Ana içeriğe atla

buyurun bu pazarın yemeğine: Terkib-i Çeşidiyye

Bu hafta, yazı her ne kadar pazar gününde yayınlanıyor olsa bile, yemeği cumartesi akşamı yaptım. Söz konusu yemeğimiz 15. yüzyıl Osmanlı tarifi olunca, pazar akşamını bekleyip pazartesi yenecek bir yemek yapmak istemedim. Cumartesi akşamından yapıp, tadı beğenilmezse pazar günü ben yerim diye düşündüm. Günlerden cumartesi olunca TRT Müzik kanalındaki Ferhat Göçerle programını izlemek durumunda kaldım. Ankara'nın ayazında Kent Park alışveriş merkezinin açık alanında o kadar konuğu nasıl ikna ettiklerine şaşırarak izledim programı yemeğimi yaparken. Konuk sanatçı Muazzez Ersoy bile sahneye şal ile çıktı. Programı kapalı mekana alma konusunu gündeme getirir umarım birileri, seyirciler telef olmadan :)
Tarifi denemeye karar verdiğimde, Marianna Yerasimos'un 500 yıllık Osmanlı Mutfağı kitabına güvenim sonsuzdu. Kitap, güvenimi bir kez daha boşa çıkarmadı. Malzemelerden başlayıp yemeği anlatayım. Bu kez yemeğin aşamalarını ve sonucunu fotografladım. Umarım beğenirsiniz...

Önce malzemeler:


  • 500-600 gr iri kuşbaşı doğranmış koyun eti (orijinal tarifte koyun eti denilse bile ağır olacağını düşünerek dana eti kullandım)
  • 150 gr kabuğu soyulmuş tatlı badem. Bizim evde, fotografta da görüleceği üzere 94 gr'lık bir paket varmış. Hepsini kullandım. Tarife göre 56 gr eksik kaldı :)
  • 150 gr kuru kayısı. Eğer Ankara'da yaşıyorsanız bu malzemeyi bulmak için en doğru zamanda olduğumuzu hatırlatırım. Bu haftasonu Atatürk Kültür Merkezi'nde Malatya günleri var. Gün kurusu kayısılardan, kayısı dönerine envayi çeşit kayısı ürününü Malatya günlerinde bulabilirsiniz.
  • 150 gr kuru erik. Erikleri tartamazsanız 14-15 tane kadar ediyor 150 gr. Bunları hemen suya koymak lazım. Zor yumuşuyorlar.
  • 150 gr kuzu kıyma. Bu kıymadan köfte yapacağız. Çok yağsız olmasına gerek yok. Orta yağlı kuzu kıyması iyi oluyor. Köfteyi yaparken, gerçi tarifte bahsedeceğim, sadece tuz ile yoğuracağız kıymayı...
  • 2 kaşık (ki bu kaşıklar hep yemek kaşığı anlamında) bal
  • 5 kaşık nar ekşisi (dikkat edin nar ekşisi sosu demiyorum, nar ekşisi yok ise fazla sert olmayan sirke de kullanılabilirmiş)
  • 1 bardak ılık su
  • benim kulllandığım malzemeler yukarıda yazdıklarım. Tarife göre nişasta, gülsuyu ve mercimek tanesi kadar misk de var. Misk'i bulamadım. Nişasta ve gülsuyuna ihtiyaç kalmadı (yemeğin kıvamından ötürü)
Gelelim yapılışına:
Eti yıkayıp orta boy tenceremize koyuyoruz. Dikkatinizi çekmiştir malzemeler içerisinde soğan, sarımsak ve yağ yok. Tencerenin ağzını kapatıp etin suyunu ve yağını bırakmasını bekliyoruz. Et suyunu bırakırken biz tatlı ekşi sosumuzu hazırlıyoruz. Bir bardak ılık suyun içerisinde 5 kaşık nar ekşisi ile 2 kaşık balı eritiyoruz. Sulanmış eti, tencerenin ağzını açarak bir süre kavuruyoruz.
Bu süreçte ocağın altı orta hararette. Hazırladığımız tatlı ekşi sosu etle buluşturuyoruz. Kısık ateşte 30-35 dakika pişmeye bırakıyoruz. Tenceremizin ağzı kapalı. Arada suyuna bakıp, suyu azaldığında sıcak su ilave ediyoruz. 

Yemeğimiz kısık ateşte pişmeye devam ederken, suyun içerisine koyduğumuz kuru eriklerin çekirdeklerini çıkartıyoruz. Bademleri, ki bunlar soyulmamış ise kabuklarını soyuyoruz, ikiye ayırıyoruz. Kıymamızı tuz ile yoğurup küçük yuvarlak köfteler yapıyoruz. Biz hazırlıklarımızı sürdürürken etler yumuşamaya başlamış durumda. Bademleri ve köfteleri etin içerisine katıyoruz. Bu arada yemeğin suyu az görünürse gözümüze su ilave ediyoruz. Elbette sıcak su. Malum pişmiş aşa soğuk su katılmaz :) Bademleri ilave ettiğimizde aşağıdakine benzer bir görüntü ortaya çıkıyor:
Badem ve köftelerin eklendiği yemeğimizi gene çok harlı olmayan ateşte 15 dakika kadar pişiriyoruz. Dikkatli okuyucularım hesaba başlamıştır bile. Ben onları yormadan söyleyeyim: İlk başta 5-10 dakika etin suyunu bırakıp kavrulması, ardından tatlı-ekşi sos ile 30-35 dakika şimdi 15 dakika daha, toplamda neredeyse bir saattir pişirdiğimiz kuşbaşı etimiz var. Bakınız: 
Çekirdeklerini çıkardığımız kuru erikleri ve kuru kayısıları yemeğe eklemenin vakti geldi. Yemeğin suyunu kontrol etmeyi unutmadan bir 25-30 dakika bir arada pişmeye bırakıyoruz. Ateşimiz iyice kısılmış durumda. Artık sona yaklaşıyoruz. 25-30 dakika geçerken, elmalarımızı soyup yarım ay şeklinde dilimliyoruz. Elmalarımızı da ekledikten sonra yemeğimiz hazır sayılır. Elmalarla birlikte 20-25 dakika kadar daha pişecek.

Elmaları, yukarıdaki fotografta görüldüğü üzere, yemekle karıştırmadım. Tarifte de etlerin üzerine koyun diye yazılmış. Suyunu kontrol ettiğimiz yemeğimizin tuzuna da bakıp 20-25 dakika kadar pişiriyoruz. Artık yemeğimiz hazır. Kıvamını koyulaştırmak istersek nişastayı su ile eritip yemeğe ekleyebilirsiniz. Misk ve gül suyu tarifte verilmiş ancak ben kullanmadım. 
Yemeğimizin son halini böyle bir şey oluyor: 


Lezzeti ise tek kelime ile değişik. Et ile tatlı, pek alışık olmadığımız bir tat. Kötü mü bence değil. Herkes sever mi bilemem. Denemeye değeceği ise kesin...

Yorumlar

  1. Ozgür abi ben yemek tariflerini begenerek okuyorum ama abi artık tatmakta isterim yani sen yemek yaparken ben cocukları oyalar karsılıgında da tarifsiz tatlardan yararlanırım:::)
    senin eve yakın bir yerlere mi tasınsak ne yapsak ki:)

    YanıtlaSil
  2. Yorumu yazan "adsız" olsa bile belli ki tanıdık biri. her zaman bekleriz sevgili adsız :)

    YanıtlaSil
  3. Açıklayıcı görsellerle güzel bir tarif teşekkür ederim.

    YanıtlaSil
  4. beğendiğinize sevindim. tarifi denerseniz yorumunuzu da beklerim.

    YanıtlaSil
  5. Keşke rejim yapmıyor olsaydım ne güzel bir tarif. Teşekkürler.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.

geçen ay en çok okunan 10 yazı

Göksu Restaurant

Özellikle öğlen saatlerinde Kızılay, Sakarya civarında düzgün yemek yiyeceğiniz bir yer arıyorsanız en doğru seçim Göksu Restaurant olacaktır. Meşhur Otlangaç'ın karşısına denk düşen mekan, hızlı ve özenli servisi, lezzetli ve fahiş olmayan fiyatları ile bölge insanlarının gönlünde çoktan taht kurmuş. Öğle saatlerindeki kalabalığa karşın hızlı ve özenli servisin sırrı yeterli sayıda personel çalıştırmak olsa gerek. Yemeklerinde etsiz çeşitlerinin az oluşu dışında kusuru yok denebilir. Akşam servisini hiç denemedim, ancak akşamları Sakarya'ya gidenlere fazla hitabetmeyebilir. Afiyet olsun. GÖKSU RESTAURANT Bayındır Sokak No: 22 / A Kızılay - ANKARA tel 312 431 47 27 - 431 22 19

Göksu Restaurant Nenehatun şubesi açıldı

ve beklenen gerçekleşti...Ankara'nın Sakarya caddesine açılan Bayındır sokakta yer alan Göksu, gönüllere taht kurdu. Gerek servisi, gerek yemeklerin lezzeti vazgeçilmezler arasına girdi. Mekanın Kızılay'ın göbeğindeki Sakarya caddesinde olması, kimilerini üzüyordu. Özellikle Kızılay'a hiç inmeyenler, kalabalığı sevmeyenler yukarılarda bir Göksu hayali kuruyordu. Uzun sürdü inşaat. Nenehatun caddesi ile Tahran caddesinin kesiştiği köşede yer alan binanın inşaatının neden bu kadar sürdüğünü pek anlamamıştım, düne kadar. Dışarıdan 4-5 kat görünen bina toplamda 10 katlıymış. Üstte 3 kat içkili restaurant (ki bu bölüm henüz açılmamış), girişte bekleme salonu ve bar-kütüphane, girişin altında işkembe ve kebapçı (ki bu bölüm hizmet vermeye başladı), işkembecinin altı tam kat mutfakmış, onun altında garaj-çamaşırhane ve en altta iki kat konferans salonu olarak düzenlenmiş öğrendiğime göre. İlk ziyaretime ait fotografları (binanın dıştan çekilmiş bir görüntüsü ve iştah açıcı) beğe...

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor. ...

Eski Maltepe pazarı eski yerinde yakında bizlerle...

Ankaralılar bilir, kot pantolondan araba teybine, ara musluğundan kuruyemişe ne ararsan bulabildiğin hem de uygun fiyata bulabildiğin bir pazar var(dı): Maltepe camisinin üst tarafından pazartesi dışında (o gün semt pazarı kurulurdu) her gün hizmet veren seyyar paravanlarla ayrılmış küçük dükkancıkların oluşturduğu bir pazardı. Bu pazarın bulunduğu araziye bir alışveriş merkezi yapıldı. Ankara'nın en ilginç mimarisine sahip olduğunu düşündüğüm Malltepe Park, eski pazar esnafının ahını almıştı. Sopalarla dövüle dövüle pazar yerinden atılan esnafın tutan ahı, Malltepe Park'ı iflas noktasına getirdi. Market, dükkanlar derken hayalet alış veriş merkezine dönüştü Malltepe Park. Sonunda alış veriş merkezi yönetimi eski (kendi deyimleriyle tarihi) maltepe pazarını Malltepe Park'ın içine taşımaya karar vermiş.  Bugünlerde hummalı bir çalışma sürüyor Malltepe Park'ta. Dükkanlar alçıpanla küçük dükkancıklara bölünüyor. Öğrendiğime göre şimdiden 70'ten fazla pazar esnafı taş...

Yaylapınar (Sinekçiler) Köyü Nazilli tatili

Yazılacaklar birikti, bu gidişler birikmeye devam edecek. Üst üste gelince seyahatler, okunanlar, teknik gelişmeler böyle oluyor. Yavaş düzgündür, düzgün ise hızlı deyip başlayayım bir yerinden.  Geçtiğimiz haftanın 6 gecesini, Aydın'ın Nazilli ilçesinin, eski adıyla Sinekçiler, Yaylapınar köyünde geçirdik. Ne ben, ne de eşim Nazilli'li. Oralarda yaşayan akrabamız da yok. Peki nasıl oldu da bir köyde kaldık 6 gece. Pınar Kaftancıoğlu sayesinde. Kendisini büyük şehirlerde, özellikle İstanbul'da, yaşayan çocuk sahipleri tanıyacaktır. Ayşe Arman'ın söyleşisinden sonra tanıyanlar ve alış veriş yapanların sayısında ciddi artış olmuş. Siz tanımayanlardansanız İpek Hanım'ın Çiftliği'nin web sayfasına bakmanızı ve yazının geri kalanını sonra okumanızı öneririm.  Kaftancıoğlu, bana kalırsa ülkemiz için uygulanabilir bir kalkınma modeli oluşturmuş. Ülkemiz, her ne kadar son dönemlerde ihmal edilmiş olsa bile, bir tarım ülkesi. Tarıma elverişli topraklara ...

İstanbul Modern İzzet Keribar sergisi

İstanbul Modern'de 2024 Kasım ayında açılan İzzet Keribar'ın fotoğraflarından oluşan seçkiyi ziyaret etmek istiyorsanız 25 Mayıs 2025'e kadar vaktimiz var.  Farklı dönemlerde ve mekânlarda çekilen birbirinden etkileyici kareleri incelerken Keribar'ın notlarını okumayı ihmal etmeyin. İyi fotoğrafın, belki de herşeyin "iyi"si için geçerli olan, özen ve sabır gerektirdiğinin kanıtı gibiydi sergi. İstanbul Modern'in terasında martı, Galata Kulesi ve şehri yıkayan yağmuru tek karede sabitlemeye çalıştığım fotoğraf için aynı özen ve sabrı gösterdim mi bilemiyorum.

23 Nisan depreminin ardından

1999 yılında yaşanılan büyük depremin üzerinden 26 sene geçmiş. O günden bu güne her sarsıntının ardından konuşanlar ve konuşulanlar neredeyse hiç değişmiyor. İstanbul'un depreme hazır olmadığı, kentsel dönüşümün olması gerektiği kadar hızlı ilerlemediği, toplanma alanlarının yetersizliği gibi bir çok eksiklikten bahsediliyor.  1999 Marmara depreminin üzerinden 26 yıl geçti. Aradan geçen yıllarda şehirler büyüdü, nüfus arttı, teknoloji ilerledi. Ancak her sarsıntının ardından dile getirilen endişeler neredeyse hiç değişmiyor. İstanbul’un olası büyük depreme hazırlıklı olup olmadığı, kentsel dönüşümün yeterince hızlı ilerleyip ilerlemediği ve toplanma alanlarının durumu hâlâ konuşulmaya devam ediyor. Dünkü Deprem ve Kitapçıda Yaşananlar Dünkü depremi kızımla birlikte bir AVM’deki kitapçıda yaşadık. Kahvelerimizi içiyor, etrafımızda 23 Nisan sevincini yaşayan çocukları izliyorduk. Ancak bir anda her şey değişti. Sarsıntı başladığında insanlar hızla dışarı çıkmaya çalıştı. Çocukl...

Hac / Paulo Coelho

Kurguyla Gerçek Arasında Bir Yolculuk Bugüne kadar hiç Paulo Coelho kitabı okumamıştım. Siz sormadan söyleyeyim: Evet, Simyacı hâlâ okunacaklar listemde. Ama ilk adımı, Hac ile attım. İlginçtir ki bu kitap, Simyacı ’nın da yazılmasına vesile olan gerçek bir hac yolculuğunu konu alıyor. Bu yolculuk, İspanya'da "El Camino de Santiago" yani Santiago Yolu olarak bilinen yüzlerce kilometrelik bir yürüyüş rotası boyunca geçiyor. Farklı yönlerden, farklı duraklardan başlayan ama aynı amaca çıkan bu rota, hem fiziksel hem de ruhsal bir yolculuk sunuyor. Kitabın arka kapağını okuduğumda aklıma Nermin Yıldırım ’ın Ev adlı romanı geldi. Orada da kahraman, Santiago yolunu farklı bir yönde yürüyordu. Coelho’nun Hac ’ı ile bu iki kitap arasında, hem benzerlik hem de yaklaşım farkı görmek mümkün. Kurgu mu, Anı mı? Kitabı okurken en çok düşündüren şeylerden biri şu oldu: Bu yaşananlar gerçekten oldu mu, yoksa metaforların içine mi gizlendiler? Roman, yer yer o kadar ...

Boğaz'da erguvanlar

İstanbul’un baharı, erguvanların açmasıyla başlar. Boğaz’ın yamaçlarında, morun en güzel tonlarıyla süzülen bu ağaçlar, kente özgün bir hava katar. Erguvanlar, sadece doğanın değil, şehrin ruhunun da bir parçasıdır. Peki nedir bu erguvan? Erguvan ( Cercis siliquastrum ), Akdeniz iklimine özgü, ilkbaharda mor-pembe çiçekler açan bir ağaçtır. Anadolu'da yüzyıllardır bilinen bu ağaç, hem mitolojik hem de kültürel anlamda derin semboller taşır. İstanbul Boğazı çevresinde doğal olarak yetişen ender türlerden biridir. Erguvanın İstanbul’daki Yeri Erguvan, Bizans’tan Osmanlı’ya kadar pek çok dönemde İstanbul’da zarafetin ve geçiciliğin simgesi olmuştur. Rivayetlere göre Bizanslılar erguvanı imparatorlukla özdeşleştirirken, Osmanlı’da "erguvan cemiyetleri" adı verilen bahar eğlenceleri düzenlenirmiş. Osmanlı döneminde saray mensupları, Boğaz kıyılarındaki yalılarından erguvanların açmasını izler, bu manzarayı şiirlerle ölümsüzleştirirdi. Erguvan Nerelerde Görülür? ...

İstanbul Ansiklopedisi: Sessiz Çatışmaların ve Görünmeyen Yansımaların Hikâyesi

Bu yazı, Netflix ’te Nisan 2025’te yayınlanan İstanbul Ansiklopedisi  dizisi hakkında olacak. Hem bir izleyici olarak düşüncelerimi paylaşmak hem de spoiler vermeden bir bakış sunmak istiyorum. Diziler hakkında yazdığım ilk blog yazısı olacak, bu yüzden heyecanlıyım. 📚 Genel Bilgiler Sekiz bölümlük mini dizi formatında sunulan yapımın senarist ve yönetmen koltuğunda Selman Nacar oturuyor. Başrollerde ise genç oyuncu Helin Kandemir  (Zehra) ve deneyimli isim Canan Ergüder (Nesrin) yer alıyor. Zehra, üniversite eğitimi için Amasya’dan İstanbul’a gelirken; Nesrin, Fransa’da kariyerine devam etmeye hazırlanan, Zehra’nın annesinin yıllardır görüşmediği eski bir arkadaşı. İkili arasındaki etkileşim dizinin en güçlü yanlarından biri. 💭 Dikkatimi Çekenler (Spoilersız): Kimlik arayışı teması  güçlü bir şekilde hissediliyor. Zehra’nın İstanbul’a gelmeden önceki hayatıyla, büyük şehirde yaşadığı değişim arasındaki gelgitler oldukça etkileyici yansıtılmış. Nesrin’in şehir ve ülk...