Ana içeriğe atla

Tıp Bu Değil / Editör İlknur Arslanoğlu

Geçmiş yıllara kıyasla doktora daha kolay ulaşıyorum. Daha gün ışımadan, babamın kalkıp randevu için sıraya girdiğini hatırlarım. O günlere kıyasla şimdi doktora çok daha kolay ulaşıyorum. Sevk kağıdımız vardı mesela. Hastaneye gidebilmek için sevk yaptırmamız gerekirdi. Şimdi o da yok. Sağlık karnemiz vardı. İlaçlar ona yazılırdı. Şimdi karne de kalktı. Peki tüm bu gelişmeler sonucu daha sağlıklı bir birey mi oldum? Özelleşen hastanelerde konulan tanılara güvenebiliyor muyum? Yaptırdığım testlerin sonuçlarından emin olabiliyor muyum? Hastaneye başvurduğumda yaptırmam istenen tetkiklerin kaç tanesi gerçekten gerekli? Sağlık sistemi böyle devam edebilir mi?
Özellikle son soru kafamı kurcalayıp duruyordu uzunca bir süredir. İlknur Arslanoğlu'nun editörlüğünde onüç yazarlı Tıp Bu Değil'i okuyunca sorularımda haksız olmadığımı gördüm. Mesele bir iktidarı eleştirmek, bir başkasını olumlamak değil. Söz konusu olan sağlık olunca mesele iktidarlar üstü olmalı. Eğer konulan teşhis, istenen tetkikler, alınması önerilen ilaçlar, olunması önerilen ameliyatın hastanenin / tıp sektörünün karını arttırmaya yönelik olabileceğine dair bir şüphe varsa insanın aklında orada bir sorun var demektir. 
Tıp Bu Değil'de yazılar yazarların adına göre dizilmiş. Bu ciddi bir sorun yaratmış. Uğur Yılmaz ve Yavuz Dizdar'ın sistemin bütününe ilişkin eleştirilerini içeren yazıları kitabın sonunda kendisine yer bulabilmiş. Ahmet Aydın'ın beslenmeye yönelik başka bir çok kaynaktan da okuduğum önemli tespitleri ise kitabın başında yer alıyor. Keşke bunun yerine konularına göre bir sıralamaya gidilseydi. 
Psikiyatri konusunda kitaptaki tespitler çok ufuk açıcı. Eğer içerisinde yaşanılan bu aşırı rekabetçi düzen insanların mutsuzluğunun baş kaynağıysa o zaman ilaçlar depresyona derman olur mu mesela? Beni en çok etkileyen tespitler ise sistemin temeline yönelik olanları. Kitabın yazarlarına göre tıp piyasalaştıkça, metalaştıkça "müşterisi"nin devamlılığını sağlayacak tedbirler geliştiriyor. Kitapta bu yönde bir ifade yok gerçi ama sürekli düşürülen çeşitli kan değerlerinin üst sınırlarını bu gözle değerlendirebiliriz belki de. Sağlıklı olanlara yapılacak bir çok test ile onların aslında sağlıklı olmadığının ispata çalışılması ya da koruyucu ilaçlar önerilmesi, vitamin takviyeleri hep bu ticarileşen tıbbın sonuçları. 
Kitabın sonuna doğru okuduğum bir yazıda tıbbın son yıllarda fazla gelişme kaydedemediğinin itiraf edildiğini gördüm. Yazara göre tıp istatistiksel verilere ve tanı / tetkiklere boğulmuş durumda. Doktorlar hastayı dinlemiyor bile. Fiziksel muayeneden vazgeçilmiş durumda. Tek yapılan bir takım testlerin istenmesi ve test sonuçlarına göre yazılacak ilaçlar. Bu ilaçların üreticileri ile hekimler / hastaneler arasındaki ilişkiler, önce ilacı keşfedip ardından ona uygun bir hastalık tanımlandığı iddiaları gittikçe sağlıksız bir toplum olduğumuzun kanıtı. 
Kitabın önemli bir katkısı ise iğneyi düzene ve sisteme batırırken çuvaldızını kendilerine (doktorlara) batırmayı ihmal etmiyor. Muayenehane düzeninin devamını savunanları, doktorları "üst insan" gibi gören zihniyeti eleştiriyor. Doktorun temel görevini sorguluyor. 
Benim okuduğum Eylül 2012 tarihli 4. baskısıydı. İthaki yayınlarından çıkan kitabın 274 sayfa olduğunu ve Tıp Bu Değil 2 adlı bir devam kitabının da yayınlandığını belirteyim. 
Son söz olarak halk arasında çok sevdiğim bir sözü tekrar edeyim: 
Hastane mi / doktor mu Allah düşürmesin, yokluğunu da göstermesin. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

IPTV World Forum ardından, gözlemler

Etkinliğin teknik değerlendirmesini önümüzdeki haftaya bıraktım gerçi. Ancak, haftaya kadar bekleyemeyenler için kısa kısa gözlemlerimi aktarayım. Ayrıntılı değerlendirmeler gelecek merak etmeyin... Türk Telekom, yaklaşık 5 yıl önce başladığı IPTV projesinde sona gelmiş. TTNet şirketi üzerinden IPTivibu (TTNet CEO'sunun sunumunda, ki konferansın tümü simultane tercüme falan yapılmadan sadece İngilizce'ydi, bu ismin İngilizce'de that is IPTV anlamına geldiğini söyleyince fark ettim IP tivi işte bu anlamında bir kısaltma olduğunu :) adlı hizmeti sunmaya 2 hafta önce başadıklarını duyurdular. Konferansta soft launch (yumuşak duyuru ?) olarak yapılan duyuru ile hizmetin başlatıldığı söylense bile henüz web sayfasında bu konuyla ilgili bilgilere ulaşılamıyor.  IPTivibu hizmeti için en az 8 MBit/saniye hızında TTNet internet aboneliği gerekiyormuş. Şimdilik 101 kanal, ki bunların içerisinde HD olanları da olacakmış. Etkileşimli hizmetler, flick uygulaması falan da sunula

IPTV World Forum Eastern Europe bu yıl İstanbul'da.

Konu ile ilgililerin merakla beklediği etkinlik ilk kez ülkemizde gerçekleştirilecek. Mövenpick Hotel, İstanbul'da 12-13 Ekim (yani haftaya salı-çarşamba) günlerinde toplam 9 oturumda önemli konuşmacıların yer alacağı IPTV World Forum Eastern Europe ile ilgili ayrıntıları web sayfasında bulabilirsiniz. Etkinliğe katılım ücretli. Ücretler epey yüksek. 5 Ekim'den önce kayıt yaptırmışsanız, ki bu iletiyi yazdığım tarih düşünülünce artık çok geç :), 1499 € ödemeniz gerekiyor. Bugün kayıt yaptırırsanız ise 1799 € ödeyeceksiniz. Ancak Free Operator Pass adlı bir seçeneğiniz daha var. Free Attendance For Service Providers olarak ayrıntılandırılan bu seçeneğin tam olarak kimleri kapsadığını çözemedim. Eğer IPTV hizmet sağlayıcılar kastediliyorsa Türk Telekom, TTNet, Superonline gibi şirket çalışanları kapsanmış oluyor. İşin doğrusu kendimi de o kategoriye sokup kayıt yaptırdım :) Ancak kaydımın geçerli sayılıp sayılmadığı belli değil henüz. Neyse, fırsat bulursanız önemli bir etkinlik

IPTV World Forum Eastern Europe etkinliğine katılacağım

Etkinliğe ilişkin bilgileri daha önce paylaşmıştım. Yarın, bir günlüğüne İstanbul'a giderek etkinliğin Salı günü olan bölümüne katılacağım. Benim açımdan bir çok ilke sahne olacak bu katılım. Kızlarımın doğumundan bu yana onlarsız ilk kez şehir dışına çıkıyor olacağım. İlk kez bu kadar uzun süre onlardan ayrı olacağım. İlk kez şehir dışındaki bir etkinliğe (mesleğim ve işim ile ilgili olmasına karşın) katılmak için tüm masraflarını cebimden karşılayıp, senelik izin kullanıyor olacağım. Neyseki katılım ücreti konusunda organizatörler kolaylık sağladılar. Ücretsiz katılım hakkı sundular.  Neyse, önemli olduğunu düşündüğüm bu etkinliğe ilişkin gözlemlerimi, bir gazeteci dikkati ile, not alıp blogumda paylaşacağım. O güne kadar sağlıcakla kalın...