Çalışma hayatına 1995 yılında dahil oldum. Öğrenciliğin avare günlerinin ardından alışamadığım konuların başında mesai geliyordu. İşim olduğu zaman çalışmaya, iş yerinde durmaya itirazım yoktu. Ancak günün her saati işim olmuyordu ve işim yokken iş yerinde olma zorunluluğu çok anlamsız geliyordu. İşim, hizmet sektöründe değildi ve beklesem de bir müşterinin geleceği yoktu. Bir elektronik şirketinin araştırma geliştirme biriminde çaylak mühendis kadrosunda işe başlamıştım. Bu anının üzerinden neredeyse yirmi yıl geçmiş. Değişen bir şey yok iş hayatımda. Halen işim olmadığında iş yerinde durma zorunluluğu anlamsız geliyor. Halen işim olmasa da iş yerinde olmak zorundayım. Neresinden baksanız anlamsız, neresinden tutsanız elinizde kalıyor. Kendi hayatınızı düşünün. Günün kaç saatinde gerçekten çalışıyorsunuz? Çalışma hayatı günün önemli bir bölümünü işgal ediyor. Sabah iş yerine gitmek için evden ayrılma saatiyle yeniden özgürlüğümüze kavuştuğumuz saati dikkate alırsak...
Elektronik imza sempozyumu vardı geçtiğimiz hafta Ankara'da. Gazi Üniversitesi ile Telekomünikasyon Kurumu (TK) ortaklaşa düzenlemişler sempozyumu. Birbirinden ilginç deneyimler paylaşıldı iki gün boyunca. Görünen o ki e-imza ile ilgili temel sorun ne teknik, ne yasal. Sorun biraz yumurta tavuk sarmalı gibi. Yani uygulama olmadığı için e-imza almıyor kimse, e-imza yaygın olmadığı için uygulamalar yaygınlaşmıyor (özellikle bankacılık ve finans sektöründe). Bu sarmal nasıl kırılır? Bir başlangıç uygulaması bulmak gerekiyor. Sempozyumda dile getirilmeyen bir ilginç fırsat DVB-T ile birlikte satın alınması gerekecek Set Üstü Kutularla akıllı kartların okunabilecek olduğu gerçeği. Eğer doğru kutular ve konfigürasyon seçimi yapılırsa ve e-devlet uygulamalarının bir kısmı DVB-T platformuna taşınırsa beklenmedik bir hızla e-imzanın yaygınlaşması sağlanabilir. Bu konuda İtalya örneğinin iyi incelenmesi gerekiyor.