Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Zeynep Menemencioğlu ile Osmanlı'dan Bugüne

Sanki daha dün yazmamışım TRT 2 yeniden kültür sanat kanalımız oluyor diye. Bu akşam Zeynep Menemencioğlu ile Osmanlı'dan Bugüne adlı belgeseli izlerken dedim oluyor demek hatalı, TRT 2 eski kimliğine kavuşmuş. Yapımcılığını ve yönetmenliğini Tuvana Berkay'ın üstlendiği program Zeynep Menemencioğlu'nun 100 yılı aşkın yaşamından tanıklıkları anlatıyor. Öyle bir hayat ki Menemencioğlu'nun ki Nazım Hikmet'ten Oktay Rifat'a, Ali Fuat Cebesoy'dan, Türk Dil Kurumu'nun ilk başkanına kadar tüm ünlü isimlerle akraba. Cumhuriyetin ilk öğretmenlerinden, hala üretken, hala hayatın içinde, belki tam ortasında. Torunlarının çocuklarına hayatı tanıtmaya uğraşan bir çınar. Ne değerler var ülkemizde, TRT olmasa kim bu değerleri ekrana taşıyacak rating (ölçümleme) kaygısı olmadan. Programın tekrarı yarın (29 Nisan 2008) sabah 7.25'te TRT 2'de. Bir sabah da gazete manşetlerini izlemeyiverin. Emin olun pişman olmayacaksınız...

Ankara'yı fotograflamaya başladım

Ulvi amacımı (!) gerçekleştirme yolunda ilk icraatıma başladım. Bugün kale civarını dolaştık. Elbette öyle bir gidişte bitirilecek bir bölge değil Ankara Kalesi. Kalenin içine girmedik zaten. Samanpazarı'ndan kaleye çıkan sokakları dolaşıp bir kaç kare fotograf çektik. Ancak kale ve Roma Hamamı fotograflarına geçmeden önce Ankara'nın büyük ve eski parklarından sayılabilecek Kurtuluş Parkı'nda çektiğim bir kareyi yorumsuz olarak sol tarafa koydum. Park içerisinde bisiklet sürmek yasaklanmış. Fıkra gibi bir durum. Eğer parkta dolaşan yayalar bisikletlilerden rahatsız olduysa, ki olabilir bisiklet de bir araç sonuçta, çözüm bisikletle dolaşmayı yasaklamak yerine park içerisine bisiklet yolları yapmak olmalı. Ankara'nın sanırım hiç bir yerinde yok bisiklet yolu. Oysa Çayyolu, Eryaman gibi yeni yerleşim bölgeleri bu tür uygulamaları başlatmak için uygun yerler. Bisiklet, havayı kirletmeyen trafik sıkışıklığına yol açmayan bir ulaşım aracı. Avrupa'ya gidenler ilk günlerd

100 soruda Ekonomi Elkitabı, Sadun Aren

Kitabın tam adı 100 Soruda Ekonomi Elkitabı Türkiye Ekonomisinden Örneklerle . İlk yayınlanış tarihi 1986. Benim okuduğum baskısı Eylül 2007 tarihli İmge Kitabevi'nden çıkmış olanı. Ülkemizde ekonomi alanında eğitim veren bir çok üniversite bulunmakta. Bunların kimilerinde sadece matematiksel denklemlerin çözümünün anlatıldığını, optimizasyon problemlerinin ekonomi eğitiminin merkezine yerleştirildiğini görüyoruz. Elbette sosyal bir bilim olan (hatta bilim olup olmadığı tartışmalı) ekonomiyi, sosyal boyutundan kopartmak için yapılan bilinçli bir uygulama bu. Amacınız ülkelerdeki gelir dağılımının adaletsizliğini, ülkelerin gelişmişlik düzeylerinin farklılığını sorgulamayan bir ekonomist yetiştirmekse eğer matematiği ekonominin merkezine yerleştirirsiniz. Oysa ekonomi insanla ilgilidir. İnsanın daha iyi koşullarda yaşaması için gerekli üretimin planlanmasını, ulusal ve uluslararası iş bölümününün gerçekleştirilmesi gibi konuları da inceler. Tek iktisadi doğruyu klasik iktisat

Ankara, araç öncelikli halini pekiştiriyor

Toplu taşımayı geliştirerek kent içerisinde trafiğe çıkan araç sayısını azaltacak tedbirler almak yerine günün kimi saatlerinde tıkanan kavşaklara köprüler yaparak sıkışıklığı önlemeye çalışmak araç öncelikli bir kent isteğinin göstergesi. Ankara'da Çayyolu'ndan Eskişehir yolunu kullanarak Kızılay'a kadar hiç ışıkla karşılaşmadan gidebilirsiniz. Hız sınırı 50 km / saat olsa bile bu sınıra uymaya çalışmak, yolun en sağ şeridinde bile olanak dışıdır. Dikkat ederseniz uymak demiyorum, uymaya çalışmak bile olanaksız. Kentin dış semtlerinden merkeze metrolar, tramvaylar yapmak gecikir her nedense, ancak köprülü kavşaklar, ışığa takılmadan saatte 100-120 km hızda seyreden araçlar için 4 şeritli yollar bir çırpıda bitiriliverir. Kentin uzak semtlerinden merkeze gelirken karşılaşılan tüm kavşaklar köprülerle, alt geçitlerle geçildikten sonra ulaşılan merkezde tıkanır trafik bu kez. Mühendislik, şehir bölge plancılığı, mimarlık gibi mesleklerin temsilcisi odalar hep söylemiştir oysa

Abdülaziz, Feriye, Prag, turizm

Başlıktaki kelimeler, isimler birbirleriyle ilgisiz gibi duruyor. Umarım yazıyı okyunca ilgi kurulur :) Geçen akşam izlediğimiz etkileyici Yıldız Yargılanması oyunu bir çok şey düşündürdü. Daha oyunu izlerken aklıma takılmıştı Feriye Sarayı nerede ki acaba? Feriye adını hatırlıyordum ancak saray olarak değil lokanta ve sinema olarak biliyordum. Eve gelince araştırdım ve yanılmadığımı gördüm. Gerçekten de lokanta, sinema olarak hizmet veren bir yapı halinde kullanılıyormuş sarayın geçmişte 'karakol' olarak bilinen bölümü. Asıl saray ise Galatasaray Üniversitesi ve Kabataş Lisesi'nin hizmetindeymiş. Şimdi düşünün Osmanlı Hanedanı'nın yıllarca başkentliğini yapmış, ondan önce Bizans'ın başkenti İstanbul'da tarihi turistlik mekanlar mı fazla yoksa Prag'da mı? Peki hangisi daha iyi tanıtılıyor, korunuyor? Abdülaziz'in hayatını kaybettiği, izlediğimiz oyunda intihar ettiği anlatıldıysa bile bu konuda tam uzlaşı yok, oda nerede? Peki Feriye sarayı neden müze de

Yıldız Yargılanması, Orhan Asena

Oyuna ilişkin görüşlerimi yazmaya geçmeden hemen belirteyim ki bu sezon Devlet Tiyatroları'nda izlediğimiz oyunların kimileri ciddi hayal kırıklıkları yaratmıştı. Neyseki sezonun sonuna az kala Yıldız Yargılanması 'nı izledik. Bu sezon izlediğimiz en iyi oyun. Oyunu geçen sezonda da görmek istemiştik. Kısmet bugünlereymiş. Orhan Asena'yı tarihi oyunların yazarı olarak hatırlarım hep. İzlediğimiz tüm oyunlarda olduğu gibi aldığımız broşüründeki bilgilere göre asıl görevi tıp doktorluğu. Sanata katkı sunan bir çok diğerleri gibi Asena'da çok özveri isteyen doktorluk görevini yerine getirirken şiirler, oyunlar yazmış. İzlediğimiz oyunun ortaya çıkışının öyküsü de ilginç. Broşürden okursak Asena şöyle demiş: Değerli gazeteci ve yazar dostum Uğur Mumcu, bir gün bana Ord. Prof. Dr. İsmail Hakkı Uzunçarşılı'nın Yıldız Muhakemesi adlı kitabını getirdi. VE sen bundan bir oyun çıkartabilirsin dedi. Kitabı daha okurken çağrışımlar birbirini kovaladı. Kitabın sayfaları içind

Prag St. Vitus Kathedrali

Prag'ın en bilindik görüntülerindeki muhteşem yapıdır. Kalenin olduğu bölgede, kente hakim konumu, ihtişamlı süslemeleri ile Prag'a gidenlerin ilk gördüğü ve hayran kaldığı yapılardandır. Yapının içi de dışı kadar etkileyicidir. Vitray süslemelerinin kimileri yakın tarihlidir. Yanlış anlamadıysam kilise içerisindeki bölmelerin hepsi din büyüklerine adanmış yerler. Hepsinde ayrı süslemeler, yazılar, heykeller. Görülmeye değer bir yer. Görkemli konserler için de kullanılıyordur eminimki bu mekan. Görmekte olduğunuz kolaj, Picasa adlı programın eseri. 9 fotografı ayrı ayrı görmek isterseniz burayı ziyaret etmeniz gerekiyor. Vitus katedrali Çekler için de önemli. Aslında Vitus katedrali olarak bilinen yapı, farklı zamanlarda inşaa edilen 3 binanın birleşmesinden oluşuyor. Ayrıntıları merak edenler için özgür üniversite wikipedia.org 'u öneririm. Prag'dayken tuttuğum notları en yakın zamanda sayfama taşıyacağım. Malum aylaklık bir yaşam biçimi, hele ki Bohemya'da

Bir Halk Düşmanı, Henrik İbsen

Tiyatro oyunlarının ilk perdesinde çıkmak gibi bir adetimiz yoktur aslında. Özellikle Devlet Tiyatroları'nın oyunlarında bugüne kadar fazlaca yapmışlığımızda. Ancak, bu sezon şansımıza olsa gerek, Devlet Tiyatroları'nın iki oyununda ( Çığ ve Bir Halk Düşmanı ) ikinci perdeyi bekleyemedik. Çığ'a ilişkin yorumlarımı oyundan kısa süre sonra yazmıştım . Bir Halk Düşmanı 'nı ise yazmayı unutmuşum. Geçen gün farklı bir konuya bakarken gördüm eksikliği. Tiyatro, sinemadan, edebiyattan farklı bir sanat. Belirli bir sürede kısıtlı olanaklar sunan mekanda metinde anlatılmak istenenleri seyirciye aktarma uğraşı belki. Eğer bu aktarımı başarılı bir şekilde yaparsanız oldukça keyif verici olabiliyor. Ancak, başarısız olursanız tahammül edilemeyen bir hal alıyor. Aktarılmak istenen mesajı lafın tamamı aptala söylenirmiş tarzında seyircinin gözünün içine sokarsanız ilk perdeden sonrası izlenmez hale geliyor. Bir Halk Düşmanı , metinden mi kaynaklı rejiden mi bilemedim, ne yazık ki

başka türlü bir şey benim istediğim

Can Yücel'in şiiri başka türlü bir şey benim istediğim, Ne ağaca benzer ne de buluta, burası gibi değil gideceğim memleket, Denizi ayrı deniz havası ayrı hava diye devam ediyor. Benim istediğim meslek odaları da başka türlü bir şey: Öncelikli amacı meslek alanlarına ilişkin kamu yararını gözetecek çalışmalar yapmak olan, ancak bu çalışmaları üyelerinin tümünü kapsayacak şekilde yayan bir yapı. Adım .... mühendisleri/tabipleri odası, aktif üyelerim ... işleri ile ilgileniyor, ben sadece adımdaki uzmanlıkla ilgili açıklamaları yaparım yeter demeyen bir oda. Meslek alanındaki gelişmeleri önceden görüp, konunun tüm taraflarını bir araya getirecek etkinlikler yapan bir oda. Puan peşindeki akademisyenlerle, akademisyenlere hoş görünmek için gelen öğrenciler dışında kimsenin ilgisini çekmeyen, sektörden kopuk, teknolojik gelişmelerle doldurul(a)mamış kongreler düzenlemeyen bir oda. Meslek örgütünün yanı sıra mücadele örgütü olduğunu unutmamış, gelenekselleştirilmiş .... ayı (mesela ekim

Tek Kişilik Şehir, Behiç Ak

Devlet Tiyatroları'nın oyunlarına fırsat buldukça gidiyoruz. Nedense son iki sezondur seyrettiğimiz oyunlar öncekileri mumla aratacak cinsten. 2008 içerisinde gittiğim bu 4. oyun. Bir Halk Düşmanı, Yaşamak mı Yoksa Ölmek mi ve Çığ'ı izlemiştim daha önce. Çığ tüm zamanlarda izlediğim en kötü oyunlar arasında dereceye girebilir. Bir Halk Düşmanı'nda izleyicinin zeki olmadığı varsayılarak lafın tamamı söyleniyor :) Bir tek Yaşamak mı Yoksa Ölmek mi'yi beğeniyle izledim. Behiç Ak'ı Cumhuriyet gazetesindeki Kim Kime Dum Duma adlı karikatür bandından tanıyordum. Tiyatro oyununun yazarı olarak adını görünce aynı Behiç Ak mı acaba diye düşündüm. Aynı kişiymiş. Oyunu izleyen arkadaşların olumlu yorumları sonucu karar verdik gitmeye ve dün gece izledik. Öncelikle belirtmek gerekir ki değinilen konu önemli, konuyu ele alış biçimi başarılı. Eğer ilk perde 10 dakika daha uzatılsa ve oyun tek perdelik tasarlansa sezonda beğendiğim 2. oyun olabilecekti. Gelin görün ki tempolu geç

yöneticilerden geriye kalan

Kin tutmam. Yapılan yanlışları unutmamakla birlikte, sen zamanında şöyle şöyle yapmıştın diye intikam almaya kalkmam. Hayat kin tutarak kendimize zehir edeceğimiz kadar uzun değil. Bu nedenle eski yöneticiler giderken aklıma hep olumlu hatıralar gelir. Bu günlerde birbiri ardına uğurluyoruz eski yöneticilerimizi. İş yerimde hemen hergün yeni atamalar, görevden almalar yaşanıyor. Adeta toz dumana karışmış. Böyle günlerde düşünüyorum yarın bir gün ben de yöneten konumuna gelirsem nasıl davranırım personelime, arkamdan neler düşünürler diye. 1995 yılından bu yana çalışıyorum ancak hiç amirlik yapmadım. Umarım yapmam da. İşlerle uğraşmanın yanına insan ile uğraşma sorumluluğunu üstlenmeyi istemem. Zor iş yönetmek. Yönettiğin insanı motive edecek araçlardan yoksunsan hele daha bir zor. Katılımcı anlayışla yöneticilik yapmak en doğrusu gibi geliyor bana. Plan yapmak, hedefler koymak, zaman içerisinde hedefe kıyasla bulunulan yeri değerlendirmek, geride kalındıysa sebeplerini birlikte araştı

Tüyap İzmir Kitap fuarı yarın açılıyor

İki yıl önce görevli gittiğim İzmir'de, Kitap Fuarı'na denk gelmiştim. Söyleşilere ve diğer etkinliklere katılamasam bile kimi yazarlarla tanışmış ve çok sayıda kitap almıştım. Bu yıl, sayfamın düzenli takipçileri (varsa öyle birileri :) hatırlayacaktır, Bursa'daki Tüyap Fuarı'na gittim. İyi ki de gitmişim. Sadece fuar için oluşturduğum bir seyahat olduğu için önceden katılmayı planladığım tüm söyleşilere katıldım. Tanışmayı umduğum yazarlarla tanıştı hatta Nevzat Çelik gibi şiirleriyle büyüdüğümüz bir kıymetin romanını imzalatma şansına de eriştim. Bu yıl gündem yoğun. Fırsat yaratıp İzmir'deki fuara gidemeyeceğim gibi görünüyor. Ancak, İzmir'de ya da yakın yerlerde yaşayanlara hararetle tavsiye ederim Tüyap Kitap Fuarı'nı. Ayrıntılı bilgileri buradan alabilirsiniz. Etkinlik programı ise burada ...