Ana içeriğe atla

televizyon dünyası etkinliklerini kıyaslamak


Bu yıl ilginç ve verimli bir yıl oldu / oluyor. Mayıs ayınde Londra'da Connected TV Summit ile başlayan televizyon dünyası etkinlikleri zinciri, Haziran ayında İstanbul TV Forum & Fair ve hemen ardından Krakow'da Dgital TV Central & Eastern Europe ile sürdü. Zincirin, şimdilik, son halkasını Estonya'nın başkenti Tallinn'deydi. Ne kadar şanslı, iş yeri destekliyor demek ki diye düşünenler için hemen belirteyim İstanbul dışındakilerin masraflarını ben karşıladım. Düzenleyici şirketlerin desteği dışında, çalışmakta olduğum iş yeri senelik iznimi verdi sadece. Buna da şükür elbette.
Üçü yurtdışında olmak üzere dört etkinliğe katılmış birisi olarak bunları kıyaslamamın yerinde olacağını düşündüm. Hem etkinlikleri düzenleyenlere, hem bunlara katılmayı düşünenlere yararlı olacağını umarım:
  • Levira'nın düzenlediği Fresh Connections adlı Sayısal Yayıncılık fuarı dışında diğer üç etkinliğe katılım ücretliydi. Estonya'daki etkinliğe zamanında kayıt yaptırırsanız giriş için ücret ödemeniz gerekmiyordu. Ayrıca bu etkinlik, gene ücretsiz olarak, eş anlı internet yayını ile takip edildi. 
  • Londra'daki Connected TV World Summit, katılımcı profili bakımından, en geniş coğrafyanın temsil edildiği etkinlikti. Birleşik Devletler'den Kanada'ya okyanus ötesinden katılımcılar kadar Avrupa'nın çeşitli ülkelerinden konuşmacı ve ziyaretçiler vardı. Bu durumun en önemli nedeni Hubble Media'nın düzenlediği bu etkinliğin dünya ölçeğinde düzenleniyor oluşuydu. Krakow'daki etkinlik örneğin, bölgesel bir etkinlikti.
  • İstanbul'daki TV Forum & Fair, diğer üç etkinlikten fuar alanının büyüklüğü ile ayrılıyordu. Minyatür bir yayıncılık fuarının yanı sıra içerik paylaşımı için de bir bölüm ayrılmıştı. Cannes'daki içerik fuarı kadar geniş değildir muhtemelen. Orayı hiç görmediğim için kıyaslayamayacağım. Aynı şekilde bu güne kadar IBC, NAB gibi bir yayıncılık fuarına da katılmadığım için bunlarla kıyaslamam da olanaklı değil. 
  • Krakow'daki etkinlik, dünya katılımıyla Nisan ayında Londra'da yapılan IP & TV World Forum'un yerel ayağıydı. Bu nedenle katılım ve içerik bölge ülkelerindendi. Benim açımdan Krakow'un en keyif verici yanı Acceddo'dan kıymetli meslektaşım Gökhan Doğan ile karşılaşmak oldu. Kendisiyle Londra'da tanışmıştık. Hep özendiğim bir şeydi bu, farklı etkinliklerde aynı kişilerle karşılaşmak. Sonuçta sektörümüz belli. Bu sektörü belirleyen bir kaç önemli buluşma noktası var. Aynı keyfi Estonya'da da yaşadım. Bu kez Krakow'da tanıştıklarıma merhaba dedim. Linkedin üzerinden tanıştığımız bir İspanyol arkadaşla da yüzyüze tanışmış olduk.
  • Londra ve Krakow'un aksine Talin'de tek Türk ve Türkiye'li bendim. Londra'da yurtdışında farklı şirketlerde çalışan Türklerin dışında Vestel ve Doğuş grubundan katılımcılar vardı. Bu durum, teknik olmayan soru ve sitemlerle de karşılaşmama neden oldu. Sitemler ülkemizin komşularından geldi. Oldukça düşündürücü olan bu sitemlere fazla girmemek en doğrusu galiba. Sonuçta teknik içerikli değillerdi. 
  • İstanbul'daki forumun dinleyici sayısı, diğer etkinliklere kıyasla çok çok azdı. Bu durumun nedenleri ayrı bir yazı konusu olacak kadar önemli. Şu kadarını söylemekle yetineyim. Etkinliğin destekçilerinden birisi benim çalışmakta olduğum kurum. Etkinliğin forum bölümünün düzenlenmesinde yer alan kıymetli hocam olmasa benim haberim bile olmayacaktı. Elbette ilk yıl olmasının getirdiği acemilikler olarak görmek gerekli belki bu eksiklikleri.
  • Salonları boş kalsa bile içerik olarak en dolu etkinlikler arasında yer alıyordu iTVF (İstanbul TV Forum & Fair). Konuşmacılar özenle seçilmiş ve temsil ettikleri kurumların tepe isimleri davet edilmişti. Bu bakımdan büyük bir başarı sayılabilir. İlk yılında böylesi önemli isimleri gelmeye razı etmek hiç kolay değil. Burada İstanbul'un cazibesini yabana atmamak gerekir. 
  • Mekanları kıyaslarsam haksızlık etmiş olurum. Ne Londra'da, ne Krakow'da ne de Talin'de iki kıtayı ayıran bir boğaz yok. İstanbul'un Haliç kıyısındaki kongre merkezi gerçekten çok güzel bir mekan. Salonlar, fuar alanıyla son derece uygun. Ancak bu güzel mekana hiç uygun olmayan bir işleyiş yapıldı etkinlikte. Katılımcıların bir bölümüne ayrı bir salonda sıcak yemek ve içecek servis edildi. Bir bölümüne dürüm fişi verildi ve bunlar dürüm / içecekten oluşan menülerini ayak üstü yemek durumunda bırakıldı. Aslında bu dürüm/içecek menüsüne erişenler şanslıydı. Çünkü büyük bölümüne bu hak bile tanınmamıştı. Bu hak tanınmayanlar arasında stand sahiplerinin de olması gerçekten düşündürücüydü. Bu tür etkinlikler genel halka hitabetmeyen içeriğe sahip ortamlar oluyor. Otomobil, kitap ya da mobilya fuarı değiller. Sadece konuyla doğrudan ilgili insanlar geliyor, gelmeliler oraya. Bunlar arasında böylesi rahatsız edici ayrımlara gidilmesini yadırgadım. Levira'nın ev sahipliği ise takdire şayandı. İlk gün sonraki parti, uzun yıllardır katılmadığım türdendi mesela.
  • Ses, yayının olmazsa olmazı. Sadece görüntü ile televizyon yayıncılığının yapılamayacağı ortada. Bu gerçeğe karşın Levira'nın etkinliği dışında ses konusunda sunum yapılmadı. 
  • İstanbul ve Talin'deki etkinlikler işin daha kurumsal yönünün sorgulandığı sunumlara ev sahipliğ yaptı. Londra ve Krakow'da ise daha çok firma çözümleri anlatıldı. Her iki türün de kendisine göre avantajı var elbette. Fazla kurumsal / teorik gidildiğinde işin nasıl yapılacağı ortada kalabiliyor. Fazla firma bağımlı gidildiğinde ise yapılan iş belirsizleşebiliyor. En güzeli hepsini dinleyebilmek. 
  • Talin'deki sunumlar eş anlı olarak yayınlandı. Etkinlik sonrasında ise ayrıca web sayfasına konulacak. Aynı şekilde Londra'daki etkinliğin de tüm sunumlarına web sayfasından erişebiliyorsunuz. İstanbul'da da kayıt yapıldı ancak bu kayıtlar şimdi nerede bilgim yok. İstanbul'da yapılan sunumları web sayfasından indirebilirsiniz.  
  • Bu tür etkinliklerin hazırlıkları neredeyse bir yıl öncesinden başlıyor. Örneğin bu yıl katıldığım iki etkinliğin 2014'te hangi tarihlerde yapılacağı belli. Levira'nın düzenlediği etkinlik genellikle iki yılda bir düzenleniyor. Bu yüzden ona ilişkin bir bilgi yok henüz. Ancak iTVF'in sayfasında da önümüzdeki yıla dair bilgi bulunmuyor. Oysa Krakow'daki etkinlik iTVF sonrasındaydı. Bu tür organizasyonlarda başarılı olabilmek için erken başlamak çok önemli. Takvime iyi bakmak şart. Örneğin bu yıl uzak asyanın en önemli yayıncılık buluşması ile iTVF aynı tarihlere denk geldi. Sadece bu çakışma yüzünden İstanbul'a gelmeyen epey isim oldu.

Yorumlar

Son haftanın en çok okunan 10 yazısı

bir kez daha, nedir bu sayısal karasal televizyon?

Blog sayfamda DTT etiketiyle yayınlanmış 100'e yakın içerik bulunsa da, geçenlerde buluştuğumuz lise arkadaşlarımın sorusu üzerine, bir kez daha yazmaya karar verdim. Bilenler, okumadan geçebilir. Bilmeyenler ve sektörün uzağındaki kişiler düşünülerek hazırlanmış bir yazıdır.  Soru - yanıt şeklinde kurgulanmış yazılarımın daha çok okunduğu gözlemi üzerine, buyurun sık sorulan sorularla Sayısal Karasal Televizyon: Şimdi tam olarak neden bahsediyoruz? Çanak ile izlediğimiz televizyon mu?

Anıttepe, sokaklar, anlamlar

Ankara, ne yazık ki, içerisinden su geçen şehirlerden değil. Aslında daha doğrusunu söylersem, içerisinden geçen suların üzerini kapatıp yok eden bir kent. İncesu deresi, Kavaklı dere, Ankara çayı hep üzeri kapatılıp, halının altına süpürülen tozlar gibi gözden ırak tutulup unutulmuş kent suları. Hal böyle olunca Başkent, akar suyun kente sağlayacağı güzelliklerden yoksun. Neyse ki arayan için gizli güzellikler barındırıyor.   Anıttepe, bu gizli güzellikleri saklayan semtlerden. Anıtkabir, yılın her mevsimi caddelerden eksik olmayan turist otobüsleri, resmi bayramlarda protokol için kapatılan yollar, son dönemde sıklıkla düzenlenen mitinglere ev sahipliği yapan Tandoğan meydanı, Çankaya Belediyesi'nin  konserlerinin mekanı Anıtpark Anıttepe denildiğinde ilk aklıma gelenler. Ve tabii, geçenlerde bir yarışmada soru olarak da yöneltilen sokak isimleri: Ordular, İlk, Hedef, İleri, Ata ve Akdeniz caddesi.    Anıtkabir'in sınırını oluşturan 3 cadde bulunur: Gen...

baston

Ulus'a gelmeyeli epey olmuş demek ki. Eskiden Hal'in içindeydi bu balıkçılar, şimdi sokağa kurmuşlar tezgahlarını, diye düşünerek Erzurum Oteli'ne doğru yürümeye devam etti. Sokağa kurulan tezgahlar nedeniyle zorlukla ilerleyebiliyordu. Hoş sokak boş olsa da elindeki baston, hızlı yürümesine imkân vermiyordu. Çok merdiven çıkmışım zamanında, diye anlatırdı soranlara. O kadar çok merdiven kullanmışım ki sonunda eklemlerimde sıvı kalmamış. Şimdi bu merete muhtaç oldum. Söyledikleri doğru muydu kendisi de bilmiyordu. Gençliğine dair anıları sisler içindeydi.  Simitçi, öğlen simitlerinin tazeliğini etrafa duyururken bastonuyla yavaş yavaş ilerleyen Sami'yi görüp, işte öğlen simidine hayır demeyecek birisi dedi yanında duran midyeciye.  Evladım ver bakalım bana bir simit ama çıtırından olsun. Bu esnaf niye sokağa dökülmüş, Hal'e ne oldu sen bilirsin.  Amca, Hal bakım onarımda, geçici süreliğine sokağa aldılar tezgahları.  Beni de bir bakım onarıma alsalar ne güzel olur. ...

kedi

Yanıma yaklaşırlarken, ne yalan söyleyeyim endişelendim. Şapkalı bir adam, yanında beyaz montlu bir kız çocuğu. Adam elindeki telefon ile fotoğraf çekiyor. Bizlere karşı ilgisiz görünüyor. Kız yaklaştı önce. Ne zamandır okşanmamış başıma kibarca dokundu. Doğru bir iş yaptığını anlatmak için başımı uzattım. Çenemi de kaldırıp bir sonra kaşıması gereken yeri gösterdim. Adam tam karşıma geçti ve telefonunu yüzüme doğrulttu. Sanırım benim fotoğrafımı çekiyor. Bir yandan kız ile konuşuyorlar. Neden bahsediyorlar anlamıyorum. Kaç gündür yağan yağmur sonrası yüzünü gösteren güneşe karşı böyle okşanmak çok iyi geldi.  Mama istediğimizi düşünürler. Oysa çoğu kez başımızın, çenemizin sevgiyle okşanmasıdır tek ihtiyacımız.

yağmur

Yağmur damlaları arabanın silecekleriyle yarış halindeydi. Az önce temizlenen yerler, gökten düşenlerle yeniden ıslanıyor ve görüşü bozmaya devam ediyordu. Binalar ve şehir uzaklaşırken, ne yapıyorum gerçekten diye düşündü. İç sesini sözle tekrarladığını fark ettiğinde, arabada yalnız olduğuna şükretti. İş çıkışı, akşam trafiğinde kendi kendine konuşmak pek garip karşılanmazdı gerçi. Bu aralar akıl sağlığını korumak herkes için zordu. Zor zamanlardan geçiyoruz, dedi kendi kendine. Hangi zamanımız kolay oldu ki diye ekledi. Kendine hak verdiğini fark edip güldü.  Hava kararmaya başlayacak birazdan, daha çevre yoluna bile gelemedim. Bu gidişle bugün rekor kıracağım. Neyse ki evde bekleyenim yok.  Bekleyeni olmadığına sevinmesi garibine gitti. Çocukluğu ve gençliği boyunca kendisini hep kalabalık bir ailenin babası olarak hayal ettiğini hatırladı. Karısı, kızları ve oğulları ile güle eğlene yaşayıp gideceği kocaman bir ev görürdü ne zaman geleceği düşünse.  Oysa hiç evlenmed...

ekmek kavgası

Biraz dikkat etsene.  Asıl sen dikkat et. Kanatların gagamın içine girecek. Yer yokmuş gibi dibimden uçuyorsun. Heyecan yaptığın da bir şey olsa. Gene kuru ekmek.  Eskiden şu adamdan yem alır atarlardı. Şimdi simidini bile paylaşmıyor kimse. Kuru ekmeği de bulamayacağımız günler gelir mi dersin.  Umarım düzelir işler. İnsanların yüzünden düşen bin parça. Herkes sinirli, herkes gergin. Yollarda da çok dikkat etmek gerek. Eskisi gibi değil arabalar. Geçenlerde bir kaç arkadaşımızı asfalta düşen yiyeceklerle meşgulken kaybettik.  Sorma, duydum onu konuşuyorlardı. Pek sık olmazdı bu durum.  Daha sakindi insanlar. Sabırlıydı.  Artık öyle değiller. Bir de biz başlamayalım.  Kalbini kırdıysam özür dilerim. Haydi bak kalabalık dağılmış. İstersen gel biz de ağaçtan aşağıya süzülelim, kalanlarla karnımızı doyuralım.  

beklenen

Gelecek mi acaba? Saat öğleni geçti. Güneş tepede değil artık. Burada sözleştiğimize eminim. Telefonuna da ulaşılamıyor. Alışılmadık bir durum değil, telefonla ona ulaşamamak. Ya çalar duymaz, ya açmayı unutmuştur. Neyse ki bankta yer buldum, bir aşağı bir yukarı yürümekten kurtuldum. Geçen hafta mesajlaştığımızda kararlaştırmıştık buluşma yerini. Dalyan'daki Beltur'un önü diye. Yarım saat geçmiş ama umudumu koruyorum.  Neşeyle koşturan köpekler, onlara endişe ile bakan kediler, kedilerin mamalarına dadanan martılar ve hepsine aldırış etmeden bağıran kargalar... Caddebostan sahilinde sıradan bir öğleden sonra. 

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor. ...

Almanya'da televizyon yayınlarına erişim

Televizyon yayınları kablolu ve kablosuz olmak üzere iki ortam kullanılarak evlere ulaştırılır. Her iki ortam için de farklı uygulamalar bulunmaktadır. Kablonun kullanıldığı durumlarda Kablo TV, IPTV seçenekleri mevcuttur. Kablosuz ortam için ise uydu ve karasal vericiler kullanılabilir. Her ortamın kendisine göre avantajı, dezavantajı vardır. Daha ayrıntılı analizlerde, yayıncı için ve izleyici için avantajlar ve dezavantajlar olduğu görülecektir. Hatta ülkelerin düzenleyici denetleyici kuruluşlarının desteklediği ve/veya kösteklediği televizyon dağıtım yöntemleri olduğu söylenebilir.  Bu uzun girişi yazmamın sebebi, Arthur D. Little adlı araştırma kuruluşunun yakın tarihte yayınladığı bir araştırma. Lars Riegel ve Julien Duvaud-Schelnast imzalı   Almanya'da TV Platformları 2014 ve sonrası başlıklı 10 sayfadan ibaret rapor, Almanya'da son dönemin sıcak tartışma konusu durumundaki sayısal karasal televizyonun geleceğine ilişkin önemli analizler içeriyor. Geçti...

martı

Martı kadar özgür olmak isterdim bu hayatta. Gemilerin ardında kâh adadan adaya, kâh Anadolu'dan Avrupa'ya dolaşmak isterdim. Avazım çıktığı kadar bağırmak, yorulunca denizin üzerinde dinlenmek, sıkılınca kayaların tepesinde güneşlenmek... Kim bilir martılar ne düşünüyor bize bakınca. Acaba onlar da diyor mudur şu dünyada insan olsaydım diye. Kalabalık şehirlerde, sıkış tepiş otobüslerde, akmayan trafiğin içinde kalakalmış arabalarda, sel halinde dolaşan insanların arasında biz de olsaydık diyor mudur?