Kimi bir kaç cümlelik kimi bir kaç sayfalık anılarla dolu öykücükler ve tümünü bağlayan farklı bir kurgu. Barış Bıçakçı'nın son novellasını severek okudum. Okuma heyecanını bozmadan, konusundan kısaca bahsetmek istiyorum. Halis Bey, emekli elektrik mühendisi. Ayşe ise başarılı bulunan bir öykü kitabı yayınlamış bir peyzaj mimarı ve tercüme yaparak hayatını kazanıyor. Tercüme bürosunda rastlaşıyorlar ve Halis Bey Ayşe'den anılarını öyküleştirmesini istiyor, ücreti karşılığında. Novella, Halis Bey'in anıları ve Ayşe'nin hayatını anlatan bölümlerle kurulmuş. Novellada yer alan bölümlerin her biri ayrı öyküler haline getirilebilecek derinlikte. Ayşe'nin hayatına dair bölümlerde ülkenin gündemine dair göndermeler de yer alıyor. Daha önce okuduğum eserlerinde olduğu gibi bolca Ankara var arka planda. Hatta Garson başlıklı bölümde Ankara başrolde. İstanbullular deniz yok, fazla gri dese de Ankara, Ankara'da yaşamaya alışmışlar için kendine has özellikleri ve güzelli...
Blog yazmanın en iyi ve aynı zamanda en kötü yanı, yazılanların tarihi ile birlikte kayıt altına giriyor olması. Planlı, programlı birisiyseniz çok işinize yarayacaktır bu tarih ile kayıt. Ancak, günü yaşayıp yarın Allah kerim diyenlerdenseniz, ve bir de planlı/başarılı kişilere özenip zamanın birinde yapacaklarınızı yazdıysanız...İşiniz kötü. Dönüp eski yazılarınızı okurken bir mahcubiyet duymamanız zor. Başkasına söylemeseniz de kendi kendinize bu yıl da olmadı'yı kabul etmek, gelecek yıl da olmayacağını için için bilmek...
Neyse ki benim öyle gerçekleşmeyen büyük planlarım yok, uzun zamandır. Çünkü gerçekten plan yapmayanlardanım. Öyle arada gaza gelip bir şeyler çiziktirdiğim olduysa bile bunlar gerçekleşmese dünyanın sonunu getirmeyecek türden. Dönüp 2009'u, ki bizim için büyük sevinçler ve endişeler yılı olmuştu, uğurlamaya hazırlandığımız tarihlerde yazdığım yazıyı okudum. Aklıma Kayahan'ın söylediği şarkı geldi: Değişen hiç bir şey yok sevdiceğim. Bir telaş, bir heyecan yollardayız...
Biz yetişkinler için pek bir şeyin değişmemesi üzünülecek bir durum değil aslında. Malum, yaşımız kemale (ne ise o artık) yaklaşırken değişimler olumsuz oluyor çoğunlukla. Bebeklere ise her gün mucizeler getiriyor. Koltukta desteklerle oturmalardan, desteksiz oturmaya, sürünüp yuvarlanmadan, emeklemeye, ardından sıralamaya ve sonunda yürümeye başlıyorlar. Her aşamasında yüzlerce kez başarısız olup yılmıyorlar. Onların azmini, sabrını yitirdiğimiz için mi bu durumdayız? Her düşmenin arkasından daha bir hırsla ayağa kalkamıyoruz? Oyuncağımız elimizden alındığında kısa süreli şaşkınlığın arkasından elimize aldığımız yenisiyle avunuyoruz. Demek ki bebeklikten kalan her şeyi unutmuş değiliz.
Yarı uykusuz, yorgun bir gecenin arkasından, yağmurla kapkara bir başkent sabahında, bir de bir yılın daha bittiği gerçeği ile yüzleşince, kopuk kopuk, belki tutarsız bir yazı oldu.
Herkese iyi yıllar. Özgüvenli günler...
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.