Ana içeriğe atla

Ali Bey

Aşağıda okuyacağınız öykü denememi 2019'da yazmaya başlamıştım. Her ilk roman / öykü gibi yazarın kendi hayatından izler taşıyan bu ilk metni eleştirel gözle okuyup, yorumlarınızı paylaşmanızı diliyorum. Kim bilir belki ileride, 

evet evet ilk yazdığı Ali Bey adlı öyküyü okumuş ve hatta yorumumu yazmıştım. Şimdi ünlü bir yazar olduğuna bakma, o zaman yorumda yaptığım eleştiriyi dikkate almasaydı bu kadar çok dile çevirmezlerdi yazdıklarını, 

dersiniz :) 

ALİ BEY

Ali Bey, iki çocuklu, orta yaşlı, dökük saçlı ve az göbekli bir ademoğlu. İşe gidiş ve eve dönüş saatleri değişmeyen, her sabah aynı duraktan bindiği servisten her akşam aynı durakta inen, masa başında bir takım yazıların hazırlamasından ibaret beklentileri, büyük başarı ile karşılayan Ali Bey, hep dertlenip durmasıyla ünlü. Bugüne kadar dertlenip durduğu konuları/sorunları değiştirmek için bir önerisini duyan olmamış. Ali Bey, hep erteleyip durduğu şeylerin büyük çoğunluğunu zamansızlık yüzünden yapamadığını düşünür. Ah şu zaman sorununu bir çözebilse, neler neler yapacaktır ama işte, zamansızlık. İş nasıl diye soranlara, koşturmaca, diye yanıt verse bile aslında bırakın koşturduğunu, hızlı yürüdüğünü bile gören yoktur. 

İyi bir üniversitenin iyi bir bölümünden mezun olmasını, her yeri geldiğinde, hatta çoğunlukla yeri gelmediğinde de, vurgulamayı sever. Aradan yıllar geçmiş olsa bile üniversite sınavında hangi testten kaç doğru yaptığını unutmamıştır. Mesleki gelişimini, işe başladığı ilk yıllarda öğrendikleriyle sınırladığından, farklı bir işe geçme olasılığı, uzaya giden ilk Türk olma olasılığı kadardır. 

Hikâye işte bu Ali Bey'in bir sabah vaktinden önce uyanması ile başlar:

 

Sabahın kör karanlığında ne yapacağını bilemeden sağına soluna bakıp durdu bir süre. Biraz daha uyusam iyi olacak diye gözlerini kapatsa bile, başaramadı yeniden uykuya dalmayı. Ayak ucuna basarak ve olabildiğince az gürültü çıkartarak salona gitti. Sehpanın üzerinde duran "okunacak kitaplar yığınından" bir tanesini çekti ve koltuğuna kuruldu. 

Saate baktığında, çocukları uyandırma vaktinin geldiğini görüp şaşırdı. İki saat boyunca televizyon sesi, komşu gürültüsü, sokak bağrışmaları olmadan kitabını okumuştu. 

Servis, evine yakın bir duraktan geçip, diğer yolcularını aldıktan sonra, evine uzak bir durağa uğrayıp iş yerine gidiyordu. Ali Bey, evine en yakın durağa zor zahmet yürüyüp binerdi servise. O sabah, kitap okuyabilmiş olmanın mutluluğu ile uzun yürümek istedi. Günlük işleri arasından, "sabah haberleri izlenecek" maddesini silip yerine "sabah yürüyüşü yapılacak"ı koydu. 

Servise bindiğinde, uyandığından bu yana yaptıklarını düşünüp gülümsedi. Bir şeylerin değişmeye başladığını sezmenin verdiği heyecanla, kulaklıklarını taktı ve yolu izlemeye koyuldu. 

 

İşyerine her zamanki saatte gelmiş olsa bile her zamanki Ali değildi. Sebepsiz bir mutluluk vardı üzerinde. Sanki arefe günü olduğu için öğlene kadar "çalışacak" sonra Kızılay'da dolanıp eve gidecekmiş gibi hissediyordu. Oysa ne arefe günüydü ne de Kızılay'a gidecekti. 

Okuduğum kitabın etkisi olsa gerek diye düşündü. Reenkarnasyon Kulübü adlı sürükleyici bir romana başlamıştı. Kaan Arslanoğlu'nu oldum olası severek okurdu zaten ama bu son roman... 

Olmayan işine başlamak istedi. İşinin olmaması, işe başlamasına engel değildi. İşe başlamak demek, masasına kurulup bilgisayarını açmaktan ibaretti. Bu ikisini birlikte yaptığı sürece, işe başlamış sayılıyordu. Bilgisayarı açmadan, masada oturup kitap okumak, istenmeyen bir davranıştı. Bilgisayarı açıp kütüphaneye gitmek de aynı şekilde hoş görülmezdi. Masanın başında ve bilgisayarın karşısında olduğu sürece ne yaptığı kimsenin umrunda olmuyordu.

 

Acaba reenkarnasyon gerçek mi? Gerçekse eğer, bir önceki hayatımda kimdim? Bir sonrakinde kim olacağım? Hep bu roman yüzünden karışıyor kafam. 

"Bir garip görünüyorsun Ali Bey bu sabah. Hayırdır inşallah?"

Oda arkadaşı Cihan'ın söylediğini duymamış, kafasında aynı sorular dönüp duruyordu.

"Ali Bey, her şey yolunda mı?" 

Bu kez daha yüksek sesle sordu Cihan.

"Ha, ne? Evet evet bu sabah her şey çok iyi ama bir şey kafama takıldı. Sence reenkarnasyon gerçek mi?"

"Nereden çıktı şimdi bu? Hiç düşünmedim. Bence bir hayatımız var işte, günü yaşamak en iyisi."

"Senden de böyle bir yanıt beklenir zaten. Bekarlık sultanlıktır deyip gününü gün ediyorsun." 

"E, Ali Bey, insanlar tercih ettikleriyle varolur. Siz çoluk çocuğa karışmayı seçmişsiniz, ben hayatı yaşamayı."

"Boş laflara karnım tok, senin gibileri çok gördüm. Onlarca sene böyle gezer tozar, yaş kemale yaklaşınca yalnız öleceğim korkusuyla evlenirler. Sonra, bizlerin gençken yaşadıklarını elliden sonra yaşamaya başlar..."

Aklından bunları geçirse de hiçbirisini söylemedi Cihan'a. 

 

Erken uyanmanın sonucu, öğlen olmadan esnemeye başladı. Masanın başında oturmayı sürdürse, uyuya kalması işten bile değildi. Kalkıp çay makinesine gitti. Makinenin yaptığı çayı hiç sevmese bile uyumak için iş yeri hiç uygun bir yer değildi. Aslında, iş yerinde uyumaya kimsenin bir şey dediği yoktu, kızılan ya da daha doğrusu kınanan gözler kapalı uyumaktı. Gözleri açık olduğu sürece uyumak serbestti.

 

Gözleri açık, bilgisayarında akan görüntülere bakarken saatin bu kadar ilerlediğini fark etmedi. Cihan'ın seslenmesiyle irkildi:

- Abi, haydi gidelim, servise gecikeceksin.

Servis, kafasını kaldırıp duvardaki saate baktı. Öyle ya, servis saati gelmiş. Demek ki bugün de bitti.

- Sen çık Cihan. Bizim servis geç geliyor bu aralar. Seni geciktirmeyeyim. Belki Kızılay'a uğrayacağım zaten.

- Peki abi, yengeye saygılar, çocuklara selamlar.

- Eyvallah, söylerim.

Sevinç duysa sinir olur, yenge, nereden yengen oluyorum diye.  

Sevinç, arada takılsam bile Sev - İnç diye, eskisi kadar komik gelmiyor ikimize de. İlk tanışmamızda, bir de erkek kardeşin vardır kesin Erinç adında demiştim. Okuldan gelmiş, çocukları karşılamış ve yemeklerini yedirip ödevlerinin başına oturtmuştur çoktan. Sabahtan akşama okuldaki öğrencilere sesini duyurmaya çalışmaktan bunalmış, bitmek üzere olan sabrını, çocuklarını iyi yetiştirmek uğruna harcayan fedakâr Sevinç Hocanım. 

Servise doğru yürürken, evi düşünüyordu. Pek cazip görünmedi, aklına gelen manzara. Telefonunu arka cebinden çıkardı.

 

- Anne, telefonun çalıyor. 

- Anne, duymuyor musun, telefonun çalıyor.

- Bas bas bağıracağına baksana yavrum.

- Anne babammış arayan. Alo, babacığım... Aaa, sana çok önemli haberlerim vardı, artık gelince konuşuruz.... Geldiğinde uyumuş olursam da iyi uykular öpücüğünü unutma olur mu?... Annem mutfakta dur ona vereyim... Peki, o zaman, çok öpüyorum.

- Anne, babam Kızılay'a uğrayıp gelecekmiş. 

- Peki yavrum.

Sevinç, günün yorgunluğunu katlayan son haber ile enerjisinin çekildiğini hissetti.

Bir işe yarayacak ya, hemen kaybolur ortalıktan. Oysa bu akşam çocuklara matematik çalıştıracaktı. Sabahtan akşama elalemin çocuklarına bir şeyler anlatabilmek için canım çıkıyor, adam oturmaktan yoruluyor. Akşam olunca, eve bile gelmiyor beyefendi. Ah, ah... Arkadaşlarım demişti bu Ali'den baba olmaz diye ama işte gençtik, yaptık bir hata. 

 

Kızılay’a geldiğinde nereye gideceğini biliyordu Ali. Mülkiyeli olmasa bile Mülkiyeliler Birliği’nin lokali Yüksel Caddesi’nde sakince oturup birasını yudumlayabileceği, rahatsız edici müzik çalmayan ve şanslı günündeyse bir iki arkadaş görüp sohbet edebileceği bir mekândı. Bu kez de öyle yaptı. Kapıda bekleyen görevliye sanki mekânın müdavimiymiş gibi başıyla selam verip içeri girdi. Gide gele garsonları tanısa bile ziyaretleri arasında aylar olduğu için garsonlar için tanıdık bir sima değildi. İnsan sarrafı olmuş garsonlar Ali’nin bakışlarından ve tavırlarından mekân müdavimi ağırlaması isteyen birisinin geldiğini anladı.   

Şef garson Sedat, babacan bir tavırla,

-        Abi özlettin kendini. Ne zamandır görünmüyorsun. Her şey yolundadır inşallah.

-        Valla haklısın Sedatçığım, bu isimlikler de iyi oldu bu arada, yoksa yüzleri asla unutmam ama isimler hiç aklımda kalmıyor.

-        Biz çok sevmedik abi bu isimlik işini. Buraya gelenler hep tanır bizi, biz de onları. Yönetim böyle istemiş. Bira alıyorum. Yanına patates de ister misin?

-        İyi olur Sedat.

Garson gidince cebini yokladı. Naneli sakızının hışırtısını duyunca rahatladı. İki tane atınca ağzına ne koku ne bir şey. Sevinç kesin kızar şimdi sakız olmasa. Gerçi anlıyor bence ama ses etmiyor. Şu hayatta sosyalleştiğim tek yer burası.

Sabah erken kalmak ve akşam içilen bira ile uyku iyice bastırdı. Metroya bindiğinde, son durağa kadar gidecek olmanın rahatlığı ile, boş koltuklardan birisine yığıldı. Sabahki enerjisinden eser kalmamıştı. Oysa iki saat kitap okuyup servise başka bir duraktan binmenin hayatını değiştirecek adımların başlangıcı olduğunu düşünerek heyecanlanmıştı.

Maratonlar da ilk adımlarla  başlamaz mıydı?

Son durakta, yanında oturan gencin dürtmesi ile uyanan ve bir süre nerede olduğunu anlamakta zorlanan Ali, ertesi sabah da erken uyanabilmek amacıyla hızlı adımlarla evinin yolunu tuttu. Yürürken bir yandan kendine tekrar edip duruyordu, maraton da adım adım koşulur…


Yorumlar

  1. İlk yorum yapan sıfatını kaptırmayım kimseye o halde... ileride, eserlerin basılınca öyküsüne ilk yorumu ben yapmıştım derim. Sabah elimde çayla,işten hemen önce, yerleşkedeki koruda, kuş sesleri eşliğinde okudum. Duru, sakin ve hayatın içinddn bir anlatım olmuş. Ali, bizden biri.

    YanıtlaSil
  2. Yorum için çok teşekkürler Merinci,
    Ali Bey kesinlikle bizden biri. Tanısanız seversiniz. Hatta bir müjde vereyim, Ali Bey adlı öykü her ne kadar tek başına okunacak şekilde kaleme alınmış, ya da daha doğru ifade ile bilgisayarda oluşturulmuş, olsa bile adı henüz belli olmayan bir "novella"nın başlangıç bölümü.
    Daha açık ifade ile bir kısa roman var yolda. Çatısı kuruldu, cam çerçeve takılıyor. İnce işçilik sonrası yeni yılla birlikte hazır olur diye düşünüyorum...

    YanıtlaSil
  3. Bildiğimiz biri, çok yakın,biraz sensin.
    Ankaralı bir okur bu hikayede çok şey bulur. Kısaca memur hayatını özetlemiş, sempatik bir tarzı var.
    Kitap hala bende :)

    Metin

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.

geçen haftanın en çok okunan 10 yazısı

Göksu Restaurant

Özellikle öğlen saatlerinde Kızılay, Sakarya civarında düzgün yemek yiyeceğiniz bir yer arıyorsanız en doğru seçim Göksu Restaurant olacaktır. Meşhur Otlangaç'ın karşısına denk düşen mekan, hızlı ve özenli servisi, lezzetli ve fahiş olmayan fiyatları ile bölge insanlarının gönlünde çoktan taht kurmuş. Öğle saatlerindeki kalabalığa karşın hızlı ve özenli servisin sırrı yeterli sayıda personel çalıştırmak olsa gerek. Yemeklerinde etsiz çeşitlerinin az oluşu dışında kusuru yok denebilir. Akşam servisini hiç denemedim, ancak akşamları Sakarya'ya gidenlere fazla hitabetmeyebilir. Afiyet olsun. GÖKSU RESTAURANT Bayındır Sokak No: 22 / A Kızılay - ANKARA tel 312 431 47 27 - 431 22 19

Göksu Restaurant Nenehatun şubesi açıldı

ve beklenen gerçekleşti...Ankara'nın Sakarya caddesine açılan Bayındır sokakta yer alan Göksu, gönüllere taht kurdu. Gerek servisi, gerek yemeklerin lezzeti vazgeçilmezler arasına girdi. Mekanın Kızılay'ın göbeğindeki Sakarya caddesinde olması, kimilerini üzüyordu. Özellikle Kızılay'a hiç inmeyenler, kalabalığı sevmeyenler yukarılarda bir Göksu hayali kuruyordu. Uzun sürdü inşaat. Nenehatun caddesi ile Tahran caddesinin kesiştiği köşede yer alan binanın inşaatının neden bu kadar sürdüğünü pek anlamamıştım, düne kadar. Dışarıdan 4-5 kat görünen bina toplamda 10 katlıymış. Üstte 3 kat içkili restaurant (ki bu bölüm henüz açılmamış), girişte bekleme salonu ve bar-kütüphane, girişin altında işkembe ve kebapçı (ki bu bölüm hizmet vermeye başladı), işkembecinin altı tam kat mutfakmış, onun altında garaj-çamaşırhane ve en altta iki kat konferans salonu olarak düzenlenmiş öğrendiğime göre. İlk ziyaretime ait fotografları (binanın dıştan çekilmiş bir görüntüsü ve iştah açıcı) beğe...

Yeni blog: Oyku7.blogspot.com

Oyku7.blogspot.com adresli blog sayfasında kısa öyküler yayınlamaya başladım. Aslında öykü serisi demek daha doğru olur belki.  Her hafta pazar günü saat 10'da yayınlanan ilk öykü ile başlayan ve hafta boyu her gün saat 10'da yayınlanan bölümleri ile süren, 7 günlük seriler.  Serilerin özelliği, birbirine yakın yerlerde ya da konseptlerde çektiğim fotoğraflara eşlik etmeleri.  Şimdiye kadar iki seri öykü yayınladım. Toplamda 14 öykü ediyor. Yarından itibaren yeni seri başlıyor, siz kıymetli okuyucularım için bir ön bilgi olsun, bu serinin adı Kadıköy. Bugün Kadıköy'ün çeşitli yerlerinde çektiğim 7 fotoğraf eşliğinde yedi kısa öykü yer alacak, yarından itibaren 7 gün boyunca, saat 10'da oyku7.blogspot.com adresli blog sayfasında. Öykülerdeki karakterler, anlattıkları, olay örgüsü vb. tamamen kurgu. Gerçek hayattaki kişi ve olaylarla bağlantısı tesadüften ibaret.  İlginizi çekerse aynı öyküler ve fotoğraflar oyku7.blogspot adresli Instagram hesabında da yayınlanıyor...

e-imza

Elektronik imza sempozyumu vardı geçtiğimiz hafta Ankara'da. Gazi Üniversitesi ile Telekomünikasyon Kurumu (TK) ortaklaşa düzenlemişler sempozyumu. Birbirinden ilginç deneyimler paylaşıldı iki gün boyunca. Görünen o ki e-imza ile ilgili temel sorun ne teknik, ne yasal. Sorun biraz yumurta tavuk sarmalı gibi. Yani uygulama olmadığı için e-imza almıyor kimse, e-imza yaygın olmadığı için uygulamalar yaygınlaşmıyor (özellikle bankacılık ve finans sektöründe). Bu sarmal nasıl kırılır? Bir başlangıç uygulaması bulmak gerekiyor. Sempozyumda dile getirilmeyen bir ilginç fırsat DVB-T ile birlikte satın alınması gerekecek Set Üstü Kutularla akıllı kartların okunabilecek olduğu gerçeği. Eğer doğru kutular ve konfigürasyon seçimi yapılırsa ve e-devlet uygulamalarının bir kısmı DVB-T platformuna taşınırsa beklenmedik bir hızla e-imzanın yaygınlaşması sağlanabilir. Bu konuda İtalya örneğinin iyi incelenmesi gerekiyor.

2019 hedefleri, 2. ay değerlendirmesi

Öyle büyük hedefler koymamıştım kendime 2019 için . Zaten koysam da pek bir şey değişmediğinden belki de :)  Neyse, madem hedefleri ve ilk ay değerlendirmesini paylaştım, ikinci ayda durum ne minvalde onu da yazayım: Yeni kitap satın almama kararımı uygulamaya devam ediyorum. Bu süreçte kütüphane can simidim oldu. Şubat ayında istediğim kadar kitap okuyamadım ne yazık ki. Mart ayından umutluyum. Spor, istediğim yoğunlukta ilerliyor. Öğlen arası boşluğunda Eymir yürüyüşleri ve gün içerisinde olabildiğince hareket halinde olmak... Benim için yeterli. Bu yaştan sonra herkül gibi görünmeyi istemem zaten.  Eski yazı için girişimim henüz yok. Aslında bu konuyu başka bir şekilde çözmeyi planlıyorum. Sonbaharı beklemem gerekiyor. Bakalım, eğer tahmin ettiğim gibi ilerlerse süreçler, sizlerle de paylaşırım... Teknik etiketli yazıları, biraz daha özenli ve referanslı yazmaya gayret ediyorum. Bu yüzden eskisi kadar hızlı eklemeler olmuyor. Ancak beklediğinize değeceğini umu...

Sokak sanatçıları, Ankara

Uyku İstasyonu / Nazlı Eray

Gerçekle düşün birbirine karıştığı; kahramanın Bursa'dan Paris'e, Sinop'tan Alanya'ya dolaştığı; geçmiş sorgulamaları, hayal kırıklıkları, hüzünler ve mutlulukların birbiriyle yarıştığı 160 sayfalık bir roman Uyku İstasyonu. Duraklarda, silik de olsa, Nazlı Eray'ın hayatına dair izler sezdim. Hangi izin hangi gerçekliğe işaret ettiğini edebiyat eleştirmenlerine bırakayım. İşin aslı, bulduğumu sandığım izlerin doğruluğundan da emin değilim. Ayrıca böylesi bir romanı okurken neden yazarın gerçek hayatıyla bağları düşünür insan sorusunu kendime not olarak ekleyeyim. Romanı tek oturuşta bitirdim. Elimden bırakmadan okumama neden olan şey sanırım büyülü atmosferdi. Bir sonraki sayfada ne olacağını tahmin bile edememenin gizeminin yanı sıra hikayenin gelişiminin neye işaret ettiğini çözmeye çalışmak da çok keyifliydi. Keyifli okumalar diliyorum. Sizler de görüşlerinizi paylaşmak isterseniz, yorum yazabilirsiniz. 

IBC'ye 11 gün kaldı Pre IBC 2023 - 1

Dördüncü kez kendimi temsilen ve kendi olanaklarımla, Avrupa'nın en büyük yayıncılık fuar ve konferansı IBC'ye basın akreditasyonu ile katılacak olmanın heyecanı içerisindeyim. 2019'da bir dizi yayınlamıştım; Pre IBC başlığı ile.   O sene IBC'ye katılamamıştım gerçi ama şimdi dönüp okuyunca 2019'da konuşulanları hatırlamanın kolaylığı, 2023 için de bir Pre IBC hazırlamaya itti beni.  2019'da Temmuz ayının ilk günlerinde yazmaya başlamışım, Pre IBC'leri. Konferansa gelme konusunda kararsız kalanlar için bir rehber olmuştur belki. Bu yıl, bu anlamda oldukça geç kaldım. Amsterdam'daki otellerin büyük bölümünde yer bulmak zor, yer kalanların ise ücretleri fazlasıyla yüksek. Keza uçaklarda da durum farklı değil. Sözü gene uzattım, buyurun Pre IBC 2023 dizisinin ilk yazısına: Bu yazıda IBC'ye ilk kez katılacaklara, dördüncü kez katılmanın deneyimi ile önerilerimi sıralayacağım. IBC, RAI Amsterdam adlı bir fuar alanında düzenleniyor. Amsterdam merkezine,...

Antidepresan Tuzağı / Dr. Mutluhan İZMİR

Dr. Mutluhan İzmir ile ilk tanışmam Tıp Bu Değil kitapları ile olmuştu. Psikiyatristlerin hastalıkların çözümü olarak kimyasallara bu kadar bel bağlar hale gelmesini eleştiren bir tavrı vardı Tıp Bu Değil serilerinde. Bir kaç televizyon programına da katıldığını, web sayfasındaki bağlantılardan öğrendim. O programlarda bahsediyordu Antidepresan Tuzağı adlı kitabından. Sonra, bir vesile ile yüzyüze tanışma olanağı da buldum. Hatta geçenlerde haftanın sorusunda Antidepresan Tuzağı'nı hediye ettim. İşin doğrusu vaadettim desem daha doğru, kitabı henüz imzalatmaya fırsat bulamadım. Gene sözü fazla uzattım. Buyurun Antidepresan Tuzağı'na... Hayy Kitap'tan çıkmış bu önemli çalışma. Önce kitaptan çarpıcı bir alıntı: "İnsanlık, bu dünyadaki uzun süreli varoluşunun son 50 yılı boyunca, şimdiye dek görülmemiş ölçüde yoğun biçimde ruhsal sorunlar yaşayan ve buna yönelik tedaviler talep eden bir konuma gelmiştir. İnsanların modern yaşama geçmesiyle ortaya çıkan yeni yaşam...

Kırmızı Azap / Ayfer Tunç

Ayfer Tunç külliyatını okumaya devam ediyorum ve bu sefer romanlarının ardından ilk kez bir öykü kitabı okuma fırsatım oldu: Kırmızı Azap . Farklı senelerde yazılmış dokuz öyküden oluşan bu kitap, her bir öyküsüyle derin bir etki bıraktı. En Sevdiğim Öykü: Kırmızı Azap Kitabın adını taşıyan "Kırmızı Azap" öyküsü, beni en çok etkileyen ve en sevdiğim öykü oldu. Bu öykü, yazılmamış eserlerin potansiyel kahramanlarının, yazarın beyin kıvrımlarındaki macerasını anlatıyor. Ayfer Tunç, öyküde karakter yaratma sürecini ustaca ele almış ve okuyucuya yazarın içsel dünyasına dair derin bir bakış sunmuş. Kederin Hakimiyeti: Karakterlerin Derin Dünyası Kitap boyunca hissettiğim en yoğun duygu, karakterlerin içsel kederleri oldu. Anlattıkları olaylar, yaşadıkları hayal kırıklıkları ve kullanılan dil, her sayfada bu kederi hissettirdi. Tunç’un öykülerindeki dilin gücü, okuyucuyu derinden etkiliyor ve kederin farklı yüzlerini gösteriyor. Kırmızı Azap , 2014 yılında ilk bas...