Ana içeriğe atla

yağmur

Yağmur damlaları arabanın silecekleriyle yarış halindeydi. Az önce temizlenen yerler, gökten düşenlerle yeniden ıslanıyor ve görüşü bozmaya devam ediyordu. Binalar ve şehir uzaklaşırken, ne yapıyorum gerçekten diye düşündü. İç sesini sözle tekrarladığını fark ettiğinde, arabada yalnız olduğuna şükretti. İş çıkışı, akşam trafiğinde kendi kendine konuşmak pek garip karşılanmazdı gerçi. Bu aralar akıl sağlığını korumak herkes için zordu. Zor zamanlardan geçiyoruz, dedi kendi kendine. Hangi zamanımız kolay oldu ki diye ekledi. Kendine hak verdiğini fark edip güldü.  Hava kararmaya başlayacak birazdan, daha çevre yoluna bile gelemedim. Bu gidişle bugün rekor kıracağım. Neyse ki evde bekleyenim yok.  Bekleyeni olmadığına sevinmesi garibine gitti. Çocukluğu ve gençliği boyunca kendisini hep kalabalık bir ailenin babası olarak hayal ettiğini hatırladı. Karısı, kızları ve oğulları ile güle eğlene yaşayıp gideceği kocaman bir ev görürdü ne zaman geleceği düşünse.  Oysa hiç evlenmed...

Çerkes Ethem Apoletsiz General / Turgut Türksoy

Blogumu takip edenler farketmiştir. Son dönemde daha da belirginleşen bir okuma yönelimi ortaya çıktı bende. Yakın tarih, Osmanlı'nın son 30 yılı ile Cumhuriyet'in ilk 20 yılı, toplamda 50 yıllık bir süreç çok ilgimi çekiyor.

Bu yazıda karşınızda olan eser, tarihi roman olarak sınıflandırılıyor. Ancak, şu kadarını kolaylıkla söyleyebilirim ki, bu güne kadar okuduklarımla birebir örtüşen çok bilgi içeriyor. Eserin konusu bizlere hain ÇerkeZ Ethem olarak okutulan ve öğretilen ÇerkeS Ethem Bey. 

Tarihi kazananlar yazıyor sonuçta. Çoğumuzun Menşevikleri bilmediği gibi pek azımız Yeşil Ordu'dan haberdar. Dediğim gibi tarih hep kazananlar tarafından yazılmış. Bugünden dönüp bakınca yorum yapmak kolay, o gün ne koşullar varmış diyenler için ise tek söyleyeceğim, en azından yiğidi öldürün ama hakkını teslim edin. 

Hukuk dilinde bir ifade var, hayatın olağan akışına ters deniliyor, akla yatmayan durumları anlatmak için. Ethem'in Yunan'a sığınması da böyle bir şey. Dönümlerce arazisi olan bir bey, milli mücadeleye katılacak, kendisine bağlı askerleriyle gerilla savaşı verecek ve batı cephesini neredeyse kendi başına oluşturup koruyacak, bu arada kardeşlerinden birisi de Manisa (Saruhan) mebusu olarak Meclis'te yer alırken, BMM'nin çağrısı üzerine Yozgat'taki isyanı da bastıracak, ama ne hikmetse savaş bitmeye yakın Yunan'a sığınacak. Hatırlıyorum lisede okuduğumda da aklıma yatmamıştı bu hikaye. Bugün 1920'lerde aslında ne mücadelelerin yaşandığını okudukça görüyorum ki hikaye bambaşkaymış. 

Çerkes Ethem'in Yeşil Ordu ile ilişkisine, okuduğum eser pek değinmemiş. Ya gerçekten çok ilişkisi yokmuş, ya kitapta es geçilmiş, orası biraz belirsiz. Neyse ki elimde 1920'yi anlatan henüz okumadığım iki eser daha var. Ayrıca Kılıç Ali'nin hatıraları da bu anlamda pek kıymetli. Tabii ilk fırsatta Ali Fuat'ın anılarını da edinip okumak zorunlu. 

Şubat 2013 tarihinde ilk baskısını yapan eser Büyülüdağ yayınlarından çıkmış. Eserin ilk baskısı Siyah Beyaz yayınlarından 2008'de, ikinci baskısı ECK yayıncılıktan 2009'da çıkmış. Bu anlamda benim okuduğum kitabın üçüncü baskısı oluyor. Toplamı 345 sayfa ve bir kaç saatte okunuyor. Bir roman formatına uygun kaleme alındığı için içerisinde karakterler, onların hal ve ortamlarda gösterdikleriyle çözümlemeleri de var. Sonuçta yazarın, tarihe bakışı romanın adından belli. Bu anlamda, İsmet Bey ve Ethem Bey mücadelesinde tuttuğu taraf da ortada. 

Yorumlar

Son haftanın en çok okunan 10 yazısı

bir kez daha, nedir bu sayısal karasal televizyon?

Blog sayfamda DTT etiketiyle yayınlanmış 100'e yakın içerik bulunsa da, geçenlerde buluştuğumuz lise arkadaşlarımın sorusu üzerine, bir kez daha yazmaya karar verdim. Bilenler, okumadan geçebilir. Bilmeyenler ve sektörün uzağındaki kişiler düşünülerek hazırlanmış bir yazıdır.  Soru - yanıt şeklinde kurgulanmış yazılarımın daha çok okunduğu gözlemi üzerine, buyurun sık sorulan sorularla Sayısal Karasal Televizyon: Şimdi tam olarak neden bahsediyoruz? Çanak ile izlediğimiz televizyon mu?

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor. ...

Anıttepe, sokaklar, anlamlar

Ankara, ne yazık ki, içerisinden su geçen şehirlerden değil. Aslında daha doğrusunu söylersem, içerisinden geçen suların üzerini kapatıp yok eden bir kent. İncesu deresi, Kavaklı dere, Ankara çayı hep üzeri kapatılıp, halının altına süpürülen tozlar gibi gözden ırak tutulup unutulmuş kent suları. Hal böyle olunca Başkent, akar suyun kente sağlayacağı güzelliklerden yoksun. Neyse ki arayan için gizli güzellikler barındırıyor.   Anıttepe, bu gizli güzellikleri saklayan semtlerden. Anıtkabir, yılın her mevsimi caddelerden eksik olmayan turist otobüsleri, resmi bayramlarda protokol için kapatılan yollar, son dönemde sıklıkla düzenlenen mitinglere ev sahipliği yapan Tandoğan meydanı, Çankaya Belediyesi'nin  konserlerinin mekanı Anıtpark Anıttepe denildiğinde ilk aklıma gelenler. Ve tabii, geçenlerde bir yarışmada soru olarak da yöneltilen sokak isimleri: Ordular, İlk, Hedef, İleri, Ata ve Akdeniz caddesi.    Anıtkabir'in sınırını oluşturan 3 cadde bulunur: Gen...

Ay ve Şenlik Ateşleri / Cesare Pavese

20 senede bloga eklediğim 428. kitap etiketli yazı Ay ve Şenlik Ateşleri oldu. İtalyanca aslından Rekin Teksoy'un özenli çevirisiyle Can Yayınları'ndan Şubat 2008 tarihli 3. baskısından okudum.  Romanı tek cümle ile anlatmam gerekse, hüzün ve çaresizliğin romanı derdim. İkinci dünya savaşı sonrası İtalya'nın kuzeyindeki küçük bir beldede geçiyor anlatılanlar. Amerika'ya gidip zengin olarak doğduğu yere dönen anlatıcının orada kalanlarda geride bıraktıklarını araması, yüzleştiği gerçeklikler ve çaresizlikler. Göçmenlik, gidip başkası olma ama bir yandan da aynı kalma halleri, gidip geldiğinde bıraktıklarının değişimi ya da yanı kalması... Garip bir durum olsa gerek. Yazar yaşanılan ikilemleri okuyanın içine işleyen bir gerçeklikle ortaya koymuş.  Savaş sonrası İtalya'nın derinlikli bir anlatımını okumak isteyenlere önereceğim bir eser. Pavese'nin yalın dilini çevirmekte ustaca bir iş başaran Rekin Teksoy'un da kalemine sağlık.  Belki bir önsöz ya da sonsöz il...

avm otoparkları

Hafta sonları alış veriş merkezlerine gitmeyi sevmiyorum. Hem otoparkında yer bulmak, hem mağazalarında dolaşmak hem de kafelerinde sakin bir masa bulmak neredeyse imkânsız. Bir şekilde işlerimi halledip o kalabalıktan kurtulma şansı bulduğumda ise arabayı nereye park ettiğimi bulma macerası başlıyor.  Neyse ki sonunda bu macerayı ortadan kaldıracak bir çözüm keşfettim. Keşfime gülebilirsiniz belki gene de yazayım. Park yerinin fotoğrafını çekiyorum. Bu sayede hangi katta hangi noktaya arabayı park ettiğimi aklımda tutmaya gerek kalmıyor.  İnsanlık için önemsiz, benim için bu keşfi paylaşmak istedim :)

çiseleyen yağmur

Dışarda hava soğuk. Zor da olsa yer bulduk kafede. Yoksa hem soğuk hem çiseleyen yağmur hâlimiz haraptı. Şemsiyelerimizi açmamıza gerek kalmamıştı ama montlarımız biraz ıslanmıştı. Kurusunlar diye sandalyelerin arkasına astık.  Menüye bakmadan kahvelerimizi sipariş ettik. Bir yerden sonra alışkanlık hâline geliyor içtiğimiz kahveler. Ben latte, o sade Türk kahvesi. Garson kahveleri getirirken fonda Bana Sor çalmaya başladı. Ferdi Tayfur'un sesinden hem de. Ceylan Ertem'in söylediği şeklini daha bir sevsem de orijinal hali de bir başka güzel.  Cam kenarı masaları hep daha hızlı doluyor. Neyse ki biz geldiğimizde oturacak boş yerler vardı. Şimdi kalmadı. Şubat tatili diye, havaya aldırmadan çoluk çocuğunu toplayan sokağa atmış kendini.  Kahvelerimiz bitince, ne kadar istemesek de, eve dönüş yolculuğuna başlamamız gerektiği gerçeği ile yüzleştik. Yağmur hâlâ hafif hafif yağıyordu.  Kafeden çıkarken bir anne oğluyla konuşuyordu, ilk dönemki gibi çalışmana devam edersen i...

Yaylapınar (Sinekçiler) Köyü Nazilli tatili

Yazılacaklar birikti, bu gidişler birikmeye devam edecek. Üst üste gelince seyahatler, okunanlar, teknik gelişmeler böyle oluyor. Yavaş düzgündür, düzgün ise hızlı deyip başlayayım bir yerinden.  Geçtiğimiz haftanın 6 gecesini, Aydın'ın Nazilli ilçesinin, eski adıyla Sinekçiler, Yaylapınar köyünde geçirdik. Ne ben, ne de eşim Nazilli'li. Oralarda yaşayan akrabamız da yok. Peki nasıl oldu da bir köyde kaldık 6 gece. Pınar Kaftancıoğlu sayesinde. Kendisini büyük şehirlerde, özellikle İstanbul'da, yaşayan çocuk sahipleri tanıyacaktır. Ayşe Arman'ın söyleşisinden sonra tanıyanlar ve alış veriş yapanların sayısında ciddi artış olmuş. Siz tanımayanlardansanız İpek Hanım'ın Çiftliği'nin web sayfasına bakmanızı ve yazının geri kalanını sonra okumanızı öneririm.  Kaftancıoğlu, bana kalırsa ülkemiz için uygulanabilir bir kalkınma modeli oluşturmuş. Ülkemiz, her ne kadar son dönemlerde ihmal edilmiş olsa bile, bir tarım ülkesi. Tarıma elverişli topraklara ...

Kocadağ At Çiftliği Kocadağ Köyü / Havran

Deniz, kum, güneş tatilinden sıkıldıysanız ve Edremit körfezi civarındaysanız size süper bir alternatif: At binmek. Edremit'ten Balıkesir'e giden yol üzerindeki şirin ilçe Havran'ın Kocadağ köyünde bu mekan. Henüz dört yaşında olan iki(z) kızlarımız çok keyif aldılar at binmekten. Altınızda sizden epey güçlü b ir hayvan varken dengede durmaya çalışmak, yorucu bir o kadar da keyifli bir uğraş. Eğer hayatınızda at binmeyi hiç denemediyseniz, emin olun deneyince siz de kabul edeceksiniz, çok şey kaçırmışsınız demektir.    Kocadağ At Çitfliği'nde at binmenin yanı sıra lezzetli mutfağını da deneyebilirsiniz. Mantı, haşlama içli köfte, ızgara köfte ve elbette demleme çay. Fiyatlar derseniz bu konuda ucuz / pahalı yorumu yapmak istemiyorum. Bunun yerine bir kaç seçtiğim ürünün fiyat bilgisini paylaşacağım. Ancak, öncelikle sipariş edeceğiniz yiyeceklerin hepsinin büyük bir özenle hazırlanıp, aynı özenle servis edildiğini belirteyim. Biz mantı, içli köfte, ızgara hellim ve ...

Almanya'da televizyon yayınlarına erişim

Televizyon yayınları kablolu ve kablosuz olmak üzere iki ortam kullanılarak evlere ulaştırılır. Her iki ortam için de farklı uygulamalar bulunmaktadır. Kablonun kullanıldığı durumlarda Kablo TV, IPTV seçenekleri mevcuttur. Kablosuz ortam için ise uydu ve karasal vericiler kullanılabilir. Her ortamın kendisine göre avantajı, dezavantajı vardır. Daha ayrıntılı analizlerde, yayıncı için ve izleyici için avantajlar ve dezavantajlar olduğu görülecektir. Hatta ülkelerin düzenleyici denetleyici kuruluşlarının desteklediği ve/veya kösteklediği televizyon dağıtım yöntemleri olduğu söylenebilir.  Bu uzun girişi yazmamın sebebi, Arthur D. Little adlı araştırma kuruluşunun yakın tarihte yayınladığı bir araştırma. Lars Riegel ve Julien Duvaud-Schelnast imzalı   Almanya'da TV Platformları 2014 ve sonrası başlıklı 10 sayfadan ibaret rapor, Almanya'da son dönemin sıcak tartışma konusu durumundaki sayısal karasal televizyonun geleceğine ilişkin önemli analizler içeriyor. Geçti...

yabancı şehir

Senenin son gününde, yabancı bir şehirde kayboldum. Navigasyonlu dünyada kaybolmak mümkün mü diye sormayın. Nereye gideceğini, nerede olduğunu bilmemek diye tanımlıyorum kaybolmayı. Ben de böylesi bir ruh halindeyim.  Kaybetmeden bulmak mümkün mü? Belki de bu yüzden kaybolmak istedim, yeniden bulabilmek için. Neyi diye sormayın. Bilsem kaybetmezdim zaten. Aramadan bulamayacağım için geldim belki bu yabancı şehre. Şehir yabancı da olsa dünya aynı. Binalar ve insanları ilk kez görsem bile hayatın akışı aynı. İnsanlar sabahları işe akşamları eve koşturuyor. Belki onlar da arıyor, kaybettiklerini. Belki onlar da kaybolmuşlar ve farkında bile değiller kaybolduklarının.