Ana içeriğe atla

neden fotograf çekiyoruz

Filmli makineler zamanından kalmayım. Siyah beyaz ILFORD'la çektiğim karelerin bir bölümü duruyor hâlâ. Film banyosu, kart baskısı, deklanşöre basıldığı anda film üzerine sabitlenen karenin baskı sırasında değişikliklere uğratılması... Hepsi hoş, güzel anılar oldu artık. Başlıktaki soruyu, neden fotograf çekiyoruz sorusunu son zamanlarda daha çok soruyorum.  Bulduğum bir kaç yanıt var. Sizlerin yorumlarını da merak ediyorum. İşte benim yanıtlarım: İleride dönüp o anı hatırlamak için.   Orada bulunduğumuzu göstermek için. Herkes çektiği için.

acele etmeyin lütfen, UHD TV için erken

Yazıların okunma sayılarını yakından takip ediyorum. İster okunsun, ister okunmasın. Zaten kendim için yazıyorum diyenlere inanmayın. Okunmasını önemseme, herkesin okuyabileceği bir platformda paylaşmazdı yazdıklarını. Bakalım bu başlık okunma sayısına katkı sağlayacak mı?
Konumuz tahmin edilebileceği gibi ultra high definition (ultra yüksek tanımlamalı) televizyon. 15 yıldır 63 ekran tüplü televizyonumuzu izlediğimizi ve tamir edilemeyecek derecede arıza yapana kadar da değiştirmeyi planlamadığımızı belirterek başlayayım yazıya. Sektörü takip edenler hatırlayacaktır HD televizyonlar çıktığı zamanlardaki kafa karışıklıklarını. HD Ready, 720p, 1080i, 1080p gibi bir çok HD vardı etrafta. Şimdilerde sadece Full HD (yani 1080p) ekranlar kaldı. Henüz televizyon kanalları HD yayın yapmıyordu ilk HD ekranlar pazarlanırken. Aynı durum 16:9 / 4:3 yayınlar için de yaşandı. Evlerdeki ekranlar 16:9'a dönmüştü oysa yayınlar 4:3 olarak yapılmaya devam ediliyordu. 
Hangi UHD?
Aslında HD zamanından hatırlanacak tartışmalar UHD için de geçerli olmalı. Ancak bu kez durum HD zamanından zor. Öncelikle teknoloji daha karmaşık. HD'deki farklılaşmayı yaratan satır sayısı (720 - 1080) ve tarama şekli (interlaced - progressive) anlaşılması ve anlatılması görece daha kolay olan şeylerdi. Satır sayısı dediğimiz televizyonun icadından beri hayatımızda vardı. Aynı şekilde interlaced'de (atlamalı tarama) hep bizimleydi. UHD'de hayatımıza giren/girecek yenilikleri anlayabilmek için ise sektörün içinde yer almak önkoşul gibi. Herkesin kolayca anlayabileceği çözünürlükteki iyileşme (2160p). UHD denildiğinde öne çıkartılan tek yenilik de bu zaten. 
Renk skalası
International Telecommunication Union (ITU) tarafından yayınlanan (23.08.2012) BT2020 adlı tavsiye belgesinde UHD ekranların sahip olabileceği özellikler tanımlanmış. Buna göre artık renkleri daha geniş bir skala kullanarak tanımlamak olanaklı. Bu ne anlama geliyor? Daha önce ekranda görmediğiniz tonda bir yeşil/kırmızı/sarı...Temel amaca, yani doğada çıplak gözle gördüğümüzü ekrana taşımaya daha yaklaşmış olacağız. 
Renkleri tanımlama için kullanılan bit sayısı
HD yayınlarda renkleri tanımlamak için 8 bit kullanılmaktaydı. UHD için ise 8-10 ve hatta 12 bit kullanılabilecek. Peki hali hazırda piyasada satılan UHD'ler kaç bit? Bu neden önemli derseniz, bugün alacağınız 8 bit çipli ekranlarını ileride 10 bit ile kodlanmış yayınları çözemeyecektir. Bir başka ifadeyle televizyonunuzu "upgrade" etmek zorunda kalacaksınız. Tabii aldığınız televizyon böyle bir olanak size sunarsa. 
Yukarıda kısaca değindiğim bu belirsizlikler bir yana bugün 3-4 bin TL'ye alacağınız UHD televizyon ile UHD yayınları izlemek için bir de UHD uydu alıcısı edinmek zorundasınız. Onu da edindiğinizi varsaysak izleyebileceğiniz henüz bir tane UHD yayın bulunuyor. 

Yorumlar

Son ayın en çok okunan 10 yazısı

bir kez daha, nedir bu sayısal karasal televizyon?

Blog sayfamda DTT etiketiyle yayınlanmış 100'e yakın içerik bulunsa da, geçenlerde buluştuğumuz lise arkadaşlarımın sorusu üzerine, bir kez daha yazmaya karar verdim. Bilenler, okumadan geçebilir. Bilmeyenler ve sektörün uzağındaki kişiler düşünülerek hazırlanmış bir yazıdır.  Soru - yanıt şeklinde kurgulanmış yazılarımın daha çok okunduğu gözlemi üzerine, buyurun sık sorulan sorularla Sayısal Karasal Televizyon: Şimdi tam olarak neden bahsediyoruz? Çanak ile izlediğimiz televizyon mu?

Anıttepe, sokaklar, anlamlar

Ankara, ne yazık ki, içerisinden su geçen şehirlerden değil. Aslında daha doğrusunu söylersem, içerisinden geçen suların üzerini kapatıp yok eden bir kent. İncesu deresi, Kavaklı dere, Ankara çayı hep üzeri kapatılıp, halının altına süpürülen tozlar gibi gözden ırak tutulup unutulmuş kent suları. Hal böyle olunca Başkent, akar suyun kente sağlayacağı güzelliklerden yoksun. Neyse ki arayan için gizli güzellikler barındırıyor.   Anıttepe, bu gizli güzellikleri saklayan semtlerden. Anıtkabir, yılın her mevsimi caddelerden eksik olmayan turist otobüsleri, resmi bayramlarda protokol için kapatılan yollar, son dönemde sıklıkla düzenlenen mitinglere ev sahipliği yapan Tandoğan meydanı, Çankaya Belediyesi'nin  konserlerinin mekanı Anıtpark Anıttepe denildiğinde ilk aklıma gelenler. Ve tabii, geçenlerde bir yarışmada soru olarak da yöneltilen sokak isimleri: Ordular, İlk, Hedef, İleri, Ata ve Akdeniz caddesi.    Anıtkabir'in sınırını oluşturan 3 cadde bulunur: Gen...

Kocadağ At Çiftliği Kocadağ Köyü / Havran

Deniz, kum, güneş tatilinden sıkıldıysanız ve Edremit körfezi civarındaysanız size süper bir alternatif: At binmek. Edremit'ten Balıkesir'e giden yol üzerindeki şirin ilçe Havran'ın Kocadağ köyünde bu mekan. Henüz dört yaşında olan iki(z) kızlarımız çok keyif aldılar at binmekten. Altınızda sizden epey güçlü b ir hayvan varken dengede durmaya çalışmak, yorucu bir o kadar da keyifli bir uğraş. Eğer hayatınızda at binmeyi hiç denemediyseniz, emin olun deneyince siz de kabul edeceksiniz, çok şey kaçırmışsınız demektir.    Kocadağ At Çitfliği'nde at binmenin yanı sıra lezzetli mutfağını da deneyebilirsiniz. Mantı, haşlama içli köfte, ızgara köfte ve elbette demleme çay. Fiyatlar derseniz bu konuda ucuz / pahalı yorumu yapmak istemiyorum. Bunun yerine bir kaç seçtiğim ürünün fiyat bilgisini paylaşacağım. Ancak, öncelikle sipariş edeceğiniz yiyeceklerin hepsinin büyük bir özenle hazırlanıp, aynı özenle servis edildiğini belirteyim. Biz mantı, içli köfte, ızgara hellim ve ...

Emeklilik

Emeklilik başlıklı yazımı hazırlamanın kolay olacağını düşünmüştüm. Yazıp sildikçe, tahminimin doğru olmadığını gördüm. 1995'te üniversiteden mezun oldum ve çalışmaya başladım. Bu sene Mart'ın son günü emekli olana dek neredeyse kesintisiz çalıştım.  "Emeklilik" kavramı üzerine yazmak istiyorum ancak söz dönüp dolaşıp neden emekli oldum, emekli olduktan sonra büyük bir heyecanla başladığım ve kelimenin gerçek anlamıyla gecemi gündüze katıp çalıştığım yeni işimden 3 ay sonunda neden ayrıldığım gibi konulara geliyor. Aynı tuzağa bu kez düşmeyeceğim ve emeklilik kavramı üzerine kalem oynatacağım. Osmanlıca'da tekaüt ya da takaüt kelimesi kullanılırmış, ki oturmak kökeninden gelirmiş . Emekli olana ise mütekaid denilirmiş. Emek sahibi, emek vermiş anlamına gelsin diye mi emekli kullanılıyor günümüzde emin değilim. 18-20'li yaşlarda başlayan çalışma hayatı, ömrün sonuna kadar sürmüyor. Çalışma hayatı boyunca, hafta içi günlerin gündüzlerini kapsayan vakitlerimi...

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor. ...

Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin / Barış Bıçakçı

Kimi bir kaç cümlelik kimi bir kaç sayfalık anılarla dolu öykücükler ve tümünü bağlayan farklı bir kurgu. Barış Bıçakçı'nın son novellasını severek okudum.  Okuma heyecanını bozmadan, konusundan kısaca bahsetmek istiyorum. Halis Bey, emekli elektrik mühendisi. Ayşe ise başarılı bulunan bir öykü kitabı yayınlamış bir peyzaj mimarı ve tercüme yaparak hayatını kazanıyor. Tercüme bürosunda rastlaşıyorlar ve Halis Bey Ayşe'den anılarını öyküleştirmesini istiyor, ücreti karşılığında. Novella, Halis Bey'in anıları ve Ayşe'nin hayatını anlatan bölümlerle kurulmuş. Novellada yer alan bölümlerin her biri ayrı öyküler haline getirilebilecek derinlikte.  Ayşe'nin hayatına dair bölümlerde ülkenin gündemine dair göndermeler de yer alıyor.  Daha önce okuduğum eserlerinde olduğu gibi bolca Ankara var arka planda. Hatta Garson başlıklı bölümde Ankara başrolde. İstanbullular deniz yok, fazla gri dese de Ankara, Ankara'da yaşamaya alışmışlar için kendine has özellikleri ve güzelli...

29 Ekim 2024

Cumhuriyetimizin 101. yılı kutlu olsun. 20 senedir, neredeyse kesintisiz devam eden Türkçe blog sayısı fazla değildir muhtemelen.  Videolar, internette geçirilen zamanın büyük bölümünü işgal etmezken daha çok okunurdu yazdıklarım. Son dönemde yazılarımın sıklığı azalsa bile blogu açık tutmayı sürdüreceğim. Eskiden izlediğim filmler ile ilgili bir şeyler de yazardım. MUBİ platformunda  izlediğim Faruk'u önererek bitireyim.  Nice 101 senelere...

Tehlikeli Şarkılar / Tuna Kiremitçi

Polisiye, severek okuduğum bir tür. Tuna Kiremitçi , beğenerek okuduğum bir yazar. Sevdiğim tür ve beğenerek okuduğum yazarı bir araya getiren Tehlikeli Şarkıları okuyup bitirmem, belki de bu yüzden, çok hızlı oldu.  Kitabın kapağında Bir Başkomiser Perihan Uygur Polisiyesi ifadesine yer verilmiş. Ahmet Ümit'in başkomiser Nevzat'ı, Emrah Serbes'in başkomiser Behzat'ı gibi Tuna Kiremitçi'nin başkomiser Perihan'ı varmış. Tehlikeli Şarkılar, Perihan Uygur'un, yanılmıyorsam, üçüncü macerası.  Yazarlığının yanı sıra müzisyen de olan Kiremitçi, müzik dünyasına dair ayrıntılarla süslü Tehlikeli Şarkılar'da iyi bildiği bir dünyayı anlatmanın konforu içinde. Bu ara yazarlarla yapılan söyleşi videoları izliyorum. Bu videoların birinde, yazar bildiği şeylerden yola çıkarak kurmalı romanını diyordu severek okuduğum bir isim. Bir diğer söyleşide ise, gene severek okuduğum başka bir isim, ben bilmediklerimi araştırıp kurarım romanlarımın çatısını diye açıklıyordu alem...

Almanya'da televizyon yayınlarına erişim

Televizyon yayınları kablolu ve kablosuz olmak üzere iki ortam kullanılarak evlere ulaştırılır. Her iki ortam için de farklı uygulamalar bulunmaktadır. Kablonun kullanıldığı durumlarda Kablo TV, IPTV seçenekleri mevcuttur. Kablosuz ortam için ise uydu ve karasal vericiler kullanılabilir. Her ortamın kendisine göre avantajı, dezavantajı vardır. Daha ayrıntılı analizlerde, yayıncı için ve izleyici için avantajlar ve dezavantajlar olduğu görülecektir. Hatta ülkelerin düzenleyici denetleyici kuruluşlarının desteklediği ve/veya kösteklediği televizyon dağıtım yöntemleri olduğu söylenebilir.  Bu uzun girişi yazmamın sebebi, Arthur D. Little adlı araştırma kuruluşunun yakın tarihte yayınladığı bir araştırma. Lars Riegel ve Julien Duvaud-Schelnast imzalı   Almanya'da TV Platformları 2014 ve sonrası başlıklı 10 sayfadan ibaret rapor, Almanya'da son dönemin sıcak tartışma konusu durumundaki sayısal karasal televizyonun geleceğine ilişkin önemli analizler içeriyor. Geçti...

Gençliğin O Yakıcı Mevsimi / Erendiz Atasü

Cumhuriyet Gazetesi'ndeki makalelerinden tanıdığım Erendiz Atasü'nün 1999'da yayınlanan romanını okudum. Klasik akışlı romanları sevenleri üzecek bir tarzı var eserin. Zamansal sıralama da anlatıcı da sık sık değişiyor.  1970ler, üniversite olayları, gençlik hareketi, kadın erkek ilişkileri, benlik bölünmesi gibi bir çok konuya dair söyleyecek sözü var romanın.  Kullanılan kelimelerden midir cümlelerin yapısından mı tam emin olamadım ama okuması pek kolay olmadı. Kimi paragrafları ilk okuduğumda anlayamadığımı fark ettim.  İster roman olsun ister öykü, kurgu eserlerde bir sonraki sayfa - bölüm, neler olduğunu merak ettirecek yapının varlığı şart gibi geliyor bana. Gençliğin o yakıcı mevsiminde bu merak ögesini bulamadım. Romanı  okurken aklıma seneler önce izlediğim Sarı Tebessüm adlı film geldi. Şahika Tekand, Levent Özdilek ve Mahir Günşiray'ın başrolleri paylaştığı Seçkin Yasar'ın yazıp yönettiği filmde sevgi ve cinsellik konuları işleniyordu.  Erendiz Atasü...