Ana içeriğe atla

Kayıtlar

koşmak

" Yürümenin hızlısı, çok da şeetmemek gerek " diyenlere bakmayın. Yürümeye kıyasla epey farklılıklar içeren bir eylem koşmak. Ahmet Kaya'nın bir şarkısında dediği gibi, kafamı kırarcasına koşmak istiyordum ne zamandır.  Sonunda, yaptım.  Eymir Gölü etrafında yarım tur koştum. Tam olarak şarkıda söylendiği gibi, kafamı kırarcasına oldu koşuşum. Bir tek ayakkabılarım uygundu. Altımda kot pantolon, üzerimde tişört... Eymir gölünün, benim koştuğum bölümü 5,52 km. 31 dakika 40 saniye sürmüş bu mesafeyi katetmem. 5,45 / km hız ile koşmuşum. Seneler sonra koştuğumu ve şartları (kıyafet / Ekim sıcağı / susuzluk) düşününce, fena değil sanırım sayılar. İşin en güzel yanı ise, ne zamandır yapsam diye düşünüp durduğum bir şeyi yapmış olmanın keyfi...

inişlerim... çıkışlarım...

Her insanda vardır sanırım, inişler - çıkışlar. Kimi daha sert, kimi daha yumuşak geçişler halinde yaşar.  Yaratıcı drama kursuna gider gibi, sabah uyanıp yataktan kalkmadan taktığı maskeyi, gece uyurken çıkartanların iniş ve çıkışları dışarıdan fark edilmez belki.  Maske ile yaşamak, gerçekten uzaklaşmak ya da eşyayı adıyla çağırırsak, yalan içinde yaşamak... Bana göre değil. Bence, size göre de olmasın. Her zaman mutlu olmak zorunda değil insan. Mümkün de değil zaten böylesi bir şey. Huzuru, dışarıda aramak yerine içinde aramak...  Onu önemsemek...  Sahip olmak yanılsamasından sıyrılıp parçası olabilmeye çabalamak... ve son olarak, belki de son baharımız olan sonbaharın tadını çıkartmak... Hava güzel,  doğa güzel,  hayat güzel! 

gelemeyen sonbaharın düşündürdükleri

" İklim değişti azizim. Eskiden bu mevsim, Ankara'ya kar yağardı. "  Yukarıdaki cümleyi etrafınızda sıkça duyuyorsanız, siz de Ankara'da gel(e)meyen sonbaharı yaşıyorsunuz muhtemelen. Bugün 12 Ekim 2019 ve an itibariyle kısa kollu tişörtüm üzerimde, hiç rahatsızlık duymadan oturuyorum Camekan adlı kafede.  Ankara'nın en büyük kahvecisi (1200 metrekare kapalı alanı varmış)  Camekan 'ı ilerleyen günlerde yazacağıma söz vererek, gelelim yazının başlığına. Uzun ve muhtemelen gereksiz bir giriş oldu bir kez daha. Neyse, zaten okuyan da yok :) Tamam, başlıyorum... İklim değişikliği çokça dillendirilen bir "şey". Elektrik-elektronik yüksek mühendisi olarak, iklim değişikliği hakkında akademik bilgiye sahip değilim. Yaşadığım günlere bakıp, gerçekten değişmiş galiba, şeklinde, son derece bilimsel (!) tespitler yapmak dışında elimden gelen yok. Ancak, yakın zamanda okuduğum bir yazı bu "iklim değişiyor sanırım" tespitimin doğru olmayabileceğ

Öteki Kâbuslar / Yiğit Bener

İlk kez okuduğum yazarların arasına girdi Yiğit Bener. Soyadını görünce aklıma Erhan Bener ve Vüs'at O. Bener gelmişti aklıma. Erhan Bener babası, Vüs'at O, Bener ise amcasıymış Yiğit Bener'in.  Öteki Kâbuslar'ın ilk baskısını 2009 yılında Yapı Kredi Yayınları yapmış. Ben, Can Yayınları'ndaki ikinci baskısını okudum, Mart 2012 tarihli. 123 sayfalık eserde 16 öykü/deneme var. Yiğit Bener'in öykülerindeki tarzı çok seviyorum. Kurmaca ile gerçeğin birbirine karıştığı, konuşanın kim olduğunu anlamak için bir kaç satır okumanız gerektiği, sözün tümünü söylemek yerine sembollere başvurulduğu öyküler.  İnsanların içinde gizli faşisti sergileyen öykülerini özellikle etkileyici buldum. Çoğunun farkında bile olmadan içinde yaşattığı ve bulduğu ilk fırsatta ortaya dökülen sözcükler... Böceklerin kitabın geneline vurduğu damga, Kafka'ya göndermeler... Kısa ancak etkili bir eser ortaya çıkartıyor.  Yiğit Bener'in öykü kitabını okuyunca, Louis-Ferdinand Celin

Köşeye Kıstırmak / Paul Auster

Kütüphaneyi karıştırırken görüp, okumaya başlayınca elimden bırakamadığım bir polisiye Köşeye Kıstırmak. Paul Auster denildiğinde akla ilk gelenler arasında yer almıyor bu roman. 1978 yılında yayınlanmış. O dönem, yayınlatmak kolay olmamış, kitabın arka kapağında yazılanlara göre. Aradan geçen seneler ve Auster'in artan ünü sonucu, eski çalışmaları yeniden basılınca, Can Yayınları Seçkin Selvi'nin çevirisi ile bizlerle buluşturmuş. Benim okuduğum 2004 yılındaki üçüncü baskısıydı. Can Yayınları'ndaki ilk baskısı 2000 yılında yapılmış. Kitap, her ne kadar arka kapağında sıradışı bir polisiye denilse de, Amerikan dedektiflik hikâyelerindeki tüm klişelere sahip, mısır patlağı gibi bir çalışma. Edebiyat ile daha farklı bir boyutta ilgilenenler için belki bir anlamı olur, Auster'in bu ilk dönem eserini okumak. Benim gibi sadece okuyucu olanlar için ise yaz tatili şezlong kitabı önerisi olarak not edilebilir. Yukarıdaki paragrafı üç gün önce yazdım. Aradan geçen üç gün i

sadece eymir

Blogumun," Okuyucularına doğru ve yararlı bilgiler sunmak " gibi bir işlevi olduğunu düşündüğüm zamanlardı.  Eymir Gölü rehberi adlı bir yazı yayınlamıştım. Okunma istatistiğine baktım, Şubat 2019'dan bu yana toplam 100 kez görüntülenmiş.  Sadece özgür yazılara yer verme kararımın ne kadar doğru olduğunu gösteren bir başka kanıt.  Madem, artık sadece özgür yazılar, o zaman Eymir de sadece özgür  Eymir olmalı :) Yaprakların hışırtılarını, doğanın renklerini değiştirdiği, gölün suyunun soğuduğu bu günleri kaçırmayın derim.  Rehberde ayrıntısıyla anlatmaya çalışmıştım, göle yaya ve bisikletli giriş için hiçbir şeye ihtiyacınız yok. ODTÜ ile bir ilişkiniz olması gerekmiyor. Giriş kartı, sadece otomobiliniz ile girmek istediğinizde gerekiyor.  Bu yüzden, siz de fırsat bulduğunuzda gidin Eymir'e. TRT Genel Müdürlüğü yanındaki daracık sokak ile Eymir kenarına inebilirsiniz. Geçtiğimiz hafta yol kenarına beton blokların konulması nedeniyle kapalı olan yol, dün a

şarkılardan fal tuttum

@ Cer Modern / Göbeklitepe Sergisi Şarkılardan fal tuttum diye yazsa bile başlıkta, bahsetmek istediğim yabancı dil öğrenme sürecinde şarkıların önemi. Sanırım 35 senedir dil öğrenmeye çalışıyorum. Son cümleyi okuyup, 35 senedir dil öğrenemedin mi diye sormayın hemen. Öğrenmeye çalıştığım diller değişiyor elbette seneler içerisinde :) Bu kısa ancak gene de gereksiz girişin ardından şarkı dinlemenin faydalarından bahsedeyim. Eskiden, yani internet hayatımızda değilken, Karanfil sokağın girişindeki pasajda karışık kaset dolduran abilerin dükkanları vardı. Orada doldurttuğumuz kasetlerdeki şarkıların sözlerini çıkartmaya çalışırdık. Pek başarılı olamadığımızı, bir şekilde elimize geçen, şarkıların gerçek sözlerini görünce anlardık. O dönem, öğrenmeye çabaladığım dil İngilizce olunca, yazılış ile okunuş arasındaki fark büyük değildi. En azından bu aralar öğrenmeye çabaladığım Fransızca'daki kadar şaşırtıcı olmuyor yazılış ile okunuş arasındaki fark.  Bugün artık internet ve vi