Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

İnziva Diyalogları / Cengiz Türedi - Naim Kandemir

Kitabın tam adı İnziva Diyalogları Hayat Üzerine Konuşmalar. Nota Bene Yayınları'ndan çıkmış, benim okuduğum 2017 senesinde yapılmış ilk baskısıydı. Nehir söyleşiler, anılar, geçmiş değerlendirmeleri hep ilgimi çekiyor. Beni yakın tanıyanların tespitine göre tarih merakımın arkasında da bu tür kitaplara ilgimin arkasında da " dedikodu sever " olmam yatıyor. Dedikodu sevmez biri olarak, bu tespite katılmıyorum elbette :) İnziva Diyalogları, üzerime karabasan gibi çöken bir kitap. Tanıtım notlarına böyle bir paragrafla başlamak, bu yükü hafifleştirme çabası aslında. Cengiz Türedi ve Naim Kandemir, 78 kuşağından iki Mülkiyeli. Türedi, 3. sınıftayken akıl sağlığını yitirip tamamlayamamış üniversite eğitimini. Yıllar boyu, kitaptan okuduğuma göre hâlen, süren tedavilerle sağlığına kavuşmuş. Kandemir, Türedi'nin okuldan arkadaşı ve yoldaşı. İkilinin yaptığı telefon konuşmalarının deşifresinden oluşuyor kitap.  İki önsöz var, yazarların önsözlerinden başka. Biri Dr. S

zor bir yılı geride bırakırken

Bu yazı ile bir deneme döneminin de sonuna geldim. Blogda format değişikliğine gitmiştim bir süre önce. İki yana yaslamak yerine ortaya hizalı ve font olarak Verdana yerine Courier, son olarak tek fotograf... İtiraf ediyorum ki çok severek okuduğum öykülerle dolu, bir süreliğine sessizliği seçmiş bir blogdan "esinlenmiştim", siz kopyalamıştım diye de okuyabilirsiniz...  Neyse, denedim ve zor geldi öyle kısa kısa yazmak. Büyük/küçük harflere dikkat etmemek ve daha bir sürü şey... Eski iyidir, en azından daha fazla ben... 2018 neden zordu? Aslında aynı ülkede yaşıyorsak, sorunun yanıtını enaz benim kadar biliyorsunuz... Yok, bizce sorun yoktu, diyorsanız, yanlış bir yönlendirme ile gelmişsiniz bu adrese. Vakit kaybetmeyin boş yere... Kişisel gündem, sağlık, haberler, kayıplar, iş-güç... Hepsinin türlü zorlukları oldu sene boyu.  Bitsin artık dediğim çoktur.... Neyse ki bitecek bir kaç gün sonra. 2019 hedefleri diye bir şey yazmıştım bir kaç gün önce. O yazıyı

Paris / Mine G. Kırıkkanat

kitabın tam adı Paris Dünyanın En Romantik Kenti. Mine G. Kırıkkanat'ın çeşitli tarihlerde yazdıklarından derlenmiş bir kitap. Kırmızı Kedi'den Temmuz 2017'de ilk baskısını yapan eserin Eylül 2017 tarihli üçüncü baskısını okudum.  2014 yılında, bir seneliğine Paris'te yaşayacağımızı öğrendiğimde, adında Paris geçen kitapları edinmiştim. Kırıkkanat'ın kitabı yoktu bu seçimi yaptığımda. yazılarını Cumhuriyet gazetesinde ilgi ile takip ettiğim isimlerden birisi, hakkında fikir sahibi olduğum bir kenti yazınca, hiç düşünmeden alıp okudum.  bence Paris bir fil gibi, herkes tuttuğu yerini tarif ediyor.  kimi 3-5 günlüğüne tur ile gidip en turistlik yerlerini gezip, marka kafelerde oturup, " to do list "ine " check "ler atıp dönüyor ve Paris onun için " must see " bir yer oluyor.  kimi işçi olarak gitmiş, ailesine iyi bir gelecek sağlamayı amaç edinmiş. çocuklarının, ne kadar iyi eğitim alsalar da Fransa'nın vatandaşı olsalar da

2019 hedefleri

2019'da yapmayı istediklerimi yazdım bir kaç gün boyunca facebook'ta. burada onları bir araya toplayayım. malum, blogum facebook hesabımdan çok daha kalıcı... daha az kek/börek daha fazla spor yap bu bir istekten ziyâde zorunluluk. 2018'in son günlerine girerken tartıda gördüğüm kilo, tüm zamanların en fazlası olunca, önlem almam şart ne yazık ki. yoksa ne kek/börekten sıkıldım ne spor aşkım depreşti... daha çok oku daha az konuş her ikisini de çok seven birisi olarak birini tercih etmek durumunda kalmak hoş değil :) ancak, etraf gittikçe çoraklaşırken konuşmak, eskisi kadar keyif vermiyor. diyalogdan monologa dönüştü sohbetler çoğunlukla. en kötüsü, ortamda bilgi yerine fikir sahibi olanlarla konuşma çabası... daha az dırdır daha çok şükür et sahip olmam gerekirken, olamadıklarım konusunda çok dertlendim zamanında. hak ettiğimi düşündüklerim ile bana verilenler hiç denk olmadı. okumanın ve düşünmenin sonrasında, dırdır etmenin hiçbir şeye yaramadığını, sahip

teknoloji haberleri editörü eksikliği

her haber bülteninin sonunda " ekonomi ye dair notlar" bulmayı doğal karşılayan, dış politikayı ilgilendiren bir konuda uzman bir muhabirin yorumlarını bekleyen bizler, teknoloji ile ilgili haberler konusunda, ajansların ve/veya şirketlerin yayınladığı bilgilerle yetinmek zorunda kalıyoruz çoğu kez. çoğu kanalda, yetkin teknoloji haberleri editörü yok. oysa, teknolojiye meraklı, mühendislik eğitimi almış, haber diline hâkim insan bulmak zor değil :) en azından benim tanıdığım, bu işi yapmaya çok hevesli biri var.  adı lazım değil, baş harfi Ö :) Turkcell'in HotSpot ile ilgili son açıklaması üzerine yazayım dedim bunu. teknoloji haberleri editörünün olmaması, gerçekten çok önemli...

99 sayfada alzheimer, parkinson / Prof. Dr. Murat Emre - Didem Ünsal

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları'nca "kamuoyunun ilgisini çekebilecek konulardaki bilgi varlığını özet ve kolay okunur bir şekilde aktarmayı amaçlayan, konulu bir söyleşi dizisi" olarak tasarlanan " 99 sayfada " serisinden bir eser alzheimer ve parkinson. söyleşiyi gerçekleştiren Didem Ünsal , söyleşilen isim ise Prof. Dr. Murat Emre . Ünsal, sağlık haberleri konusunda uzmanlaşmış bir gazeteci; Emre Hoca ise hareket bozuklukları konusunda uzmanlaşmış bir nörolog. ilk baskısını 2006 senesinde yapan eserin, 2014 senesindeki 3. baskısını okudum. 99 sayfada serisi , tam da amaçladığı gibi, kolay okunulan, fazla teknik ayrıntıya girmeden, herkesin merak edeceği sorulara konunun uzmanı olmayanların da anlayabileceği sadelikte yanıtlarla ilerleyen kitaplar üretmiş.  giderek daha uzun yaşayan insanlar, daha önce sık rastlanmayan bir takım sağlık sorunlarıyla yüzleşiyor. parkinson ve alzheimer , çoğu kez karıştırılan, "nörodejeneratif" hastalıklar. 

bir yıl daha biterken

her sene olmasa da yaptığım bir şey, sene sonu yazısı. 2019 gelmeden yazmayı istediğim bir kaç konu ve bir kaç kitap olsa bile, gecenin bu saatinde (22.30) o yazılar için enerji m yok.  2018 epey ilginç bir yıl oldu/oluyor. kendimle ilgili öğrendiklerim ve sonuçları... 2019, bu bilgiler ışığında, önceki yıllara kıyasla, daha denge li geçer umarım.  denge, hayatın özü sanırım.  kaybetmemek lâzım, toparlaması maliyetli oluyor... şimdiden huzur ve barış getiren bir yıl diliyorum tüm alemlere...

Her Yerden Çok Uzakta / Ursula K. Le Guin

alt başlığı, " farklı bir aşk hikâyesi" olan novella, Le Guin'den okuduğum ikinci eser. Mülksüzler 'i çok sevmiştim ve hâlâ çok özel bir yeri vardır hafızamda. " D evrim'i satın alamazsınız. Devrim'i yapamazsınız. Devrim olabilirsiniz ancak. Devrim ya ruhunuzdadır, ya da hiç bir yerde değildir . " sözünü kimi yazılarımda kullanırım meselâ.  her yerden çok uzakta ise iki saatte okuduğum, 96 sayfalık bir ergen sevdası. ancak bu sevdayı anlatan Le Guin olunca, hayatın akışını planlamaktan aile içinde belirlenmiş ve kimi durumlarda üzerimize tam oturmayan rollere, hayattaki amaçtan eğitim sistemine bir çok değinmeyi de içeriyor.  novella , benim tanımıma göre romandan kısa öyküden uzun metinler, yazmak bence en zoru. öykü olsa yazılan daha sınırlı bir anlatım tatmin edecek, roman olsa istediğiniz kadar uzatabileceğiniz bir alana sahipsiniz ama ikisinin arasındaysa boyut, iş zorlaşıyor.  Dostoyevski'nin novellaları çok başarılıdır bence. Le

Hakan: Muhafız / Netflix'in ilk yerli yapım dizisi

yayıncılık sektörünün uzun süredir beklediği Türkiye yapımı ilk Netflix dizisi Hakan: Muhafız bugün platforma eklendi. İlk sezonu 10 bölümden oluşuyor. Türkçe ve İngilizce seslendirmeli, Türkçe, Arapça, İngilizce ve Yunanca altyazılı olan dizinin b aşrollerinde Çağatay Ulusoy, Hazar Ergüçlü (Medcezir), Okan Yalabık (Muhteşem Yüzyıl) ve Ayça Ayşin Turan (Meryem) yer alıyor. Aslında başrolde İstanbul var desek daha doğru olur sanırım. Kentin gizemli tarihi, Ayasofya, Kapalı CarsÇ dizinin içerisine çok güzel eklenmiş. Umarım turizme katkısı büyük olur.  peki, sektör açısından bu dizi neden önemli? öncelikle, klasik TV yayıncılığında, her hafta bir bölüm mantığından farklı bir yaklaşım var. tüm sezon, ilk yayın tarihinde hazır ve internetin olduğu her yerde her cihazdan her zaman izleyebiliyorsunuz... dizinin bölümlerinin uzunluğu da alıştığımızdan farklı. ilk sezonun 10 bölümün arasında en uzun olanı 45 dakika. 10. bölüm, sezon finali ise, 31 dakika. reklam yayını da yok elbette

vegan ol

uzun uzun yazamıyorum artık.kısa yazabilmek zor, ama alışmaya çalışıyorum. vegan ol desem de olmayacak okuyanların çoğu,biliyorum. gene de bir umut... dışarıda yiyecek bulamam diye endişe etme. aç kalmasın merak etme....

2018 değerlendirmesi - kitap

adettendir sene sonu değerlendirmeleri.  son ayın ikinci yarısına yaklaşırken, bir değerlendirmede benden olsun. öncelikle, bu yıla dair bir iki not düşeyim. senenin ortası, benim için yeni bir başlangıç oldu. iyi de oldu. bu başlangıç, kış uykusundan uyandırdı, hem beni hem blogu... senenin ikinci yarısı yeniden aktif hale getirdiğim bloga eklediğim kitap notu dökümü şöyle: haziran 2018 : 8 temmuz 2018 : 3 ağustos 2018 : 2 eylül ve sonrası 2018 : 5 toplam : 15... bol kitaplı günler....

Şibumi / Trevanian

tesadüfler sebep oldu bu kitabı okumama. ne Trevanian bilirdim ne Şibumi. oysa her ikisinin de epey tutkunu varmış.  "bir kitap okudum, hayatım değişti" diyemem Şibumi için. işin doğrusu, bu sözü söyleyebileceğim bir kitap var mı bilmiyorum. bir yanıyla tipik Amerikan best-seller, bir yanıyla dünya siyasetinin sırrını anlamak isteyenlere yanıt veren metin.  go, mağara araştırmaları kitabın akışına iyi yedirilmiş. bölümlerin adları da go oyunundan alınma. Olasılıksız adlı bir roman vardı, bir dönem çok satan. o romanın yazarıyla yapılmış bir söyleşiyi okumuştum. söyleşide bu tip romanların formülünü anlatıyordu. Tervanian mahlasıyla yazan Rodney William Whitaker'ın bu formülden haberi var mı bilmesem bile Şibumi, formüle uyuyor. uzun lafın kısası, hızlı okuyacak, sonrasında geçen vakte üzülmeyeceğiniz ancak bir kaç hafta sonrasında pek bir izi kalmayacak bir roman okumak istiyorsanız Şibumi iyi bir seçim. Dan Brown sevenlerdenseniz meselâ, hararetle tavsiye e

Vicdan Hayat Kurtarır! / Yavuz Dizdar, Şükriye Özgül

nehir söyleşiler çoğalıyor. okuduğum ilk nehir söyleşi, Molotov Anlatıyor idi. fırsat bulup bloga kitap hakkında bir şeyler yazamadım hâlen. Yavuz Dizdar'ın Yemezler adlı kitabını okumuş ve çok etkilenmiştim.  son dönemde hekimler, "sistemin bir parçası" olarak gösteriliyor/görülüyor. benzetme ne kadar doğru olacak bilemiyorum ama sanki dışarıda yemek yerken arılar rahatsız etmesin diye uzakta bir tabağa bırakılan et gibiler. ana yemeği kurtarmak için gözden çıkartılabilecek parça. burada ana yemek sağlık endüstrisi...  Yavuz Dizdar'ın "nehir söyleşisi" Şükriye Özgül'ün akılcı ve akıcı sorularıyla ilerliyor. özel hayata fazla girmeden, ancak vurucu kimi olayları es geçmeden, iyi bir denge tutturulmuş. kitaptan aklımda en fazla kalan Dizdar'ın geleceğe yönelik tahminleri.  hekim ile oto tamircisi benzetmesini çok beğendim. tamirci, eskiden arabanın sesinden sorunun nereden kaynaklandığını tahmin eder ve sonrasında bir takım testler ile teşhis

gerçekleşen hedefler - yeni hedefler

Kaan Arslanoğlu ile tanışıklığımızın üzerinden epey zaman geçti, ancak bu tanışıklık düne kadar yüzyüze değildi. sanal ortam, e-postalar, facebook, blog ve insanbu.com üzerinden süren tanışıklık, dün cisme kavuştu. Elektrik Mühendisleri Odası Ankara Şubesi ev sahipliğinde Kaan Arslanoğlu, İlknur Arslanoğlu ve Arif Yavuz Aksoy, Eleştirel Bakışla Güneş Dil Kuramı konusunda söyleştik. üç yazar ile toplamda üç saate yakın sürdü etkinlik. katılımcı sayısı on-onbeş kişiydi. sayı az olsa da ilgi yoğundu aslında. kitabı ve konuyu bilen insanlar gelmişti dinlemeye. son derece önemli katkılarda bulundular. Kıymetli yazarlarımıza ve katılımcılara çok teşekkür ediyorum. 2015 temmuzunda koyduğum hedefi gerçekleştirmiş oldum böylelikle. hayat devam ettiğine göre, yeni hedefleri belirlemenin vaktidir. sizlere açıklamadan önce yapabileceğimden emin olmam gerekli. biraz vakit/sabır... bir kaç sene içerisinde daha kalıcı bir çalışmanın içinde olma umuduyla... son olarak başta EMO Ankara Şu

Eleştirel Bakışla Güneş Dil Kuramı kitabı yazarları ile söyleşi

uzun başlıklı kısa bir yazı olacak bu kez. "bir şey yapmalı diyorsan, sen başla" demiştim kendime seneler önce. işte o "bir şeyler" arasındaydı bu söyleşi. kısmetse yarın gerçekleştireceğiz.  Elektrik Mühendisleri Odası Ankara Şubesi lokalinde. vaktin olursa sen de gel. saat 14 - 17 arası diye planladık. sadece güneş dil kuramını konuşmayacağız. Kaan Hoca'yı bulmuşken romanlarını da soracağız elbette... "pazar pazar evden çıkmam" deme, en azından bu pazar deme.

er KEK

başlığa bakıp şaşırmayın. bu pazar Güneş Dil Kuramı konusunda kitap yazmış üç hekimi ağırlayacağız Ankara'da . kek ile erkek kelimeleri arasında bir bağlantı yok muhtemelen, oysa keşke olsaydı.  keşke erkek, erk 'in temsilcisi olacağına kek 'in tatlı yumuşaklığının temsilcisi olsaydı. farklı malzemelerden farklı kekler üretebilsek bile temel değişmiyor: un, kabartma tozu, yağ ve şeker. yumurta ve sütü bilerek eklemedim, onlarsız da gayet lezzetli kekler yapabilirsiniz. un yerine fındık/badem öğütüp kullanabilirsiniz, ki aslında bunlar da " un " oluyor. buğdaydan öğütülmüş olması gerekmiyor, un dediğimizin.  yapılışı kolay: şeker ve kullanıyorsanız yumurta çırpılıyor. mikser şart değil, elle de çırpabilirsiniz. bu karışıma un, kabartma tozu ekleniyor. kıvam hafif akışkan olacak. boza kıvamı iyi bir tanımlama. biraz yağ koymakta yarar var.  bence en kritik olanı kek kalıbının hazırlanması. kalıbı önce yağlıyoruz. ardından kalıba un koyup, unun kalıbın duv

arjantin pide kebap

sene 92 ya da 93 olmalı üniversite günleri dersler, ödevler, sınavlar, gençlik başımda duman ilk pidem arjantin 'de aradan yirmibeş kış, yirmibeş yaz geçmiş dün bir kez daha  arjantin 'de yedim pidemi merak edenler için söyleyeyim mantar ve ıspanaklı pideyi isterseniz yapıyorlar  kaşarsız vegan pidemi yerken ilk işyerimden bir meslek büyüğüm ile karşılaştım kübiklere bölünmüştü iş yeri ve nefes alabildiğim vaha gibiydi kübiği onun deyimiyle  " dükkân "ı bugün bu şekilde bakıyorsam dünyaya onun verdiği "gözlüğün" etkisi büyüktür hayat bir şekilde  geçiyor mu acaba ya da her  ney se

den e me

benim tarzım değil, ortalanmış yazılar yazmak büyük harfle başlamayan cümleler kurmak bu fontu sadece alıntı yaparken kullanırdım böyle yazılar yazanlara hep gıptayla bakardım onlar daha çok okunuyor diye düşünüp gizli gizli tarzlarını kopyalardım işte şimdi gene aynı noktadayım ondört senenin sonunda bir kez daha deniyorum değiştirmeyi değişmeyen tek şey  değişim midir acaba yoksa  ya  da her ney se

zaman üzerine

Yıllara, aylara, haftalara ve saatlere böldüğümüz hayat aslında durmaksızın geçen bir akıştan ibaret. Biz onu bölmek için çabalasak bile o kendi seyrinde, bizden ve belki de herşeyden bağımsız akıp geçiyor.  Daha önceki yazılarımda anlatmaya çalışmıştım, 24 saatin sizin kullanımınıza ait kısmını arttırabilmenin yegâne yolu saatleri kaydırmak. Bir anlamda: Esnek mesai, burada "mesai" kendi hayatımız. Farklı zaman dilimlerinde uyuyup uyanmayı becerebildiğiniz kadar artıyor "özgür zaman"ınız. Deneyince çok zor olmadığını göreceksiniz.  İlk yapmanız gereken akşam yemeği saatini olabildiğince öne çekmek. Eğer yapabilirseniz öğün sayısını ikiye indirmek işleri daha da kolaylaştıracak. Kuşluk vakti ilk öğün ikindi vakti ikinci öğün olursa mesela, önereceğim zaman planlamasını uygulamak kolaylaşıyor. Akşam yemeği 19'da bitmediyse, benim uyku düzenini uygulanamıyor. Çünkü, uyku ile son yemek arasında en az 3 saat geçmesi gerekiyor. Bilgiye değil sezgiye dayalı

Paranın Kokusu ve Gezici Film Festivali

Her sene bu zamanlarda büyük bir heves ile edindiğim Gezici Film Festivali programı, "büyük bir heves ile edinilip bir kenarda bekleyenler" kervanına katılırdı. Bu sene, kim bilir belki de veganlığın etkisiyle :), bir kenar yerine çantamda bekledi, vakti gelene kadar. Vakti dünmüş. Sıradan bir pazartesi günü, programda gördüğüm Paranın Kokusu gösterimi ile değişti birden. Büyülü Fener sinemasını aradığımda, sabahın erken saatleri olmasına karşın, en ön sıra dışında yer olmadığını öğrendim. Film, akşam 18.30'da, gündüz gişeye gidemem, neyse ki internetten bilet alınabiliyormuş. En ön sıradan film seyretmek, boyun ağrısına yol açsa bile, festival filmleri için katlanılacak bir rahatsızlık... Klasik bir pazartesi akşamından farklı olarak, Kızılay kalabalığına karışıp Büyülü Fener'e ulaştığımda, seneler öncesinde bıraktığım festival kalabalığı ile karşılaştım. En ön sırada olmak pek rahatsız etmedi ama o dip gürültüsü beni benden aldı. Özellikle dış mekanlarda n

vegan olarak geçen 3 ay

sebzeli makarna Aslında üçüncü ay yazısında vejeteryanlık-veganlığı sosyal demokrasi-sosyalizm analojisi ile değerlendiren bir yazı yazmayı istiyordum. Ancak, bu analojinin ne kadar doğru olduğunu tekrar tekrar düşününce, vazgeçtim. Belki bir gün, kendimi ikna edebilirsem analojinin doğruluğuna, yazarım.  Vegan olmak, sadece hayvansal ürünleri tüketmemek anlamına gelmiyor benim için. Vegan olmayı tercih etmemin arkasında düzelmeyen sağlık sorunlarım ya da ileride sorun yaratabilecek bir genetik geçmişim yok sayılır. Vegan olmak, benim için, hayvanların da hissedebilen canlılar olduğunun kabulü. Bu kabul ile yola çıktığınızda zaten onlardan elde edilmiş bir ürün tüketmeniz mümkün değil.  Üçüncü ayın sonunda, artık dışarıda yiyecek bir şey bulamama sorunu yaşamıyorum. Geçenlerde gittiğimiz et lokantasında bile bir sürü şey buldum. Aklınızda olsun humus mesela, hem doyurucu hem besleyici hem de ete kıyasla ucuz.  En sorunlu öğün ise kahvaltı. Peynir ve yumurta olmadan kahvaltı

Hayatın Dengesi: üçlü sac ayağı

Hayatın sırrını ifşa ettiğini ileri süren kitaplardan uzak dururum. Böyle bir iddianın saçmalığını akılda tutarak, benzer bir tarzda yazdım. Affola :) İş-eğlence-ev dengesini üçlü sac ayağı olarak görmek ve planlamak şart. Gün 24 saat, hafta 7 gün ve sene 52 hafta olduğuna göre bu süreleri iş-ev-eğlence arasında dağıtmak şart. Birisi fazlalaşırsa, diğerinden çaldığını unutmadan, öncelikleri ve zorunlulukları akıldan çıkartmadan, ancak sac ayağının bir bacağının kısalmasının tüm "dengeleri", ki buna ruhsal denge de dahil, bozacağını da fark ederek... Zor bir denklem, farkındayım. Ancak huzur/iç huzur için bu şart! İlk maddeden devam edeyim. Benim gözlemlediğim kadarıyla insanların hayatında bu "muhteşem üçlü dengesi" bozuk. Kimisinin "iş", kimisinin "ev" kimisinin ise "eğlence" ayağı uzun/gereğinden fazla zaman kaplıyor. Kısıt altında optimizasyon endüstri mühendislerinin işi olsa bile bir dönem iktisat yüksek lisansı yaparken a

ücretli TV yayıncılığı olur mu - 2?

Demirören Medya sayesinde yayıncılık dünyasında işler nasıl gidiyor minvalli bir tartışma başlayacak gibi. Gerçi, tartışma olmadan işin üstü kapanacak gibi geliyor bana. Olsun, ben gene de bu vesile ile epey zamandır yazıp çizdiklerimi tekrarlayayım: Bir önceki yazıda işin ekonomisinden bahsetmiştim. Bu kez işin sosyal boyutundan dem vurmak istiyorum. Öncelikle bir hatalı bilgiyi düzelterek başlayalım: Televizyon karşısında geçirilen süre azalmıyor. Aşağıdaki grafik, RTÜK'ün Nisan 2018 tarihli İzleyici Bildirimleri ve Sektörel  İstatistikler raporundan alıntı. Rapora  buradan  ulaşabilirsiniz. " Ne yazık ki " ifadesini yukarıdaki tespitimin/gerçeğin başına ekleyebilirsiniz. Bu tespit/gerçek sadece ülkemiz için değil tüm dünya ölçeğinde geçerli.  Peki bu internet çağında, kim hâlen TV izliyor? Sorunun yanıtı aslında belli: 1980 ve öncesi dünyaya merhaba diyenler. Yani, yeni kuşaklar, bugün için 10-20 yaş arasında bulunanlar, artık TV karşısında değiller. Ancak

Ücretli TV yayını olur mu?

Soru, son derece anlamsız aslında. Yanıtı tek kelimelik sorulardan: ELBETTE. Ancak bir küçük koşul var, müşterisini bulabilirseniz.... Bir tweet olsa, yukarıdaki paragraf yeterli olur. Madem konu üzerine blog yazısı hazırlıyorum, o zaman biraz daha ayrıntılandırayım yazımı.  Radyo ve televizyon yayıncılığı, "kamuyu yönlendirme", "halkı bilinçlendirme" gibi ulvî amaçları bir kenara koyarsak bir "iş"tir. Radyo ve televizyon yayıncısı şirketler, temelde, kâr elde etmek amacıyla kurulur, ülkemiz özelinde, kurulmalıdır diye düzeltmek gerekli sanki. Neyse, konunun o boyutunu bir başka yazıya bırakarak devam edeyim.  Kâr elde etmenin yolu bellidir. Tıpkı kilo vermenin formülü gibi, girdilerin çıktılarla ilişkisinden ibarettir. Yani, masraflar çıktıktan sonra cepte para kalmalıdır. Konuştuğumuz bir lokanta olsa, yemek için alınan malzemelere ödenen para, dükkân kirası, vergi ve diğer yasal yükümlülükler, personel maaşları giderler kalemini; yemek satışı k

Atatürk'ün Anıları / Dr. İsmet Görgülü

Kitap notları yazılarının başlığının belli bir formatı var. Kitap adı "/" işareti ve yazar(lar)ı. Bu kez de aynısı yaptım ancak bir açıklamayı hemen eklemem gerekiyor. Burada aslında yazar, Mustafa Kemal Atatürk. Dr. İsmet Görgülü, kitabın kapağında belirtildiği gibi, yayına hazırlayan. Bilgi yayınevinden ilk baskısını 1997 yılında yapmış olan eserin Ekim 1998 tarihli ikinci baskısını okudum.  Mustafa Kemal, 1927 yılında Nutuk'a, 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıktığında memleketin durumunun nasıl göründüğünü anlatarak başlar. Bize okullarda anlatılan millî mücadele tarihi de çoğunlukla 16 Mayıs 1919'da Bandırma Vapuru'nun hareketiyle başlatılır. Mustafa Kemal'in hayatına dair öğretilenlerde de bir dönem hızlıca geçilir. Okuduğu okullar sırasıyla ezberletilir, anne ve babasının adlarını herkes hatırlar. Ancak Veliaht Vahidettin ile Birinci Dünya Savaşı sürerken Almanya ziyaretini bilen azdır. Aynı şekilde Liman Von Sanders'in adını duymamış olanlar

Bir şey yapmalı demek yetmiyorsa, o halde yeteni yap

Romanı yeniden bitirince bu kez kendime kızdım. Hep bir şeyler yapmalı diye düşünüp oturup durduğum için. Bir dönem yazdığım meslek odası bültenlerinde romanı tanıtan yazı yazmadığım için. Arslanoğlu'nu sosyal bir etkinlik için söyleşiye davet etmediğimiz için. Romanı sevdiklerime hediye etmediğim için. Neyse ki hiçbirisi için geç sayılmaz. En azından çok geç sayılmaz.... Blog yazılarına alıntı ile başlamam genelde. Alıntı, 2015 senesi temmuz ayında Reenkarnasyon Kulübü adlı romanı yeniden okumam sonrası yazdığım yazının son paragrafı. Yayınladığı tüm kitapları okuduğum iki kişiden birisi olan Arslanoğlu 'nun, daha fazla okunması için bir şeyler yapmalıyım demiştim. Aradan geçen 3 senede, bu "birşeyler"in; EMO bülteninde tanıtım yazısı yayınlamak, Romanları sevdiklerime, yarışma sorularını bilenlere hediye etmek, Facebook'ta kitapları ile yazdıklarımı sık sık paylaşmak  bölümlerini yapmışım. Paragraftaki fikirlerden birisini ise hayata geçirmemişim;

Milli mücadele tarihi

Hayatta "hobi sahibi olmak" gerekiyor. "Hobi" kimsenin sizi yapmanız için zorlamadığı, karşılığında kişisel tatmin dışında bir kazancınız olmayan herşeydir, benim tanımıma göre. Hobiniz aynı zamanda işiniz ise, o zaman dünyada cenneti buldunuz demektir :) Benim hobim, yakın tarihimiz konusunda kitaplar okumak ve "ne oldu", "neden oldu" sorularına yanıt aramak.  Sanırım 5 sene falan oldu bu "hobi"yi edineli. Bu süreçte, o kumayı bitirdiğim ancak fırsat bulup bloga eklemediklerimi de düşününce, 40 civarında kitap var. Satın alıp okunmayı bekleyenler de en az okuduklarım kadar. Okuduklarımın büyük bölümü dönemin tanıklarının anıları. Ancak dönemde yazılan ya da dönemi anlatan romanlar da çok bilgi içeriyor. Ayrıca tarih konusunda akademik çalışmalar yapmış hocaların inceleme kitaplarını mutlaka okumak gerekiyor.  Yakın tarihimizin değinilmeden geçilen konusu: İttihat ve Terakki Cemiyeti. Kahve sohbetlerimizde bulunan arkadaşların tebe