Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Kasım, 2004 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Tenedos (Kafe)

Ankara'da üniversite okuyup Tenedos'u bilmeyen var mıdır bilemiyorum. Ancak varsa çok şey kaçırdığını söyleyebilirim. Geçenlerde düşünüyorduk Tenedos ne zaman açıldı diye. Hesabettik, üniversite bitireli 9 yıl olmuş, ya bitirdiğim yıl açılmıştı ya da bir kaç yıl önce diye sonuçlandırmıştık düşüncemizi. Gerçekten de 10 yıl olmuş bu korunması, kollanması gereken mekan açılalı. Kızılırmak caddesi (sokaktı eskiden) ile Selanik caddesinin (bu da sokaktı) kesiştiği köşede, Kocatepe Cami'nin karşısında yer alan 2 katlı yer. Her daim çalan "dünya müziği" ile soslu keki ve şimdilerde her Cuma akşamı yapılan Caz Konseri ile "başka türlü bir şey" isteyenler için değişilmez kafe.İyi ki varsın. Hep varol. Tıpkı Kızılırmak sineması gibi.

İhtirasın Bedeli (Film)

İhtirasın Bedeli, Roberto Ando isimli İtalyan yönetmenin filmi de olsa, bence bir Fransız filmi. Gerek oyuncular gerek filmin dili ve elbetteki konusu "Fransız filmi" tanımına uygun. İlginç sayılabilecek konusu var filmin. Cenevre'nin güzelliklerini seyretmek keyif verici. özellikle ilk yarısında artan gerilim, güzellikler içerisinde orta yaş bunalımına düşmüş yazar, ne olduğu belirsiz ilişkiler merak uyandırıyor. Anna Mouglalis, daha önce gösterilen Novo filmindeki gibi bir rolde gene. Filmi izlememiş olanlara, Tinto Brass filmlerindeki oyuncuları düşünmesini öneriyorum. O da kim diyenlere ise söylenecek sözüm yok. ;) Yunan ve Fransız ortak yapımı olan Fransız oyuncu daha önce modellik de yapmış. Bu günlerde gidilebilecek iyi filmlerden birisi.

Beyaz & Beyaz Restaurant

Bu sayfalarda çeşitli konulardaki görüşlerimi açıklıyorum. Bu kapsamda Ankara'daki farklı mekanları da tanıtmaya çalışacağım. Ankara'da, bilen bilir, değişik hizmetlerin sunulduğu mekanlar kısıtlıdır. Beyaz & Beyaz bunlar arasında farklılık yaratan bir yer. Fiyatlar ucuz, hizmet kaliteli, mekan iyi döşenmiş. Tüm bunların yanı sıra en güzel yanı, Pazar akşamlı dışında, her akşam canlı Latin ve Caz müziği yapıyorlar. Salonda piyano var. Genelde opera sanatçılarından oluşan müdavimler, kendileri söyleyip kendileri eğleniyor. Bu arada bu tür müziği sevenler de mest oluyor. Mekanın telefonu ne yazık ki yanımda yok. Ancak yerin tarifi çok kolay. Selanik caddesi'nde Metropol sinemasının hemen yanı. Eskiden Black 8 isimli kafenin olduğu yer. Mekan ile ilgili yorumlarınızı bekliyorum.

Memleketimden İnsan Manzaraları (Tiyatro)

Ankara Sanat Tiyatroso (AST), yıllardır değişmeyen çizgisiyle, Ankara'lı sanatseverlerin çok iyi bildiği özel tiyatrodur. Geçen yıldan beri oynamakta olduğu ve artık yalnızca Pazar günleri 15.30'da oynayacağı, Nazım Hikmet'in Memleketimden İnsan Manzaraları isimli eseri izledim dün. TRT Haber-Sen için özel gösterimdi. Salonu dolduran 350'ye yakın arkadaş ile oyun izlemenin tadı başka oluyor. Hele yanımda 80 yaşını aşmış, hayatında ilk kez tiyatroya giden babaannem olunca daha da keyifli oldu. Oyun, ikinci dünya savaşı yıllarında geçiyor. Konusu, adı ile aynı: memleketten insan manzaraları. İşin ilginci, yazılalı 60-70 yıl olmuş ama halen güncelliğini koruyan bir oyun. İkinci dünya savaşı yerine Irak savaşını, Almanya yerine Amerika'yı koyun alın size çok güncel bir oyun. İnsanlardaki "işsiz kalma korkusu"nun devamı da, 1989 sonrası, kimi "uzman"ların "tarihin sonunun geldiği" safsatasının geçersizliğinin kanıtıdır. Ezilen, sömürülen in...

"Kayıp Romanlar" Vedat TÜRKALİ

Büyük usta Türkali ile tanışmam "Bir Gün Tek Başına" ile olmuştu. O kadar derinden etkilenmiştim ki, diğer kitaplarını da, deyim yerindeyse, bir solukta okudum. Mavi Karanlık, Yeşil Çam Dedikleri Türkiye ve Tek Kişilik Ölüm romanlarını okuduktan sonra bir süre beklemem gerekti. 1999 yılında çıkan Güven'i halen okuyamadım. Kayıp Romanlar'ı okurken bir sonra okuyacağım kitabı da biliyordum: Güven. Türk romancılığında saygın bir yeri olan Türkali, son romanında da aynı akıcı dili kullanmış. 1919 doğumlu olan yazar, yaşamını büyük sıkıntılar içerisinde geçirmiş. Bir süre Londra'da yaşamak zorunda kalmış. Kayıp Romanlar, Güven'de bıraktığı yerden başlıyor. Türk siyasi yaşamını romanlarının arka fonu olarak kullanan yazar, bu özelliğini korumuş. 1990 yıllarda, SSCB dağıldıktan sonra, Türk solunun yaptığı özeleştiriler, Ermeni ve Kürt sorununa yaklaşımlar derinlemesine analizlerle anlatılmış. Özellikle Stalin ile ilgili net tespitler yapılmış. Türkiye'nin yakı...

Nathalie, film filmYorum

Nathalie Fransa-İspanya ortak yapımı bir film. Sıkıcı Fransız filmlerinden değil. Sürükleyici bir hikayesi, Emmanuelle Beart gibi afet bir başrol oyuncusu var. Konusu da ilginç. "Hemen hemen hiç erotik görüntü kullanmadan yalnız sözcüklerle ne kadar erotik bir öykü oluşturulabilir?" sorusunun yanıtı için görülmeye değer. İzleyicilerin çoğunluğunu erkekler oluştursa da film Tinto Brass filmleri gibi değil. Afişine aldanıp giderseniz hayal kırıklığı yaşarsınız. Ben sonunu fazla beğenmedim. Bir de kafama takılan bir soru vardı filmden sonra Avrupa'daki evliliklerle ilgili. Ancak filmin sonu hakkında bilgi vermemek için ne yazık ki sizlerle paylaşamayacağım soruyu.

Fenerbahçe maçı sonrası

Ne yalan yazayım sonucun böyle olacağını tahmin ediyordum. Bir kent düşünün ki tüm herşeyini futbol üzerine kurmuş olsun. Futbolu sadece bir spor olarak görmeyen bir ülkede küçük bir Anadolu kentinde hayat futbol üzerinden akıyorsa o kentin çocuklarının kendi seyircisi önünde oynaması mı daha güç yoksa dış sahada mı? Trabzon'un ve Trabzonspor'un sorunu, Türkiye'de futbola bakışın değişmeden çözülemez. Zamanında Hami Mandıralı'nın bir açıklaması vardı. Gol kaçırınca sokağa çıkamıyorum diye. Bir dönem İspanya'da oynayan Tayfun ile Nihat kaybettikleri bir maç sonrası dışarıda yemek yiyorlarmış Sen Sabastiyan'da. Taraftarlar hesaplarını ödemiş. "önemli değil bir dahakine kazanırsınız" demişler. İnsanların futbola bakışı sakat Türkiye'de. Birey olamamış insanlardan oluşuyor ülkemiz ne yazık ki. Durum böyle olunca "aidiyet" çok önemli oluyor. Memleket, okul, meslek, takım bunlarla kişiler bir yerlere ait olma gereksinimlerini karşılıyor. Transf...

Sevda Dolu Bir Yaz, tiyatroyorum

Ankara'nın orta yerinde, Ulus'ta, Oda Tiyatrosu'nda sergileniyor oyun. Tek perdelik 1 saat 20 dakika süren duygu seli. Füruzan'nın yazdığı oyunu Vacide Öksüzcü oynuyor. Rejide de kendisi var. 1950'li yıllarda, İstanbul'da zengin ve "soylu" bir ailenin, ya da eşyayı adıyla çağırırsak İstanbul Burjuvası'ndan bir ailenin hayatını küçük bir kız çocuğunun gözüye anlatıyor oyun. Annenin kişiliksiz oğlu üzerindeki hakimiyeti, oğlunun küçük yaşta sınıfından olmayan bir kız ile yaşadığı ilişkiden olma çocuğundan dinliyoruz öyküyü. Oldukça etkileyici bir oyun. Oyuna gitmeyi düşünürseniz unutmayın ki Oda Tiyatrosu'nda oyunlar saat 18.30'da başlıyor. 20'de giderseniz oyun çıkışını görebilirsiniz ancak. İki paket sigara parasına bu keyfi yaşatan herkese binlerce kez teşekkürler...

Schubert ve Şevki Bey, tiyatroYorum

Son dönemlerde izlediğim en iyi oyunlardan birisi olan, Schubert ve Şevki Bey, Ankara Devlet Tiyatrosu Yeni Sahne'de sahneleniyor. Ali İhsan Kaleci yazmış, Mustafa Avkıran yönetmiş. Elvin Beşikçioğlu, Ünsal Coşar, akrabalığım yok yazı tamamen tarafsız yazılmıştır :) ve Harun Özer oynuyor. Piyanoyu ise A.N. Nihan Turnagöl çalıyor. Tiyatro programında oyun ile ilgili tanıtım yazısında "Bir hasret yolculuğu...İnsan, hayatın her anında bir kış yolculuğunun önündedir ve her zaman bu yolculuğa hazırlıksız, çırılçıplak..." diye yazılmış. Ölümlü dünyada yaşayıp "ölümsüzlüğe" ulaşmış ve 31 yaşındayken ölmüş, iki bestecinin hayatından yola çıkarak hayat, ölüm, sanat, sanatçı gibi konularda düşünmeye zorlayan bir oyun. Hayatta asıl yapmak istediği ile uğraşmayı hep erteleyenler için daha da düşündürücü bir oyun. Schubert'in ve Şevki Bey'in etrafındakilerle olan diyaloglarının her biri hayat dersi gibi. Oyunun sahnelenişi de oldukça başarılı. 3 oyuncu ile bir çok fa...

Fenerbahçe-Trabzonspor maçı öncesi

Yıllardır Trabzonspor'u tutarım. Son şampiyon olduğumuzda 10 yaşındaydım. Demek ki 20 yıldır şampiyonluğa hasret bir takımı, 20 yıldır hiç azalmayan bir sevgiyle destekliyorum. Hangi takımı tutuyorsun sorusunun ardından hep, Trabzon'un neresinden, sorusu sorulur bana. Genel kanıdır Trabzonspor'u tutan Trabzonludur mutlaka. Oysa Trabzon'a bir kez gitmiş bir Erzincan'lıyım. Takımı tutmaya başlamam da gidişimden yıllar öncesiydi. Bu haftasonu belki de yıllardır süren hasretin bitmesine bir adım daha yaklaşacağız. Sonuç ne olursa olsun öncelikle futbol güzel olsun. Olaysız, küfürsüz bir maç olsun. Her iki tarafa da bol şans. Biraz klasik olacak belki ama; "iyi oynayan kazansın".

geçen haftanın en çok okunan 10 yazısı

Göksu Restaurant Nenehatun şubesi açıldı

ve beklenen gerçekleşti...Ankara'nın Sakarya caddesine açılan Bayındır sokakta yer alan Göksu, gönüllere taht kurdu. Gerek servisi, gerek yemeklerin lezzeti vazgeçilmezler arasına girdi. Mekanın Kızılay'ın göbeğindeki Sakarya caddesinde olması, kimilerini üzüyordu. Özellikle Kızılay'a hiç inmeyenler, kalabalığı sevmeyenler yukarılarda bir Göksu hayali kuruyordu. Uzun sürdü inşaat. Nenehatun caddesi ile Tahran caddesinin kesiştiği köşede yer alan binanın inşaatının neden bu kadar sürdüğünü pek anlamamıştım, düne kadar. Dışarıdan 4-5 kat görünen bina toplamda 10 katlıymış. Üstte 3 kat içkili restaurant (ki bu bölüm henüz açılmamış), girişte bekleme salonu ve bar-kütüphane, girişin altında işkembe ve kebapçı (ki bu bölüm hizmet vermeye başladı), işkembecinin altı tam kat mutfakmış, onun altında garaj-çamaşırhane ve en altta iki kat konferans salonu olarak düzenlenmiş öğrendiğime göre. İlk ziyaretime ait fotografları (binanın dıştan çekilmiş bir görüntüsü ve iştah açıcı) beğe...

e-imza

Elektronik imza sempozyumu vardı geçtiğimiz hafta Ankara'da. Gazi Üniversitesi ile Telekomünikasyon Kurumu (TK) ortaklaşa düzenlemişler sempozyumu. Birbirinden ilginç deneyimler paylaşıldı iki gün boyunca. Görünen o ki e-imza ile ilgili temel sorun ne teknik, ne yasal. Sorun biraz yumurta tavuk sarmalı gibi. Yani uygulama olmadığı için e-imza almıyor kimse, e-imza yaygın olmadığı için uygulamalar yaygınlaşmıyor (özellikle bankacılık ve finans sektöründe). Bu sarmal nasıl kırılır? Bir başlangıç uygulaması bulmak gerekiyor. Sempozyumda dile getirilmeyen bir ilginç fırsat DVB-T ile birlikte satın alınması gerekecek Set Üstü Kutularla akıllı kartların okunabilecek olduğu gerçeği. Eğer doğru kutular ve konfigürasyon seçimi yapılırsa ve e-devlet uygulamalarının bir kısmı DVB-T platformuna taşınırsa beklenmedik bir hızla e-imzanın yaygınlaşması sağlanabilir. Bu konuda İtalya örneğinin iyi incelenmesi gerekiyor.

İmparator / Erol Toy

Sanayi, Sermaye ve Bir Roman: Fehmi Çok’un Hikâyesi Senelerdir okumayı ertelediğim bir romanı, İmparator 'u nihayet bitirdim. Erol Toy’un kaleme aldığı ve Fehmi Çok’un hikâyesini anlatan bu roman, evimizin kütüphanesinde hep bir köşede duruyordu aslında. Ancak taşınmalar, şehir değişiklikleri derken o kopyayı bulmak yerine, mahalle kütüphanesinden Doğu Kitabevi 'nin 3. baskısını ödünç almak daha kolay geldi. Roman, 1920 yılında, Büyük Millet Meclisi’nin açılmasından hemen öncesiyle başlayıp, 1971 muhtırasına kadar geçen tam 51 yılı kapsıyor. Bu yarım asırlık dönemi, sanayici Fehmi Çok’un gözünden izliyoruz. Erol Toy, yerli sermayenin nasıl biriktiğini, konuya yabancı okurun da anlayacağı biçimde basitleştirerek aktarmış. Bu, romanı öğretici kılsa da kimi bölümlerde teknik ayrıntılar ağırlık kazanmış. Siyasetle iç içe geçmiş sanayi dünyası, roman boyunca gözler önünde. Ülkenin büyük iş insanlarının, daha fazla kâr uğruna siyaseti nasıl şekillendirdiği a...

Sayısal karasal radyo üzerine uçuşan fikirler

Zaman zaman umutsuzluğa kapılıyorum. Araştır, oku, yaz, konuş, anlat...  Hepsi boş geliyor.  Okuyan yok, soran yok, dinleyen yok...  Sonra en azından " üzerime düşeni yaptım " diyebilmek adına devam etmem gerek diyorum. Kısa ve muhtemelen gereksiz girişin ardından buyurun : Konuyu takip edenlerin bildiği üzere Avrupa'nın kimi ülkelerinde 20 senedir süren bir "sayısal karasal radyo" macerası var. Teknik ayrıntısı çok olsa da işin özü kısa ve net: FM bandında büyük kentlerde bir sıkışıklık olduğu iddiası var. Aslında sonsuz bir kaynak olmayan frekansın "dolması" son derece doğal bir süreç.  88 - 108 MHz aralığında, birbirini rahatsız etmeyecek şekilde dizildiğinde 50-52 adet radyo istasyonu olabiliyor. Büyük kentlerde bu sayının aşılması durumda, ki bugün için İstanbul'da 100'ün üzerinde FM radyo istasyonu yayın yapmaya çalışıyor, işler karışıyor. Sayısal karasal radyo, temelde bu sorunu çözmeyi vaadediyor. Yayıncı için daha az ele...

Yaylapınar (Sinekçiler) Köyü Nazilli tatili

Yazılacaklar birikti, bu gidişler birikmeye devam edecek. Üst üste gelince seyahatler, okunanlar, teknik gelişmeler böyle oluyor. Yavaş düzgündür, düzgün ise hızlı deyip başlayayım bir yerinden.  Geçtiğimiz haftanın 6 gecesini, Aydın'ın Nazilli ilçesinin, eski adıyla Sinekçiler, Yaylapınar köyünde geçirdik. Ne ben, ne de eşim Nazilli'li. Oralarda yaşayan akrabamız da yok. Peki nasıl oldu da bir köyde kaldık 6 gece. Pınar Kaftancıoğlu sayesinde. Kendisini büyük şehirlerde, özellikle İstanbul'da, yaşayan çocuk sahipleri tanıyacaktır. Ayşe Arman'ın söyleşisinden sonra tanıyanlar ve alış veriş yapanların sayısında ciddi artış olmuş. Siz tanımayanlardansanız İpek Hanım'ın Çiftliği'nin web sayfasına bakmanızı ve yazının geri kalanını sonra okumanızı öneririm.  Kaftancıoğlu, bana kalırsa ülkemiz için uygulanabilir bir kalkınma modeli oluşturmuş. Ülkemiz, her ne kadar son dönemlerde ihmal edilmiş olsa bile, bir tarım ülkesi. Tarıma elverişli topraklara ...

Ulus Heykelden Kaleye yürümek

Epey zaman önce bloga bir yazı yazmıştım . Heykelden kaleye yürüyüş boyunca görülmesi gereken yerlerden bahsetmiş ve ilk fırsatta bu güzergâhı fotograflayacağıma söz vermiştim. Kısmet bu sabahaymış.  Pazar sabahı saat 7.30'da Ulus Heykelde kimsecikler olmuyor. Hele bir de bayramın son günü olunca, Ulus güvercinlere kalıyor. Heykelin olduğu meydanda ne Mişmiş kalmış ne Evrensel kitabevi. Sanırım buradaki binalar yıkılacak. Dükkanlar boşaltılmış.  Dükkanların arasından yukarı doğru çıkan merdivenlerle kaleye doğru yolculuğumuza başlıyoruz.  Bu merdivenlerle ulaşacağımız yer, Seyran dolmuşlarının ilk hareket noktasından kalktıktan sonra geçtikleri cadde. Merdivenlerin sonunda, solunuzda kapalı otopark kalıyor. O tarafa doğru dönüp baktığınızda Ankara Valiliği'nin olduğu bölgeyi göreceksiniz. O bölgeyi ve Hacı Bayram Camii'sini başka bir geziye bıraktım. Yoksa yazı çok uzayacaktı. Merak etmeyin, bu kez fotograflarını çektim bile. Aslında Çankırı c...

Batılının Ölüm Karşısında Tavırları / Philippe Aries

Ölüm, düşündükçe içinden çıkılmaz bir hal alan kavram. Eğer din inancınız yoksa hele iyice kavranması, kabullenilmesi zor bir durum. Bu durumu, dünya üzerinde deneyimlediğimiz diğer durumlardan ayıran temel farklılık ise kendi ölümümüzü yaşadığımızda, aslında yaşamıyor oluşumuz. Başkasının ölümünü görüp, ölünün ardından yaşanılanlar ile ilgili bilgi ve deneyimimiz var sadece. Tarih boyunca da ölümün kavranışı ve kabullenişi değişiklikler göstermiş. Bugün bildiğimiz mezarlıklar mesela, tarih içerisinde bir dönem ortadan kaybolmuş. İnsanlar, mezar taşları bile olmadan gömülmüş. Günümüzde Amerika'daki cenaze törenleri ve kimi ülkelerde ölülerin yakılarak küllerinin savrulmaları, bugün de ölüm ve sonrasının algılanışında farklılıklar olduğunu gösteriyor.  İşin doğrusu Mehmet Ali Kılıçbay'ın çevirmekle kalmayıp açıklayıcı bir önsöz ve sonsöz ile zenginleştirdiği bu kitabı okuyana dek yukarıda yazdıklarımı fark etmiş değildim. Gece yayınlarından Ocak 1991'de ilk baskısını ya...

Göksu Restaurant

Özellikle öğlen saatlerinde Kızılay, Sakarya civarında düzgün yemek yiyeceğiniz bir yer arıyorsanız en doğru seçim Göksu Restaurant olacaktır. Meşhur Otlangaç'ın karşısına denk düşen mekan, hızlı ve özenli servisi, lezzetli ve fahiş olmayan fiyatları ile bölge insanlarının gönlünde çoktan taht kurmuş. Öğle saatlerindeki kalabalığa karşın hızlı ve özenli servisin sırrı yeterli sayıda personel çalıştırmak olsa gerek. Yemeklerinde etsiz çeşitlerinin az oluşu dışında kusuru yok denebilir. Akşam servisini hiç denemedim, ancak akşamları Sakarya'ya gidenlere fazla hitabetmeyebilir. Afiyet olsun. GÖKSU RESTAURANT Bayındır Sokak No: 22 / A Kızılay - ANKARA tel 312 431 47 27 - 431 22 19

Uyku İstasyonu / Nazlı Eray

Gerçekle düşün birbirine karıştığı; kahramanın Bursa'dan Paris'e, Sinop'tan Alanya'ya dolaştığı; geçmiş sorgulamaları, hayal kırıklıkları, hüzünler ve mutlulukların birbiriyle yarıştığı 160 sayfalık bir roman Uyku İstasyonu. Duraklarda, silik de olsa, Nazlı Eray'ın hayatına dair izler sezdim. Hangi izin hangi gerçekliğe işaret ettiğini edebiyat eleştirmenlerine bırakayım. İşin aslı, bulduğumu sandığım izlerin doğruluğundan da emin değilim. Ayrıca böylesi bir romanı okurken neden yazarın gerçek hayatıyla bağları düşünür insan sorusunu kendime not olarak ekleyeyim. Romanı tek oturuşta bitirdim. Elimden bırakmadan okumama neden olan şey sanırım büyülü atmosferdi. Bir sonraki sayfada ne olacağını tahmin bile edememenin gizeminin yanı sıra hikayenin gelişiminin neye işaret ettiğini çözmeye çalışmak da çok keyifliydi. Keyifli okumalar diliyorum. Sizler de görüşlerinizi paylaşmak isterseniz, yorum yazabilirsiniz. 

Durdu Usta Katmer Künefe / Ankara

fıstıkzade Seneler önce, Kumrular sokak üzerindeki küçük bir dükkânda yemiştim ilk katmerimi. Seksenli yılların ortaları olmalı. Aradan seneler geçti, katmerin ünü Gaziantep'i aşıp Ankara'ya ulaştı bir kez daha. Özellikle Emek ve Balgat'ta, bir çok mekân açıldı, katmer ve künefe üzerine.  Ülkemizin kimi yörelerinde, katmer, tava böreğine benzeyen, tuzlu bir yufka işiyken, Gaziantep'te, yağlı hamurdan açılan incecik yufkanın içine bol Antep fıstığı, şeker ve kaymaktan oluşan, tatlı bir yufka işi. Künefeyi anlatmaya gerek yok aslında, katmerden çok daha önceleri Ankara'da bir çok kebapçıda bulabildiğimiz, kadayıf ve peynirin lezzetli buluşması.  Durdu Usta , Ankara'da, eski adıyla Emek 8, yeni adıyla Bişkek caddesi üzerinde 181 numarada hizmet sunuyor. Mermer katmer tezgahı ve açık mutfağı ile lezzetleri, hazırlanırken izleyebiliyorsunuz. Geçenlerde mekânı ziyaret ettiğimizde fark ettim ki, menüyü oluşturan tatlıları ikiye ayırabilirsiniz: Kadayıf tabanlı...