Ana içeriğe atla

Ali Bey

Aşağıda okuyacağınız öykü denememi 2019'da yazmaya başlamıştım. Her ilk roman / öykü gibi yazarın kendi hayatından izler taşıyan bu ilk metni eleştirel gözle okuyup, yorumlarınızı paylaşmanızı diliyorum. Kim bilir belki ileride, 

evet evet ilk yazdığı Ali Bey adlı öyküyü okumuş ve hatta yorumumu yazmıştım. Şimdi ünlü bir yazar olduğuna bakma, o zaman yorumda yaptığım eleştiriyi dikkate almasaydı bu kadar çok dile çevirmezlerdi yazdıklarını, 

dersiniz :) 

ALİ BEY

Ali Bey, iki çocuklu, orta yaşlı, dökük saçlı ve az göbekli bir ademoğlu. İşe gidiş ve eve dönüş saatleri değişmeyen, her sabah aynı duraktan bindiği servisten her akşam aynı durakta inen, masa başında bir takım yazıların hazırlamasından ibaret beklentileri, büyük başarı ile karşılayan Ali Bey, hep dertlenip durmasıyla ünlü. Bugüne kadar dertlenip durduğu konuları/sorunları değiştirmek için bir önerisini duyan olmamış. Ali Bey, hep erteleyip durduğu şeylerin büyük çoğunluğunu zamansızlık yüzünden yapamadığını düşünür. Ah şu zaman sorununu bir çözebilse, neler neler yapacaktır ama işte, zamansızlık. İş nasıl diye soranlara, koşturmaca, diye yanıt verse bile aslında bırakın koşturduğunu, hızlı yürüdüğünü bile gören yoktur. 

İyi bir üniversitenin iyi bir bölümünden mezun olmasını, her yeri geldiğinde, hatta çoğunlukla yeri gelmediğinde de, vurgulamayı sever. Aradan yıllar geçmiş olsa bile üniversite sınavında hangi testten kaç doğru yaptığını unutmamıştır. Mesleki gelişimini, işe başladığı ilk yıllarda öğrendikleriyle sınırladığından, farklı bir işe geçme olasılığı, uzaya giden ilk Türk olma olasılığı kadardır. 

Hikâye işte bu Ali Bey'in bir sabah vaktinden önce uyanması ile başlar:

 

Sabahın kör karanlığında ne yapacağını bilemeden sağına soluna bakıp durdu bir süre. Biraz daha uyusam iyi olacak diye gözlerini kapatsa bile, başaramadı yeniden uykuya dalmayı. Ayak ucuna basarak ve olabildiğince az gürültü çıkartarak salona gitti. Sehpanın üzerinde duran "okunacak kitaplar yığınından" bir tanesini çekti ve koltuğuna kuruldu. 

Saate baktığında, çocukları uyandırma vaktinin geldiğini görüp şaşırdı. İki saat boyunca televizyon sesi, komşu gürültüsü, sokak bağrışmaları olmadan kitabını okumuştu. 

Servis, evine yakın bir duraktan geçip, diğer yolcularını aldıktan sonra, evine uzak bir durağa uğrayıp iş yerine gidiyordu. Ali Bey, evine en yakın durağa zor zahmet yürüyüp binerdi servise. O sabah, kitap okuyabilmiş olmanın mutluluğu ile uzun yürümek istedi. Günlük işleri arasından, "sabah haberleri izlenecek" maddesini silip yerine "sabah yürüyüşü yapılacak"ı koydu. 

Servise bindiğinde, uyandığından bu yana yaptıklarını düşünüp gülümsedi. Bir şeylerin değişmeye başladığını sezmenin verdiği heyecanla, kulaklıklarını taktı ve yolu izlemeye koyuldu. 

 

İşyerine her zamanki saatte gelmiş olsa bile her zamanki Ali değildi. Sebepsiz bir mutluluk vardı üzerinde. Sanki arefe günü olduğu için öğlene kadar "çalışacak" sonra Kızılay'da dolanıp eve gidecekmiş gibi hissediyordu. Oysa ne arefe günüydü ne de Kızılay'a gidecekti. 

Okuduğum kitabın etkisi olsa gerek diye düşündü. Reenkarnasyon Kulübü adlı sürükleyici bir romana başlamıştı. Kaan Arslanoğlu'nu oldum olası severek okurdu zaten ama bu son roman... 

Olmayan işine başlamak istedi. İşinin olmaması, işe başlamasına engel değildi. İşe başlamak demek, masasına kurulup bilgisayarını açmaktan ibaretti. Bu ikisini birlikte yaptığı sürece, işe başlamış sayılıyordu. Bilgisayarı açmadan, masada oturup kitap okumak, istenmeyen bir davranıştı. Bilgisayarı açıp kütüphaneye gitmek de aynı şekilde hoş görülmezdi. Masanın başında ve bilgisayarın karşısında olduğu sürece ne yaptığı kimsenin umrunda olmuyordu.

 

Acaba reenkarnasyon gerçek mi? Gerçekse eğer, bir önceki hayatımda kimdim? Bir sonrakinde kim olacağım? Hep bu roman yüzünden karışıyor kafam. 

"Bir garip görünüyorsun Ali Bey bu sabah. Hayırdır inşallah?"

Oda arkadaşı Cihan'ın söylediğini duymamış, kafasında aynı sorular dönüp duruyordu.

"Ali Bey, her şey yolunda mı?" 

Bu kez daha yüksek sesle sordu Cihan.

"Ha, ne? Evet evet bu sabah her şey çok iyi ama bir şey kafama takıldı. Sence reenkarnasyon gerçek mi?"

"Nereden çıktı şimdi bu? Hiç düşünmedim. Bence bir hayatımız var işte, günü yaşamak en iyisi."

"Senden de böyle bir yanıt beklenir zaten. Bekarlık sultanlıktır deyip gününü gün ediyorsun." 

"E, Ali Bey, insanlar tercih ettikleriyle varolur. Siz çoluk çocuğa karışmayı seçmişsiniz, ben hayatı yaşamayı."

"Boş laflara karnım tok, senin gibileri çok gördüm. Onlarca sene böyle gezer tozar, yaş kemale yaklaşınca yalnız öleceğim korkusuyla evlenirler. Sonra, bizlerin gençken yaşadıklarını elliden sonra yaşamaya başlar..."

Aklından bunları geçirse de hiçbirisini söylemedi Cihan'a. 

 

Erken uyanmanın sonucu, öğlen olmadan esnemeye başladı. Masanın başında oturmayı sürdürse, uyuya kalması işten bile değildi. Kalkıp çay makinesine gitti. Makinenin yaptığı çayı hiç sevmese bile uyumak için iş yeri hiç uygun bir yer değildi. Aslında, iş yerinde uyumaya kimsenin bir şey dediği yoktu, kızılan ya da daha doğrusu kınanan gözler kapalı uyumaktı. Gözleri açık olduğu sürece uyumak serbestti.

 

Gözleri açık, bilgisayarında akan görüntülere bakarken saatin bu kadar ilerlediğini fark etmedi. Cihan'ın seslenmesiyle irkildi:

- Abi, haydi gidelim, servise gecikeceksin.

Servis, kafasını kaldırıp duvardaki saate baktı. Öyle ya, servis saati gelmiş. Demek ki bugün de bitti.

- Sen çık Cihan. Bizim servis geç geliyor bu aralar. Seni geciktirmeyeyim. Belki Kızılay'a uğrayacağım zaten.

- Peki abi, yengeye saygılar, çocuklara selamlar.

- Eyvallah, söylerim.

Sevinç duysa sinir olur, yenge, nereden yengen oluyorum diye.  

Sevinç, arada takılsam bile Sev - İnç diye, eskisi kadar komik gelmiyor ikimize de. İlk tanışmamızda, bir de erkek kardeşin vardır kesin Erinç adında demiştim. Okuldan gelmiş, çocukları karşılamış ve yemeklerini yedirip ödevlerinin başına oturtmuştur çoktan. Sabahtan akşama okuldaki öğrencilere sesini duyurmaya çalışmaktan bunalmış, bitmek üzere olan sabrını, çocuklarını iyi yetiştirmek uğruna harcayan fedakâr Sevinç Hocanım. 

Servise doğru yürürken, evi düşünüyordu. Pek cazip görünmedi, aklına gelen manzara. Telefonunu arka cebinden çıkardı.

 

- Anne, telefonun çalıyor. 

- Anne, duymuyor musun, telefonun çalıyor.

- Bas bas bağıracağına baksana yavrum.

- Anne babammış arayan. Alo, babacığım... Aaa, sana çok önemli haberlerim vardı, artık gelince konuşuruz.... Geldiğinde uyumuş olursam da iyi uykular öpücüğünü unutma olur mu?... Annem mutfakta dur ona vereyim... Peki, o zaman, çok öpüyorum.

- Anne, babam Kızılay'a uğrayıp gelecekmiş. 

- Peki yavrum.

Sevinç, günün yorgunluğunu katlayan son haber ile enerjisinin çekildiğini hissetti.

Bir işe yarayacak ya, hemen kaybolur ortalıktan. Oysa bu akşam çocuklara matematik çalıştıracaktı. Sabahtan akşama elalemin çocuklarına bir şeyler anlatabilmek için canım çıkıyor, adam oturmaktan yoruluyor. Akşam olunca, eve bile gelmiyor beyefendi. Ah, ah... Arkadaşlarım demişti bu Ali'den baba olmaz diye ama işte gençtik, yaptık bir hata. 

 

Kızılay’a geldiğinde nereye gideceğini biliyordu Ali. Mülkiyeli olmasa bile Mülkiyeliler Birliği’nin lokali Yüksel Caddesi’nde sakince oturup birasını yudumlayabileceği, rahatsız edici müzik çalmayan ve şanslı günündeyse bir iki arkadaş görüp sohbet edebileceği bir mekândı. Bu kez de öyle yaptı. Kapıda bekleyen görevliye sanki mekânın müdavimiymiş gibi başıyla selam verip içeri girdi. Gide gele garsonları tanısa bile ziyaretleri arasında aylar olduğu için garsonlar için tanıdık bir sima değildi. İnsan sarrafı olmuş garsonlar Ali’nin bakışlarından ve tavırlarından mekân müdavimi ağırlaması isteyen birisinin geldiğini anladı.   

Şef garson Sedat, babacan bir tavırla,

-        Abi özlettin kendini. Ne zamandır görünmüyorsun. Her şey yolundadır inşallah.

-        Valla haklısın Sedatçığım, bu isimlikler de iyi oldu bu arada, yoksa yüzleri asla unutmam ama isimler hiç aklımda kalmıyor.

-        Biz çok sevmedik abi bu isimlik işini. Buraya gelenler hep tanır bizi, biz de onları. Yönetim böyle istemiş. Bira alıyorum. Yanına patates de ister misin?

-        İyi olur Sedat.

Garson gidince cebini yokladı. Naneli sakızının hışırtısını duyunca rahatladı. İki tane atınca ağzına ne koku ne bir şey. Sevinç kesin kızar şimdi sakız olmasa. Gerçi anlıyor bence ama ses etmiyor. Şu hayatta sosyalleştiğim tek yer burası.

Sabah erken kalmak ve akşam içilen bira ile uyku iyice bastırdı. Metroya bindiğinde, son durağa kadar gidecek olmanın rahatlığı ile, boş koltuklardan birisine yığıldı. Sabahki enerjisinden eser kalmamıştı. Oysa iki saat kitap okuyup servise başka bir duraktan binmenin hayatını değiştirecek adımların başlangıcı olduğunu düşünerek heyecanlanmıştı.

Maratonlar da ilk adımlarla  başlamaz mıydı?

Son durakta, yanında oturan gencin dürtmesi ile uyanan ve bir süre nerede olduğunu anlamakta zorlanan Ali, ertesi sabah da erken uyanabilmek amacıyla hızlı adımlarla evinin yolunu tuttu. Yürürken bir yandan kendine tekrar edip duruyordu, maraton da adım adım koşulur…


Yorumlar

  1. İlk yorum yapan sıfatını kaptırmayım kimseye o halde... ileride, eserlerin basılınca öyküsüne ilk yorumu ben yapmıştım derim. Sabah elimde çayla,işten hemen önce, yerleşkedeki koruda, kuş sesleri eşliğinde okudum. Duru, sakin ve hayatın içinddn bir anlatım olmuş. Ali, bizden biri.

    YanıtlaSil
  2. Yorum için çok teşekkürler Merinci,
    Ali Bey kesinlikle bizden biri. Tanısanız seversiniz. Hatta bir müjde vereyim, Ali Bey adlı öykü her ne kadar tek başına okunacak şekilde kaleme alınmış, ya da daha doğru ifade ile bilgisayarda oluşturulmuş, olsa bile adı henüz belli olmayan bir "novella"nın başlangıç bölümü.
    Daha açık ifade ile bir kısa roman var yolda. Çatısı kuruldu, cam çerçeve takılıyor. İnce işçilik sonrası yeni yılla birlikte hazır olur diye düşünüyorum...

    YanıtlaSil
  3. Bildiğimiz biri, çok yakın,biraz sensin.
    Ankaralı bir okur bu hikayede çok şey bulur. Kısaca memur hayatını özetlemiş, sempatik bir tarzı var.
    Kitap hala bende :)

    Metin

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.

geçen ay en çok okunan 10 yazı

Göksu Restaurant

Özellikle öğlen saatlerinde Kızılay, Sakarya civarında düzgün yemek yiyeceğiniz bir yer arıyorsanız en doğru seçim Göksu Restaurant olacaktır. Meşhur Otlangaç'ın karşısına denk düşen mekan, hızlı ve özenli servisi, lezzetli ve fahiş olmayan fiyatları ile bölge insanlarının gönlünde çoktan taht kurmuş. Öğle saatlerindeki kalabalığa karşın hızlı ve özenli servisin sırrı yeterli sayıda personel çalıştırmak olsa gerek. Yemeklerinde etsiz çeşitlerinin az oluşu dışında kusuru yok denebilir. Akşam servisini hiç denemedim, ancak akşamları Sakarya'ya gidenlere fazla hitabetmeyebilir. Afiyet olsun. GÖKSU RESTAURANT Bayındır Sokak No: 22 / A Kızılay - ANKARA tel 312 431 47 27 - 431 22 19

Göksu Restaurant Nenehatun şubesi açıldı

ve beklenen gerçekleşti...Ankara'nın Sakarya caddesine açılan Bayındır sokakta yer alan Göksu, gönüllere taht kurdu. Gerek servisi, gerek yemeklerin lezzeti vazgeçilmezler arasına girdi. Mekanın Kızılay'ın göbeğindeki Sakarya caddesinde olması, kimilerini üzüyordu. Özellikle Kızılay'a hiç inmeyenler, kalabalığı sevmeyenler yukarılarda bir Göksu hayali kuruyordu. Uzun sürdü inşaat. Nenehatun caddesi ile Tahran caddesinin kesiştiği köşede yer alan binanın inşaatının neden bu kadar sürdüğünü pek anlamamıştım, düne kadar. Dışarıdan 4-5 kat görünen bina toplamda 10 katlıymış. Üstte 3 kat içkili restaurant (ki bu bölüm henüz açılmamış), girişte bekleme salonu ve bar-kütüphane, girişin altında işkembe ve kebapçı (ki bu bölüm hizmet vermeye başladı), işkembecinin altı tam kat mutfakmış, onun altında garaj-çamaşırhane ve en altta iki kat konferans salonu olarak düzenlenmiş öğrendiğime göre. İlk ziyaretime ait fotografları (binanın dıştan çekilmiş bir görüntüsü ve iştah açıcı) beğe...

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor. ...

Eski Maltepe pazarı eski yerinde yakında bizlerle...

Ankaralılar bilir, kot pantolondan araba teybine, ara musluğundan kuruyemişe ne ararsan bulabildiğin hem de uygun fiyata bulabildiğin bir pazar var(dı): Maltepe camisinin üst tarafından pazartesi dışında (o gün semt pazarı kurulurdu) her gün hizmet veren seyyar paravanlarla ayrılmış küçük dükkancıkların oluşturduğu bir pazardı. Bu pazarın bulunduğu araziye bir alışveriş merkezi yapıldı. Ankara'nın en ilginç mimarisine sahip olduğunu düşündüğüm Malltepe Park, eski pazar esnafının ahını almıştı. Sopalarla dövüle dövüle pazar yerinden atılan esnafın tutan ahı, Malltepe Park'ı iflas noktasına getirdi. Market, dükkanlar derken hayalet alış veriş merkezine dönüştü Malltepe Park. Sonunda alış veriş merkezi yönetimi eski (kendi deyimleriyle tarihi) maltepe pazarını Malltepe Park'ın içine taşımaya karar vermiş.  Bugünlerde hummalı bir çalışma sürüyor Malltepe Park'ta. Dükkanlar alçıpanla küçük dükkancıklara bölünüyor. Öğrendiğime göre şimdiden 70'ten fazla pazar esnafı taş...

Klasik televizyonlar ne zaman biter?

Yayıncılık dünyasında uzun süredir büyük bir dönüşüm yaşanıyor. Bu dönüşüm üzerine 2013 ve 2018 yıllarında görüşlerimi paylaşmış, klasik televizyon yayıncılığının giderek sönümleneceğini ve dijital platformların baskın hale geleceğini öngörmüştüm. Bugün, 2025'e geldiğimizde bu öngörümün büyük ölçüde gerçekleştiğini söylemek mümkün. Ancak bazı detaylar hâlâ dikkat çekici bir dengeyi sürdürüyor. Yeni Neslin Tercihi Belli: Platformlar ve YouTube Artık genç izleyicilerin büyük çoğunluğu içerik tüketiminde Netflix, Disney+, Amazon Prime  gibi dijital platformları ve YouTube 'u tercih ediyor. İçeriğe istedikleri zaman, istedikleri cihazdan ulaşabiliyor olmak bu tercihin temelinde yatıyor. Lineer yayın akışına bağımlı olmak, gençler için oldukça uzak bir kavram haline geldi. Ama Klasik TV Hâlâ Burada Buna rağmen, 50 yaş üstü izleyici kitlesi için klasik televizyon hâlâ önemli bir yer tutuyor. Alışkanlıklar, haber ve canlı yayınlar gibi içerikler, bu grubun televizy...

Hac / Paulo Coelho

Kurguyla Gerçek Arasında Bir Yolculuk Bugüne kadar hiç Paulo Coelho kitabı okumamıştım. Siz sormadan söyleyeyim: Evet, Simyacı hâlâ okunacaklar listemde. Ama ilk adımı, Hac ile attım. İlginçtir ki bu kitap, Simyacı ’nın da yazılmasına vesile olan gerçek bir hac yolculuğunu konu alıyor. Bu yolculuk, İspanya'da "El Camino de Santiago" yani Santiago Yolu olarak bilinen yüzlerce kilometrelik bir yürüyüş rotası boyunca geçiyor. Farklı yönlerden, farklı duraklardan başlayan ama aynı amaca çıkan bu rota, hem fiziksel hem de ruhsal bir yolculuk sunuyor. Kitabın arka kapağını okuduğumda aklıma Nermin Yıldırım ’ın Ev adlı romanı geldi. Orada da kahraman, Santiago yolunu farklı bir yönde yürüyordu. Coelho’nun Hac ’ı ile bu iki kitap arasında, hem benzerlik hem de yaklaşım farkı görmek mümkün. Kurgu mu, Anı mı? Kitabı okurken en çok düşündüren şeylerden biri şu oldu: Bu yaşananlar gerçekten oldu mu, yoksa metaforların içine mi gizlendiler? Roman, yer yer o kadar ...

Trabzonspor U19 takımının başarısı üzerine

Bu yazıyı hazırladığım 2 Nisan 2025 günü itibariyle Trabzonspor A takımı, Süper Lig'de 27 maçta 9'ar galibiyet - mağlubiyet ve beraberlik ile 36 puan toplayarak 10. sırada yer alıyor. Trabzonspor U 19 takımı ise U 19 Elit A Ligi'nde 26 maçta 18 galibiyet, 5 beraberlik ve 3 mağlubiyet ile 59 puan toplayarak, lider Galatasaray'ın iki puan gerisinde ikinci sırada. Bu arada Trabzonspor U 19 takımının üç maç eksiği olduğunu ekleyeyim. Bu eksik üç maçını da kazanırsa 7 puan farkla lider olması mümkün.  UEFA Gençlik Ligi'nde yarı finale çıkan ve bu yolda İtalya'dan Juventus, Atalanta ve Inter'i eleyen takımımız, kupaya doğru emin adımlarla ilerliyor.  Trabzonspor Fatih Sultan Tekke yönetiminde U 19'daki gençleri A takıma dahil etme stratejisini uygularsa uzun süreli başarının gelmesi işten bile değil.  Gençleri bir kez daha kutluyorum. Kupayı ülkemize getireceklerine yürekten inanıyorum. 

Rangers - Fenerbahçe maçı 90 dakika sonu

İkinci yarıya çok daha istekli başladı Fenerbahçe. İkinci gol için rakip kaleye yüklenirken yaptığı ataklar özellikle sol kanatta Kostiç'in yaptığı ortalara dayanıyordu. 60 ile 65. dakikalar arasında Rangers beraberlik golüne çok yaklaşsa da savunma ve kaleci İrfan Can'ın gününde olması umutlarımızı sürdürmeye yetti.  İkinci gol, sağ kanattan gelişen atak sonucu geldi. İkinci golün ardından J ose Mourinho'nun yaptığı değişiklikler ile çok daha baskılı bir futbol ortaya koyduk. Üçüncü gole çok yaklaştığımız ataklar olsa da ne yazık ki şutlar kaleyi bulmadı.  Rangers'ın arada bulduğu net fırsatlarda ise İrfan Can başarılıydı.  Şimdi uzatmalarda ve belki de penaltı atışlarında belirlenecek tur atlayan takım. Uzun zamandır izlediğim en heyecanlı ikinci yarı olduğunu ekleyerek notlarımı sonlandırayım.  Sonuç ne olursa olsun, 3-1'lik ilk maçı çevirmeyi başardı Fenerbahçe. Tebrikler, umarım turu geçen taraf olmayı da başarırlar. 

Yirmi Yıl Sonra Gelen Misafir

Kuşlar, horozlar, eşekler hepsi kendi dilinde güneşi selamlarken, biraz daha uyuyabilsem diye uğraşmak boşunaydı.  Haydi kalk bakalım, diyor hepsi. Güneş doğdu, gün başladı. Yapılacak onca iş seni bekliyor. Misafirin de gelecek, hem de. Gözlerimi ovuşturarak doğruldum yer yatağından, serin sabah havası yüzüme hafifçe çarpıyordu. Çaydanlığın içinden yükselen buhar sesini duyunca mutfağa yöneldim. Annem erkenden kalkmış, sobayı da yakmış, her şey hazır gibiydi. Misafirin kim olduğunu hâlâ söylememişti ama yüzündeki gizemli gülümseme merakımı daha da artırıyordu. Bahçeye çıkıp tavuklara yem verirken aklım hep o yaklaşan misafirdeydi. Evin küçüğü olsam da benim de yapmak zorunda olduğum şeyler vardı. Tavukların yemlenmesi sabah rutinim arasında. Yemlerini verdikten sonra yumurta var mı kontrolü de bende. Abim ve ablam gibi okula gitmiyorum henüz. Misafir kaçta gelecek acaba? Saat sekizi biraz geçiyordu, uzaklardan tozlu bir araba sesi gelmeye başladı. Yokuştan çıkan eski model minibüsü...

Yaylapınar (Sinekçiler) Köyü Nazilli tatili

Yazılacaklar birikti, bu gidişler birikmeye devam edecek. Üst üste gelince seyahatler, okunanlar, teknik gelişmeler böyle oluyor. Yavaş düzgündür, düzgün ise hızlı deyip başlayayım bir yerinden.  Geçtiğimiz haftanın 6 gecesini, Aydın'ın Nazilli ilçesinin, eski adıyla Sinekçiler, Yaylapınar köyünde geçirdik. Ne ben, ne de eşim Nazilli'li. Oralarda yaşayan akrabamız da yok. Peki nasıl oldu da bir köyde kaldık 6 gece. Pınar Kaftancıoğlu sayesinde. Kendisini büyük şehirlerde, özellikle İstanbul'da, yaşayan çocuk sahipleri tanıyacaktır. Ayşe Arman'ın söyleşisinden sonra tanıyanlar ve alış veriş yapanların sayısında ciddi artış olmuş. Siz tanımayanlardansanız İpek Hanım'ın Çiftliği'nin web sayfasına bakmanızı ve yazının geri kalanını sonra okumanızı öneririm.  Kaftancıoğlu, bana kalırsa ülkemiz için uygulanabilir bir kalkınma modeli oluşturmuş. Ülkemiz, her ne kadar son dönemlerde ihmal edilmiş olsa bile, bir tarım ülkesi. Tarıma elverişli topraklara ...