Ana içeriğe atla

Kayıtlar

bu kez konu aynı ülke farklı: Fransa'da DTT işi ne alemde?

2014 @Paris Bugüne değin 92 yazı yayınlamışım DTT etiketli. Sayısal karasal televizyon kelimelerinin İngilizce yazılışlarının baş harflerinden oluşan bu kısaltma, sadece ülkemiz için değil, dünyanın her ülkesinde önemli bir konu. Çünkü, süreler değişse bile, uyanık olduğumuz saatlerin önemli bir bölümünü karşısında geçirdiğimiz "cihaz" ile ilgili.  Ülkemizde, olmayan bir şey DTT. Kelimenin gerçek anlamıyla, DTT şebekemiz HİÇ yok. Öyle deneme amacıyla yayında olan bir yayın da yok. Bir zamanlar bir takım deneme yayınları yapılmıştı ancak son dönemde böylesi bir yayın da yok. Peki Avrupa'da durum nedir, mesela Fransa ne alemde derseniz, neden böyle diyeceğiniz sorusunu yanıtsız bırakarak, hemen anlatayım:  Fransa gibi Avrupa'nın bir çok ülkesinde DTT yayınları DVB-T ve MPEG-2 olarak başladı. Analog karasal yayınların tamamen sonlandırılmasından bu yana, Avrupa, televizyon yayınlarına uydu, kablo ve DTT seçeneklerinden bir veya birkaçını kullanarak erişiyor.

Kenneth Wenzel ile sayısal radyo konulu e-söyleşi

Kenneth Wenzel, Amsterdam'da DVB-T2 Lite  üzerinden radyo yayını yaparken. Öndeki alıcı, cep telefonundan DVB-T2 yayını izlemek için kullanabileceğiniz bir eklenti. Bu sayısal radyo konusunda yayınladığım beşinci söyleşi. Bugüne değin WorldDAB ve WorldDRM başkanları ile söyleşiler yayınladım. Ayrıca Attila Ladayni, kurallarına uygun işletilen bir FM şebekesinin kalite bakımından sayısal radyodan aşağı kalır yanı olmadığını belirttiği bir söyleşi verdi. Dr. Peter Siebert söyleşisinde de sayısal radyo konusuna ilişkin bir soru yer alıyordu.  Bu kez, konuğum Kenneth Wenzel. Kendisi Danimarka'da yaşıyor, sayısal radyo ve televizyon yayıncılığı konularında araştırmalar yapıyor. Aynı zamanda U-Media ApS adlı şirketin üst yöneticisi. Wenzel ile iki kez yüzyüze görüşme olanağı buldum. İlki 2013 yılında Estonya'nın başkenti Talin'de düzenlenen Sayısal Yayıncılık Konferansı'ndaydı. Her ikimiz de sunum yapmıştık söz konusu etkinlikte. Wenzel, DVB-T2 Lite profilinin sa

Mimiti / Cüneyt AYRAL

Cüneyt Ayral'dan bugüne kadar okuduğum eser sayısı dört. Mimiti adlı roman, beşinci eser ve ilk roman. Ayral'dan okuduğum diğer eserlerin üçü anı, birisi deneme tarzındaydı.  Mimiti, küçük boyutlu basılmış. Haziran 2011'de ilk baskısını yapmış. Bence Kitap adlı bir yayınevinden çıkmış. Bu küçük boyutuyla 137 sayfa tutmuş. Normal kitap formatında basılsa muhtemelen yüz sayfadan az tutacaktır. Bu uzunluktaki eserleri novella olarak adlandıranlar da var. Öyküden uzun, romandan kısa eserler. Bana kalırsa Mimiti, romandan çok uzun öykü tadından.  Bilim kurgu eserlerine karşı özel bir ilgim yok. Tanrıların Arabaları gibi kült kitapları bile okumadım bugüne kadar. Sir Arthur Charles Clarke'ın adını ise elbette biliyorum. Mimiti'nin arka kapağında Ayral'ın Clarke ile birlikte çekilmiş bir fotografı  yer alıyor. Kurgu ve zamanlar arası geçişler başarılı olsa bile olay örgüsünde bir takım sorunlar bulunuyor. Sorunlar, aslında benim tercihlerimle ilgili. Bu

Internet ve bilgisayar kullanım anketi

2015 yazı, soğuk ve karlı başkentte yeşili özleyenler için Öncelikle sizlere, siz kıymetli okurlara bir soru: Türkiye'de 16-74 yaş arasındaki insanların ne kadarı hayatında interneti HİÇ kullanmamıştır?  Veri paketli cep telefonları yaygınlaşırken, internet bağlantısı iş yerlerinde, evlerde ve okullarda hızlanırken, ülkemizde yaşayan 16-74 yaş aralığındaki insanların %45,2'i henüz internet ile tanışmamış. Kadınlarda bu oran %54,4 iken erkeklerde %36.  Facebook'ta paylaştım, viral oldu. Artık bambaşka bir ülke olacağız diye düşünüp düşünüp, sonra her seçimde hayal kırıklığına uğrayanlar. Başarısızlığınızın sebeplerinden birisi de bu olabilir :) Ülkenin yarısı, sizin ve elbette benim, yaptıklarımızdan, yazdıklarımızdan habersiz. Benim açımdan pek dert edinilecek bir istatistik değil bu. Sonuçta blogu çıkar beklentisi için yazmıyorum. Okunma sayılarını takip ediyorum, çünkü hangi tür yazılar daha ilgi çekici oluyor sorusunun yanıtı ilginç geliyor. Bir ara paylaşa

Hep Aranızda olacağım / Frederic Joliot Curie'nin Yaşamöyküsü / Güney GÖNENÇ

Biyografi yazmak gerçekten zor iş. Hele ele aldığınız kişi Joliot-Curie gibi nükleer fizik alanında çalışmalar yapmış, aynı zamanda ikinci dünya savaşında Nazi işgali altında Fransız Direniş Cephesi'nin başkanı, ardından Dünya Barış Konseyi'nin kurucusu ve başkanı olmuş çok yönlü bir kişiyse, herkesin ilgisini çekecek kadar akıcı bir dille biyografi yazmak daha da zor bir iş. Fizyon, füzyon gibi kavramları, konu hakkında önbilgisi sınırlı olan, ben bile anladım.  Eser, sadece Joliot-Curie'nin biyografisinden oluşmuyor. Daha doğru bir ifadeyle, biyografiyi yazarken, dönemden ve dönemin tartışmalarından da bahsediliyor. Dönem, dünyanın en zorlu dönemlerinden, iki savaş yılları. 1800'lerin sonu ve 1900'lerin başlarında doğanlar, iki savaşa da tanıklık etmiş. Elbette, yeterince yaşayabildilerse. Özellikle ikinci savaş, radyo aktivite konusunda yapılan çalışmaların sonuçlarının kullanımı bakımından önemli. Malum, ikinci savaşın sonunda ABD, Japonya'ya iki atom

EBU PTS 2016

2013, Aydın / Türkiye Kısaltmalar ile konuşmaya ben de alışıyorum. Başlıktaki kısaltmanın anlamına geçmeden kısaca bir anımı paylaşayım. Üniversite yıllarında, manyetik dersinin sınavında bir arkadaş PM nedir diye sordu, gözetmenlik yapan profesöre. Pek esprili bir hocaydı, kulakları çınlasın. Şimdi dedi, PM'in nerede kullanıldığına bağlı, ne anlama geldiği. Mesela, Prime Minister demek olabilir, ya da öğleden sonra anlamına gelebilir. Ancak, bu derste ve bahsettiğin soruda bu iki anlama da gelmiyor.   EBU, Avrupa Yayın Birliği; PTS ise Production (Üretim) Teknoloji Semineri kelimelerinin baş harfleri. EBU'nun her yıl düzenlediği ve yayıncılık dünyasının üretim kısmına ait güncel teknolojilerin tartışıldığı bir seminer. Tahmin edebileceğiniz üzere bugüne kadar EBU binasını görmüş değilim. Haliyle PTS'e de katılmadım.  Bununla birlikte, 26-28 Ocak 2016 tarihlerinde Cenevre'de düzenlenecek PTS'in programına bakıp, Avrupa'da yayıncılık dünyası neleri taki

Evliliklerde Aynı Kısır Döngü / Semih Dikkatli

Psikiyatri uzmanlığı yapmış bir tıp doktoru Semih Dikkatli. Kitabın tam adı Evliliklerde Aynı Kısır Döngü Ben (Sahte Ben), Biz, Yine Ben, Hep Ben, Hep Ben. Karina Kitap'tan 2013 yılında ilk ve şimdilik tek baskısını yapmış eser, 154 sayfa.  Psikiyatri uzmanlığı yapmış isimlerin yazdığı benzer kitapları severek okudum / okuyorum. Kişisel deneyimlerini de katarak, ilişkiler konusunda yaşanmışlıkları, akıcı bir dil ile kağıda dökmek herkesin harcı değil.  Dikkatli'nin eseri, bir kaç bölümden oluşuyor. İlk bölümde erkeğin hayata ve evliliğe dair tespitleri yer alıyor. Kadının deneyimlerini, çocukluğa ait deneyim aktarımları izliyor. Bölümler arasında Dikkatli'nin yorumlarına yer verilmiş eserde.  Dil, daha özenli seçilse daha başarılı bir eser olabilirdi. Özellikle erkeğin anlatımlarında sokak ağzından uzak durulmasını tercih ederdim. 

Burcu Babaç söyleşisi

Hep yazıyorum, 2015 pek bir değişik geçti benim için. Senenin başı ile sonu arasındaki Özgür'lerin birbiriyle yakından uzaktan ilgisi yok. Bu büyük değişikliğe sürpriz haberler sebep oldu. Sağlık durumumla ilgili öğrendiklerim, hayata bakışımı, hayata bakışım, günlerimi nasıl geçirdiğimi değiştirdi. Bir başka değişiklik, kendimi kabullenişim ile ilgili.  Bu fotografı 2014'te Paris yakınlarında bir doğa parkında çekmiştim. Biraz dikkatli bakınca uzaktaki geyikleri görebilirsiniz. Aslında hayat da böyle bir şey. Yaşamımızda dikkat etmeden geçtiğimiz ne kadar çok şey var aslında. Bu yolda, sevgili dönem arkadaşım Burcu Babaç'ın büyük katkısı var. Bu söyleşi, hem Burcu'nun yaptığı işleri tanıtmak hem de sizlere de farkındalığınızı arttırabileceğinizi söylemek adına yapıldı. 1. Bu dört soruluk e-söyleşilerimin ilk ve son sorusu klasikleşti aslında. İlk sorularım hep kendini tanıtmakla ilgili. Ancak, zaten tanıdıklarıma biraz farklı yöneltiyorum soruyu. Şöyle ki

Netflix neyi, nasıl ve neden değiştirecek?

Tadilat öncesi Erzurum Oteli Ankara Bir önceki yazıda bıraktığım yerden başlayayım istedim. Bu kez doğru başlıkla :) Bu yazıdan önce de okumanızı salık vereceğim bir yazı dizim var. Bu konuyu önemsiyorum ve umarım akademik bir makale haline de getirebilirim. Konumuz, İngilizce adıyla "value chain". Ben "değer zinciri" diye kelime kelime tercüme ettim. Belki sektörde farklı bir tabir kullanılıyordur. Burada, eski yazımı tekrarlamak istemiyorum, bu yüzden Televizyon Dünyasında Değişen İş Modelleri 1 ve 2 yazılarımı okumanızı rica ediyorum. 2013 haziran, bildiniz gezi ayında, ben kelimenin gerçek anlamıyla gezerken, Londra'da yazmıştım.  Televizyon dünyasının temel oyuncusu televizyon kanallarıdır. Kamu hizmeti yayıncılarını değerlendirme dışında bırakırsak, finansman modeli olarak bir TV kanalının temel gelirleri bellidir: reklam, PayTV'den alınacak para, özel içerik üretiminin satışı ve diğer gelirler. Bu diğer gelirler kalemi ilginçtir, ona sonr

Netflix, ilk izlenimler

Leiden, Hollanda 2015 1998 yılından bu yana yayıncılık dünyasında mühendis olarak çalışıyorum. Sektörün farklı bölümlerinde görev yaptım. Bilgi teknolojileri bölümünde şebeke mühendisliği ilk projemdi. Ardından stüdyoda, rejide teknik yönetmenlik ve onu izleyen on iki yıl süresince araştırma - geliştirme mühendisliği. Son beş yıldır, neredeyse tamamını kendi bütçem ile karşıladığım seyahatler ve toplantılar, konferanslar... Sonunda, 2013 yılında bu yazımda blogda adını geçirdiğim Netflix hizmetine ülkemizden de erişebiliyoruz. Hepimize ve tüm sektöre hayırlı olsun. Öncelikle, çeşitli yerlerde okuduğum bir iki yanlış anlamayı düzelterek başlayayım. Bu yazımda, bilinenleri tekrardan kaçınacağım. Bu yüzden, yazı içerisinde bir çok bağlantı olacak. Kıymetli sektör çalışanı blog yazarlarının, çok sağlam yazıları var. Mutlaka okumalısınız eğer tüm süreci anlamak istiyorsanız. Benim yorumlarıma geçmeden bu bağlantıları sıralayayım: İlk bağlantı, kendime torpil geçeyim, kendi blog

Net olan tek şey: Netflix değiştirir

SOHO'da Karl MARX'ın kaldığı ev Sektör etkinliklerini 2011 yılından bu yana takip eden birisi olarak Netflix'in Türkiye pazarına girişini, uzunca bir süredir bekliyordum. 2013 yılında Londra ve Talin 'de takip ettiğim iki sempozyumda da en çok konuşulan konu Netflix'ti. Aslında Netflix ile ilgili ilk yazımı, Avrupa'da esen OTT rüzgarını değerlendirdiğim 2011 yılında yazmışım .  2013 yılında, televizyon yapımları için verilen ödülleri toplayan House of Cards da Netflix için üretilen bir içerikti. Belki haber bundan ibaret olsa, televizyon dünyası açısından çok önemli olmayabilir. Sonuçta Digitürk'ün platform kanalı için ürettirdiği Bir Erkek Bir Kadın adlı uyarlama da çok tuttu örneğin. Ancak House of Cards, TV pazarını ve işleyişini kökten sarsıcı özellikler taşıyordu. Öncelikle, yapımcıları dizideki ilişkiler ağının bir pilot bölümde anlatılamayacak kadar karmaşık olduğunu bu yüzden bir sezon için sipariş verilmesini istediler, pilot bölüm olmaksı

Yakınlık / Hanif Kureishi

106 sayfalık bir eser, bu kadar çarpıcı olabilir mi? Olabiliyormuş. Everest yayınlarının Dost Körpe çevirisiyle Mayıs 2006'da dilimize kazandırdığı eseri Kureyşi, 1998'da yayınlamış. Pakistan baba ve İngiliz anneye sahip Kureyşi'nin bu eseri, eser deyip duruyorum çünkü roman olarak kategorilendirilmiş olan Yakınlık bence novella türünde, sinema filmi olarak da uyarlanmış. Hatta sinema filmi, Venedik festivalinde büyük ödül kazanmış.  Konu, Londra'da yaşayan, iyi kazanan, iki oğlu ve partneriyle birlikte "sıkıcı", "bezdirici tek düzelikte", "kendisini boğan" bir hayattansa sevgilisi ile "özgürlüğü" seçmeye karar vermiş hedonist adamın evi ve ailesini terk etme sürecini, hatta gününü anlatıyor.  Yazının devamını, kitabı henüz okumamış olanları önermem. Okumanın heyecanını kaçıracağını düşünebilirsiniz. 

Ölmeye Yatmak / Adalet Ağaoğlu

Ölmeye Yatmak, Adalet Ağaoğlu 'ndan okuduğum altıncı eser ve üçüncü roman. Aslına bakarsanız, Adalet Ağaoğlu demek, biraz da Dar Zamanlar demek. Dar Zamanlar ise Ölmeye Yatmak ile başlayan bir roman dizisi. 1973 yılında yayınlanan Ölmeye Yatmak, 1968-71 yılları arasında yazılmış.  Roman tekniği üzerinde epey düşünen bir yazar Ağaoğlu. Anlatıcının herşeyi bildiği tarzın dışında teknikler denemek konusunda cesur. Ruh Üşümesi , bu anlamda çok başarılıdır meselâ. Ölmeye Yatmak'ta asıl anlatıcı, romanın kahramanı da olan Aysel olsa bile farklı anlatıcılarda söze karışıyor. Kimi zaman mektuplarıyla, kimi zaman gazete haberleriyle. 1938 ile başlıyor roman, kurucu liderin ölümünün ardından milli şef döneminin başkenti mekan olarak seçilmiş. Karakterler, başkente yakın bir ilçenin çocukları. Farklı sosyal katmanların temsilcileri çocuklar. Kaymakamın çocuğu da var aralarında, esnafın çocuğu da, köylünün çocuğu da. Hepsinin ortak amacı makus talihlerini yenmek bir yerde. Kaymakamın,