Ana içeriğe atla

Kayıtlar

vegan olarak 45 gün

Beni yakın tanıyanlar, geçici bir heves olduğunu düşünüyor. Büyük konuşmayı sevmem, bu yüzden haklılar mı zaman gösterecek demekle yetiniyorum. Vegan olarak ilk 45 gün, özlediğim bir lezzet yok. Öncelikle onu yazayım istedim. Mumbar dolmadan, kuzu şişe etin her türlüsünü yiyen birisi olarak, bir günde uygulamaya geçirdiğim kararım sonrası 4 Eylül 2018'den bu yana veganım.  Dışarıda yiyecek bulmak, kimi durumlarda zor oluyor. Özellikle vejeteryan ile vegan karıştırılıyor. Vegan için neler var diye sorduğumda kaşarlı tost / peynirli pide önerileri sıklıkla karşıma çıkıyor. En kolayı esnaf lokantaları. Mutlaka süzme mercimek oluyor, yanında da kuru bakliyat: nohut, fasûlye. Hamur işlerini pek yapmazdım eskiden. Şimdi mayalı hamurlu yiyecekler hazırlıyorum. Mayalı hamuru yoğurmak terapi gibi. Çocukların sıkmalı oyuncakları var ama onlara da daha fazla keyif veriyor hamur ile uğraşmak. Bir arkadaş ekşi mayanın da marketlerde satıldığını söyledi ve muhtemelen önümüzdeki günlerde b

Ay Çöreği tarifi

Seneler önce gene bu blog acaba neden okunmuyor diye dertlenirken bir arkadaş demişti: "yemek tarifinin altında kitap notu, onun altında ise RDS ile ilgili teknik bir yazı olursa düzenli okuyucun olmaz elbette" diye. O zaman da demiştim, hâlâ aynı fikrimde ısrarcıyım: mal bu, okuyan okusun, okumayanın canı sağolsun. Bu kısa ve muhtemelen gereksiz girişin ardından gelelim tarife.  Öncelikle neden rengin nedenini anlatayım: Evde normal un kalmamış, çavdar unu ile yaptım. Bu yüzden renk koyu. Ancak siz sevgili / kıymetli okurlarıma söz, ilk fırsatta normal un ile yeniden yapacağım bu tarifimi... Pastanelerin en sevdiğim lezzetidir ay çöreği. Her yediğimde aklıma gelen, ancak sonra unuttuğum bir şeydi: evde ay çöreği yapmak. Geçtiğimiz günlerde 2 kilogram kuru üzüm gelince, denemek için fırsat doğmuş oldu. O zaman buyurun tarife. önce kek pişmeli, onu iç malzemesi yapacağız Ay çöreği iki aşamalı bir lezzet. Aslında yediğinizde siz de fark etmişsinizdir, içi ve dış

Poğaça tarifi

Mayalı hamur ile çalışmak hem keyifli hem de kolay. Önemli olan hamuru doğru bir şekilde hazırlayabilmek. Hep söylerler elinize yapışmayacak kıvama gelmesi gerektiğini, ben bir türlü bunu becerememiştim. Katı yağ olarak Hindistan cevizi yağı kullanmamla birlikte bu problem ortadan kalktı. Tarif vereceğim merak etmeyin ama öncelikle biraz bu mayalı hamur konusunda bildiklerimi paylaşmak istiyorum. Öncelikle bu hamurun içerisinde canlı varlıklar var. "Maya" dediklerimiz bakteriler. Sütü yoğurda dönüştüren ya da şekeri alkole dönüştürenler de maya. İşte hamurumuzu kabartan varlıklarda bu sütü peynire ve yoğurda, şekeri alkole dönüştüren mayaların akrabaları.  İsterseniz artık tarife geçelim: Öncelikle malzemeleri sayalım. Un, maya, oda sıcaklığında katı halde bulunan bir yağ, su ve tuz. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli nokta suyun sıcaklığı. Dediğim gibi maya canlı bir varlık ve suyun sıcaklığı, onun "aktive" olması açısından çok önem taşıyor. Hatırlarsanı

Attila Ladanyi söyleşisi: Sayısal radyoda durumun özeti: Kral Çıplak

Sayısal karasal radyo konusunda epey yayınlanmış yazım ve bir de sempozyum sunumum var. Elektrik Mühendisleri Odası Ankara Şubesi'nin yeni yayınlanacak sayısı için de bir yazı hazırladım. Bir terslik olmaz ise Ocak 2016'da yayınlanacak bültende iki sayfada FM yayınlarındaki durumdan hareketle, sayısal radyo gerçekten gerekli mi sorusuna yanıt aramaya çalıştım.  Konu hakkındaki çalışmalarım bunlardan ibaret değil. Uluslararası kuruluşların başkanları ile üç söyleşi gerçekleştirdim. Aşağıda okuyacağınız söyleşi, sayısal karasal radyo konulu dördüncü uluslararası söyleşim. Bu kez konuğum Attila Ladayni. Ladayni, RDS Forum'un yönetim kurulu üyesi ve T&C Holding'in Chief Technical Officer'ı (Genel Müdür Teknik Yardımcısı denebilir sanırım Türkçe'de) 1. Sayısal radyo dönüşümü için dünya çapında birçok örnek var. Kimileri başarılıyken kimileri ise tam anlamıyla hezimet. Sanırım izlenecek tek bir doğru yok. Bu deneyimler ışığında bize, yani Türkiye’ye ne öner

saatleri ayarlama enstitüsü

Ahmet Hamdi Tanpınar'ın eserinden ödünç aldım başlığı. Son günlerde daha sıkça duyduğum bir soruya yanıt vermek adına yazdığım bu yazıya, daha uygun bir başlık düşünemedim. Soru şu: Sabahın 4'ünde nasıl uyanık oluyorsun? Aslında çok kısa bir yanıtı var, ancak bu bir blog yazısı olduğuna göre biraz uzatmam gerek. Sabırsız okuyucular için kısa yanıtı baştan yazayım: Erken uyuyorum . Uzun yazı sevenler için devam edeyim... 24 saatlik döngüde önemli bir bölüm, bizlerin kontrolünde olmayan saatlerden oluşuyor. Uyku ve çalışma, "kontrolün bizde olmadığı" saatler. 6 saatlik gece uykusunun yeterli olduğunu düşünenlerdenim. Evden çıkış ile eve dönüş arasında geçen süre, benim için 12 saat civarında. Bu durumda 12 + 6 = 18 saat kontrol dışı zaman. Geriye kalan süre 24 - 18 = 6 saat.  Her ne yapacaksak bu 6 saat içerisinde olmalı. Çocuklarla ilgilenmek, akşam yemeği, ortalığın toplanması gibi işler babalık rutinleri. Kişisel temizlik, ve bakım, hobiler de gene 6 saa

Sayısal radyoda resmi değiştirecek haber: Rusya DRM+'ı seçti.

Radyo yayıncılığı konusunda epey yazı yayınladım. Analog FM yayıncılığının sayısallaştırılması sürecine dair, sektörün önde gelen isimleriyle 5 söyleşi yaptım. Bu söyleşiler ve çalışmalarımın bana söylediği şey, FM'in kolay kolay terk edilemeyeceği ve radyo yayıncılığında sayısallaşmanın televizyon yayıncılığında sayısallaşma ile aynı kefeye konulamayacağıdır.  Yukarıdaki tespitimi yaptıktan sonra, gelelim yazının konusuna. IBC 2018'in en çarpıcı bilgisi Rusya'nın DRM'i tercih ettiğiydi. Fraunhofer Enstitüsü'nün standında konuştuğum meslektaşımın verdiği bilgi, o günlerde resmi olarak duyurusu yapılmamış bir bilgiydi. Geçen günlerde, Rusya'nın ilgili kurumunca resmi olarak da duyurulan bu gelişme, hiç şüphesiz, sayısal radyo dünyasında taşları yerinden oynatacaktır. Sayısal radyo teknolojilerinde farklı frekans bantlarında çalışan çözümler bulunuyor. Yazıyı teknik ayrıntılara boğmamak adına DRM, her bantta çalışabiliyor. Frekansı etkin kullanma ve

emekli gözlemleri

Yakın zamanda çok sayıda çalışma arkadaşım "emekli" oldu. Ömür yeterse her çalışanın bir gün yaşamayı beklediği, o "büyülü günler" geldi arkadaşlar için. Peki bu "büyülü günler" gerçekten büyülü mü? Daha doğrusu herkes için aynı mı yaşanıyor bu günler? Bu satırları okuyan arkadaşlar kendilerini yazdığımı düşünüp, dava açmaya kalkmasınlar :) Sadece gözlemlerden oluşuyor yazdıklarım, gerçek hayattaki kişilerle benzerlikler sadece tesadüf eseridir. Benim gözlemlerime göre emeklilik hayatının nasıl geçeceği, aslında çalışırken nasıl yaşadığınız ile ilgili. Eğer çalışırken işi hayatınızın merkezine koyduysanız, emeklilik günlerinde de hayatın merkezine koymaya devam ediyorsunuz. Bu durumda ya yeni bir iş bulacaksınız, ki bu kriz ortamında pek kolay değil, ya da bir "yer" bulup, sabahtan o "yer"e gideceksiniz. Bu "yer" meslek odası olabilir, sendika olabilir, dernek olabilir, eski iş yeri olabilir, kahvehane olabilir... Y