Ana içeriğe atla

blogda yeni dönem: belirli günler / belirli konular


2004 yılından bu yana hizmetinizde olan blogum, istediğim okunurluk seviyesine ulaşamadı bir türlü. İşin doğrusu, son bir kaç aya kadar pek derdim değildi sayılar. Birileri okuyunca, yorum yazınca mutlu olsam bile kimselerin okumayacağını bilsem bile yazmaya devam ediyordum. Bugüne kadar reklam önerilerine de, evet gerçekten birden fazla reklam teklifi geldi, sıcak bakmadım. Hal böyle olunca okunurluğu arttırmak için çareler aramadım. 
Bu yaz başında blogda bir takım yeniliklere gitmeye karar verdim. Daha önceleri bir kaç kez sosyal projeleri ve başarılı işleri tanıtmak için başvurduğum e-söyleşilere teknik içeriği ekledim. Yayıncılık sektörünün en büyüklerinin en üst yöneticileri ile e-söyleşiler yayınladım. DVB, DRM ve WorldDMB kendi alanlarının en prestijli kuruluşları. En büyük şansım ülkemizin sayısal radyo ve televizyon konusunda karar aşamasında olması. Bu durum standart belirleyici kuruluşlar açısından kendi bilinirliklerini arttırmanın hayati olduğu bir dönemi doğuruyor. Ülkemizde yayıncılık sektöründe çalışıp blog yazarı olan da fazla değil, ne yazık ki. Bu bir kaç sebep, e-söyleşi tekliflerimi kabul etmelerinde önemli rol oynadı sanırım. Hemen söyleyeyim, sayısal radyo söyleşilerinde son adıma geldik. DVB-T2 Lite profili çözümünü de okuduktan sonra bir değerlendirme yazısı ile blogdaki sayısal radyo macerası bitmiş olacak. Bir de müjde vereyim, sayısal radyo konulu söyleşiler, ülkemizdeki aktörlerin de (TRT, RATEM, ANTEN A.Ş., BTK, RTÜK ve belki siyasi parti temsilcileri) görüşlerine başvurarak kapsamlı bir kitap haline dönüşecek. Benim editörü olduğum bir kitabın olacak gibi görünüyor...
Gelelim yazının başlığına. Yıllar önce gene bu blog neden okunmuyor diye kafa yorarken, şimdilerde Londra'da olan bir meslektaşım, taze fasülye tarifiyle etkileşimli TV yazısı alt alta durunca bir gelen bir daha gelmez tabii demişti. Kendisine hak vermekle birlikte, tembelliğimden değişikliğe gitmedim. Tek yaptığım sadece radyo tv konularını ele alacağım İngilizce bir blog kurmak oldu. 2013 tarihli genç blogum, abisini geçecek gibi görünüyor. Yazı başı okunma sayısı açısından değerlendirildiğinde çoktan geçti bile. Uluslararası yayıncılık dünyasına hitabetmeyi başarsam bile Türkçe sayfadaki sorun sürüyor. Merak ettiğim ve bir şekilde öğrenip paylaşmak istediğim farklı konular var. Her birisine ayrı bir blog açmak ve ayrı ayrı yönetmek çok yorucu. İttihat ve Terakki dönemi, onun bugünlere etkileri ile Sole Mare Kafe alt alta durmaya devam edecek. Sahil kitapları ile ultra HD'de renk paletinin değişiminin alt alta durduğu gibi. Bir türlü başlığa gelemedim farkındayım. Bu kez olacak ama, inanıyorum. İşte blogdaki yenilikler:
  • Pazar günleri gezme, tozma, yeme, içme ya da daha doğrudan serme konulu yazılar, söyleşiler, tanıtımlar olacak...
  • Haftabaşı (pazartesi ya da salı) o hafta blogda yer vereceğim konuları kısaca tanıtan bir yazı (BLOGDA BU HAFTA başlığı ve etiketi altında) yer alacak. O yazıyı okuyarak, olağan dışı bir durum olmadığı sürece, hafta boyu hangi gün hangi yazıyı göreceğinizi bilebileceksiniz. 
  • Hafta ortasında, HAFTANIN KİTABI başlıklı bir yazı olacak. Yazının başlığı hep aynı kalacak aslında, HAFTANIN KİTABI: Yemezler / Dr. Yavuz Dizdar gibi...
  • Hafta sonunda, ÖDÜLLÜ SORU BURASI NERESİ yayınlanacak. Ankara'nın saklı kalmış mekanları, semtleri, heykelleri, anıtsal ağaçları haftaiçinin son günü olan Cuma'da yayınlanacak. Bu sayede ben ödülü kazanana haftasonu ödülünü gönderebileceğim. 
Umarım bu değişiklikler hoşunuza gider. Amacım belli, bildiklerimi paylaşırken birilerine, az da olsa, faydam dokunsun. 

Hepimizin ve herşeyin geçici olduğu bu dünyada, 
Mülk peşinde koşmadan da yaşanabileceğini unutmadan, 
Mülkün sahibini unutmadan, 
Hayatın süreli olduğunu unutmadan, 
Aldığımız nefesin hakkını verelim...

not:Leonardo da VINCI'nin mezar taşı, Paris yakınlarda şatolar vadisi olarak da adlandırılan bir bölgede yer alıyor. 
Kulakları çınlasın, bir sevgili dostumuz gönderdiğim soruların yanıtlarını paylaşınca, burası neresi, nasıl gidilir, gitmek ve kalmak için kimler yardımcı olur diye düşünmekten kurtulacaksınız...
Sesim Paris'e ulaşıyordur umarım :)

Yorumlar

  1. Bu kalitede ve mümkünse biraz daha sık (ama bu kalitede :) ) yazmaya devam edebilirseniz bloğunuzun ziyaretçi sayısı kendiliğinden artacaktır zaten.
    Emeğiniz için teşekkürler.

    YanıtlaSil
  2. kıymetli Puzlle Oyna, öncelikle teşekkür ederim. Bu ziyaretçi sayısını gerçekten dert edinmiş durumdayım. Yeni dönemde biraz da farklı kişilerin izlenimleri, görüşleri yer alsın düşüncesiyle e-söyleşiler üzerinden ilerlemeye çalışacağım.
    Öneriniz için teşekkürler.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.

geçen haftanın en çok okunan 10 yazısı

Göksu Restaurant

Özellikle öğlen saatlerinde Kızılay, Sakarya civarında düzgün yemek yiyeceğiniz bir yer arıyorsanız en doğru seçim Göksu Restaurant olacaktır. Meşhur Otlangaç'ın karşısına denk düşen mekan, hızlı ve özenli servisi, lezzetli ve fahiş olmayan fiyatları ile bölge insanlarının gönlünde çoktan taht kurmuş. Öğle saatlerindeki kalabalığa karşın hızlı ve özenli servisin sırrı yeterli sayıda personel çalıştırmak olsa gerek. Yemeklerinde etsiz çeşitlerinin az oluşu dışında kusuru yok denebilir. Akşam servisini hiç denemedim, ancak akşamları Sakarya'ya gidenlere fazla hitabetmeyebilir. Afiyet olsun. GÖKSU RESTAURANT Bayındır Sokak No: 22 / A Kızılay - ANKARA tel 312 431 47 27 - 431 22 19

Göksu Restaurant Nenehatun şubesi açıldı

ve beklenen gerçekleşti...Ankara'nın Sakarya caddesine açılan Bayındır sokakta yer alan Göksu, gönüllere taht kurdu. Gerek servisi, gerek yemeklerin lezzeti vazgeçilmezler arasına girdi. Mekanın Kızılay'ın göbeğindeki Sakarya caddesinde olması, kimilerini üzüyordu. Özellikle Kızılay'a hiç inmeyenler, kalabalığı sevmeyenler yukarılarda bir Göksu hayali kuruyordu. Uzun sürdü inşaat. Nenehatun caddesi ile Tahran caddesinin kesiştiği köşede yer alan binanın inşaatının neden bu kadar sürdüğünü pek anlamamıştım, düne kadar. Dışarıdan 4-5 kat görünen bina toplamda 10 katlıymış. Üstte 3 kat içkili restaurant (ki bu bölüm henüz açılmamış), girişte bekleme salonu ve bar-kütüphane, girişin altında işkembe ve kebapçı (ki bu bölüm hizmet vermeye başladı), işkembecinin altı tam kat mutfakmış, onun altında garaj-çamaşırhane ve en altta iki kat konferans salonu olarak düzenlenmiş öğrendiğime göre. İlk ziyaretime ait fotografları (binanın dıştan çekilmiş bir görüntüsü ve iştah açıcı) beğe...

Uyku İstasyonu / Nazlı Eray

Gerçekle düşün birbirine karıştığı; kahramanın Bursa'dan Paris'e, Sinop'tan Alanya'ya dolaştığı; geçmiş sorgulamaları, hayal kırıklıkları, hüzünler ve mutlulukların birbiriyle yarıştığı 160 sayfalık bir roman Uyku İstasyonu. Duraklarda, silik de olsa, Nazlı Eray'ın hayatına dair izler sezdim. Hangi izin hangi gerçekliğe işaret ettiğini edebiyat eleştirmenlerine bırakayım. İşin aslı, bulduğumu sandığım izlerin doğruluğundan da emin değilim. Ayrıca böylesi bir romanı okurken neden yazarın gerçek hayatıyla bağları düşünür insan sorusunu kendime not olarak ekleyeyim. Romanı tek oturuşta bitirdim. Elimden bırakmadan okumama neden olan şey sanırım büyülü atmosferdi. Bir sonraki sayfada ne olacağını tahmin bile edememenin gizeminin yanı sıra hikayenin gelişiminin neye işaret ettiğini çözmeye çalışmak da çok keyifliydi. Keyifli okumalar diliyorum. Sizler de görüşlerinizi paylaşmak isterseniz, yorum yazabilirsiniz. 

Yeni blog: Oyku7.blogspot.com

Oyku7.blogspot.com adresli blog sayfasında kısa öyküler yayınlamaya başladım. Aslında öykü serisi demek daha doğru olur belki.  Her hafta pazar günü saat 10'da yayınlanan ilk öykü ile başlayan ve hafta boyu her gün saat 10'da yayınlanan bölümleri ile süren, 7 günlük seriler.  Serilerin özelliği, birbirine yakın yerlerde ya da konseptlerde çektiğim fotoğraflara eşlik etmeleri.  Şimdiye kadar iki seri öykü yayınladım. Toplamda 14 öykü ediyor. Yarından itibaren yeni seri başlıyor, siz kıymetli okuyucularım için bir ön bilgi olsun, bu serinin adı Kadıköy. Bugün Kadıköy'ün çeşitli yerlerinde çektiğim 7 fotoğraf eşliğinde yedi kısa öykü yer alacak, yarından itibaren 7 gün boyunca, saat 10'da oyku7.blogspot.com adresli blog sayfasında. Öykülerdeki karakterler, anlattıkları, olay örgüsü vb. tamamen kurgu. Gerçek hayattaki kişi ve olaylarla bağlantısı tesadüften ibaret.  İlginizi çekerse aynı öyküler ve fotoğraflar oyku7.blogspot adresli Instagram hesabında da yayınlanıyor...

trafik üzerine notlar

Trafiğe çıkan araç sayısı da trafikte geçirilen süre de her sene artıyor. Ne akaryakıt zamları ne araç fiyatları bu artışlara engel olabiliyor. Sabah ve akşam saatlerinde yoğunlaşsa da artık günün her saatinde dur / kalk trafiğine yakalanmadan bir yere ulaşmak hayal. Kurallara uygun araç kullanırken önünüzde arkanızda ani manevralarla sizi zor durumda bırakan sürücülerle karşılaşmak işten değil.  Ne yazık ki her gün sosyal medya platformlarında yol verme üzerine başlayan tartışmalarla ilgili videolar görüyorum. Kiminin sonu çok üzücü bitiyor. 32 senedir araç kullanan birisi olarak trafikte güvenli sürüşe dair önerilerimi paylaşmak istiyorum: Yakın takipten kaçının. Araya başka araç girmesin diye önünüzdekinin tamponuna yapışırsanız ani frenlerde durma şansınız azalır. Hız limitlerine uyun. 50 ile git diyorsa levhada yerleşim yerinden geçiyorsunuzdur, birden yaya / hayvan yola çıkabilir. 30 diyorsa levha, okul vardır yakında. Sol şeridi işgal etmeyin. Bırakın geçsin daha hızlı ...

yapay zekasız içerikler

Okuduğunuz LinkedIn paylaşımlarından blog sayfalarına, akademik makalelerden whatsapp mesajlarına neredeyse tüm içerikler yapay zeka araçlarınca hazırlanıyor. Artık doğru arama cümlesi, prompt, ile yapay zekayı çalıştırmak bile ayrı bir iş hâline dönüşmüş durumda.  Neredeyse tüm içeriklerin hazırlanmasında yapay zeka kullanılıyorken, akıntıya kürek çekmek gibi bir işe soyunmak, yapay zeka kullanmadan yazılar oluşturmaya çabalamak pek akıllıca değil diye düşünülebilir ilk bakışta.  Oysa blog yazmanın en keyifli yanı, duygu ve düşüncelerini kendi kelimelerinle not etmek ve bir süre geçtikten sonra dönüp onları okumak. O günlerde neler hissettiğini hatırlamak. Yapay zeka ile oluşturulan içeriklerde alamayacağınız bir tat.  Bu yüzden, arada yazım hataları olsa da, kimi zaman okunması zor olsa da kendi zekam ile oluşturmaya devam edeceğim. Bu kararımı paylaştığım 16 Haziran öncesi içeriklerin kimilerindeki yapay zeka katkılarını ise düzelmeden korumaya karar verdim. ...

Bozkırdaki Gölgeler (Don Segundo Sombra) / Ricardo Güiraldes

Ricardo Güiraldes, Arjantin edebiyatının önemli isimlerinden birisiymiş. Don Segundo Sombra'yı, Can Yayınları'nın 1983 Ocak tarihli, Siren Tayla ve Vedat Tayyar Erdamar'ın çevirisiyle Bozkırdaki Gölgeler adıyla yayınladığı baskısından okudum. 235 sayfalık romanın sonunda Harriet de Onis'in makalesine yer verilmiş. Genel olarak Arjantin edebiyatı, özel olarak ise Güiraldes ve Son Segundo Sombra'ya dair ilginç bilgiler var makalede.  Romanın konusu Arjantin kırsalında bir gencin yetişkin olma yolundaki serüveni diye özetlenebilir. Kendisine rol model olarak Don Segundo Sombra adlı bir sığır çobanını seçtikten sonra yaşadıkları, düşündükleri ve dönüştüğü karakterini akıcı bir dille kaleme almış Güiraldes. 

Uçurtmayı Vurmasınlar / Feride Çiçekoğlu

Feride Çiçekoğlu'nun 1986 yılında ilk baskısı yayınlanan ve 1989'da sinemaya uyarlanan ünlü romanı, daha doğrusu uzun öykü / kısa roman / novellasını bir solukta okudum.  Seneler önce filme uyarlamasını izlemiş ve çok beğenmiştim. Novellayı okumamış, filmi izlememişler için öyküyü kısaca özetlemek isterim.  Novella, annesiyle birlikte cezaevinde bulunan Barış'ın, 1980 darbesi sonrası cezaevindeki siyasi tutuklularla olan ilişkilerini anlatıyor. Onunla ilgilenen ve farklı bir dünyayı gözlerinin önüne seren "siyasiler"e yazdığı mektuplarla ilerleyen novellayı okurken, filmdeki sahneler gözümün önünde canlandı yeniden.  Novellayı hangi dönemde okursak okuyalım hep yaşadığımız günlere benzerlikleri hatırlayacağız sanırım. Hoş, novelladaki bir mektupta belirttiği gibi, büyüklerimiz bizden iyi bilir elbette. 

Adatepe Zeytinyağı Müzesi'nde SoleMare Cafe

SoleMare Cafe ile 2015 senesinde tanıştık. O tarihlerde Küçükkuyu'nun büyük sürprizi başlıklı bir yazı ile blogda tanıtmaya çalışmıştım. 2016 yazında ise cafenin kurucuları ile söyleşi yayınladım. Mekânlara dair yazılara artık blogda çok yer vermiyorum. Sebebi ise basit: Google Haritalar.  Gittiğim mekânları Google Haritalar'da yorumluyor ve puanlıyorum. Hem daha pratik geliyor hem de daha çok kişiye ulaşıyor yazdıklarım. Ben de bir yere gideceğimde öncelikle Google Haritalar'daki yorumları okuyorum.  Yukarıdaki iki paragrafı yazma nedenim birazdan anlaşılacak. Bir kaç gün önce, çevrede yeni açılan bir yerler var mı diye Google Haritalar'da dolaşırken Adatepe Zeytinyağı Müzesi'nin bahçesinde SoleMare Cafe 'nin yeniden açıldığını gördüm. Uzun zamandır ayrı kaldığım bir arkadaşla karşılaşmış kadar sevindim. Web sayfalarını incelediğimde ise hem çok şaşırdım hem de çok mutlu oldum. Web sayfasında iki kişiye teşekkür mesajı paylaşılmış. Birisi logolarını tasarlaya...

IBC 2023 genel değerlendirme

Eylül ayı, yayın dünyasında çalışanlar için IBC ayı olarak geçiyor. Öncesinde 15-20 gün pre-IBC, sonrasında 15-20 gün post-IBC günlerini de katarsanız aslında Ağustos ortası ile Ekim başına kadar geçen 40-45 gün, Amsterdam'daki dört günlük etkinliğe odaklanılarak geçiriliyor. IBC, Amsterdam için de önemli. Bu sene 170 farklı ülkeden 43.000'den fazla ziyaretçi gelmiş şehre. Farklı salonlara dağılmış 1250'den fazla şirketin hepsini ziyaret etmek olanaksız elbette. Bu yıl, üç tam günü fuarda geçirdim.  4 gece 5 günlük Amsterdam'daki fuarın, konaklama, kent içi ulaşım, ki IBC, Amsterdam içinde geçerli 4 günlük kartı ücretsiz veriyor, Leiden - Amsterdam arası tren maliyetleri, yeme - içme ve İstanbul - Amsterdam gidiş dönüş uçak bileti dahil 1200 € maliyeti oldu bana. İlerleyen senelerde bu yazıyı yeniden okuyacaklar için anlamlı olabilsin diye 8600 TL'lik uçak biletini de Euro'ya çevirerek toplam maliyeti hesapladım. Burada en büyük kalem, otel konaklaması oldu, her...