Ana içeriğe atla

yağmur

Yağmur damlaları arabanın silecekleriyle yarış halindeydi. Az önce temizlenen yerler, gökten düşenlerle yeniden ıslanıyor ve görüşü bozmaya devam ediyordu. Binalar ve şehir uzaklaşırken, ne yapıyorum gerçekten diye düşündü. İç sesini sözle tekrarladığını fark ettiğinde, arabada yalnız olduğuna şükretti. İş çıkışı, akşam trafiğinde kendi kendine konuşmak pek garip karşılanmazdı gerçi. Bu aralar akıl sağlığını korumak herkes için zordu. Zor zamanlardan geçiyoruz, dedi kendi kendine. Hangi zamanımız kolay oldu ki diye ekledi. Kendine hak verdiğini fark edip güldü.  Hava kararmaya başlayacak birazdan, daha çevre yoluna bile gelemedim. Bu gidişle bugün rekor kıracağım. Neyse ki evde bekleyenim yok.  Bekleyeni olmadığına sevinmesi garibine gitti. Çocukluğu ve gençliği boyunca kendisini hep kalabalık bir ailenin babası olarak hayal ettiğini hatırladı. Karısı, kızları ve oğulları ile güle eğlene yaşayıp gideceği kocaman bir ev görürdü ne zaman geleceği düşünse.  Oysa hiç evlenmed...

Siyasal Anılar / Hüseyin Cahit YALÇIN

Ankara Kalesi, 2014
Yakın tarihimiz ile ilgili kitapları okudukça bugün yaşananları daha iyi anlayabiliyorum. Neler anladığımı başka bir yazıya bırakıp Hüseyin Cahit Yalçın'ın İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayınlanan ve sahaflar sayesinde 1976 tarihli ilk baskısını bulduğum esere dair notlarıma geçeyim. 

Öncelikle belirtmek isterim ki gerçekten çok zamanımı aldı Hüseyin Cahit'in anılarına ulaşmak. Aslında siyasal anıları demek daha doğru, çünkü Edebiyat Anıları adını taşıyan kitabının yeni baskıları raflarda mevcut. Siyasi Anılar ise, yanlış bilmiyorsam, en son 2000 yılında basılmış. 

Hüseyin Cahit çok yönlü bir kişi. Siyasi kimliğinin yanısıra edebi eserleri ve gazeteciliği ile tarihimize damgasını vurmuş. Anılarını okuduktan sonra tek kelime ile Hüseyin Cahit'i tarif et deseler: Muhalif derdim. İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne girmemiş ancak partinin milletvekilliği teklifini kabul etmiş. İki kez İstiklal Mahkemelerinde yargılanmış. Sürgüne gönderilmiş. Hapis yatmış. Parasız kaldığı dönemler de olmuş Avrupa kentlerinde yaşadığı dönemler de. Düyun-u Umumiye Vekilliği görevini uzun yıllar sürdürmüş. Malta sürgünleri arasında da yer almış. 

Anıları çok ilginç ve öğretici. Bir kaç küçük alıntı yapmak istiyorum, aslında alıntılanacak bölüm epeyce fazla. Herşeyden önce bugünlerin tartışmalı konusu Kut-ül Amare kuşatması ile ilgili yazdıkları önemli. Birinci dünya savaşı devam ederken, Hüseyin Cahit başkanlığında bir grup mebus Almanya'yı ziyarete gitmişler:
"Alman hükümeti bizi Alman kamuoyunu avutmak, halkta savaşa karşı hevesi canlandırmak için bir araç saymış olacak ki Münich'ten başlayarak başlıca bütün Alman merkezlerinde dolaştırdı. Kent baştan aşağı Türk bayraklarıyla donanıyordu. Münich belediye dairesinde ihtişamlı bir kabul resmi düzenlendi. Belediyenin merdiveni donatılmıştı, iki yana beyaz tüller içinde küçük kız çocukları dizilmiş, biz basamaklardan çıktıkça çiçekler serpiyorlardı. Her şölende, her sofrada uzun Almanca söylevlerin içinde Türkiye'yle ilgili iki kelime ne olursa olsun bir çok kez tekrarlanacaktı: Kütülammare ve Çanakkale! Almanlar, İngilizlere karşı hınçlarını çıkarmak için bağlaşıkları Türklerin zaferleriyle övünüyorlardı. İşte ülkeler aldıktan sonra savaştan dönen eski zaman hükümdarları gibi bir zafer alayı içinde Alman hükümetleri başkentlerini dolaştıktan sonra Berlin'e geldik." s.229
Hüseyin Cahit, kaleminin gücüyle de ünlenmiş birisiymiş. Tanin gazetesinin kurucusu ve başyazarı olarak uzun yıllar çalışmış. 1908 - 1912 Meclis-i Mebusan'da İstanbul vekili olarak yer almış. Parti disiplini konusundaki tespitlerini, aslında her türlü meclis / topluluk ve zaman için geçerli olabileceği düşüncesiyle paylaşmak istedim:

Önemli yasaların önce partide görüşülmesi kararlaştı. Böylece parti kararı, mebuslar için zorunlu bir uyuştu.Böylece parti, Millet Meclisinin yerine geçmiş oldu. Örneğin 400 üyeli bir mecliste 201 kişilik bir çoğunluğa sahip bir parti, kendi arasındaki toplantılarda örneğin 101 kişiyle bütün ülke için yasa gücünde kararlara varabilir.Aslında 101 serbest oy da yoktu ortada. Asıl kararları verenler, Genel merkezi oluşturan dört beş kişiydi. Bunların meclisteki temsilcileri gerekli yollara baş vurarak gerekli çoğunluğu sağlamakta hiç güçlük çekmezlerdi. Bu yolla meclis kuklaya dönüştü; asıl kararlar dört duvar arasında veriliyor, mecliste onaylanıyor gibiydi. s.133

Kitapta Ermeni tehciri konusunda da gerçekçi tespitler var. Onlara dair de alıntı yapılacak çok yer olsa da bende bunu yapacak enerji yok. Yakın tarihe meraklıysanız mutlaka edinip okumalısınız Hüseyin Cahit Yalçın'ın Siyasi Anılar adlı kitabını... 

Yorumlar

Son haftanın en çok okunan 10 yazısı

bir kez daha, nedir bu sayısal karasal televizyon?

Blog sayfamda DTT etiketiyle yayınlanmış 100'e yakın içerik bulunsa da, geçenlerde buluştuğumuz lise arkadaşlarımın sorusu üzerine, bir kez daha yazmaya karar verdim. Bilenler, okumadan geçebilir. Bilmeyenler ve sektörün uzağındaki kişiler düşünülerek hazırlanmış bir yazıdır.  Soru - yanıt şeklinde kurgulanmış yazılarımın daha çok okunduğu gözlemi üzerine, buyurun sık sorulan sorularla Sayısal Karasal Televizyon: Şimdi tam olarak neden bahsediyoruz? Çanak ile izlediğimiz televizyon mu?

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor. ...

Anıttepe, sokaklar, anlamlar

Ankara, ne yazık ki, içerisinden su geçen şehirlerden değil. Aslında daha doğrusunu söylersem, içerisinden geçen suların üzerini kapatıp yok eden bir kent. İncesu deresi, Kavaklı dere, Ankara çayı hep üzeri kapatılıp, halının altına süpürülen tozlar gibi gözden ırak tutulup unutulmuş kent suları. Hal böyle olunca Başkent, akar suyun kente sağlayacağı güzelliklerden yoksun. Neyse ki arayan için gizli güzellikler barındırıyor.   Anıttepe, bu gizli güzellikleri saklayan semtlerden. Anıtkabir, yılın her mevsimi caddelerden eksik olmayan turist otobüsleri, resmi bayramlarda protokol için kapatılan yollar, son dönemde sıklıkla düzenlenen mitinglere ev sahipliği yapan Tandoğan meydanı, Çankaya Belediyesi'nin  konserlerinin mekanı Anıtpark Anıttepe denildiğinde ilk aklıma gelenler. Ve tabii, geçenlerde bir yarışmada soru olarak da yöneltilen sokak isimleri: Ordular, İlk, Hedef, İleri, Ata ve Akdeniz caddesi.    Anıtkabir'in sınırını oluşturan 3 cadde bulunur: Gen...

Ay ve Şenlik Ateşleri / Cesare Pavese

20 senede bloga eklediğim 428. kitap etiketli yazı Ay ve Şenlik Ateşleri oldu. İtalyanca aslından Rekin Teksoy'un özenli çevirisiyle Can Yayınları'ndan Şubat 2008 tarihli 3. baskısından okudum.  Romanı tek cümle ile anlatmam gerekse, hüzün ve çaresizliğin romanı derdim. İkinci dünya savaşı sonrası İtalya'nın kuzeyindeki küçük bir beldede geçiyor anlatılanlar. Amerika'ya gidip zengin olarak doğduğu yere dönen anlatıcının orada kalanlarda geride bıraktıklarını araması, yüzleştiği gerçeklikler ve çaresizlikler. Göçmenlik, gidip başkası olma ama bir yandan da aynı kalma halleri, gidip geldiğinde bıraktıklarının değişimi ya da yanı kalması... Garip bir durum olsa gerek. Yazar yaşanılan ikilemleri okuyanın içine işleyen bir gerçeklikle ortaya koymuş.  Savaş sonrası İtalya'nın derinlikli bir anlatımını okumak isteyenlere önereceğim bir eser. Pavese'nin yalın dilini çevirmekte ustaca bir iş başaran Rekin Teksoy'un da kalemine sağlık.  Belki bir önsöz ya da sonsöz il...

avm otoparkları

Hafta sonları alış veriş merkezlerine gitmeyi sevmiyorum. Hem otoparkında yer bulmak, hem mağazalarında dolaşmak hem de kafelerinde sakin bir masa bulmak neredeyse imkânsız. Bir şekilde işlerimi halledip o kalabalıktan kurtulma şansı bulduğumda ise arabayı nereye park ettiğimi bulma macerası başlıyor.  Neyse ki sonunda bu macerayı ortadan kaldıracak bir çözüm keşfettim. Keşfime gülebilirsiniz belki gene de yazayım. Park yerinin fotoğrafını çekiyorum. Bu sayede hangi katta hangi noktaya arabayı park ettiğimi aklımda tutmaya gerek kalmıyor.  İnsanlık için önemsiz, benim için bu keşfi paylaşmak istedim :)

çiseleyen yağmur

Dışarda hava soğuk. Zor da olsa yer bulduk kafede. Yoksa hem soğuk hem çiseleyen yağmur hâlimiz haraptı. Şemsiyelerimizi açmamıza gerek kalmamıştı ama montlarımız biraz ıslanmıştı. Kurusunlar diye sandalyelerin arkasına astık.  Menüye bakmadan kahvelerimizi sipariş ettik. Bir yerden sonra alışkanlık hâline geliyor içtiğimiz kahveler. Ben latte, o sade Türk kahvesi. Garson kahveleri getirirken fonda Bana Sor çalmaya başladı. Ferdi Tayfur'un sesinden hem de. Ceylan Ertem'in söylediği şeklini daha bir sevsem de orijinal hali de bir başka güzel.  Cam kenarı masaları hep daha hızlı doluyor. Neyse ki biz geldiğimizde oturacak boş yerler vardı. Şimdi kalmadı. Şubat tatili diye, havaya aldırmadan çoluk çocuğunu toplayan sokağa atmış kendini.  Kahvelerimiz bitince, ne kadar istemesek de, eve dönüş yolculuğuna başlamamız gerektiği gerçeği ile yüzleştik. Yağmur hâlâ hafif hafif yağıyordu.  Kafeden çıkarken bir anne oğluyla konuşuyordu, ilk dönemki gibi çalışmana devam edersen i...

Yaylapınar (Sinekçiler) Köyü Nazilli tatili

Yazılacaklar birikti, bu gidişler birikmeye devam edecek. Üst üste gelince seyahatler, okunanlar, teknik gelişmeler böyle oluyor. Yavaş düzgündür, düzgün ise hızlı deyip başlayayım bir yerinden.  Geçtiğimiz haftanın 6 gecesini, Aydın'ın Nazilli ilçesinin, eski adıyla Sinekçiler, Yaylapınar köyünde geçirdik. Ne ben, ne de eşim Nazilli'li. Oralarda yaşayan akrabamız da yok. Peki nasıl oldu da bir köyde kaldık 6 gece. Pınar Kaftancıoğlu sayesinde. Kendisini büyük şehirlerde, özellikle İstanbul'da, yaşayan çocuk sahipleri tanıyacaktır. Ayşe Arman'ın söyleşisinden sonra tanıyanlar ve alış veriş yapanların sayısında ciddi artış olmuş. Siz tanımayanlardansanız İpek Hanım'ın Çiftliği'nin web sayfasına bakmanızı ve yazının geri kalanını sonra okumanızı öneririm.  Kaftancıoğlu, bana kalırsa ülkemiz için uygulanabilir bir kalkınma modeli oluşturmuş. Ülkemiz, her ne kadar son dönemlerde ihmal edilmiş olsa bile, bir tarım ülkesi. Tarıma elverişli topraklara ...

Kocadağ At Çiftliği Kocadağ Köyü / Havran

Deniz, kum, güneş tatilinden sıkıldıysanız ve Edremit körfezi civarındaysanız size süper bir alternatif: At binmek. Edremit'ten Balıkesir'e giden yol üzerindeki şirin ilçe Havran'ın Kocadağ köyünde bu mekan. Henüz dört yaşında olan iki(z) kızlarımız çok keyif aldılar at binmekten. Altınızda sizden epey güçlü b ir hayvan varken dengede durmaya çalışmak, yorucu bir o kadar da keyifli bir uğraş. Eğer hayatınızda at binmeyi hiç denemediyseniz, emin olun deneyince siz de kabul edeceksiniz, çok şey kaçırmışsınız demektir.    Kocadağ At Çitfliği'nde at binmenin yanı sıra lezzetli mutfağını da deneyebilirsiniz. Mantı, haşlama içli köfte, ızgara köfte ve elbette demleme çay. Fiyatlar derseniz bu konuda ucuz / pahalı yorumu yapmak istemiyorum. Bunun yerine bir kaç seçtiğim ürünün fiyat bilgisini paylaşacağım. Ancak, öncelikle sipariş edeceğiniz yiyeceklerin hepsinin büyük bir özenle hazırlanıp, aynı özenle servis edildiğini belirteyim. Biz mantı, içli köfte, ızgara hellim ve ...

Almanya'da televizyon yayınlarına erişim

Televizyon yayınları kablolu ve kablosuz olmak üzere iki ortam kullanılarak evlere ulaştırılır. Her iki ortam için de farklı uygulamalar bulunmaktadır. Kablonun kullanıldığı durumlarda Kablo TV, IPTV seçenekleri mevcuttur. Kablosuz ortam için ise uydu ve karasal vericiler kullanılabilir. Her ortamın kendisine göre avantajı, dezavantajı vardır. Daha ayrıntılı analizlerde, yayıncı için ve izleyici için avantajlar ve dezavantajlar olduğu görülecektir. Hatta ülkelerin düzenleyici denetleyici kuruluşlarının desteklediği ve/veya kösteklediği televizyon dağıtım yöntemleri olduğu söylenebilir.  Bu uzun girişi yazmamın sebebi, Arthur D. Little adlı araştırma kuruluşunun yakın tarihte yayınladığı bir araştırma. Lars Riegel ve Julien Duvaud-Schelnast imzalı   Almanya'da TV Platformları 2014 ve sonrası başlıklı 10 sayfadan ibaret rapor, Almanya'da son dönemin sıcak tartışma konusu durumundaki sayısal karasal televizyonun geleceğine ilişkin önemli analizler içeriyor. Geçti...

yabancı şehir

Senenin son gününde, yabancı bir şehirde kayboldum. Navigasyonlu dünyada kaybolmak mümkün mü diye sormayın. Nereye gideceğini, nerede olduğunu bilmemek diye tanımlıyorum kaybolmayı. Ben de böylesi bir ruh halindeyim.  Kaybetmeden bulmak mümkün mü? Belki de bu yüzden kaybolmak istedim, yeniden bulabilmek için. Neyi diye sormayın. Bilsem kaybetmezdim zaten. Aramadan bulamayacağım için geldim belki bu yabancı şehre. Şehir yabancı da olsa dünya aynı. Binalar ve insanları ilk kez görsem bile hayatın akışı aynı. İnsanlar sabahları işe akşamları eve koşturuyor. Belki onlar da arıyor, kaybettiklerini. Belki onlar da kaybolmuşlar ve farkında bile değiller kaybolduklarının.