Ana içeriğe atla

Kayıtlar

İnferis / Mahfi Eğilmez

İnferis çok farklı bir roman. Farklılığı öncelikle yazarından başlıyor. Mahfi Hocam romanda anlattığı, tamamen kurgusal olduğu eserin başında belirttiği, yolsuzluk -  usulsüzlükleri profesyonel kariyeri boyunca incelemiştir muhtemelen. Bir yerde mesleği boyunca benzerlerine şahit olduğu olayları roman kurgusuna dökmüş Mahfi Hocam. Elbette romanın tamamen kurgusal olduğu gerçeğini bir kez daha vurgulamakta yarar var. Heyecanı son sayfaya taşımak, polisiye romanlar için bir başarı kriteriyse İnferis bu kriteri sağlıyor. Karakterlerin inandırıcılığa da yerinde. Google haritalardaki konum geçmişi gibi yeni teknolojilerin romana eklenmesi de güzel olmuş. Ancak sayfa aralarında verilen sanatsal - kültürel bilgiler eklektik kalmış. Bir de komiserin Almanya'daki akrabaları ziyareti meselesi var. Neyse, o sorunu da siz romanı okuduktan sonra konuşuruz. Sadece şehirlerin isimlerine dikkat edin deyip, bu keyifli roman için Mahfi Hocam'a teşekkürlerimi sunuyorum.

Sahte Sultan / Mahfi Eğilmez

Asıl mesleği dışında işlerle ilgilenen kişilere hayranım. Mahfi Hocam bu tür kişilerden. İnferis adlı romanını ilgiyle okumuştum. Bu yazıyı hazırlarken İnferis'e dair bloga bir şey yazmadığımı fark ettim. Bu yazının ardından yapacağım ilk iş İnferis notunu eklemek.   Sahte Sultan adlı romanının çıktığını görünce hemen alıp okudum. Benim okuduğum 3. baskısıymış, demek ki çok da hemen olmamış :) Sahte Sultan'da İnferis'teki karakterleri görmek mutlu etti. Yarım kalan hikâyenin, Murat ve Rüya karakterleri, devamını okumak özellikle. Yarım kalan aşk hikâyeleri hep üzer beni, nedense. İnferis gibi bu da bir polisiye. İlk romanda çokça çay kahve içilmesi eksisözlük kullanıcılarının takıldığı bir konuydu. Bu kez ise şarap içmelere takılacaklardır. Bence kurgu başarılı, ilk romandaki gibi. Mahfi Hocam'ın bloguna yorum olarak da yazdığım, Ahmet Ümit'in Komiser Nevzat karakterine benzer maceradan maceraya koşacak bir Murat - Rüya ikilisinin doğuşuna şahitlik mi ediyoruz acab

Sultan Hamid Düşerken/ Nahid Sırrı Örik

Zülfü Livaneli'nin Kaplanın Sırtında adlı eserini satın aldığımda Sultan Hamid Düşerken'in yarılamıştım. Örik'in romanının kalan yarısını, bir günde okuduğum Kaplanın Sırtında'dan sonra bitirdim. Eğer fırsatınız olursa sizlerin de her iki eseri okumanızı dilerim. Böylelikle gerçek anlamda bir tarihi roman ile tarihi roman olarak yazılmaya çalışılmış ancak anıların arka arkaya dizilmesinden öteye gidememiş bir eser arasındaki farkı çarpıcı bir şekilde görmüş olursunuz.  Nahid Sırrı Örik hak ettiği ilgiyi görememiş yazarlarımızdan. Osmanlı'nın son dönemlerinde doğmuş, farklı okullarda okumuş, farklı meslekler denemiş sonunda yazarlıkta karar kılmış. Sultan Hamid Düşerken adlı eseri 1947 yılında yazmış. Benim okuduğum metin günümüz diline sadeleştirmesi yapılmamış hâliydi. Kimi sözcükleri anlamak biraz zor olsa da metnin aslını okumayı her zaman tercih ediyorum.  Gelelim romana, öncelikle tarihi kişilerle kurgu karakterleri bir roman potasında eritmek nasıl olur sorusu

Sazlıklardan havalanan

Yandaki kareyi 2019 yılının ilkbaharında çekmiştim. Fırsat buldukça Eymir kenarına indiğim, kiraladığım üç tekerlekli bisiklet ile gölün çevresini dolaştığım günlerin birinde. Göl turuna Oran tarafındaki kapıdan başladığımda yolun yarısında karşıma çıkardı sazlıklar.  2019'un son baharında, göl etrafında koşmaya başlamıştım. Sazlıkları gördüğümde yolu yarılamış oluyordum ve istisnasız her seferinde kafamın içinde aynı şarkı çalmaya başlıyordu: Sazlıklardan havalanan...  Yolun kalan yarısı boyunca bana eşlik eden bu şarkının, verdiği enerji ile parkuru tamamlardım.  Dün gece öğrendiğim haberin ardından aynı şarkı çalmaya başladı... Siz bilmezsiniz diye başlardı büyüklerimiz, son zamanlarda şarkıları çok duyulmayan bir sanatçının vefatı üzerine. Şimdi ben aynı kalıbı, kızlarıma İlhan İrem'i anlatmak için kullanıyorum.  Hissettirdiklerin için teşekkürler. Şarkıların ve yazıklarınla kalbimizde yaşamaya devam edeceksin.

Kaplanın Sırtında / Zülfü Livaneli

Sultan II. Abdülhamit'in Selanik'te geçen üç buçuk yılını, dönemin tanıklarının anılarından yararlanarak yazan Zülfü Livaneli'nin son romanını okudum. Tarihi romanları okumayı çok seven ve bugüne dek bir çok tarihi roman okuyan birisi olarak Kaplanın Sırtında ile ilgili yazacağım ilk not, eserin romandan çok bir anlatı olarak sınıflandırılmasının daha yerinde olacağı tespitim. Edebiyat ilgim olsa bile akademik bir bilgim olmadığı için bu tespitim hatalı olabilir elbette. Bence romanları anlatılardan ayıran en önemli fark, kurgusal metinler olmaları. Kaplanın Sırtında da ise bu kurgusallık yok denecek kadar az. Livaneli'nin kalemi, diğer kolay okunur ve çok satar yazarlardan farklı değil. Edebi bir tad almak için okuyanları hayal kırıklığına uğratacaktır. Bu durumu 2011'de okuduğum Serenad romanında bu kadar fark etmemiştim. Sultan II. Abdülhamit, ülkemiz tarihinin belki de en fazla tartışılan padişahı. Kimilerince Ulu Hakan, kimilerince ise Kızıl Sultan. Livaneli&#

Yanılsamalar Kitabı / Paul Auster

Yanılsama... Paul Auster'den okuduğum ikinci roman Yanılsamalar Kitabı oldu. Can Yayınları'ndan İlknur Özdemir çevirisi ile yayınlanmıştı okuduğum baskısı. Auster'in ülkemizde seveni çok. Eserlerinin büyük çoğunluğu, belki de tümü, dilimize çevrilmiş. Can Yayınları'nın internet sayfasında Yanılsamalar Kitabı'nın 24. baskısının tükendiği bilgisi yer alıyor. Benim okuduğum 7. baskıydı.  300'ün biraz üzerindeydi sayfa sayısı. En fazla bir hafta sürer diye başlamıştım. Öyle olmadı. Bir aya yakın sürdü romanı bitirmem. Merak uyandırıcı bir başlangıcı vardı. Romanın baş kahramanı/anlatıcısı, ailesini trajik bir uçak kazasında kaybetmiş ve kaderin cilvesiyle bu kaza sonrası büyük bir servete kavuşmuş, kederli ve zengin profesörün bir gece televizyonda sessiz filme gülmesi ile olaylar başlıyor. Televizyonda izlediği bu sessiz filmin yönetmeni ve oyuncusunu araştırmak, onun hakkında bir kitap yazmak profesörü hayata bağlayan ip haline geliyor. Sessiz sinemanın bu sessiz

Paris Düşerken / İlya Ehrenburg

Paris Düşerken, Fırtına ve Dipten Gelen Dalga... Her biri ikişer ciltten oluşan bir üçleme. Üçlemenin son kitabı Dipten Gelen Dalga'yı 30 sene kadar önce okumuştum. Paris Düşerken'i ise geçen kış bitirdim. Bakalım, Fırtına'yı ne zaman okuyacağım.  İlya Ehrenburg'un bloga eklediğim üçüncü eseri olan Paris Düşerken, adından da anlaşılacağı gibi, ikinci dünya savaşı sırasında Paris'in işgal sürecini anlatıyor. Elbette işgalin öncesinde İspanya'da yaşanan iç savaş boyunca Fransa'nın yaptıkları ve yapmadıklarına da vurgu yaparak. Farklı sınıflardan farklı statülerden karakterlere yer veriliyor romanda. Karakterlerin kimileri gerçek hayatta varolanlar, kimileri kurgu.  Attilâ Tokatlı'nın özenli çevirisi ile Sosyal Yayınları'ndan çıkan romanı henüz okumayanlar kadar daha önce okuyanlara da öneriyorum. Dünyanın içinden geçmekte olduğu dönem, ne yazık ve korkutucu ki, bir kez daha büyük paylaşım savaşlarına gebe. Paris Düşerken'i geçmişten ders almasak bi

Gönülçelen / Salinger

Okumakta bir hayli geç kaldığım eserlerden birisiydi Gönülçelen. Amerikalı yazar Jerome David Salinger'in 1951 yılında A Catcher In The Rye adlı eseri Türkçe'de iki farklı isimle yayınlanmış. Benim okuduğum Can Yayınları'nın bastığı ve çevirisini Adnan Benk'in yaptığı Gönülçelen isimli olanı. Bir de Coşkun Yerli'nin çevirisi var. Onun ismi ise Çavdar Tarlasında Çocuklar. Adnan Benk'in çevirisi 1967 tarihli ve romanın Fransızca çevirisinden Türkçe'ye çevrilmiş. Coşkun Yerli ise romanın yazıldığı dil olan İngilizce'den 1997 yılında çevirmiş.  Salinger nevi şahsına münhasır bir yazar. Hayatına dair ayrıntılar ilerleyen senelerde ortaya çıkacaktır. Şimdiden bir belgesel ve bir kaç kitap yayınlanmış. Gönülçelen, yazarın hayattayken yayınlanan tek romanı. Roman, kahramanı Holden Caulfield'ın dili ile yazılmış. 16 yaşında, okullarla arası iyi olmayan ve son atıldığı okuldan eve dönüş yolculuğundaki yaşadıklarını anlatıyor. Romanın İngilizce'sini okumadı

Bu İşte Bir Yalnızlık Var / Tuna Kiremitçi

İlk kez okuduğum yazarlar listesine eklenen son isim Tuna Kiremitçi oldu. Başka bir şehirde ve başka bir zamanda okusaydım bu kadar beğenir miydim bilmiyorum, ancak İstanbul günlerinde ve yarım asra yaklaşan yaşımda okuyunca çok keyif aldım.  Orta yaşlarda, eşinden boşanmış, pazar günlerini birlikte geçirdiği bir kızı olan ve kocası tarafından terk edilmiş üst komşusundan -kendine bile itiraf edemese de- hoşlanan Memet'in ağzından anlatılıyor hikâye. Öyle sürprizli bir son falan yok. Hayatın kendisi kadar heyecanlı ya da hayat gibi monoton. Hayatı nasıl algıladığınıza ve yaşadığınıza göre değişir romanın ritmini tarifiniz. Terk eden kocanın başına ne geldiğini merak ettiriyor başlarda. Ancak düğüm kısa sürede çözülüyor. Terk edilen eş ile Memet'in aralarında bir şey olacak mı diye merak ettiriyor sonra. Neyse, bu sorunun yanıtını yazıp okuma keyfini bozmayayım.  Kısacası, Tuna Kiremitçi'den okuduğum ilk roman, ancak son olmayacak büyük olasılıkla.  Bu arada yazıya eklediğim

Gece Ana / Kurt Vonnegut

Gece Ana, yakın zamanda okuduğum romanlar arasında en etkileyici olanıydı. Vonnegut 'tan okuduğum ikinci eser. Otomatik Piyano 'yu da beğenmiştim.  Özelde ikinci dünya savaşına genelde ise iktidara ilişkin sorgulamalar yaptıran bir metin. Gece Ana sinemaya da uyarlanmış. Çevirisini Ekin Uşşaklı'nın yaptığı romanı April Yayıncılık basmış. 260 sayfalık eser, sürpriz bir sona sahip. 

Tünel / Ernesto Sabato

Ernesto Sabato'nun Tünel isimli romanını Pınar Savaş İspanyol'cadan tercüme etmiş. Ayrıntı Yayınları'nın 2000 yılında yayınladığı, 140 sayfalık ilk baskısından okudum. Son yıllarda okuduğum etkileyici romanlardan birisiydi.  İlk cümlesiyle birlikte romanın hem anlatıcısı hem de baş karakteri ressam Juan Pablo Castel'in Maria Iribarne'nin katili olduğunu öğrenmek şaşırtıcı bir başlangıçtı. Aşk ile saplantıyı, sevmek ile sahiplenmeyi bir sanma böylesi trajik sonlara yol açıyor. Varoluşçu yazarların eserlerini seviyorsanız Sabato'nun Tünel'ini de seversiniz. Keyifli okumalar dilerim.

Dünkü İstanbul'da Hovardalık / Ahmet Rasim

Ahmet Rasim'den okuduğum ikinci eser anı - öykü tadındaki Dünkü İstanbul'da Hovardalık oldu. Eseri, Arba Yayınlarından çıkan 1992 tarihli, 288 sayfalık ikinci baskısından okudum. Dili yayınevi tarafından sadeleştirilmiş. İlk baskısı 1922 yılında yapılmış.  1864 doğumlu yazar eserinde Cumhuriyet öncesi İstanbul'unda eğlence hayatına dair anılarını ve gözlemlerini anlatıyor. Farklı dinlere inanan, farklı diller konuşan ve farklı geleneklere sahip insanların bir arada yaşadığı İstanbul'un gecelerini Ahmet Rasim'in akıcı dili ile okumak keyifliydi. Atlarla çekilen tramvaydan mangal ile ısınan evlere, eski zamanların günlük hayatına dair izlenimler de var eserde. 

Gazel / Nihal Yeğinobalı

Gazel, Nihal Yeğinobalı'dan okuduğum ikinci roman. Belki Defne adlı romanı ile ilgili yazdığım notlara göz atmak isterseniz buraya tıklayabilirsiniz.  1940'lı yılların İstanbul'unda, boğazın Anadolu yakasındaki hayali Mirgânköy koyundaki  geçiyor hikâye. Romanda o kadar inandırıcı tarif edilmiş ki  Çengelköy ile Kandilli arasında böyle bir yer var mı diye harita uygulamasına baktım, yokmuş :) " Bakireyim de ondan " cümlesi ile başlıyor roman. Adalet Ağaoğlu'nun Bir Düğün Gecesi romanındaki "İntihar etmeyeceksek içelim bari!" cümlesi gibi vurucu bir başlangıç. İlk cümlenin ardından, cümlenin kurucusu ve romanın baş kahramanı diyebileceğimiz Serap'ı ve hemen ardından ablası Zerrin'i tanıyoruz. Bu kısa tanıtım yazısında okuma keyfinizi bozacak bilgiler vermeyeceğim elbette.  Can yayınlarından Nisan 2007 yılında yapılmış, 208 sayfalık ilk baskısını okudum.  Çarpıcı bir final içeren, dönemin İstanbul'undan bir kesit sunan, iyi kurgulanmış bi