Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Şarap ve Din, Jean-Robert Pitte

Kitabın adına bakıp güncel tartışmalarla bir ilgisi olduğunu düşünenler için baştan söyleyeyim, doğrudan ilgi kurmak pek anlamlı değil. Toplam 10 kısa makaleden oluşuyor Jean-Robert Pitte'nin yazdığı ve Esra Özdoğan'ın çevirdiği kitap. Şarabın, daha doğrusu alkollü içkinin, din ile ilişkisi değerlendiriliyor her bir makalede. Üzümden yapılan şarabın yanı sıra arpa/buğday/pirinçten yapılan biralar, hurma şarabı gibi farklı içkilerin yıllar boyu toplumların yaşamlarındaki etkileri inceleniyor. İlginç bilgiler var makalelerde. Bir tanesini bu nota aktarayım:  "...Champagne'daki Benedikten Hauviller Manastırı'nın kilercisi Dom Perignon'un adı bu konuda son derece yetenekli bir keşiş olarak tarihe geçmiştir. XIV. Louis'nin çağdaşı olan Dom Perignon, olabilecek en iyi şampanyayı üretmek için farklı bağlardan gelen üzümleri bir arada kullanma tekniğinin geliştirilmesine katkıda bulunmuştur..." Günümüzde şişesi epey bir liraya satılan Don Perignon marka...

Radyo dünyasında teknolojik gelişmeler (yazı henüz tamamlanmadı!!!)

Yayın sektöründe çalışan bir ar-ge mühendisiyim. Yeni yayın teknolojileri, özellikle etkileşimli televizyon temel araştırma alanım. Bu konuyla ilgili çeşitli sunumlar, dergi makaleleri, yüksek lisans bitirme projesi hazırladım. Televizyondaki yenilikler heyecan verici ve bir kısmı ülkemizde de başarı ile uygulanmakta. Sayısal uydu yayıncılığı ve sayısal uydu platform işletmeciliği yıllardır sürüyor. Sayısal kablo yayıncılığı yakın sayılabilecek bir tarihte Türksat tarafından sunulmaya başlandı. Sayısal karasal yayıncılığa ilişkin denemeler yapıldı. IPTV, TTNet tarafından sunuldu/sunulacak. Etkileşimli televizyon uygulama örneklerini sayısal uydu paltformunda görebiliyoruz. Televizyon sektörü teknolojik yenilikleri, biraz gecikmeli de olsa, takip ediyor. Ancak ülkemizde televizyondan daha eski, daha köklü olan radyo yayıncılığı için aynı tespiti yapamıyoruz. Bu yazıda Avrupa'da radyo yayıncılığının geleceğine ilişkin tartışılan konulardan bahsetmek istiyorum.  Sürekli ilk radyo yayı...

televizyon izlemek ya da...

Nancy Andreasen'in Yaratıcı Beyin kitabını okuduktan sonra insan beyninin gelişimini her yaşta sürdürebildiğini öğrendim. Kitapta Londra taksi sürücüleri, senfoni orkestralarında çalan sanatçılar üzerinde yapılan araştırmalara yer verilmiş. Teknoloji bu kadar gelişmemişken, navigasyon cihazları henüz yaygın değilken, Londra'da taksi kullanmak öyle her babayiğidin harcı değilmiş. Yolları, deyim yerindeyse avucunun içi gibi bilmen beklenirmiş. En kısa yol, yoğun saatlerde en işlek yol bilgilerini edinmeden taksi kullanma hakkı kazanılmazmış. Bu bilgilere sahip taksi sürücüleri üzerinde yapılan çalışmalar, diğer insanlarla kıyaslandığında beynin kimi bölgelerindeki bağlantıların arttığını göstermiş. Şimdi hangi bölgeler olduğunu hatırlamıyorum, merak edenler kitabı edinip öğrenebilir. Senfoni orkestrasında çalanlarda da benzer durum gözlenmiş. Hem farklı bir alfabe olarak nitelendirilebilecek notayı okumak, hem kendi çaldığını dinlemek, hem şefin hareketlerini izlemek bir yandan ...

yakında blogda

Madem yayın sektörünün bir çalışanıyım yayıncılığın olmazsa olmazlarını kullanayım. Azz sonnra :) Yakında blog sayfasında görecekleriniz: Ankara'nın yeni ve özel/güzel mekanlarından birisi hakkında yorum, Radyonun geleceğine yönelik tahminleri derleyen teknik ağırlıklı bir yazı, Ülkemizin canavarlaştırılan sorunlarından birisi için Avrupa'da yıllardır uygulanan teknolojiyi tanıtıcı bir yazı, İlişkiler etiketli enteresan bir yazı... Azzz sonra ama peki ne kadar sonra? Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın...

Bir Siyah Saçlı Kadının Gezi Notları, Buket Uzuner

Sahaf gezmeyi oldum olası sevmişimdir. İstanbul'daki kadar fazla olmasa bile başkentimizde de sahaflar var. Nerede diye soranlar için bildiğim bir kaç adresi paylaşayım. Adreslerin tümü Kızılay civarında. K aranfil sokakta Birlik pasajı, Kızılay Sümer sokak-İzmir caddesinde Moda Çarşısının alt katı, İzmir caddesi-Atatürk bulvarında Kocabeyoğlu pasajının alt katı, Zafer çarşısının alt katı.  Bir sahaf gezmesi sırasında rafta diğer kitapların arasına sıkışmış halde gördüm Uzuner'in gezi notlarını. 14 öykü ve 7 mektup var, Uzuner'in akıcı dilini sevenler için bir oturuşta okuyacağı kitapta. Elimdeki 7. baskı Ağustos 1994'te çıkmış Gür yayınlarından. İlk baskı 1989 yılına ait. Kitabın adına bakıp içindeki öykülerin, sadece gezi notlarından oluştuğunu düşünmeyin. Siyah saçlı birisinin kuzey ülkelerinde gördüğü ayrımcılıktan, cinsel özgürlüğe, yabancı olmaktan, Cezayir'in yaşadığı dönüşümlere kadar bir çok konu gezi notlarına karışmış. Öykülerin gezi notunun ötesine ...

Serdar Turgut'un yazısından

Blog sayfamda çok nadir yaptığım bir şey köşe yazılarının bağlantılarını yayınlamak. Ancak gözden kaçırılmaması gereken birkaç yazı yayınladı Serdar Turgut geçtiğimiz hafta. Yazılar gözden kaçırılmayacak türden, ancak blogda paylaşmamın tek nedeni bu değil. Bir süredir üzerinde çalıştığım konuyla, televizyon sektöründeki gelişmelerle yakından ilgili olması. Özellikle 22 Ocak 2011 tarihli Beyaz Türk hayat tarzı değişmeli başlıklı yazı, televizyon sektörünün nerelere doğru gelişeceğini işaret ediyor.  Turgut'un yazısında teknolojik terimler yok elbette. Televizyon out, alt başlıklı paragrafta özetlediği durumun teknolojik karşılığı OTT olarak kısaltılan Over-The-Top Television. Konuyu açıklamaya çalıştığım yazıyı anımsatayım ...

Kitap etiketli 100. yazı: Leyla AÇBA, Bir Çerkes Prensesinin Harem Hatıraları / Harun Açba

Baştan itiraf edeyim. Her ne kadar blog sayfama reklam falan almamış olsam bile okunma sayısını takip ediyorum. Okunmak, yorumlanmak, takip edilmek sanırım tüm blog yazarlarını mutlu ediyor. Güncel haberlere ilişkin blogumda bir şeyler yer alıyorsa o dönemde okunma sayısında ciddi artışlar oluyor. Göksu Restaurant gibi Ankara'nın beğenilen mekanlarından birisine ilişkin ilk sayılabilecek yazılardan birisini yazmış olmam blog sayfama ulaşılma nedenlerinin başında yer alıyor. Bu gerçekten hareketle bugünlerde gündemde olan bir konu hakkında zamanında alıp kütüphanede unuttuğum bir kitap, pazar akşamı keyfi oldu. Leyla Açba, son Osmanlı padişahı Sultan Vahideddin'in ilk eşi olan Emine Nazikeda Kadınefendi'nin 5. nedimesi olarak 1919-1924 yılları arasında saray görevinde bulunmuş bir Çerkes prensesiymiş. Sarayda yaşadıklarına ilişkin hatıralarını kaleme alan ender kişilerden birisiymiş. Leyla Saz, Safiye Ünüvar ve Prenses Ayşe Osmanoğlu dışında hatıralarını kaleme alan yok...

geçen ay en çok okunan 10 yazı

Göksu Restaurant

Özellikle öğlen saatlerinde Kızılay, Sakarya civarında düzgün yemek yiyeceğiniz bir yer arıyorsanız en doğru seçim Göksu Restaurant olacaktır. Meşhur Otlangaç'ın karşısına denk düşen mekan, hızlı ve özenli servisi, lezzetli ve fahiş olmayan fiyatları ile bölge insanlarının gönlünde çoktan taht kurmuş. Öğle saatlerindeki kalabalığa karşın hızlı ve özenli servisin sırrı yeterli sayıda personel çalıştırmak olsa gerek. Yemeklerinde etsiz çeşitlerinin az oluşu dışında kusuru yok denebilir. Akşam servisini hiç denemedim, ancak akşamları Sakarya'ya gidenlere fazla hitabetmeyebilir. Afiyet olsun. GÖKSU RESTAURANT Bayındır Sokak No: 22 / A Kızılay - ANKARA tel 312 431 47 27 - 431 22 19

Göksu Restaurant Nenehatun şubesi açıldı

ve beklenen gerçekleşti...Ankara'nın Sakarya caddesine açılan Bayındır sokakta yer alan Göksu, gönüllere taht kurdu. Gerek servisi, gerek yemeklerin lezzeti vazgeçilmezler arasına girdi. Mekanın Kızılay'ın göbeğindeki Sakarya caddesinde olması, kimilerini üzüyordu. Özellikle Kızılay'a hiç inmeyenler, kalabalığı sevmeyenler yukarılarda bir Göksu hayali kuruyordu. Uzun sürdü inşaat. Nenehatun caddesi ile Tahran caddesinin kesiştiği köşede yer alan binanın inşaatının neden bu kadar sürdüğünü pek anlamamıştım, düne kadar. Dışarıdan 4-5 kat görünen bina toplamda 10 katlıymış. Üstte 3 kat içkili restaurant (ki bu bölüm henüz açılmamış), girişte bekleme salonu ve bar-kütüphane, girişin altında işkembe ve kebapçı (ki bu bölüm hizmet vermeye başladı), işkembecinin altı tam kat mutfakmış, onun altında garaj-çamaşırhane ve en altta iki kat konferans salonu olarak düzenlenmiş öğrendiğime göre. İlk ziyaretime ait fotografları (binanın dıştan çekilmiş bir görüntüsü ve iştah açıcı) beğe...

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor. ...

Eski Maltepe pazarı eski yerinde yakında bizlerle...

Ankaralılar bilir, kot pantolondan araba teybine, ara musluğundan kuruyemişe ne ararsan bulabildiğin hem de uygun fiyata bulabildiğin bir pazar var(dı): Maltepe camisinin üst tarafından pazartesi dışında (o gün semt pazarı kurulurdu) her gün hizmet veren seyyar paravanlarla ayrılmış küçük dükkancıkların oluşturduğu bir pazardı. Bu pazarın bulunduğu araziye bir alışveriş merkezi yapıldı. Ankara'nın en ilginç mimarisine sahip olduğunu düşündüğüm Malltepe Park, eski pazar esnafının ahını almıştı. Sopalarla dövüle dövüle pazar yerinden atılan esnafın tutan ahı, Malltepe Park'ı iflas noktasına getirdi. Market, dükkanlar derken hayalet alış veriş merkezine dönüştü Malltepe Park. Sonunda alış veriş merkezi yönetimi eski (kendi deyimleriyle tarihi) maltepe pazarını Malltepe Park'ın içine taşımaya karar vermiş.  Bugünlerde hummalı bir çalışma sürüyor Malltepe Park'ta. Dükkanlar alçıpanla küçük dükkancıklara bölünüyor. Öğrendiğime göre şimdiden 70'ten fazla pazar esnafı taş...

Yapay zeka, blog yazıları

2004 yılından bu yana devam ediyorum blog yazmaya. Kişisel hayatımda da teknoloji dünyasında da bir çok değişiklik oldu bu süreçte. Zaman zaman ara verdim yazmaya. Blog yazmaya, Türkçe içerikleri çoğaltmak amacıyla başlamıştım. Bugün geldiğimiz noktada ise özgün içerikleri çoğaltmak gibi bir hedef ile devam ediyorum yazmaya.  Bir çok işin yapay zeka araçlarına yaptırıldığı günümüz dünyasında, özgün içerik bulmak zorlaşıyor. İlk başlarda heyecan verici görünen yapay zeka tarafından oluşturulan içerikler, bir noktadan sonra birbirinin kopyası hâline dönüşüyor. Büyük olasılıkla bu sorunu aşacak araçlar da çıkacaktır.  Farklı konularda, yapay tatlardan ari içeriklere ulaşmak isterseniz tek yapmanız gereken SadeceOzgur sayfasına ulaşmak. Bu yazıyla birlikte, bundan sonra yapay zeka destekli hiçbir içeriğin blog sayfamda yer almayacağını duyuruyorum. 

Yaylapınar (Sinekçiler) Köyü Nazilli tatili

Yazılacaklar birikti, bu gidişler birikmeye devam edecek. Üst üste gelince seyahatler, okunanlar, teknik gelişmeler böyle oluyor. Yavaş düzgündür, düzgün ise hızlı deyip başlayayım bir yerinden.  Geçtiğimiz haftanın 6 gecesini, Aydın'ın Nazilli ilçesinin, eski adıyla Sinekçiler, Yaylapınar köyünde geçirdik. Ne ben, ne de eşim Nazilli'li. Oralarda yaşayan akrabamız da yok. Peki nasıl oldu da bir köyde kaldık 6 gece. Pınar Kaftancıoğlu sayesinde. Kendisini büyük şehirlerde, özellikle İstanbul'da, yaşayan çocuk sahipleri tanıyacaktır. Ayşe Arman'ın söyleşisinden sonra tanıyanlar ve alış veriş yapanların sayısında ciddi artış olmuş. Siz tanımayanlardansanız İpek Hanım'ın Çiftliği'nin web sayfasına bakmanızı ve yazının geri kalanını sonra okumanızı öneririm.  Kaftancıoğlu, bana kalırsa ülkemiz için uygulanabilir bir kalkınma modeli oluşturmuş. Ülkemiz, her ne kadar son dönemlerde ihmal edilmiş olsa bile, bir tarım ülkesi. Tarıma elverişli topraklara ...

Bozkırdaki Gölgeler (Don Segundo Sombra) / Ricardo Güiraldes

Ricardo Güiraldes, Arjantin edebiyatının önemli isimlerinden birisiymiş. Don Segundo Sombra'yı, Can Yayınları'nın 1983 Ocak tarihli, Siren Tayla ve Vedat Tayyar Erdamar'ın çevirisiyle Bozkırdaki Gölgeler adıyla yayınladığı baskısından okudum. 235 sayfalık romanın sonunda Harriet de Onis'in makalesine yer verilmiş. Genel olarak Arjantin edebiyatı, özel olarak ise Güiraldes ve Son Segundo Sombra'ya dair ilginç bilgiler var makalede.  Romanın konusu Arjantin kırsalında bir gencin yetişkin olma yolundaki serüveni diye özetlenebilir. Kendisine rol model olarak Don Segundo Sombra adlı bir sığır çobanını seçtikten sonra yaşadıkları, düşündükleri ve dönüştüğü karakterini akıcı bir dille kaleme almış Güiraldes. 

Uykusuzluğun nedeni sıcaklar mı?

Başlıktaki soru dışında ne yazabilirim bilmiyorum. 02.20'de uyanık olduğum gece sayısı fazla değil. Kafam yastığa bir karış kaldığında uykuya dalmamla öğünürüm oysa.  Peki bu uykusuzluğun nedeni ne? Mevsim normallerinin üzerinde seyreden sıcaklık mı? İzlemeyi çoktan bıraktığım ama Google'ın "harika" algoritması nedeniyle maruz kalmaktan kurtulamadığım haberler mi? Yoksa, Yoks, Yok, Yo, Y.

23 Nisan depreminin ardından

1999 yılında yaşanılan büyük depremin üzerinden 26 sene geçmiş. O günden bu güne her sarsıntının ardından konuşanlar ve konuşulanlar neredeyse hiç değişmiyor. İstanbul'un depreme hazır olmadığı, kentsel dönüşümün olması gerektiği kadar hızlı ilerlemediği, toplanma alanlarının yetersizliği gibi bir çok eksiklikten bahsediliyor.  1999 Marmara depreminin üzerinden 26 yıl geçti. Aradan geçen yıllarda şehirler büyüdü, nüfus arttı, teknoloji ilerledi. Ancak her sarsıntının ardından dile getirilen endişeler neredeyse hiç değişmiyor. İstanbul’un olası büyük depreme hazırlıklı olup olmadığı, kentsel dönüşümün yeterince hızlı ilerleyip ilerlemediği ve toplanma alanlarının durumu hâlâ konuşulmaya devam ediyor. Dünkü Deprem ve Kitapçıda Yaşananlar Dünkü depremi kızımla birlikte bir AVM’deki kitapçıda yaşadık. Kahvelerimizi içiyor, etrafımızda 23 Nisan sevincini yaşayan çocukları izliyorduk. Ancak bir anda her şey değişti. Sarsıntı başladığında insanlar hızla dışarı çıkmaya çalıştı. Çocukl...

Boğaz'da erguvanlar

İstanbul’un baharı, erguvanların açmasıyla başlar. Boğaz’ın yamaçlarında, morun en güzel tonlarıyla süzülen bu ağaçlar, kente özgün bir hava katar. Erguvanlar, sadece doğanın değil, şehrin ruhunun da bir parçasıdır. Peki nedir bu erguvan? Erguvan ( Cercis siliquastrum ), Akdeniz iklimine özgü, ilkbaharda mor-pembe çiçekler açan bir ağaçtır. Anadolu'da yüzyıllardır bilinen bu ağaç, hem mitolojik hem de kültürel anlamda derin semboller taşır. İstanbul Boğazı çevresinde doğal olarak yetişen ender türlerden biridir. Erguvanın İstanbul’daki Yeri Erguvan, Bizans’tan Osmanlı’ya kadar pek çok dönemde İstanbul’da zarafetin ve geçiciliğin simgesi olmuştur. Rivayetlere göre Bizanslılar erguvanı imparatorlukla özdeşleştirirken, Osmanlı’da "erguvan cemiyetleri" adı verilen bahar eğlenceleri düzenlenirmiş. Osmanlı döneminde saray mensupları, Boğaz kıyılarındaki yalılarından erguvanların açmasını izler, bu manzarayı şiirlerle ölümsüzleştirirdi. Erguvan Nerelerde Görülür? ...