Ana içeriğe atla

çocuğu hangi okula göndersek? okul tercihinde rehber niteliğinde bir yazı!

çocuklarımızın yüzleri hep gülsün
Tehlikeli sularda yüzmeye karar vermek gibi bir şey yaptığım. En hassas kararlara ilişkin fikirlerimi beyan etmek zor ve tehlikeli. Yanlış yönlendirme yapma endişesi hissediyor insan. Çocuk sahibi olanların kafasını kurcalayan önemli, belki de en önemli soru: Hangi okula göndersek?

O zaman sizi daha fazla merakta bırakmadan, kendi yanıtımı paylaşayım: bu tamamen ne beklediğinize bağlı!

Yanıt, daha kafa karıştırıcı geldiyse, biraz vaktinizi rica edeceğim. Yazıyı sonuna kadar okumanız, umarım ki kendi yanıtınızı oluşturma konusunda size yardımcı olacaktır. 
en önemli okulun "tabiat ana" olduğunu unutmayın!

Yaşım 40'ı geçti ve kendi çocukluğumda, ilkokulda özel okula göndermenin oldukça az sayıda velinin yaptığı bir eylem olduğunu hatırlıyorum. Bugün ise orta ve üzeri gelire sahip ailelerin tercihi özel okuldan yana. Devlet de eğitim sorumluluğunu özel okullarla paylaşmak istiyor. Aileleri, özel okulları tercih etmeye teşvik edici uygulamaları var. 

Bundan sonra yazacaklarım Ankara için gözlemlerime dayanıyor. Diğer kentlerde de aşağıda tarif ettiğim tanımlara uyan okullar vardır eminim. Yazıda okul adı vermemeye özen gösterdim. Tariflere bakınca okul adlarını tahmin etmek zor değil. 

İlk yol ayrımı: Türkiye mi x ülke mi?

Ankara'da yaşarken Alman ya da Fransız eğitim sistemine göre hizmet sunan bir okulda okumak mümkün. Bu tercihin sonuçlarını iyi değerlendirmek şart. Uluslararası hareketlilik gerektiren bir işiniz varsa örneğin çok uluslu şirketlerde ya da Hariciye'de çalışıyorsanız, çocuklarınızın sonraki ülkede sorun yaşamadan eğitim hayatlarına devam etmesi bakımından mantıklı bir tercih. Ancak Ankara'da yaşıyor ve çalışıyorken, kent ve ülke değiştirmek gibi bir durumunuz yokken, çocuğum ileride x ülkesinde üniversite okusun, diye düşünüp yola çıktıysanız bir daha düşünün derim. Öncelikle bu okulların ücretleri Avro cinsinden belirleniyor. Bugün 5 lira olan Avro yarın 6 lira olurken, sizin maaş aşağı yukarı aynı kalacak. İşin maddi boyutunu bir kenara bırakırsak x ülke müfredatına göre yetişen çocuğunuz bir sebeple Türk eğitim sistemine geçmek zorunda kaldığında epey zorlanacaktır. Üniversite eğitimi 18 yaşından sonra başlanılan bir eğitim. 18 yaş ise artık bireylerin kendi kararlarını verebildikleri bir yaş. Siz bugün aldığınız bir karar ile bireyin (çocuğunuz da olsa 18 yaşında bir yetişkin) kararına ipotek koymuş oluyorsunuz. x ülke eğitim sistemi ile yetişen çocuk, sonradan ya da paralel olarak Türk eğitim sistemine de uyumlu çalışmalar yaparak üniversiteye geçiş sınavında bir yerlere yerleşebilir. Ancak bu epey çaba isteyen bir süreç olacaktır. 

İkinci yol ayrımı: Geleneği olan bir okul?

Soruda isim vermesem bile hangi okulların geleneği var belli. Ankara'da Fransızca eğitim veren bir okulumuz ile İngilizce eğitim veren bir okulumuz geliyor benim aklıma gelenek denildiğinde. Her ikisi de benim doğumumdan önce var olan bu iki güzide kuruluşumuz, kurumsal kimlikleri ve mezunları arasındaki dayanışma ile bilinir. Bu okullarımızda kayıt için kura sistemi uygulamasının, ana okulu ücretlerinin yüksekliğinin, ara sınıf geçişlerinde sınavlara talebin yoğunluğunun bana söylediği: okulların hâlâ büyük ölçüde tercih edildiği. Geçenlerde İngilizce eğitim veren "geleneği olan okulumuzun" velilerinden bir arkadaşım ile konuşurken söylediği söz, dikkate alınması gereken bir yaklaşımı işaret ediyor: 
Benim çocuğumuz sınıf arkadaşları arasında siyasilerin çocukları var, holding sahiplerinin çocukları var, diplomatların çocukları var. Kısaca ülkenin gelecekte önemli şahsiyetleri ile sınıf arkadaşı bugünden. Sınıflar arada karıştırıldığı için aslında tüm okul ile birbirlerini tanıyan bir dönem olarak mezun olacaklar. İleride önemli makamlara gelme olasılığı yüksek bireyler ile bugünden dönem arkadaşı olması bence okulun en büyük avantajı.
Dediğim gibi yukarıdaki görüş bu okullardan birisine çocuğunu göndermiş bir arkadaşıma ait. 

Üçüncü yol ayrımı: Akademik başarı için bol ödev ve disiplin?

Bu soruya yanıt gerçekten önemli. Çoğunlukla doktor, mühendis, avukat gibi çocuğuna bırakacağı kurulu bir işi olmayan, beyaz yakalı ve günün koşullarında "iyi" gelire sahip kişilerin tercih ettiği bu okullara örnekleri sizler benden iyi biliyorsunuz. Haftasonu, yaz ve şubat tatili ödevleri, arada yapılan sınavlar, akademik başarının ön planda tutulması... "Çocuk dediğin çocukluğunu yaşamalı" diyorsanız bu okulları tercih ederken bir kez daha düşünün derim. Elbette bu okulların öğrencileri de çocuk ve çocukluklarını yaşıyor. Ancak diğer arkadaşlarından daha fazla ödev yapıyorlar. Peki mutsuzlar mı? Çocuğun karakterine göre değişir sorunun yanıtı. Bu okullar, dışarıdan bakıldığında ideal oranı bulmuş görünüyor. Sporda başarılı, enaz bir müzik aleti çalan, birini çok iyi diğerini derdini anlatacak düzeyde yabancı dil konuşabilen, üniversite sınavında istediği bölüme girecek kadar puan alan, hatta üniversite sınavında derece yapan... Her açıdan "on numara beş yıldız" çocuklar. Peki, bu okullara çocuklarını gönderen velilerin kaçı spor ile uğraşıyor, kaçı bir müzik aleti çalıyor ve kaçı iki yabancı dil biliyor? Kısacası her çocuğun farklı olduğunu her çocuğun "on numara beş yıldız" olamayacağını kabul etmek gerek. Bu tür okullar için en düşündürücü olan ise belli bir başarı seviyesini tutturamayanların ilerleyen sınıflarda kayıtlarının yenilenmediğine dair duyumlarım. Orta okula kadar 8 yılı, hatta anaokulu ile birlikte 9 yılı, birlikte okumuş çocuğunuz liseye geçerken, "kusura bakmayın ancak oğlunuz/kızınız okulumuz için yeterli değil, kendinize başka okul bulmak zorundasınız" sözünü duymak hem siz hem çocuğunuz için yıpratıcı olacaktır. 

"Özele verdik çocuğu" okulları

Programlama dillerinde if ... else if diye bir kalıp vardır. Dilden bağımsız olarak, yazılışları değişse bile, eğer ... ya da ... ile devam eden bir kalıp. Yukarıdan aşağı koşul sınanır ve sonunda bir else - ya da - bulunur. Koşullara uymayan diğer durumlarda program buraya dallanır. 

Yabancı ülke okulunu, geleneği olan kolejleri, akademik başarı hedefi ile çok çalıştıranları geçtiyseniz geriye bu kategori kalıyor: özele verdik çocuğu okulları. Bu kategoride çok sayıda okul var. Mahalledeki büyük villaya asılan tabela ile açılan okuldan, bizim zamanımızın dershanesinden oluşan ancak bir türlü yukarıdaki kategorilerde kendisine yer bulamayan okullara, ortadoğunun ünlü üniversitesinin adını taşıyan kolejlere yelpaze geniş. Fiyat ve olanak skalası da aynı genişlikte. Bu tercihi yapan velilerin aklında tutması gereken ise, fiyat ve olanak skalası gibi velilerin okuldan beklentilerinin de çok genişliği. "Çocuğum mutlu olsun, mutlu çocuk öğrenir" diyen de olacak sınıfta "bir şey öğrenmese ne olacak, bak ben okumadım ama mercedes ile geziyorum" diyen de. "okulu bitirsin işi hazır, bizim holdinge ikinci nesil gerek" diyen ile "eğitim dışında kabuğunu kırman mümkün değil" diyenin çocukları aynı sıralarda eğitim alıyorsa okulun nasıl bir çizgide ilerleyeceğini kestirmek güç. Naçizane önerim, eğer "çocuğu özele verdik" diyenlerdenseniz, çok yakın takip edin müfredatı, öğretmeni ve okulu. 
her bireye eşit adalet, sağlık, güvenlik ve eğitim hizmeti sunmak devletlerin asli görevi olmalı!

Son olarak aşağıdaki dörtlünün sadece kamu tarafından hizmet üretilen alanlar olması gerektiğine yürekten inandığımı belirteyim:
  • Adalet
  • Sağlık
  • Güvenlik
  • Eğitim
Daha çok paranız varsa daha lüks bir evde oturabilirsiniz, daha çok paranız varsa daha pahalı bir arabaya binebilirsiniz. Ancak daha az paranız var diye adalet, sağlık, güvenlik ve eğitim alanlarında daha az ile yetinmek zorunda kalmanız insan haklarına da aykırıdır!

Yorumlar

geçen haftanın en çok okunan 10 yazısı

Göksu Restaurant

Özellikle öğlen saatlerinde Kızılay, Sakarya civarında düzgün yemek yiyeceğiniz bir yer arıyorsanız en doğru seçim Göksu Restaurant olacaktır. Meşhur Otlangaç'ın karşısına denk düşen mekan, hızlı ve özenli servisi, lezzetli ve fahiş olmayan fiyatları ile bölge insanlarının gönlünde çoktan taht kurmuş. Öğle saatlerindeki kalabalığa karşın hızlı ve özenli servisin sırrı yeterli sayıda personel çalıştırmak olsa gerek. Yemeklerinde etsiz çeşitlerinin az oluşu dışında kusuru yok denebilir. Akşam servisini hiç denemedim, ancak akşamları Sakarya'ya gidenlere fazla hitabetmeyebilir. Afiyet olsun. GÖKSU RESTAURANT Bayındır Sokak No: 22 / A Kızılay - ANKARA tel 312 431 47 27 - 431 22 19

Göksu Restaurant Nenehatun şubesi açıldı

ve beklenen gerçekleşti...Ankara'nın Sakarya caddesine açılan Bayındır sokakta yer alan Göksu, gönüllere taht kurdu. Gerek servisi, gerek yemeklerin lezzeti vazgeçilmezler arasına girdi. Mekanın Kızılay'ın göbeğindeki Sakarya caddesinde olması, kimilerini üzüyordu. Özellikle Kızılay'a hiç inmeyenler, kalabalığı sevmeyenler yukarılarda bir Göksu hayali kuruyordu. Uzun sürdü inşaat. Nenehatun caddesi ile Tahran caddesinin kesiştiği köşede yer alan binanın inşaatının neden bu kadar sürdüğünü pek anlamamıştım, düne kadar. Dışarıdan 4-5 kat görünen bina toplamda 10 katlıymış. Üstte 3 kat içkili restaurant (ki bu bölüm henüz açılmamış), girişte bekleme salonu ve bar-kütüphane, girişin altında işkembe ve kebapçı (ki bu bölüm hizmet vermeye başladı), işkembecinin altı tam kat mutfakmış, onun altında garaj-çamaşırhane ve en altta iki kat konferans salonu olarak düzenlenmiş öğrendiğime göre. İlk ziyaretime ait fotografları (binanın dıştan çekilmiş bir görüntüsü ve iştah açıcı) beğe...

Uyku İstasyonu / Nazlı Eray

Gerçekle düşün birbirine karıştığı; kahramanın Bursa'dan Paris'e, Sinop'tan Alanya'ya dolaştığı; geçmiş sorgulamaları, hayal kırıklıkları, hüzünler ve mutlulukların birbiriyle yarıştığı 160 sayfalık bir roman Uyku İstasyonu. Duraklarda, silik de olsa, Nazlı Eray'ın hayatına dair izler sezdim. Hangi izin hangi gerçekliğe işaret ettiğini edebiyat eleştirmenlerine bırakayım. İşin aslı, bulduğumu sandığım izlerin doğruluğundan da emin değilim. Ayrıca böylesi bir romanı okurken neden yazarın gerçek hayatıyla bağları düşünür insan sorusunu kendime not olarak ekleyeyim. Romanı tek oturuşta bitirdim. Elimden bırakmadan okumama neden olan şey sanırım büyülü atmosferdi. Bir sonraki sayfada ne olacağını tahmin bile edememenin gizeminin yanı sıra hikayenin gelişiminin neye işaret ettiğini çözmeye çalışmak da çok keyifliydi. Keyifli okumalar diliyorum. Sizler de görüşlerinizi paylaşmak isterseniz, yorum yazabilirsiniz. 

5. Sanattan 5. Kola: Orhan Pamuk

Cevdet Bey ve Oğulları adlı kitabını okumuştum yıllar evel. Kara Kitap adlı romanından uyarlanan filmi, Gizli Yüz, iki kere izlemiş ve anlamamıştım. Benim Adım Kırmızı ve Kar romanlarını okumayı düşünüp bir türlü vakit ayıramadım. Sonradan açıklamaları, Nobel'i kazanması, Nobel sonrası açıklamaları ile birleşince romanlarını okumaktan vazgeçtim. Taa ki her kitabını okuduğum az sayıdaki yazarlardan Kaan Arslanoğlu'nun blogunu okuyana dek. Arslanoğlu blogunda yazdıkları inceleme kitabından bahsediyordu. Kitaba yönelik bilinçli ilgisizliğe karşın ilk baskısının tükenmekte olduğundan, okuyucuların yorumlarından bahsediyordu yazıda. Ergin Yıldızoğlu, Nihat Ateş ve Ali Mert ile birlikte hazırlamışlar kitabı. Dört yazar da Pamuk'un farklı yönlerini değerlendirmişler. Nihat Ateş yazısında romancı Pamuk'u değerlendiriken, Yıldızoğlu ve Arslanoğlu yazarın edebi kişiliği ile hayattaki duruşunu birlikte ele almışlar. Oldukça yararlı bir inceleme olduğunu düşünuğum kitap ithaki...

Almanya'da televizyon yayınlarına erişim

Televizyon yayınları kablolu ve kablosuz olmak üzere iki ortam kullanılarak evlere ulaştırılır. Her iki ortam için de farklı uygulamalar bulunmaktadır. Kablonun kullanıldığı durumlarda Kablo TV, IPTV seçenekleri mevcuttur. Kablosuz ortam için ise uydu ve karasal vericiler kullanılabilir. Her ortamın kendisine göre avantajı, dezavantajı vardır. Daha ayrıntılı analizlerde, yayıncı için ve izleyici için avantajlar ve dezavantajlar olduğu görülecektir. Hatta ülkelerin düzenleyici denetleyici kuruluşlarının desteklediği ve/veya kösteklediği televizyon dağıtım yöntemleri olduğu söylenebilir.  Bu uzun girişi yazmamın sebebi, Arthur D. Little adlı araştırma kuruluşunun yakın tarihte yayınladığı bir araştırma. Lars Riegel ve Julien Duvaud-Schelnast imzalı   Almanya'da TV Platformları 2014 ve sonrası başlıklı 10 sayfadan ibaret rapor, Almanya'da son dönemin sıcak tartışma konusu durumundaki sayısal karasal televizyonun geleceğine ilişkin önemli analizler içeriyor. Geçti...

Yeni blog: Oyku7.blogspot.com

Oyku7.blogspot.com adresli blog sayfasında kısa öyküler yayınlamaya başladım. Aslında öykü serisi demek daha doğru olur belki.  Her hafta pazar günü saat 10'da yayınlanan ilk öykü ile başlayan ve hafta boyu her gün saat 10'da yayınlanan bölümleri ile süren, 7 günlük seriler.  Serilerin özelliği, birbirine yakın yerlerde ya da konseptlerde çektiğim fotoğraflara eşlik etmeleri.  Şimdiye kadar iki seri öykü yayınladım. Toplamda 14 öykü ediyor. Yarından itibaren yeni seri başlıyor, siz kıymetli okuyucularım için bir ön bilgi olsun, bu serinin adı Kadıköy. Bugün Kadıköy'ün çeşitli yerlerinde çektiğim 7 fotoğraf eşliğinde yedi kısa öykü yer alacak, yarından itibaren 7 gün boyunca, saat 10'da oyku7.blogspot.com adresli blog sayfasında. Öykülerdeki karakterler, anlattıkları, olay örgüsü vb. tamamen kurgu. Gerçek hayattaki kişi ve olaylarla bağlantısı tesadüften ibaret.  İlginizi çekerse aynı öyküler ve fotoğraflar oyku7.blogspot adresli Instagram hesabında da yayınlanıyor...

trafik üzerine notlar

Trafiğe çıkan araç sayısı da trafikte geçirilen süre de her sene artıyor. Ne akaryakıt zamları ne araç fiyatları bu artışlara engel olabiliyor. Sabah ve akşam saatlerinde yoğunlaşsa da artık günün her saatinde dur / kalk trafiğine yakalanmadan bir yere ulaşmak hayal. Kurallara uygun araç kullanırken önünüzde arkanızda ani manevralarla sizi zor durumda bırakan sürücülerle karşılaşmak işten değil.  Ne yazık ki her gün sosyal medya platformlarında yol verme üzerine başlayan tartışmalarla ilgili videolar görüyorum. Kiminin sonu çok üzücü bitiyor. 32 senedir araç kullanan birisi olarak trafikte güvenli sürüşe dair önerilerimi paylaşmak istiyorum: Yakın takipten kaçının. Araya başka araç girmesin diye önünüzdekinin tamponuna yapışırsanız ani frenlerde durma şansınız azalır. Hız limitlerine uyun. 50 ile git diyorsa levhada yerleşim yerinden geçiyorsunuzdur, birden yaya / hayvan yola çıkabilir. 30 diyorsa levha, okul vardır yakında. Sol şeridi işgal etmeyin. Bırakın geçsin daha hızlı ...

yapay zekasız içerikler

Okuduğunuz LinkedIn paylaşımlarından blog sayfalarına, akademik makalelerden whatsapp mesajlarına neredeyse tüm içerikler yapay zeka araçlarınca hazırlanıyor. Artık doğru arama cümlesi, prompt, ile yapay zekayı çalıştırmak bile ayrı bir iş hâline dönüşmüş durumda.  Neredeyse tüm içeriklerin hazırlanmasında yapay zeka kullanılıyorken, akıntıya kürek çekmek gibi bir işe soyunmak, yapay zeka kullanmadan yazılar oluşturmaya çabalamak pek akıllıca değil diye düşünülebilir ilk bakışta.  Oysa blog yazmanın en keyifli yanı, duygu ve düşüncelerini kendi kelimelerinle not etmek ve bir süre geçtikten sonra dönüp onları okumak. O günlerde neler hissettiğini hatırlamak. Yapay zeka ile oluşturulan içeriklerde alamayacağınız bir tat.  Bu yüzden, arada yazım hataları olsa da, kimi zaman okunması zor olsa da kendi zekam ile oluşturmaya devam edeceğim. Bu kararımı paylaştığım 16 Haziran öncesi içeriklerin kimilerindeki yapay zeka katkılarını ise düzelmeden korumaya karar verdim. ...

Adatepe Zeytinyağı Müzesi'nde SoleMare Cafe

SoleMare Cafe ile 2015 senesinde tanıştık. O tarihlerde Küçükkuyu'nun büyük sürprizi başlıklı bir yazı ile blogda tanıtmaya çalışmıştım. 2016 yazında ise cafenin kurucuları ile söyleşi yayınladım. Mekânlara dair yazılara artık blogda çok yer vermiyorum. Sebebi ise basit: Google Haritalar.  Gittiğim mekânları Google Haritalar'da yorumluyor ve puanlıyorum. Hem daha pratik geliyor hem de daha çok kişiye ulaşıyor yazdıklarım. Ben de bir yere gideceğimde öncelikle Google Haritalar'daki yorumları okuyorum.  Yukarıdaki iki paragrafı yazma nedenim birazdan anlaşılacak. Bir kaç gün önce, çevrede yeni açılan bir yerler var mı diye Google Haritalar'da dolaşırken Adatepe Zeytinyağı Müzesi'nin bahçesinde SoleMare Cafe 'nin yeniden açıldığını gördüm. Uzun zamandır ayrı kaldığım bir arkadaşla karşılaşmış kadar sevindim. Web sayfalarını incelediğimde ise hem çok şaşırdım hem de çok mutlu oldum. Web sayfasında iki kişiye teşekkür mesajı paylaşılmış. Birisi logolarını tasarlaya...

Ulusal Seramik Müzesi, Sevr / Paris

Paris denilince akla gelenleri sıralasak neler sayabiliriz? Eyfel kulesi, Notre Dam katedrali, Şanzelize caddesi, Saint Germain...Aklımıza Sevr gelmez. İşin doğrusu 9 numaralı metro hattının son durağını görmeden önce benim de aklıma Sevr gelmiyordu. Dün 9 numaralı hattın son durağını okuyucunca ve kısa bir Google araması sonucu tarih derslerinden hatırladığımız, zaman zaman ruhunun hortlatılmaya çalışıldığına dair açıklamalara rastladığımız o ünlü Sevres anlaşmasının Paris'in banliyösünde imzalandığını öğrendim. Siz kıymetli okuyucularım için hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan bendeniz, onca işin gücün arasında, Sevres'e gidip antlaşmanın imzalandığı Seramik Müzesi'ni gezdim ve fotoğrafladım. Baştan söyleyeyim, antlaşmanın yapıldığı tarihte de şimdi de seramik müzesi olarak kullanılan binada, antlaşmaya dair hiçbir bilgi yer almıyor. Binada ülkemizle ilgili tek belge / anıt / heykel aşağıda fotoğrafını da göreceğiniz anma anıtı. Osmanlı İmpatorluğu'nu fiili olarak bi...