Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Baba Hayri / Hayri Ülgen

Yeniden yayında çalışmaya başlamanın en keyifli yanlarından birisi de ekranda hayranlıkla izlediğimiz isimlerle tanışabilmek. Hayri Ülgen, nam-ı diğer Baba Hayri de bu isimlerden birisiydi.  Hayri Ülgen, Urfa'da doğmuş bir futbol tutkunu. Türlü zorluklarla geçen çocukluk hayatı İstanbul'a, abilerinin yanına gelmesiyle değişmiş. Burada, senelerdir hayali olan futbolcu olma isteğini gerçekleştirebilmiş. Elbette bu da hiç kolay olmamış. Aslına bakarsanız ülkemizin o senelerinde, bir çok şey bugünlere kıyasla daha zormuş. Milli takıma çağrılan, Fenerbahçe ile sözleşme imzalayan ve ardından senelerce top koşturacağı Sarıyer'e geçen Hayri Ülgen kitabında futbol yaşamı kadar özel hayatına dair de keyifli anekdotlar paylaşmış. Bu kadar sevilen ve sayılan bir futbolcu olunca, futbol dünyasının dışında da bir çok ünlü isimle anıları olmuş ve bunları da bizlerle paylaşmış. Hem futbolu hem anı okumayı sevenler için Hayri Ülgen'in kitabı kaçırılmayacak bir eser. Dördüncü baskısını y

Bu Salı ve Her Salı ŞİŞLİ / Mario Levi

Moda İskelesi'nde açılan kütüphaneden alıp çantamda taşırken yazarı Mario Bey ile karşılaştığım, büyük heyecanla imzalattığım ve hâlâ nereye koyduğumu bulamadığım için gidip yenisini satın aldığım, sonunda okumayı bitirmeme karşın kütüphaneye iadesini bir türlü beceremediğim anı - öykü kitabı: Bu Salı ve Her Salı ŞİŞLİ. Paragraf gibi cümleler benim tarzım değil. Yukarıdaki cümleyi, kitabın genel tarzını göstermek için özellikle kurdum. Ben yazınca iyi görünmüyor ve kulak tırmalayıcı oluyor, ama itiraf ediyorum ki Mario Bey'in kaleminden okuyunca rahatsız edici olmuyor. Şişli'nin sokaklarında, meydanlarında karşılaştığı ya da kurgusal karakterlerin öykülerinden oluşuyor kitap. Araya mekânların fotografları da eklenmiş. İşin doğrusu baskısı böyle olan eserlerde fotograf iyi durmuyor. Matbaacı değilim ama sanırım ofset deniliyor bu parlak baskılara. Bence ofset basılmayan eserlerde fotograf kullanmamak gerekiyor.  Mario Levi'den okuduğum ilk eser. Levi, İstanbul'u soka

Hüküm Gecesi / Yakup Kadri Karaosmanoğlu

Seneler önce okuduğum Yaban'ı saymazsam Yakup Kadri Karaosmanoğlu'ndan okuduğum ikinci roman oldu Hüküm Gecesi. 1926'da yazılmaya başlanılan eser, 1927'de yayınlanmış. Roman Osmanlı'nın son dönemine tanıklık eden Ahmet Kerim adlı kurgu karakterin gözünden anlatılıyor. İttihat ve Terakki'nin kabinenin içinde yer almadığı hükümet, sopalı seçim, Hürriyet ve İtilâf'ın kurduğu hükümet, Trablusgarp bozgunu, Uşi Anlaşması, Balkan bozgunu, Bab-ı Ali baskını... Anlatılsa roman olur denilen bir dönem, Hüküm Gecesi'nin tarihsel arka planı.  Romanın başkahramanı Ahmet Kerim'in Yakup Kadri'ye benzerliği dikkat çekici. Öyle ki romanın bir yerinde Ahmet Kerim İstanbul'un Sodome ve Gomore'yi andırdığını söylüyor, ki hepimiz Y. Kadri'nin aynı adlı romanını hatırlıyor. Y. Kadri'nin yaşam öyküsüne baktığımda o tarihlerde, tıpkı Ahmet Kerim gibi, gazetelerde çalıştığını okudum. Kurgu karakterler dışında Ali Kemal, Süleyman Nazif, Rıza Tevfik, Ahmet

Amor Fati / Hande Aydın

İstanbul'da yaşamaya başladıktan sonra sahaftan aldığım ilk roman Amor Fati oldu. Bir arkadaş buluşmasına giderken, beklerken okurum diye aldığım ve gerçekten beklerken okuyup bitirdiğim bir roman, Hande Aydın'ın eseri. Bu girişten de anlayabileceğiniz gibi son derece hızlı okunabilen, 175 sayfalık bir roman.  Mekân olarak Ankara'nın seçilmiş olması da bu hızlı okumaya neden olmuş olabilir elbette. Söz oyunlarıyla bezeli cümleler kullanmış Hande Aydın. Farklı zamanlarda geçen iki hikâye iç içe anlatılıyor. Bölümler, Yaşam Geçmiş ve Ölüm Şimdi başlıklarına sahip. Hangi zamanı okuduğunuzu bu başlıklardan da takip edebiliyorsunuz.  Romanı kısa sürede okudum ve cümlelerini, anlatım üslubunu sevdim. Romanın çatısı sağlam kurulmuş. Zamanlar arası gezinti ile olayların sonrası ve öncesini görebiliyor okuyucu. Ancak finali, benim beklentilerimi karşılamaktan çok uzaktı. Daha çarpıcı bir gerekçe, daha şaşırtan bir sebep aradım.  Okumayı düşünenlere, iyi bir Türkçe ile yazılmış, başa

Trabzonspor - Sivasspor Maçı - Ekim 2022

Futbol yazılarının ikincisinde fontu değiştireyim dedim. Bundan böyle futbol yazılarını bu (courier) font ile yayınlayacağım.  Trabzonspor, geçen seneki oyunundan çok uzakta. Kadrodaki kapsamlı değişiklik nedeniyle olması muhtemel bu farklılığın kısa sürede düzeleceğini beklemiyorum açıkçası. Sivasspor maçının ilk 15 dakikasında, savunmasını orta sahaya kadar çıkartan Trabzon, ayağa toplarla rakibinin üstüne gitti. Bu baskılı ve etkili oyunun ödülünü 10. dakikada bulduğu golle aldı. Bu golün ardından geçen 5 - 8 dakikada, golden önceki tempoda oyunu kontrol eden takım, Sivas'ın istekli oyununa boyun eğdi. Sivas, yakaladığı net pozisyonları gole çevirse ilk yarıyı önde bile kapatabilirdi.  İkinci yarıya, ilk yarıda varlık gösteremeyen Umut'un yerine Abdullah Ömür'ü alarak başlayan Abdullah Avcı, bu değişikliğin olumlu sonuçlarını gördü. Umut Bozok, geçen seneki performansından uzak bir görüntü sergiliyor. Umarım kısa sürede toparlanır ve kendisinden görmeye alışık olduğumuz

yani olmuyor istesen de

Oyunculuğunu büyük keyif ile izlediğim Fırat Tanış'ın Yani adlı şarkısının, ki ilk dinlediğimde Bülent Ortaçgil'in bir şarkısının cover'ı olduğunu düşünmüştüm, sözlerinden alıntı ile bir başlık oluşturdum. Yazı, şarkının aksine aşk ile ilgili değil.  Konumuz bir kez daha sayısal karasal yayıncılık. Bugünlerde Radyo ve Televizyon Üst Kurulu'nun (RTÜK) adını ana haber bültenlerinde duyar oldunuz. RTÜK üyelerinin nasıl belirleneceğine dair hükümler RTÜK Kanunu'nda yazılı. Buna göre RTÜK üyelerini önerme hakkı, TBMM'de temsil edilen ve grubu bulunan siyasi partilerin sandalye sayısına göre bir dağılıma göre yapılıyor. Üye önerme hakkına sahip siyasi parti iki aday ismi öneriyor. Bu iki adaydan birisi Meclis Genel Kurulu'nca seçiliyor. RTÜK'ün adının haberlerde geçmesinin nedeni AK Parti tarafından önerilen isimlerden birisinin ayrılması ile boşalan üyelik için kimin öneri hakkının bulunduğuna ilişkin tartışma. Takip ediyorsanız son haftalarda AK Parti'de

Trafiğe karşın İstanbul'u seviyorum

Dün LinkedIn hesabımdan şöyle bir paylaşım yaptım: #istanbul  sevgim ev-iş arası ulaşımın günlük toplam 4 saat sürmesine karşın azalmıyor, aksine artıyor. Peki bunun sırrı ne? Tam donanımlı Vito ile mi seyahat ediyorum? Yoksa.... Yanıtı merak ediyorsanız yarın  sadeceozgur.com  adresine beklerim.... #sadeceozgur Dün verdiğim sözü yerine getireyim. Ev ile iş yerim arasında deniz var. Asya kıtasında oturup Avrupa kıtasında çalışanlardan birisiyim. Hâl böyle olunca ulaşımda saatler geçirmek bir İstanbul klasiği. Okulların açılmasının ardından, ulaşımda geçen süre, günlük 4 saati buluyor. Yukarıdaki paylaşımda da yazdığım gibi buna karşın İstanbul sevgim azalmıyor, aksine artıyor. İşte sırrı: Ev ile iş yerim arasını iş yerinin servisi ile gidebilirim. Kapımın önünden alıp, iş yerime kadar götüren ücretsiz servis olanağım var. Ancak bugüne kadar hiç kullanmadım servisi. Nedeni basit: trafik. İstanbul'da senelerdir yaşayanlar eskiden belli saatlerde belli rotalarda trafik olurdu diye anl