Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Beşiktaş - Trabzonspor Ekim 2022

Geçen günlerde futbol yazıları başlasın diyerek duyurusunu yaptığım yeni etiketin ikinci yazısıyla karşınızdayım.  Baştan söyleyeyim, futbol ile ilgili bilgim, bu yazıyı okuyanların büyük çoğunluğundan azdır. Bu yüzden yazıyı okumak için vaktinizi harcayıp, sonra bana kızmayın. Belki ilerleyen haftalardaki yazılardan başlayabilirsiniz okumaya. Bu hafta Beşiktaş Trabzonspor maçı ile ilgili yazacağım. Çünkü 90 dakikasını ve ardından bir kaç kez geniş özetini izlediğim tek maç o.  Öncelikle her iki takıma da teessüflerimi sunayım. Ülkemizde şampiyonluklar yaşamış iki köklü kulübünün karşılaşmasının daha seyir zevki yüksek bir 90 dakika sunmasını beklerdim. Gelelim maça, Beşiktaş'ın kendi seyirci ve saha avantajını kullanarak maça hızlı başladı. Trabzonspor ise gerek Monako maçının yorgunluğu gerekse deplasmanda oynamanın getirdiği koşulları kabullenmiş bir görüntü veriyordu. Bir korner organizasyonu ile Beşiktaş'ın neredeyse tüm oyuncuları ceza sahaları içindeyken bomboş kafa vuru

Futbol yazıları başlasın...

2004 yılından beri yazdığım blogda futbol etiketli hiç bir paylaşım yok(tu). Bu "önemli eksikliği" görüp, geç de olsa ben de futbol yazayım dedim. Kendimi bildim bileli Trabzonspor'un taraftarıyım. Neden diye sormayın ve hemen yanıt vereyim, Trabzonlu değilim, annem de babam da Trabzonlu değil, Trabzon'da doğmadım, Trabzon'da üniversite okumadım.... Diğer sorularınıza toptan yanıt olsun, Trabzon ile herhangi bir bağlantım yok, kentin futbol takımını desteklemek dışında. Gelelim bu futbol yazılarının nereden çıktığına. Belki bilenleriniz vardır, bir süredir TRT Spor kanalında teknik yönetmen olarak çalışmaya başladım. TRT'de çalışmaya başlamamın üzerinden neredeyse 25 sene geçtikten sonra yeniden yayına, rejiye dönmek farklı hissettirdi, ama bu yazının konusu değil bu duygular... TRT Spor'da teknik yönetmenlik yapmanın hayatımdaki en önemli etkisi futbolla çok daha yakından ilgilenmek durumunda kalmam. Futbola daha fazla maruz kalmak diye de ifade edebiliri

İstanbul üzerine uçuşan fikirler

Blogun düzenli okuyucuları fark etmiştir, artık İstanbul'da yaşıyoruz. İmparatorluklara başkentlik yapmış, tarihi binlerce sene öncesine giden, yirmi milyonun üzerindeki nüfusu ile birçok ülkeden kalabalık bu dev kent, seneler seneler boyu korkutmuştu beni. Hep, gezmek için güzel, yaşamak için zor bir kent deyip durdum. Koşullar gereği yaşamaya mecbur olduğumdan kendimi kandırıyor muyum emin olamıyorum ama şunu itiraf etmeliyim ki İstanbul'u çok sevdim. Doğru, çok kalabalık. Günün neredeyse her saati, şehrin neredeyse her yerinde insanlar ve araçlardan oluşan bir akıntı var. Eskiden İstiklâl caddesine gittiğimizde, Ankara'dan gelen herkesin ilk yaptığı, akıntıyı görüp şaşardık. Şimdi o akıntının şehrin tüm ana caddelerinde olduğunu düşünün. Doğru trafik korkunç. Belki bir ara yazarım, bu günlerde ulaşım araçlarım arasına taksi de girdi. Günde en az bir kez biniyorum taksiye. Taksi ile gittiğim yol uzun değil, hatta kimi kez asgari ödeme, taksi metrenin yazdığından fazla o

Öykü / Esra

ESRA Dur be kedicik, tamam mama istiyorsun ama artık kocaman oldun, öyle atlanmaz uyuyan insanın tepesine. Hem daha güneş bile doğmamış, nasıl bu kadar acıkmış olabilirsin. Yatmadan koymuştum mamanı. Anlaşıldı, sen sıkılmışsın. E, yok öyle hem uyandırıp hem tırmalamak. Pamuk gibiyim galiba ben de. En azından Serdar öyle diyor. Kediye benzemişim kediyle senelerce birlikte yaşadığım için. Salak şey. Erkeklerin hepsi salak mı yoksa karşıma hep salaklar mı çıkıyor? Babam demişti liseye geçtiğimde. Bak kızanım, artık büyüyorsun. Erkesler biz gibi olmaz. Seni üzerler, kızdırırlar, aldırma unlara. Takma kafana iç birini. Sen doğru bildiğin gibi yaşa. Biz seni doğru yetiştirdik, baktın bir şeyler ters, anna ki karşındaki ters. Söz ver bakam, takmayacan kafana tokadan başkasını. Söz mü? Söz demiştim ve çok gülmüştüm. Takmadın kafama tokadan başkasını o günden bu yana. Şarköy gibi değil elbette ülkenin tümü. Hele Ankara… Bozkırın ortasına ilk geldiğim günü unutamam. Ankara’da denizin olm

Ali Bey'in macerası

Pek kıymetli okuyucularım. 2019 yılında yazmaya başladığım ve uzunca süre nereye varacağını bilemediğim için bloğun derinliklerinde parça parça kalmış Ali Bey, sonunda toparlanıp bir öykü haline geldi. Önce burada , ardından Dr. Kaan Arslanoğlu'nun insanbu.com sitesinde yayınlandı. Ali Bey'in macerası ise bitmek bilmiyor. Öykü, kısa romana dönüşüyor. Şimdilik 23 A4 uzunluğunda, bittiğinde muhtemelen 80 - 90 sayfalık bir kısa roman olacak.  Seneler boyunca yazıp anlatmaya çalıştığım sayısal karasal televizyon yayıncılığı konusu, romanın ana eksenini oluşturuyor. Romanın finalini ben de merak ediyorum.

Link Edin, Porş ve Hermann Hes

Kelimelerin doğru okunmalarına neden ve ne zaman böylesine takıldım, hatırlamıyorum. Bu yazıyı fazla uzatmayacağım. Son dönemde çok sık duyduğum okuma hatalarını düzelteceğim sadece... LinkedIn : İlk kim link edin diye okudu, gerçekten merak ediyorum. Site Türkçe arayüze sahip diye mi böyle yerleşti acaba? Doğrusu Linkt-in diye okunmalı. Bağlı, anlamında... Porsche : Bu Alman markası, bu marka araç sahiplerinin bir bölümü de dahil olmak üzere, porş olarak okunuyor. Oysa por-şe diye okunmalı. Hermann Hesse : Demian ve Bozkırkurdu gibi kült romanların yazarının soyadı çoğunlukla Hes diye okunuyor. Oysa Hes-se olmalı. Bu kadar gereksiz bir yazıyı neden yazdım ben de yazıyı bitirince düşündüm. Yanıtını bulamadım. Madem gereksiz, neden yayınlıyorsun diye sormayın...

yayıncılığın yeni yüzü: youtube kanalları

Bu yazı için uygun başlığı bulmam epey vaktimi aldı. 2004 yılı Kasım ayından bu yana yazıyorum. Binin üzerindeki yazılarımın önemli bir kısmı teknoloji ile ilgili. Hâl böyle olunca Youtube ve yayıncılık konusunda da daha önce de yazmıştım elbette. 2007 yılında , belki bu yazıyı okuyanların bir bölümü henüz dünyaya gelmemişken, klasik televizyon yayıncılığını değiştirecek / dönüştürecek bir şey olarak bahsetmiştim.  Peki ne oldu da yeniden Youtube kanalları başlıklı bir yazı yayınlıyorum. Aslında olan "yeni" bir şey yok. 2007 senesinde, doğru bir öngörü ile, belirttiğim gibi " Yayıncılıkta gelinen son nokta, içeriği internete koyup, izleyicinin istediği zaman istediği yerden istediği cihaz ile bunlara ulaşmasını sağlamak. " Yukarıdaki cümlede özetlediğime ek olarak gelişen cihaz teknolojileri sayesinde artık çok daha ucuza makul kalitede bir içerik hazırlanabileceği gerçeği. Bu iki gelişme birleşince ortaya benim de keyifle takip ettiğim bir çok kanal çıkıyor. Eskide