Ana içeriğe atla

İstanbul üzerine uçuşan fikirler

Blogun düzenli okuyucuları fark etmiştir, artık İstanbul'da yaşıyoruz. İmparatorluklara başkentlik yapmış, tarihi binlerce sene öncesine giden, yirmi milyonun üzerindeki nüfusu ile birçok ülkeden kalabalık bu dev kent, seneler seneler boyu korkutmuştu beni. Hep, gezmek için güzel, yaşamak için zor bir kent deyip durdum. Koşullar gereği yaşamaya mecbur olduğumdan kendimi kandırıyor muyum emin olamıyorum ama şunu itiraf etmeliyim ki İstanbul'u çok sevdim.

Doğru, çok kalabalık. Günün neredeyse her saati, şehrin neredeyse her yerinde insanlar ve araçlardan oluşan bir akıntı var. Eskiden İstiklâl caddesine gittiğimizde, Ankara'dan gelen herkesin ilk yaptığı, akıntıyı görüp şaşardık. Şimdi o akıntının şehrin tüm ana caddelerinde olduğunu düşünün.

Doğru trafik korkunç. Belki bir ara yazarım, bu günlerde ulaşım araçlarım arasına taksi de girdi. Günde en az bir kez biniyorum taksiye. Taksi ile gittiğim yol uzun değil, hatta kimi kez asgari ödeme, taksi metrenin yazdığından fazla oluyor, yani 28 TL'den az tutuyor taksi metre. Neyse, yazacağım o değil. Taksilerde şoförlerle sohbetim hep aynı minvalde: ne olacak bu trafiğin sonu? Onların anlattığına göre pandemi öncesinde günün hangi saatinde nerenin tıkalı olacağını kestirmek olanaklıyken, pandemi ve esnek çalışmanın ardından bu trafik tam anlamıyla rastlantısal hale dönüşmüş. Bugün için trafiği gösteren uygulamalara bile güvenleri yok. 50 dakika gösteren uygulama ile yola çıkıp 80 dakikada vardıklarından bahsettiler. Elbette uygulamanın yoldaki kazayı öngörmesi beklenemez. 

Doğru şehir çok pahalı. Özellikle kiralar yanına yaklaşılmaz oldu. Şansımıza kira krizinin öncesinde evi tutmuştuk. Bugün için özellikle maaşlı çalışanlar açısından kira, en büyük gider kalemi. Bakmayın faizlerin düşük göründüğüne, konut kredisine başvurup istediği miktarda kredi alabilen duymadım. Hal böyle olunca, şehrin çeperlerindeki uzak ilçelere taşınanlar çoğalıyor. Zaten zor olan ulaşım, uzak ilçelerde oturanlar için iyice zorlaşıyor. 

Doğru, işe gidip gelirken harcanan süre çok fazla. Benim gibi farklı kıtalarda ev-iş varsa, her gün kıtalararası seyahat yapıyorsanız vay halinize. Kendimden örnek vereyim: Ev Anadolu yakasında, Göztepe - Kozyatağı arasında, iş yeri Ayazağa'nda, Vadistanbul'a yakın. Ev - iş arası 28 km. Özel araç ile trafik yokken, gece 2'de meselâ, yani sıfır trafikte, ikinci köprüyü kullanarak 25 dakika sürüyor. Aynı yol aynı araç ve sürücü ile sabah trafiğinde ise 120 dakika civarında. Toplu taşıma ile seçenek çok. Hangi seçeneği kullandığıma ve aktarmalar sırasında bekleme durumuma göre toplam ulaşım sürem değişmekle birlikte en az 75 dakika sürüyor. Normalde 90 dakika civarında. Bu durumda, günlük en az 3 saatim yollarda geçiyor. Değiştiremeyeceğim bu durumu, şehri tanımak için fırsat olarak gördüm. Her seferinde farklı bir rota çiziyorum kendime. Bir seferiinde metrobüs ile Mecidiyeköy'e geçip Kuştepe üzerinden Vadistanbul'a yürüdüm. Dün Erenköy Marmaray durağına kadar yürüyüp Sirkeci'ye geçtim Marmaray ile, oradan Cağaloğlu üzerinden Veznecilere geçtim gene yürüyerek. Veznecilerden metro, Sanayi durağından Seyrantepe, oradan yürüyerek Vadistanbul. geçen hafta metro ile Kadıköy, motor ile Kabataş, Kabataş Osmanbey arası yürüyüş, Osmanbey'den metro. Her yürüyüş farklı bir bölgede farklı şeyler görmeme vesile oluyor. Merak edenler için ekleyeyim, iş yerimin evden işe servis hizmeti var. Ama o da trafiğe takılıyor haliyle. 

Doğru, park yeri bulmak mesele, park yerleri çok pahalı. İspark zarar ediyormuş eskiden. Şimdi durum nedir merak ediyorum. Bu kadar yüksek park yeri ücretleri varken nasıl zarar edebilir anlamak zor. Park yerinin dışında, içeriden çıkacak araba olur diye beklemeyi ilk burada gördüm. Fazlasıyla mantıksız göründü bana. Hâlâ düşüncem değişmedi. İçeride 100 araba varsa, bu 100 kişiden bir kaçının kısa süre sonra gelip arabasını alacağını varsaymak, hiçbir bilgiye dayanmıyor. Bekleme süresine dair bir veri de olmuyor elinizde. Saatler de sürebilir dakikalar da. Tamamen rastlantısal. Park yeri sorununa benim bulduğum iki çözüm var. Birisi araba ile gitmemek, ikincisi araba ile gitmemek. Gerçekten, başka bir çözüm yok.

Tüm bu doğrulara karşın seviyorum İstanbul'da yaşamayı. Kentin bir enerjisi var ve o enerji insanlarına da geçmiş. Daha eğlenceli kişilerle karşılaştım her seferinde. Özellikle motorlarda. Motora binerseniz, yani boğazın iki yakası arasında şehir hatları vapuru ile değil de özel işletmecilere ait deniz araçlarına binerseniz, çay ocaklarını ziyaret etmeyi unutmayın. Her seferinde güler yüz her seferinde ince bir espri ile karşılaştım. Geçenlerde yaşlıca bir beyefendi geldi. Ocaktaki genç, buyur delikanlı dedi amcaya. Amca, baktım anlım delik değil ama buyurayım bakalım diye siparişini verdi: bir çay ama senden olsun bu sefer. Sen bunu iç, sonraki benden. Motor, Üsküdar - Beşiktaş olunca iki çay içecek zaman olmadığını eklemek gerek. 

Kısacası, İstanbul'da gezmek - dolaşmak çok keyifli. Yaşamanın zorlukları çok, giderek de çoğalıyor. Ancak, her şeye karşın gene de bugün seçme şansım olsa, çalışıyorken İstanbul'da yaşamayı seçerdim. Emekli olduktan sonra, mecbur kalmadıkça, İstanbul'a gelmezdim, o da ayrı bir konu.

Yorumlar

geçen haftanın en çok okunan 10 yazısı

Göksu Restaurant

Özellikle öğlen saatlerinde Kızılay, Sakarya civarında düzgün yemek yiyeceğiniz bir yer arıyorsanız en doğru seçim Göksu Restaurant olacaktır. Meşhur Otlangaç'ın karşısına denk düşen mekan, hızlı ve özenli servisi, lezzetli ve fahiş olmayan fiyatları ile bölge insanlarının gönlünde çoktan taht kurmuş. Öğle saatlerindeki kalabalığa karşın hızlı ve özenli servisin sırrı yeterli sayıda personel çalıştırmak olsa gerek. Yemeklerinde etsiz çeşitlerinin az oluşu dışında kusuru yok denebilir. Akşam servisini hiç denemedim, ancak akşamları Sakarya'ya gidenlere fazla hitabetmeyebilir. Afiyet olsun. GÖKSU RESTAURANT Bayındır Sokak No: 22 / A Kızılay - ANKARA tel 312 431 47 27 - 431 22 19

Göksu Restaurant Nenehatun şubesi açıldı

ve beklenen gerçekleşti...Ankara'nın Sakarya caddesine açılan Bayındır sokakta yer alan Göksu, gönüllere taht kurdu. Gerek servisi, gerek yemeklerin lezzeti vazgeçilmezler arasına girdi. Mekanın Kızılay'ın göbeğindeki Sakarya caddesinde olması, kimilerini üzüyordu. Özellikle Kızılay'a hiç inmeyenler, kalabalığı sevmeyenler yukarılarda bir Göksu hayali kuruyordu. Uzun sürdü inşaat. Nenehatun caddesi ile Tahran caddesinin kesiştiği köşede yer alan binanın inşaatının neden bu kadar sürdüğünü pek anlamamıştım, düne kadar. Dışarıdan 4-5 kat görünen bina toplamda 10 katlıymış. Üstte 3 kat içkili restaurant (ki bu bölüm henüz açılmamış), girişte bekleme salonu ve bar-kütüphane, girişin altında işkembe ve kebapçı (ki bu bölüm hizmet vermeye başladı), işkembecinin altı tam kat mutfakmış, onun altında garaj-çamaşırhane ve en altta iki kat konferans salonu olarak düzenlenmiş öğrendiğime göre. İlk ziyaretime ait fotografları (binanın dıştan çekilmiş bir görüntüsü ve iştah açıcı) beğe...

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor. ...

Yeni blog: Oyku7.blogspot.com

Oyku7.blogspot.com adresli blog sayfasında kısa öyküler yayınlamaya başladım. Aslında öykü serisi demek daha doğru olur belki.  Her hafta pazar günü saat 10'da yayınlanan ilk öykü ile başlayan ve hafta boyu her gün saat 10'da yayınlanan bölümleri ile süren, 7 günlük seriler.  Serilerin özelliği, birbirine yakın yerlerde ya da konseptlerde çektiğim fotoğraflara eşlik etmeleri.  Şimdiye kadar iki seri öykü yayınladım. Toplamda 14 öykü ediyor. Yarından itibaren yeni seri başlıyor, siz kıymetli okuyucularım için bir ön bilgi olsun, bu serinin adı Kadıköy. Bugün Kadıköy'ün çeşitli yerlerinde çektiğim 7 fotoğraf eşliğinde yedi kısa öykü yer alacak, yarından itibaren 7 gün boyunca, saat 10'da oyku7.blogspot.com adresli blog sayfasında. Öykülerdeki karakterler, anlattıkları, olay örgüsü vb. tamamen kurgu. Gerçek hayattaki kişi ve olaylarla bağlantısı tesadüften ibaret.  İlginizi çekerse aynı öyküler ve fotoğraflar oyku7.blogspot adresli Instagram hesabında da yayınlanıyor...

Eski Maltepe pazarı eski yerinde yakında bizlerle...

Ankaralılar bilir, kot pantolondan araba teybine, ara musluğundan kuruyemişe ne ararsan bulabildiğin hem de uygun fiyata bulabildiğin bir pazar var(dı): Maltepe camisinin üst tarafından pazartesi dışında (o gün semt pazarı kurulurdu) her gün hizmet veren seyyar paravanlarla ayrılmış küçük dükkancıkların oluşturduğu bir pazardı. Bu pazarın bulunduğu araziye bir alışveriş merkezi yapıldı. Ankara'nın en ilginç mimarisine sahip olduğunu düşündüğüm Malltepe Park, eski pazar esnafının ahını almıştı. Sopalarla dövüle dövüle pazar yerinden atılan esnafın tutan ahı, Malltepe Park'ı iflas noktasına getirdi. Market, dükkanlar derken hayalet alış veriş merkezine dönüştü Malltepe Park. Sonunda alış veriş merkezi yönetimi eski (kendi deyimleriyle tarihi) maltepe pazarını Malltepe Park'ın içine taşımaya karar vermiş.  Bugünlerde hummalı bir çalışma sürüyor Malltepe Park'ta. Dükkanlar alçıpanla küçük dükkancıklara bölünüyor. Öğrendiğime göre şimdiden 70'ten fazla pazar esnafı taş...

Bozkırdaki Gölgeler (Don Segundo Sombra) / Ricardo Güiraldes

Ricardo Güiraldes, Arjantin edebiyatının önemli isimlerinden birisiymiş. Don Segundo Sombra'yı, Can Yayınları'nın 1983 Ocak tarihli, Siren Tayla ve Vedat Tayyar Erdamar'ın çevirisiyle Bozkırdaki Gölgeler adıyla yayınladığı baskısından okudum. 235 sayfalık romanın sonunda Harriet de Onis'in makalesine yer verilmiş. Genel olarak Arjantin edebiyatı, özel olarak ise Güiraldes ve Son Segundo Sombra'ya dair ilginç bilgiler var makalede.  Romanın konusu Arjantin kırsalında bir gencin yetişkin olma yolundaki serüveni diye özetlenebilir. Kendisine rol model olarak Don Segundo Sombra adlı bir sığır çobanını seçtikten sonra yaşadıkları, düşündükleri ve dönüştüğü karakterini akıcı bir dille kaleme almış Güiraldes. 

Adatepe Zeytinyağı Müzesi'nde SoleMare Cafe

SoleMare Cafe ile 2015 senesinde tanıştık. O tarihlerde Küçükkuyu'nun büyük sürprizi başlıklı bir yazı ile blogda tanıtmaya çalışmıştım. 2016 yazında ise cafenin kurucuları ile söyleşi yayınladım. Mekânlara dair yazılara artık blogda çok yer vermiyorum. Sebebi ise basit: Google Haritalar.  Gittiğim mekânları Google Haritalar'da yorumluyor ve puanlıyorum. Hem daha pratik geliyor hem de daha çok kişiye ulaşıyor yazdıklarım. Ben de bir yere gideceğimde öncelikle Google Haritalar'daki yorumları okuyorum.  Yukarıdaki iki paragrafı yazma nedenim birazdan anlaşılacak. Bir kaç gün önce, çevrede yeni açılan bir yerler var mı diye Google Haritalar'da dolaşırken Adatepe Zeytinyağı Müzesi'nin bahçesinde SoleMare Cafe 'nin yeniden açıldığını gördüm. Uzun zamandır ayrı kaldığım bir arkadaşla karşılaşmış kadar sevindim. Web sayfalarını incelediğimde ise hem çok şaşırdım hem de çok mutlu oldum. Web sayfasında iki kişiye teşekkür mesajı paylaşılmış. Birisi logolarını tasarlaya...

trafik üzerine notlar

Trafiğe çıkan araç sayısı da trafikte geçirilen süre de her sene artıyor. Ne akaryakıt zamları ne araç fiyatları bu artışlara engel olabiliyor. Sabah ve akşam saatlerinde yoğunlaşsa da artık günün her saatinde dur / kalk trafiğine yakalanmadan bir yere ulaşmak hayal. Kurallara uygun araç kullanırken önünüzde arkanızda ani manevralarla sizi zor durumda bırakan sürücülerle karşılaşmak işten değil.  Ne yazık ki her gün sosyal medya platformlarında yol verme üzerine başlayan tartışmalarla ilgili videolar görüyorum. Kiminin sonu çok üzücü bitiyor. 32 senedir araç kullanan birisi olarak trafikte güvenli sürüşe dair önerilerimi paylaşmak istiyorum: Yakın takipten kaçının. Araya başka araç girmesin diye önünüzdekinin tamponuna yapışırsanız ani frenlerde durma şansınız azalır. Hız limitlerine uyun. 50 ile git diyorsa levhada yerleşim yerinden geçiyorsunuzdur, birden yaya / hayvan yola çıkabilir. 30 diyorsa levha, okul vardır yakında. Sol şeridi işgal etmeyin. Bırakın geçsin daha hızlı ...

Yapay zeka, blog yazıları

2004 yılından bu yana devam ediyorum blog yazmaya. Kişisel hayatımda da teknoloji dünyasında da bir çok değişiklik oldu bu süreçte. Zaman zaman ara verdim yazmaya. Blog yazmaya, Türkçe içerikleri çoğaltmak amacıyla başlamıştım. Bugün geldiğimiz noktada ise özgün içerikleri çoğaltmak gibi bir hedef ile devam ediyorum yazmaya.  Bir çok işin yapay zeka araçlarına yaptırıldığı günümüz dünyasında, özgün içerik bulmak zorlaşıyor. İlk başlarda heyecan verici görünen yapay zeka tarafından oluşturulan içerikler, bir noktadan sonra birbirinin kopyası hâline dönüşüyor. Büyük olasılıkla bu sorunu aşacak araçlar da çıkacaktır.  Farklı konularda, yapay tatlardan ari içeriklere ulaşmak isterseniz tek yapmanız gereken SadeceOzgur sayfasına ulaşmak. Bu yazıyla birlikte, bundan sonra yapay zeka destekli hiçbir içeriğin blog sayfamda yer almayacağını duyuruyorum. 

Uçurtmayı Vurmasınlar / Feride Çiçekoğlu

Feride Çiçekoğlu'nun 1986 yılında ilk baskısı yayınlanan ve 1989'da sinemaya uyarlanan ünlü romanı, daha doğrusu uzun öykü / kısa roman / novellasını bir solukta okudum.  Seneler önce filme uyarlamasını izlemiş ve çok beğenmiştim. Novellayı okumamış, filmi izlememişler için öyküyü kısaca özetlemek isterim.  Novella, annesiyle birlikte cezaevinde bulunan Barış'ın, 1980 darbesi sonrası cezaevindeki siyasi tutuklularla olan ilişkilerini anlatıyor. Onunla ilgilenen ve farklı bir dünyayı gözlerinin önüne seren "siyasiler"e yazdığı mektuplarla ilerleyen novellayı okurken, filmdeki sahneler gözümün önünde canlandı yeniden.  Novellayı hangi dönemde okursak okuyalım hep yaşadığımız günlere benzerlikleri hatırlayacağız sanırım. Hoş, novelladaki bir mektupta belirttiği gibi, büyüklerimiz bizden iyi bilir elbette.