Ana içeriğe atla

benim Paris maceram

Paris'te geçirdiğimiz 2014 yılı bana, özellikle kendimle ilgili, epey şey öğretti. Blogda Paris konulu üç kişiyle dört söyleşi yayınladım bu güne kadar. İki yeni söyleşinin de sorularını gönderdim, sevgili arkadaşlardan yanıtlarını bekliyorum. Bu arada, orada sekiz ay kadar yaşamış olarak, ben nasıl hatırlıyorum, neler düşünüyorum dedim kendime ve aşağıdaki söyleşi çıktı ortaya. Muhtemeldir ki bu söyleşi, ilerleyen dönemlerde yeni soruların eklenmesiyle uzayacak. 
  • Paris'e ne zaman ve neden gittim?
2014 Ocak ile Ağustos ayları arasında Paris'teydik ailecek. Aslında Haziran başına kadar tüm aile, Temmuz ayında ise iki kişilik orijinal haliyle ailemiz Paris'teydi. Nedeni basit, eşin iş durumu :) 
  • Ne bekliyordum, ne buldum?
Aslında beklediğim fazla bir şey yoktu. Ankara'da kendi rutininde süren ve gittikçe sıkıcılaşan iş ortamından uzaklaşacağımı düşünerek heyecan bile duymuştum ilk başta. Sonradan, gün yaklaşınca, ev bul, çocukların okullarını planla, Paris'teki günlük hayatın akışını fark et, pek hevesim kalmamıştı. Sonuçta 5 yaşında iki(z) kızımız ve ev işleriyle ilgilenmek, büyük oranda benim işim olacaktı. Ev işleriyle bir derdim olmamakla birlikte çocuklarla başbaşa olma fikrini çok heyecan verici bulmuyordum. 
Paris'te işler, başlarda beklediğimden kolay oldu. Evi, bir hafta içerisinde tuttuk. Oldukça merkezi, cadde üzeri, dubleks bir apartman dairesi bulduk. Eşyaları ikeadan alınmış, modern tarz döşenmiş iki odalı evin kirasına İstanbul'da yalı tutulur. Çocukların okulu da yürüme mesafesindeydi. Herşey iyi ve güzel gelişirken Fransızca kursuna kayıt yaptırdım. İşlerin ters gitmeye başlaması sanırım o kurs ile oldu. 

40 yaşında Paris'e gelmiş birisi olarak 20'li yaşlarında, önlerinde henüz şekillenmemiş hayatları ve olanca enerjileriyle, her biri ayrı milletten gençlerle aynı sınıfta olmak, artık orta yaşlı, çocuklu ve göbekli birisi olduğum gerçeğiyle yüzleştirdi. Buna bir de mesleki olarak istediği yerin pek de yakınına yaklaşamamış hissetmek ve Fransızca'nın kendisine has zorlukları eklenince işler sarpa sarıyordu benim için. 

Tüm bu olumsuzluklara çocukların okullarında mutsuzlukları da eklendi bir süre sonra. Haliyle Fransızca anlamayan, İngilizceleri çok yetersiz kızların neşesi yerini tedirginliğe bırakmaya başladı. Hafta sonları parklar ve müzelerde güzel vakit geçiriyorduk geçirmesine ancak, çocukları her sabah okulda ağlarken bırakıyor olmak çok saçma gelmeye başlamıştı ki, çocuklarla geri dönmemizin uygun olacağına karar verdik. Eylül ayı ile birlikte 3-4 ay kadar iki çocukla Ankara'da olmak, Paris'te ana sınıfına başlamalarından daha kolay göründü gözümüze. Bugünden bakınca çok yerinde bir karar verdiğimizi düşünüyorum. 

Gitmeden önce Paris'te iş bulabileceğim gibi gerçeklikten uzak bir kanıya kapılmıştım. Sonuçta mesleğimin ülke uygulamalarına hakim olsam da teknolojide bir numara falan değilim. Her horoz kendi çöplüğünde öter sözünün ne kadar doğru olduğunu bir kaç başvuru sonrası gördüm. Burada artı puan olarak CV'ye yazdığımız fluent English'in aslında pek de fluent olmadığını, moderate German'ın Fransa'da bir anlam ifade etmediğini elemantary French'in ise ana dili Fransızca olan adamlara komik geldiğini görmek ağır geldi.

Günlük hayatta kibrin dibini bulmuş Parizyenler, tuz ve biber olarak mutsuzluk çorbamıza eklendi. Çocuklara karşı tahammülsüz, burnu kaf dağında Parizyenlerle rast geldiğimizde, ki Paris'te yaşayınca bu her sokağa çıktığımızda demek oluyor aslında, hepimiz geriliyorduk. En büyük korkum, çocuklarla zor bir durumda kalmaktı. Neyse ki orada yaşayan ve halen bir şekilde görüştüğümüz Türkiye'den gitme dostların telefonlarını kaydetmiştim cep telefonuna. Biri elçilikte görevli olan dostumuz, en büyük güvencemdi. Bir şey olursa ararım, bizi zor durumdan kurtarır elbet diye düşünmek bile rahatlatıyordu beni. Peki olumsuz bir şey oldu mu diye sorarsanız, çok şükür derim. 
  • Bir yıl nasıl bir süre?

İnsanın en büyük özelliği duruma uyum sağlaması sanırım. Benim sorunum ise uyum sağlamak için bir nedenimizin olmayışıydı. Eğer hayatımızı Paris'te sürdürmek için bir karar vermiş olsaydık, ona göre davranırdım. Zor da olsa Fransızca öğrenir, çocuklar ağlasa da bir kaç ay sonra alışır, iyi kötü, kaçak göçek bir iş bulup çalışmaya başlardım. Ancak sorun sürenin bir yıl ile sınırlı olmasıyla başlıyordu. Bir yıl, uzun gibi görünse de aslında böylesi bir değişiklik için çok zor bir süre. Altı ay olsa mesela, uzun bir tatil gibi düşünülebilir. İki yıl olsa, orada iyi kötü yerleşmiş gibi yaşanabilir. Bir yıl ise tatil gibi yaşamak için fazla uzun, yerleşmiş gibi yaşamak için fazla kısa. 

  • Hiç mi olumlu bir yanı yoktu Paris'te olmanın?
Bülbül, kafes ve vatan derim bu soruya. Malum bülbülü altın kafese koymuşlar, ille de vatanım demiş. Paris, gerçekten özenle yapılmış, tasarlanarak mükemmelleştirilmiş bir sanat eseri gibi. Caddelerin büyüklükleri, binalar yüzyıldır değişmemiş çoğu yerde. Sidik koksa da metrosu, grev olmadıkça, iyi işliyor. Otobüs deseniz, 1970'lerde yazılmış bir kitap okurken fark ettim ki hat numarasına kadar aynı. Parklar, 1950'lerden bir film seyredin Paris'te geçen aynı ekipmanıyla duruyor yerinde. Ama, ille de kırılan fişkiyesiyle Ankara :)


Yaşadığı kentin müzelerine gitmemiş insanlar, yabancı bir ülkeye geldiğinde, moda müzeleri ziyaret etmek gibi bir hevese kapılıyor. Paris denilince Louvre'u görmek gerek demiş birileri geldiği kentte. Hadi görelim diye hareketlenmiş turistimiz de. Kapıdaki kuyruğu, müzenin, aslında sarayın, büyüklüğünü görünce vazgeçer gibi olmuşsa da yılmayıp içeri girmiş ve bir kaç salondan sonra fiziksel yorgunluk, bir şey anlaması gerektiğini düşünüp bir şey anlamamanın verdiği iç sıkıntısı ile bankta oturup kalmış turistlerle birlikte dolaştım Louvre'u. Ankara'nın büyük müzelerine bir kaç kez gitmiş, Louvre öncesi, müzenin kitabını alıp dersime çalışmış, yanımda resim konusunda son derece yetenekli bir akrabam olsa bile, günün sonuna doğru bunalmıştık ikimiz de. Öyle tek günde tüm müzeyi dolaşma gibi bir hevese kapılmamak gerek. İlginizi çeken bir bölüme odaklanmak en doğrusu. Bir de ne yapın edin mobilyaların sergilendiği salonu görün derim. Hamurabi'nin yasalarının yazılı olduğu taş da Louvre'un koleksiyonu arasında. 

Orangerie diye bir müze var, Louvre'a yakın. Seine nehri kıyısında. Bence resimlerle aranız çok yok ise ama bir Monet, Picasso falan göreyim, belki severim diyenlerdenseniz benim gibi, L'Orangerie çok doğru bir tercih olacaktır. Sonuçta eserleri göre göre, biraz da okumaya ilginiz varsa, artık dönemleri anlamaya başlıyor insan. Paris'in bana en büyük katkısı bu oldu sanırım. 

Elbette bir de kafeleri. Bir masa daha küçük nasıl yapılır, bir sandalye diğerine en çok nasıl yaklaştırılır, bir kaldırıma kaç kişi sığdırılabilir ve bu kadar sıkış tepiş oturmaya razı olmuş insancıklar nasıl terslenir işte size Paris kafeleri. Kafanıza atar gibi verdiği yiyecek içecek listesi, anlamamakta ısrar ettiği kötü Fransızcanız ile kendince eğlenmesi, bien küi (iyi pişmiş) demenize karşın içinden kan çıkan etleri ile Ankara'nın kebapçılarını daha bir sevmemi sağladı. 

Yorumlar

  1. Sevgili Coşar,yaşadıklarınızı-hissettiklerinizi ne kadar sıcak,ne kadar içten biçimde satırlara dökmüşssünüz.Benzer deneyimi yaşayan birisi olarak,sizi gayet iyi anladığımı söyleyebilirim.Ya, sizi bu gidişle bir yerlerden sanki tanıyacak gibiyim.O.D.T.Ü;Ankara'da yaşamak,gerçi başka bir mühendislik(Makine) ama yine de benzer yollardan geçmek vb.Pek çok yazınızda sımsıcak bir üslupla bahsettiğimiz Ankara sokakları bahsinde,ne yapıp edin sakin bir günündeki Bahçelievlerin o eski güzelim sokaklarını da mutlaka adımlayın,yazıya dökün derim.İçten sevgiler,saygılar.Caner

    YanıtlaSil
  2. Eyvallah Caner hocam. Ankara'nın her yeri benim için ayrı güzel. Bir bahçeli turu iyi fikir. Havalar da böyle güzelken, Gençlik caddesinden başlayıp Anıtkabir etrafından dolaşıp bahçeliye dalmak. Oralarda bir caddede eski bir sahaf da vardı. Belki halen duruyordur.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.

geçen haftanın en çok okunan 10 yazısı

Göksu Restaurant

Özellikle öğlen saatlerinde Kızılay, Sakarya civarında düzgün yemek yiyeceğiniz bir yer arıyorsanız en doğru seçim Göksu Restaurant olacaktır. Meşhur Otlangaç'ın karşısına denk düşen mekan, hızlı ve özenli servisi, lezzetli ve fahiş olmayan fiyatları ile bölge insanlarının gönlünde çoktan taht kurmuş. Öğle saatlerindeki kalabalığa karşın hızlı ve özenli servisin sırrı yeterli sayıda personel çalıştırmak olsa gerek. Yemeklerinde etsiz çeşitlerinin az oluşu dışında kusuru yok denebilir. Akşam servisini hiç denemedim, ancak akşamları Sakarya'ya gidenlere fazla hitabetmeyebilir. Afiyet olsun. GÖKSU RESTAURANT Bayındır Sokak No: 22 / A Kızılay - ANKARA tel 312 431 47 27 - 431 22 19

Göksu Restaurant Nenehatun şubesi açıldı

ve beklenen gerçekleşti...Ankara'nın Sakarya caddesine açılan Bayındır sokakta yer alan Göksu, gönüllere taht kurdu. Gerek servisi, gerek yemeklerin lezzeti vazgeçilmezler arasına girdi. Mekanın Kızılay'ın göbeğindeki Sakarya caddesinde olması, kimilerini üzüyordu. Özellikle Kızılay'a hiç inmeyenler, kalabalığı sevmeyenler yukarılarda bir Göksu hayali kuruyordu. Uzun sürdü inşaat. Nenehatun caddesi ile Tahran caddesinin kesiştiği köşede yer alan binanın inşaatının neden bu kadar sürdüğünü pek anlamamıştım, düne kadar. Dışarıdan 4-5 kat görünen bina toplamda 10 katlıymış. Üstte 3 kat içkili restaurant (ki bu bölüm henüz açılmamış), girişte bekleme salonu ve bar-kütüphane, girişin altında işkembe ve kebapçı (ki bu bölüm hizmet vermeye başladı), işkembecinin altı tam kat mutfakmış, onun altında garaj-çamaşırhane ve en altta iki kat konferans salonu olarak düzenlenmiş öğrendiğime göre. İlk ziyaretime ait fotografları (binanın dıştan çekilmiş bir görüntüsü ve iştah açıcı) beğe...

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor. ...

Eski Maltepe pazarı eski yerinde yakında bizlerle...

Ankaralılar bilir, kot pantolondan araba teybine, ara musluğundan kuruyemişe ne ararsan bulabildiğin hem de uygun fiyata bulabildiğin bir pazar var(dı): Maltepe camisinin üst tarafından pazartesi dışında (o gün semt pazarı kurulurdu) her gün hizmet veren seyyar paravanlarla ayrılmış küçük dükkancıkların oluşturduğu bir pazardı. Bu pazarın bulunduğu araziye bir alışveriş merkezi yapıldı. Ankara'nın en ilginç mimarisine sahip olduğunu düşündüğüm Malltepe Park, eski pazar esnafının ahını almıştı. Sopalarla dövüle dövüle pazar yerinden atılan esnafın tutan ahı, Malltepe Park'ı iflas noktasına getirdi. Market, dükkanlar derken hayalet alış veriş merkezine dönüştü Malltepe Park. Sonunda alış veriş merkezi yönetimi eski (kendi deyimleriyle tarihi) maltepe pazarını Malltepe Park'ın içine taşımaya karar vermiş.  Bugünlerde hummalı bir çalışma sürüyor Malltepe Park'ta. Dükkanlar alçıpanla küçük dükkancıklara bölünüyor. Öğrendiğime göre şimdiden 70'ten fazla pazar esnafı taş...

Yapay zeka, blog yazıları

2004 yılından bu yana devam ediyorum blog yazmaya. Kişisel hayatımda da teknoloji dünyasında da bir çok değişiklik oldu bu süreçte. Zaman zaman ara verdim yazmaya. Blog yazmaya, Türkçe içerikleri çoğaltmak amacıyla başlamıştım. Bugün geldiğimiz noktada ise özgün içerikleri çoğaltmak gibi bir hedef ile devam ediyorum yazmaya.  Bir çok işin yapay zeka araçlarına yaptırıldığı günümüz dünyasında, özgün içerik bulmak zorlaşıyor. İlk başlarda heyecan verici görünen yapay zeka tarafından oluşturulan içerikler, bir noktadan sonra birbirinin kopyası hâline dönüşüyor. Büyük olasılıkla bu sorunu aşacak araçlar da çıkacaktır.  Farklı konularda, yapay tatlardan ari içeriklere ulaşmak isterseniz tek yapmanız gereken SadeceOzgur sayfasına ulaşmak. Bu yazıyla birlikte, bundan sonra yapay zeka destekli hiçbir içeriğin blog sayfamda yer almayacağını duyuruyorum. 

Bozkırdaki Gölgeler (Don Segundo Sombra) / Ricardo Güiraldes

Ricardo Güiraldes, Arjantin edebiyatının önemli isimlerinden birisiymiş. Don Segundo Sombra'yı, Can Yayınları'nın 1983 Ocak tarihli, Siren Tayla ve Vedat Tayyar Erdamar'ın çevirisiyle Bozkırdaki Gölgeler adıyla yayınladığı baskısından okudum. 235 sayfalık romanın sonunda Harriet de Onis'in makalesine yer verilmiş. Genel olarak Arjantin edebiyatı, özel olarak ise Güiraldes ve Son Segundo Sombra'ya dair ilginç bilgiler var makalede.  Romanın konusu Arjantin kırsalında bir gencin yetişkin olma yolundaki serüveni diye özetlenebilir. Kendisine rol model olarak Don Segundo Sombra adlı bir sığır çobanını seçtikten sonra yaşadıkları, düşündükleri ve dönüştüğü karakterini akıcı bir dille kaleme almış Güiraldes. 

Adatepe Zeytinyağı Müzesi'nde SoleMare Cafe

SoleMare Cafe ile 2015 senesinde tanıştık. O tarihlerde Küçükkuyu'nun büyük sürprizi başlıklı bir yazı ile blogda tanıtmaya çalışmıştım. 2016 yazında ise cafenin kurucuları ile söyleşi yayınladım. Mekânlara dair yazılara artık blogda çok yer vermiyorum. Sebebi ise basit: Google Haritalar.  Gittiğim mekânları Google Haritalar'da yorumluyor ve puanlıyorum. Hem daha pratik geliyor hem de daha çok kişiye ulaşıyor yazdıklarım. Ben de bir yere gideceğimde öncelikle Google Haritalar'daki yorumları okuyorum.  Yukarıdaki iki paragrafı yazma nedenim birazdan anlaşılacak. Bir kaç gün önce, çevrede yeni açılan bir yerler var mı diye Google Haritalar'da dolaşırken Adatepe Zeytinyağı Müzesi'nin bahçesinde SoleMare Cafe 'nin yeniden açıldığını gördüm. Uzun zamandır ayrı kaldığım bir arkadaşla karşılaşmış kadar sevindim. Web sayfalarını incelediğimde ise hem çok şaşırdım hem de çok mutlu oldum. Web sayfasında iki kişiye teşekkür mesajı paylaşılmış. Birisi logolarını tasarlaya...

Yaylapınar (Sinekçiler) Köyü Nazilli tatili

Yazılacaklar birikti, bu gidişler birikmeye devam edecek. Üst üste gelince seyahatler, okunanlar, teknik gelişmeler böyle oluyor. Yavaş düzgündür, düzgün ise hızlı deyip başlayayım bir yerinden.  Geçtiğimiz haftanın 6 gecesini, Aydın'ın Nazilli ilçesinin, eski adıyla Sinekçiler, Yaylapınar köyünde geçirdik. Ne ben, ne de eşim Nazilli'li. Oralarda yaşayan akrabamız da yok. Peki nasıl oldu da bir köyde kaldık 6 gece. Pınar Kaftancıoğlu sayesinde. Kendisini büyük şehirlerde, özellikle İstanbul'da, yaşayan çocuk sahipleri tanıyacaktır. Ayşe Arman'ın söyleşisinden sonra tanıyanlar ve alış veriş yapanların sayısında ciddi artış olmuş. Siz tanımayanlardansanız İpek Hanım'ın Çiftliği'nin web sayfasına bakmanızı ve yazının geri kalanını sonra okumanızı öneririm.  Kaftancıoğlu, bana kalırsa ülkemiz için uygulanabilir bir kalkınma modeli oluşturmuş. Ülkemiz, her ne kadar son dönemlerde ihmal edilmiş olsa bile, bir tarım ülkesi. Tarıma elverişli topraklara ...

İnsanlığımı Yitirirken / Osamu Dazai

Japon edebiyatının en önemli yazarlarından biriymiş Osamu Dazai ya da gerçek adıyla Şuuci Tsuşima. İnsanlığımı Yitirirken, ölümünden önce yazdığı son eseri. Japoncadan çevirisini Peren Ercan yapmış.  Yazar 1909 - 1948 yılları arasında yaşamış. İlkinde yaşı küçük olsa da, iki dünya savaşını da görmüş. Hayatına dair ayrıntıları buradan okuyabilirsiniz.  İnsanlığımı Yitirirken bir  kurgu roman, ancak otobiyografik özellikleri oldukça baskın olan bir kurgusu var. İthaki yayınları, eserin sonuna Mark Gilbeau'nun yazdığı ve Elif Kılıç tarafından çevrilen bir Sonsöz eklemiş. Romanı bitirmeden bu sonsözü okumamanızı öneririm.  Toplumla uyumlu yaşamak, sıradışı yeteneklere sahip olan bireyler için daha zor. Dazai de ömrü boyunca bu zorluklarla boğuşmuş. Teselliyi kimi zaman alkolde kimi zaman kadınlarda aramış. Ancak "hayata tutunmayı" başaramamış.  Tarihin farklı bir kesitinde yaşasaydı farklı olur muydu Dazai'nin hayatı? 1950'lerde dünyaya gelseydi mesela, ikinci düny...

yapay zekasız içerikler

Okuduğunuz LinkedIn paylaşımlarından blog sayfalarına, akademik makalelerden whatsapp mesajlarına neredeyse tüm içerikler yapay zeka araçlarınca hazırlanıyor. Artık doğru arama cümlesi, prompt, ile yapay zekayı çalıştırmak bile ayrı bir iş hâline dönüşmüş durumda.  Neredeyse tüm içeriklerin hazırlanmasında yapay zeka kullanılıyorken, akıntıya kürek çekmek gibi bir işe soyunmak, yapay zeka kullanmadan yazılar oluşturmaya çabalamak pek akıllıca değil diye düşünülebilir ilk bakışta.  Oysa blog yazmanın en keyifli yanı, duygu ve düşüncelerini kendi kelimelerinle not etmek ve bir süre geçtikten sonra dönüp onları okumak. O günlerde neler hissettiğini hatırlamak. Yapay zeka ile oluşturulan içeriklerde alamayacağınız bir tat.  Bu yüzden, arada yazım hataları olsa da, kimi zaman okunması zor olsa da kendi zekam ile oluşturmaya devam edeceğim. Bu kararımı paylaştığım 16 Haziran öncesi içeriklerin kimilerindeki yapay zeka katkılarını ise düzelmeden korumaya karar verdim. ...