. Ne düşünceli adam valla. Bunca senelik kocanım böyle ince bir hediye kırk yıl düşünsem aklıma gelmez. Gerçi o da fotoğrafı seviyor. Normal belki de.”
“Senin haberin var mı?”
“Doğum günü hediyenden mi? Verdi mi? Hiç bahsetmedin. Hediyeyi vermeden önce söylemişti. Sence uygun olur mu diye sormuştu.”
“Sen ne dedin?”
“Ne diyeceğim, çok ince düşünmüşsün. Benim hiç aklıma gelmez böyle şeyler dedim. Sonra sen bahsetmeyince, vazgeçti demek ki dedim.”
“Unutmuşum sana söylemeyi. Sağolsun, ince düşünceli bir arkadaşımız gerçekten.”
“Özgür birçok arkadaşına benzer hediyeler hazırlamış. İnternette de olsa sanal şeyler silinebilir diyor. Kimisine sana yaptığı gibi, Instagram fotoğraflarından seçtiklerini bastırıp takvim yapmış, kimisinin blogundan kitapçık. Vardiyalı çalışıyor ve bekâr. Hem vakti hem parası var.”
Türkiye’de kadın olmak zor, böyle iyi niyetli yaklaşımlara karşı bile tetikte olmak zorunda hissediyorum diye düşündü Sevinç. Bu yaşıma kadar nelerle karşılaştım. Hele öğretmenliğe başladığım ilk seneler. Çocuklarla aramızda dört beş yaş vardı. Kimi şiir yazar, kimi tenhada gördüğünde aşkını itiraf eder.
“Bir gün çağırsak bize Özgür’ü.. Özlemiştir ev yemeğini.”
“Olur, iyi olur.”
“Zerrin Hanım neden izin verdi sana peki?”
“Aslında önemli bir şey değil, 5 G üzerinden televizyon yayınları iletimi konusunu araştıracağım. Pazartesine rapor hazırlayacağım.”
Cümlesini bitirirken Cuma günü için yaptığı planları unutması gerektiğini fark etmişti. Cuma günü için de izinli olduğunu anlaşılması uzun sürmedi.
“Harika, benim de yarın boş günüm. Seninle şöyle baş başa bir Ankara baharı kaçamağı yapalım.”
“Ne kaçamak mı, okuldan mı kaçacağız, yarın okul yok mu?”
“Sizin için var Tunç, baban izinliymiş, benim zaten dersim yok biliyorsun.”
“Ya anne, biz de gelsek?”
“Nereye?”
“Siz nereye gidiyorsanız. Bir günden bir şey olmaz. Sınav yaklaştıkça bunalıyorum okuldan da, dersaneden de.”
“Şöyle yapalım mı, öğleden sonraki iki dersi asın. Ceren’i de alıp sinemaya gidelim.”
“Heyo. Cereeennn. Yarın öğleden sonra sinemaya gideceğiz…”
“Çocukların dilinden anlıyorsun.”
“Eee, benim günüm onlar gibilerle geçiyor sabahtan akşama. Sen şarap mı içtin?”
“Yoo..”
“İçmişsin işte saklamana gerek yok. Meşhur Ankara Dönercisi’nde şarap olmadığına göre nereye gittiniz bakalım?”
“AND Kafe. Nasıl anladın peki? Naneli sakız, karanfil, gargara, diş fırçalaması… Hiçbiri işe yaramadı gene.”
“Aliciğim bu saydıkların kokuyu gideriyor. Ama alkol, gözleri, bakışları değiştiriyor. Gözleri okuyabilen herkes anlar. Hele senin hiçbir şeyi gizleyemeyen gözlerine bakınca, her şeyi anlıyorum.”
“Seni ne kadar çok sevdiğimi de anlıyorsun o zaman.” “Her baktığımda.”
Ceren sinirle mutfağa girdi.
“Hadi ama acıktık. Bir sürü ödevim var. Sonra bana kızıyorsunuz geç yatıyorsun diye.”
“Tamam Ceren, tamam kızım. Haydi siz sofrayı hazırlayın. Yemekler pişti zaten. Baban da salatayı bitirdi.”
“Evet evet.”
“Tamam tamam.”
“Of, bu ikileme huyumdan kurtulamadım gitti.” “Olsun olsun, böyle de iyi.”
—----------------------------------------------
Sabah, normal bir Cuma sabahına benzer başladı. Ali, son bir kaç haftadır olduğu gibi, 5’ten önce uyandı. Kahvesini demledi, okuma gözlüğünü temizledi ve günün en sevdiği vaktinde, bu aralar en sevdiği işi yapmaya başladı. Bu sabah okuduğu kitaba kendini veremiyordu. Kafasında günün planı vardı.
Bugün Cuma ve karımla bir Ankara kaçamağı yapacağız. Nereye gitsek acaba? Tunç ve Ceren’e söz verdiğimize göre öğlene kadar boşuz demek.
“Gene erken uyanmışsın. Hayret uykusuzluğa pek dayanıklı değildin sen. İyi idare ediyorsun Ali. Çocuklara ne hazırlayacağız?”
“Tost yaptım. Üç peynirli, salça soslu.”
“Sabah sabah salça mı yiyecekler.”
“Salça yemeyecekler, tostun arasına sürdüm az bir şey. Bizim iş yerinde yapıyorlar bunu. Salçanın üzerine kekik de konuluyor. Çok lezzetli oluyor. Ceren kesin mük diyecek bak görürsün.”
“Ceren, sen ne yapsan mük diyor. Tipik baba kız ilişkisi.”
“Senin babanla ilişkin tipik değil ama”.
“Bizim sorunumuz benden kaynaklanmıyor biliyorsun. Babam, Allah uzun ömür versin, zor adam. Belki öyle yetiştirildiği için, sert.”
“Askeri lise çıkışlıydı değil mi?”
“Evet, Kuleli Askeri Lisesi ardından Kara Harp Okulu.”
“Askerlik zor iş gerçekten.”
“Babam gibi karacıysan çok daha zor inan.”
“Pek anlatmıyorsun ama epey forsun vardır senin. Komutanın kızıymışsın ne de olsa.”
“Fors değil de etrafa korku salıyordum sanırım. Hiç yakın arkadaşım olmazdı meselâ. Bir de asker çocuklarının kaderi şehir şehir dolaşmak. Neyse ki Atatürk Anadolu’yu kazanınca annemle ben Ankara’da kaldık.
“Ondan sonrasını biliyorum Sevinç Hanım.”
“Aynı sınıfta değildik gerçi ama ben de seni hazırlıktan bu yana hatırlıyorum. Meselâ Özgür’ü hazırlıkta hatırlamıyorum.”
- Normal, Özgür orta 2’de geldi Anadolu lisesine. Özel okulda okuyan öğretmen çocukları için bir kontenjan açılmış o tarihte. Özgür, Sarp, Mehmet sonra Elif, onlar hep aynı yolla geldiler. İyi ki de gelmişler bu arada. Hâlâ görüşüyoruz hepsiyle. LinkedIn sağolsun.
“Link Edin değil mi onun adı.”
“Aman Özgür duymasın, tonla laf saydı bana.”
“Linkin olsun gibi, link edinmek anlamında diye düşünmüştüm hep.”
“Ben de. Ama aslında Özgür haklı, Türk şirketi değil ki adı Türkçe olsun. LinkedIn, yani bağlı anlamında.”
“Doğru ya. Bu arada ben çocukları uyandırayım sen tostu tamamla.”
“Konuşmaya daldık, zamanın nasıl geçtiğini unuttuk. Emredersiniz komutanım.”
“Bırak hadi zevzekliği. Babama söyleyecektin bunları.”
“Baban beni dinlese, ona neler neler söylerdim ama. Gerçi şimdi hakkını yemeyeyim, son 10 senedir, özellikle Emine hala öldükten sonra aramız daha iyi eskisine göre…”
“Sana söylememiştim ama bak sen de fark etmişsin. Emine hala, babamın hayattaki tek akrabasıydı. İyi uzun yaşadı gerçi ama işte her ölüm erken ölümdür” derler. Neyse ki son zamanlarında babam hep yanındaydı. Son nefesini verirken de odadaymış. Babam gerçekten sever seni aslında, bakma başta sert davrandı. Benim Aleviye verecek kızım yok demeseydi iyiydi.”
“Sonunda verdi ama.”
“Sen de mi. Hep bu erkek egemen dil. Ben mal mıyım ki alınıp verileyim.”
“Haklısın. Özür dilerim.”
“Dileme, dilini düzelt yeter.”
“Dil demişken, Reenkarnasyon Kulübü’nü okudum. Kaan Arslanoğlu’nun romanı. Sen edebiyat öğretmenisin, seversin. Özgür vermişti romanı. Sen de oku, öyle verelim geri. Kaan Hoca dil konusuna takmış durumda bu ara. Blogu var onun da insanbu.com adresi. Birara bak,. Güneş Dil Teorisi falan diye yazıyor. Türkçe kök dil miymiş neymiş.
“İlginç, bakarım bir ara. Boris Vian’a taktım ben de. Ne değişik ne yetenekli adammış.”
“Mühendismiş biliyorsun. Zaten ne çıkıyorsa mühendisten çıkıyor. Tutunamayanlar’ı da yazan bir mühendis.”
“Gene meslek fetişizmine başladığımıza göre, Cereeen Tuuunç, haydi günaydın çocuklar. Babanız harika bir tost hazırlamış size.”
“Günaydın, baba servisten beş dakika önce çıkıyoruz her sabah. Biraz daha uyuyabiliriz.”
“Servisi bekletmeyelim. Atasözünü hatırlayın, servis bekle tilmez – beklenilir.”
“Bak Ceren’i görüyor musun? Haydi kızım ama, akşam yatmıyorsunuz sabah kalkamıyorsunuz.”
“İlk hangi anne söyledi acaba bu sözü? Telifini alsa şimdi köşe olmuştu.”
“Öyle ama Ali. Sen de boş boş konuşacağına suluklarını doldur çocukların.”
“Doldurdum bile.”
“Hayret.”
“Ben de şaşırıyorum bazen. AI diye bir kavram var gündemde. Artificial Intelligence kelimelerinin baş harfleri.”
“AI’ın ne demek olduğunu biliyorum Ali. Sosyalciyim diye sen de beni iyice teknoloji özürlü yaptın. Yapay zekâ işte.”
“Hani hep derim ya biz erkekleri robot gibi düşünün, komut almadan işlem yapamayız. Bu AI, benim arada kendiliğimde bir şeyleri akıl etmemi açıklıyor.”
“Kendine pay biç hemen. Allah aşkına masa kurulacak ken tabakları götür dedikten sonra kaşık ve çatalların götürüleceğini nasıl akıl etmez insan.”
“Ama sen tabakları dedin, çatal ve kaşık da deseydin onları da götürürdüm.”
“Of Ali, o zaman bu AI bir an önce girsin devreye yoksa benim şalterler atacak.”
Şaka maka kaç çocuğum var emin olamıyorum zaman zaman. Tunç ile Ceren gerçekten çocuk ama Ali, hepsinden çocuk. Üstelik Tunç ve Ceren büyüyor ama Ali büyümeyecek bir çocuk. Baba erken ölünce anne el bebek gül bebek büyütmüş. İlk evlendiğimiz günleri hatırlıyorum da ne kadar şaşırmıştım. Gece yatmadan süt içmek de ne? Neyse, o günlere kıyasla büyük gelişme gösterdi şimdi hakkını yiyemem. Bakalım bu sabah neler yapacağız?
“Haydi çocuklar işlerinizi bitirin. Babanız sizi erken gönderiyor durağa her zaman ama bu sabah anca yetişeceksiniz.”
“Babacığım ellerine sağlık. Tost mük olmuş”.
“Efso yapmışsın Baba. Annemiz ile iyi gezmeler. Öğleden sonra bizi almayı unutmayın.”
Annemiz dedi gene. Paylaşımcı çocuklar, annem demiyor. İlk nasıl başladı acaba?
“Merak etmeyin, siz yemeği yersiniz, ders başlamadan geliriz almaya. Film seçtiniz mi? Ona göre sinemayı seçelim.”
“Her ikisi de yapıldı merak etme. Seans ve film sonrası ne yapılacağına da karar verildi.”
“Anne kız iki kafadar yaptınız değil mi planı?”
“Size kalsa iki robot, komut verip işlemin bitmesini beklemek yerine Ceren ile hallediverdik.”
“Hangi film hangi sinema?”
“Ben anlatırım sana, çocuklar geç kalacak. Tunç’a da sen serviste anlat kızım.”
“Tamam anne. Görüşürüz baba.”
“İyi dersler çocuklar.”
“Çocuklar gittiğine göre bekle bizi Ankara!”
“Senin planın hazırdır Sevinç.”
“Fikir benden çıksaydı plan yapardım. Dün öğrendim daha bugün beyefendinin boş olduğunu. Yoksa benim bugün için planım belliydi. Çocukların yazılısını oku, Boris Vian’ın Mezarlarınıza Tüküreceğim’i bitir, ütü ve akşam yemeğini yap.”
“Senin planını bozmayayım o zaman. Ben çocukları alırım öğlen arası. Hangi sinema ve hangi filmdi”.
“Aman çok komik. Bazen babamı dinlese miydim diyorum.”
“ Dinleseydin keşke.”
Birbirlerine arada böyle takılmalarının sonunda sevgiyle sarılma geliyordu. Bu sabah da öyle oldu. Evden çıktıklarında Nisan güneşi tepeye yaklaşmış, şehrin cam ve beton yığını sokakları, ısınmıştı.”
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.