Ana içeriğe atla

Kayıtlar

bloga_ozel etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Ovacık Belediyesi sayesinde çorbada tuzum oldu

Basından takip etmişsinizdir Ovacık Belediyesi'nin başkanı boş duran hazine arazilerine fasulye ve nohut ekti geçtiğimiz ekim zamanı. Ardından hasat yapıldı ve bir duyuru paylaşıldı çeşitli mecralarda. Organik nohut ve fasulyeleri 3 kiloluk paketlerle satışa sunuluyor. Elde edilecek gelir ile Ovacık'ın üniversitede okuyan gençlerine burs sağlanacak şeklinde. Duyuruyu okur okumaz öncelikle telefon ettim Belediyeye. Ardından e-posta ile ulaştım ve siparişimi elektronik ortamdan ilettim. Tarih, bundan iki ay kadar önce. Siparişim 4'er adet nohut ve fasulyeydi. Toplamda 24 kiloluk bir paket gelecekti yani.  Siparişler bir türlü gelmek bilmiyordu. Aradan geçen sürede Belediye facebook sayfasından bir duyuru yayınladı ve personel yetersizliği yüzünden siparişlerin gecikmeli olarak gönderilebileceğini paylaştı. Bu açıklamanın üzerine, işlerini kolaylaştırabileceğini düşündüğüm fikirlerimi de içeren bir e-posta gönderdim kendilerine. Anladığım kadarıyla gene personel yeters

2016 biterken

Paris, 2013 Gelenekselleşen bir şey değil benim yaptığım. Kimi blog yazarları yıl başında hedeflerini, yıl sonunda değerlendirmelerini yazıyor. Yalan yok, başlarda kıskanıyordum böylelerini. Zaman içerisinde gördüm ki aslında kısa vadeli, ki bir yıl bu anlamda pek kısa, hedefler koymak bana göre değil. Benim de hedefim var elbette hayatta. Ancak bu ömürlük bir hedef. Gene de 2016 biterken, yani ömür dediğimiz ve süresini bilmediğimiz bu dünyadaki hayatımızdan bir yıl daha geçerken, o "ömürlük" hedefimle aramdaki mesafeyi ölçmenin bir sakıncası yok.  Hedefim kısa ve net: Birisi, ki onun kim olduğunu hepimiz/hepiniz biliyoruz/biliyorsunuz, Özgür'ü nasıl bilirsiniz/bilirdiniz  diye sorduğunda duymanızı istediğim de bu: iyi bilirdik .  Bu "ömürlük" hedefe ulaşmak için geçilmesi gereken yollar var elbette. Şimdi bunlardan bahsetmektense daha fazla ilgi göreceğini düşündüğüm, elle tutulur projelerimden söz edeceğim, 2016 için. Eğer sağlığım ve eli

Dikimevi - Kızılay arası kaç sene?

2015, Ankara Soru abes gelebilir kimilerine. Aslına bakarsanız başlığı, yazıya başlarken akıl ettim. Yazıyı okuyunca siz de hak vereceksiniz, bu yazıya en uygun başlık budur. Anlatayım efendim: Üç yaşından bu yana Ankara'da yaşayan ve kente aşık bir insanım. Şaka ya da kinaye değil sözüm. Gerçekten aşığım bu kente. Aslına bakarsanız, kişiler arasındaki aşk ilişkisi için geçerli olmasa da bu söyleyeceğim, kente aşk için tek sebep, kenti tanımak. Dediğim gibi bir kişiye aşık olmak için tanımamak gerek belki de, neyse konuyu dağıtmayayım şimdi. Zaten bir süredir pek toplu da durmuyorum, bu konuya ise hiç girmeyeyim. Ne diyordum, evet ben Ankara'ya aşığım, çünkü Ankara'da kendimi rahat hissediyorum. Her semtini biliyorum, her semtte neyle karşılaşacağımın farkındayım. Sürpriz yapmıyor bana, caddeler, sokaklar... Kendimi hatırladığımda Tuzluçayır mahallesinde oturmaya başlamıştık. Aslında İncesu mahallesinden de hatırladıklarım var ancak asıl anılarım yolağzına

benim Paris maceram

Paris'te geçirdiğimiz 2014 yılı bana, özellikle kendimle ilgili, epey şey öğretti. Blogda Paris konulu üç kişiyle dört söyleşi yayınladım bu güne kadar. İki yeni söyleşinin de sorularını gönderdim, sevgili arkadaşlardan yanıtlarını bekliyorum. Bu arada, orada sekiz ay kadar yaşamış olarak, ben nasıl hatırlıyorum, neler düşünüyorum dedim kendime ve aşağıdaki söyleşi çıktı ortaya. Muhtemeldir ki bu söyleşi, ilerleyen dönemlerde yeni soruların eklenmesiyle uzayacak.  Paris'e ne zaman ve neden gittim? 2014 Ocak ile Ağustos ayları arasında Paris'teydik ailecek. Aslında Haziran başına kadar tüm aile, Temmuz ayında ise iki kişilik orijinal haliyle ailemiz Paris'teydi. Nedeni basit, eşin iş durumu :)  Ne bekliyordum, ne buldum? Aslında beklediğim fazla bir şey yoktu. Ankara'da kendi rutininde süren ve gittikçe sıkıcılaşan iş ortamından uzaklaşacağımı düşünerek heyecan bile duymuştum ilk başta. Sonradan, gün yaklaşınca, ev bul, çocukların okullarını planla,

blogların kaderi

Bu yazıyı okuduğunuz blog 10 yılı aşkın bir süredir yayında. Bugüne kadar 1300'e yakın sayıda yazı yayınladım. Kitap ve teknik etiketliler ağırlığı oluşturuyor. Artık bir karar vermenin zamanı geldi ve geçti belki de.  Malum 2013'ten bu yana Sadeceozgur'ün kardeşi var. TVTechTR, İngilizce olarak sadece radyo / televizyon teknolojisi, uygulamaları konulu olarak başladı ve öyle devam ediyor. Özellikle teknolojinin Türkiye'ye yansımalarını işlemeye çalışıyorum.  TVTechTR sayesinde bu güne kadar dört uluslararası etkinliğe ücret ödemeden katılabildim. Birisinde konaklamamı da karşıladı düzenleyici kuruluş. Kasım ayının başında Londra'da düzenlenecek bir etkinlik için de davet aldım. Gene konaklamamı karşılayacak düzenleyici kuruluş. Ancak, gelin görün ki yol parası ve UK vizesi gibi masraflar bile cepten verilecek gibi değil. Büyük olasılıkla, içeriği kaliteli de olsa, katılamayacağım. TVTechTR'in başarısı sonrası Sadeceozgur'de de bir takım yen

IBC'ye bir hafta kala boş zamanım kalmadı!

Dört tam günümü geçireceğim IBC Fuar ve Konferansında.  Bir yandan yeni hayat arkadaşım, parkinsonla birbirimizi tanımaya çalışıyoruz . Ona iyi gelsin diye aldığım ilaç dengemi altüst ediyor bir yandan. Bir yandan hayatın genel telaşı ve ben IBC'de BASIN olarak yer almanın heyecanını yaşıyorum. Merak etmemek elde değil, koca IBC'nin yüzlerce standında benimle görüşmek isteyen çıkacak mı? Radyo / TV değilim sonuçta. Etkisi çok olsa da okuyanı az olan bir blogum var hepi topu.  ve bugün itibariyle, aslında tam tarih olarak dün öğleden sonra 14.33, kalan son boş vaktimi de bir demo ile doldurdum.  Dershaneler ilan verirdi eskiden, Kayıtlarımız dolmuştur, gösterdiğiniz ilgiye teşekkür ederiz diye. Benim bu yazım da onun gibi oldu. Hem bu güzelliği sizlerle paylaşmak istedim, hem de sonraki etkinlikler için düzenleyicilere göz kırpmak; bakın bir hafta kala kapattım ben diye :) Bir iki cümle bu göçmen dramı için yazmazsam olmaz. Malum hepimizin içini dağlayan çocuğu

bu yıl IBC'de

2004 yılından bu yana sürdürdüğüm Türkçe bloguma, 2013 yılında İngilizce bir kardeş oluşturdum. İçerikleri bakımından kıyaslarsak Türkçe KAPSAR İngilizce olur. Küme işaretini bulamayınca elle yazdım, artık kusuruma bakmayın. İkisinin kesişim kümesi ise Teknik etiketli yazılar. Çok matematiksel anlattım, demek istediğim teknik yazılarımı 2013'ten beri İngilizce olarak da yazıyorum. TVTechTR.blogspot.com adresli sayfayı oluştururken iki hedefim vardı.  Bunlardan ilkine henüz sayfayı oluşturduğum yıl ulaştım: Uluslararası bir konferansa davetli konuşmacı olarak katılmak. 2013 yılı Ağustos ayında, Fresh Connections adlı Sayısal Yayıncılık Konferans'ında Turkey: Finally Launching DTT başlıklı (Türkiye: Sonunda Sayısal Karasal Televizyona Başlıyor) bir sunum yaptım. Konferansı düzenleyen şirket otel masrafımı karşılamıştı. Yol parasını da banka puanlarıyla ödemiştim.  İkinci ve daha fazla önemsediğim hedefim ise blog yazarı olmam nedeniyle, 20 yıla yakındır çalışmakta old

bloga yeni yayın dönemi yarın (2 Ağustos Pazar) başlıyorrr...

Televizyon dünyası, ülkemizdeki bir çok şeyde olduğu gibi, herşeyini okullara göre programlamıştır. Yeni yayın dönemlerinin hazırlıkları yaz aylarında, okullar kapalıyken, yapılır. İnsanları evlerinde camlara bakarak transa sokacak yayınların ne olacağına karar verilir. Eylül 15'le birlikte televizyonlar "yeni" trans materyallerini tanıtır. Amaç tek ve nettir: İnsanların ekrana olabildiğince uzun bakmalarını ve bu arada araya olabildiğince uzun süreli reklamlarla doldurmak. Bu yazdığım aslında işin uygulaması, amaç para kazanmaktır. Başka her sektörde olduğu gibi.  Benim ise böyle bir amacım yok. Parayı, başka işler yaparak kazanıyorum. Paranın, günümüzde çok şey olsa bile, neyseki herşey olmadığını farkedeli epey zaman oluyor. Bu durumda, böyle özene bezene yeni yayın dönemi açılışları, insanlarla söyleşiler falan garip geliyordur eminim kimilerine. Neyse, lafı daha fazla uzatmayayım ve müjdemi paylaşayım: Yarın yeni yayın dönemi başlıyor.... İlk pazar yazısı

blogda yeni dönem: belirli günler / belirli konular

2004 yılından bu yana hizmetinizde olan blogum, istediğim okunurluk seviyesine ulaşamadı bir türlü. İşin doğrusu, son bir kaç aya kadar pek derdim değildi sayılar. Birileri okuyunca, yorum yazınca mutlu olsam bile kimselerin okumayacağını bilsem bile yazmaya devam ediyordum. Bugüne kadar reklam önerilerine de, evet gerçekten birden fazla reklam teklifi geldi, sıcak bakmadım. Hal böyle olunca okunurluğu arttırmak için çareler aramadım.  Bu yaz başında blogda bir takım yeniliklere gitmeye karar verdim. Daha önceleri bir kaç kez sosyal projeleri ve başarılı işleri tanıtmak için başvurduğum e-söyleşilere teknik içeriği ekledim. Yayıncılık sektörünün en büyüklerinin en üst yöneticileri ile e-söyleşiler yayınladım. DVB , DRM ve WorldDMB kendi alanlarının en prestijli kuruluşları. En büyük şansım ülkemizin sayısal radyo ve televizyon konusunda karar aşamasında olması. Bu durum standart belirleyici kuruluşlar açısından kendi bilinirliklerini arttırmanın hayati olduğu bir dönemi doğuruy

Kitap ödüllü soru: burası neresi?

Bir kitap ödüllü soru ile karşınızdayım. Mekanımız Ankara'nın yenilerinden. Bunca yıllık Ankara'lıyım ben bile fotografı görsem bilemezdim neresi olduğunu. Ancak okurlarıma güveniyorum. Bilecekler çıkacaktır ve ilk doğru yanıta Psikiyatrist Dr. Mutluhan İZMİR 'in ezber bozan inceleme kitabı ANTİDEPRESAN TUZAĞI 'nı hediye edeceğim. Fırsatım/fırsatı olursa Mutluhan Hoca'dan kitabı, ödülü kazanan adına, imzalamasını da rica ederim. Bunu söylerek Mutluhan Hoca'yı tanıdığımı da belirtmiş oldum :) Bu sorunun güzelliği de bu olsun. Ankara'da yaşayan bir yazarın kitabını hediye etmenin avantajı diyelim.  Sorunun yanıtını yayınladıktan sonra mekanın başka fotograflarını, tam adresini ve hikayesini de paylaşacağım. Gerçekten görülesi bir yer. Bugüne kadar gezdiklerinize hiç benzemeyen, Avrupa'da bile bu kadar teknolojik donanımlısını zor bulacağınız bir yer.... Epey ip ucu verdim. Belki de yazdıklarımdan bile anladınız neresi olduğunu. Fotografa dikkatli

trafikte hız sorununa radikal öneri

Son bir ay içerisinde 4000 km'de fazla otomobil kullandım. Büyük bölümü şehirler arası yollarda yapılan yolculuklar sırasında gözlemlerde bulundum. Bu gözlemlerimi maddeler halinde sıralarsam: Özel araçlar, ticari taşıma yapanlara kıyasla daha hızlı ve kuralları çiğneyerek araç kullanıyor.  Özellikle yol yerleşim yerlerinden geçerken kimse hız limitlerine uymuyor. Bırakın yasal limitlere uygun gitmeyi hızını hiç düşürmüyor.  Sabit radarların bulunduğu yerlerde hız sınırına uygun süratlere iniliyor ve hemen ardından yeniden hızlanılıyor.  Bu tespitlerim sonrası gelelim radikal önerime: Her araca trafiğe çıkış belgesi düzenlenirken araç takip sistemi takılsın. GSM/GPRS ve GPS sayesinde aracın hangi yolda hangi hızla gittiği takip edilsin. Kabul edilebilir bir gerekçe olmadan (ki benim aklıma sadece hastaneye yetişmek geliyor) hız sınırlarını ihlal edenlere cezaları otomatik olarak gönderilsin. Hem bu sayede aracın çalınma derdi de ortadan kalkar ve kasko bedellerinde de in

Açılan kapanan blog

2004ten bu yana yazdığım blog son bir yıldır kapalıydı. Yazmanın, başka bir çok şey gibi, anlamsızlaşması başlıca nedendi. Arabadaki navigasyon yazılımının 'yolun akışında devam ediniz' komutunu uygulayacak enerjiyi bulamıyordum bir türlü. Yarın, sonraki hafta, önümüzdeki yaz birbirinin kopyası geçecek günlerdi sadece. Plansız, heyecansız, coşkusuz. Sonra yavaş yavaş eskiden yaptığım ve beni mutlu eden şeyleri hatırlamaya başladım. Haftalık yayınlanan dergilerim vardı takip ettiğim. Eski dergi artık yayınlanmasa da yerine koyabileceğim bir aylık dergi buldum. Ardından bir kaç yıl önce başladığım tarihimizin bir dönemini anlatan kitap okumalarına döndüm. Tıpkı herşeyin anlamsızlaşmaya başladığında olduğu gibi kendini besleyen bir sarmal bu. Hayat bir yerinden toparlamaya başlayınca çökmüş gibi duran diğer yerler de düzeliyor ya da bir yerinden bozulmaya başlayınca sağlam duran bölümler de enkaza dönüşüyor. Bu gereksiz görünen yazıyı kendime yazdım. Hayatın da mevsimler gi

başlıksız

Bu yıl blog sayfamda yenilikler yapmaya karar verdim. Bundan böyle teknik etiketli yazılara daha az, kitap / gezi ve PARİS etiketli yazılara daha fazla yer vereceğim. Uzun süredir ilgilenmeye fırsat bulamadığım işlere vakit ayırıp, onlarla ilgili deneyimlerimi paylaşacağım. Daha çok fotoğraf olacak bloğumda. Elimden geldiğince, eskiden olduğu gibi, güncel siyaset ve gelişmelerden uzak kalacağım. Operasyonlar, paralel yapılar ve teğet krizler bloğuma uğramayacak gene. Güncel ile bunalmışlara vaha niteliğinde olacak yazdıklarım. Nedim Gürsel ve Hıfzı Topuz yılı olacak bu yıl. Amacım her iki yazarın eserlerinin büyük bölümünü okumak. Aslında tümünü okumak isterim ancak iki yazarın yayınlanmış eserlerinin toplamı benim bir yılda okuyabileceğimden fazladır sanırım. Bu yıl yazılarımı belirli periyotlar halinde yazmayı hedefliyorum. Haftanın her günü hangi türde yazı göreceğinizi bilerek geleceksiniz bloğa. Henüz hangi gün, hangi tür yazı olacağına karar veremedim. Hedefim

Rakamlarla 2013

3  tane uluslararası etkinliğe katıldım tüm masraflarını cebimden karşılayarak, senelik iznimi kullanarak. 21  adet mekan tanıtım yazısı yazmışım.  53 adet kitap notu eklemişim blog sayfama.  68  sayısal karasal televizyon (DTT) etiketli yazı eklenmiş. DTT etiketli toplam 71 yazı olduğunu düşünürsek, 2013 DTT yılı olmuş diyebiliriz. Peki DTT yayınları başladı mı diye sorarsanız, yanıtım ne yazık ki, HAYIR! > 10.000  mil uçak yolculuğu yapmışım. Gaziantep, İstanbul, İzmir, Çanakkale, Paris, Londra, Krakow ve Talin'e gitmişim. ve son rakam;  40 !!! Bu rakamın anlamını 2014'ün ilk yazısına bırakayım... Herkese iyi seneler....

sil baştan başlamak gerek bazen

Şebnem Ferah'ın çarpıcı şarkısıdır. Hele orkestra eşliğinde söylediğini kimbilir kaç kez dinlemişimdir. Her ne kadar şarkı bir aşk şarkısı da olsa, hayatın her alanına uygulayabilirsiniz sözlerini.  Bu yazının sebebini bilenler biliyor, bilmeyenler ileride yazdıklarımdan öğrenecekler.  Reklam kampanyaları gibi oldu biraz farkındayım.  Yakında diyelim, pek yakında... Bu arada yazı dizisini unutmuş değilim. Dizinin üçüncüsü dağıtım şirketi bölümü birazdan blog sayfasında okumanıza hazır olacak. Bölümün başlığı dağıtım şirketi, ancak yazıda şirketten ziyade sürece ilişkin tespitlerimi paylaşacağım. 

uzun tatillerde okuyucu sayısı

Başka bloglarda durum nedir bilemiyorum, ancak benim blogum mesai günleri okunuyor. Ne zaman uzun tatiller geldi, blogumun okuyucu sayısında dikkat çekici bir azalma yaşandı. Kurban bayramının dokuz gün sürecek tatili başlarken, okuyucu sayısı yerlerde sürünmeye başladı bile. Normal günlerde 100 - 150 arası gezinen okuyucu sayısı, bu ara 0 - 50 bandına kadar geriledi. Yanda gördüğünüz son bir kaç günün trafiği.

Affiliate Programları

nar çiçeği Pazarlama konusunda çalışanlar başlığın neyi ifade ettiğini bilirler. Bu alan dışında çalışanlar ise bilmeden kullanırlar " affiliate " programlarını. Sık gittiğiniz markette size verilen bir üyelik kartı ile size özel indirimler sağlanması bir örneğidir bu uygulamanın. Başka bir çok örneği verilebilir. Mesela üyesi olduğunuz dernek, tutup çeşitli kurum ve kuruluşlarla masaya oturup üyelerine avantajlar sunulmasını talep edebilir. Böylece bu derneğe üyeliğinizin maddi bir faydasını görüp dernekle aranızdaki gönüllü ilişkiyi maddi çıkarla sağlamlaştırmış olursunuz. Mezunlar dernekleri, kulüpler, köy dernekleri bu tip anlaşmalar yaparak hem üyeliği cazip hale getirmeye çalışırlar hem de mevcut üyelerinin maddi çıkar elde etmesiyle derneğe daha bir şevkle geleceklerini düşünürler.  Buraya kadar, herşeyi metalaştıran ve metalaştırdıkça da değersizleştiren kapitalizmin bir uygulaması / aldatmacası olarak görüp sessiz kalınabilir uygulamalara. Hatta, madem düzenin

Okunma sayıları ve YazarKafe.com

Blog yazanların, hatta daha genel ifadeyle bir şeyler yazıp bunu bir şekilde yayınlayanların, ortak amacı yazdıklarının okunmasıdır. Ben kendim için yazıyorum, okunmayı önemsemiyorum diyenlere inanmayın. Okunmayı önemsemeyen, yazdıklarını yayınlamaz. Günlük, bu tür yazılanlar içindir zaten. Eğer yazdığını yayınlıyorsan, okunsun diyedir ve okunmasını da önemsersin, itiraf etmesen bile. 2004 yılından beridir yazdıklarımı yayınlıyorum. Aslında hikayem daha eskilere gider. Ama o dönem blog öncesi olduğu için pek anımsamıyorum işin doğrusu. Neyse, 2004'ten bu yana sürdürdüğüm blog yazılarım, artık daha çok okunmaya başladı. Google'ın bir hizmeti olan blogger platformunu kullanıyorum ve paylaşacağım veriler, aynı hizmetin sundukları.  Son bir kaç aydır Hürriyet gazetesinin internet hizmetlerinden birisi olan Bumerang'a üyeyim. Bumerang, web sayfası sahiplerinin üye olabileceği bir platform. Buraya üye olduktan sonra çeşitli seviyelere göre çeşitli olanaklara sahip olunuyor.

mesai - emek - sömürü

Çalışma hayatına 1995 yılında dahil oldum. Öğrenciliğin avare günlerinin ardından alışamadığım konuların başında mesai geliyordu. İşim olduğu zaman çalışmaya, iş yerinde durmaya itirazım yoktu. Ancak günün her saati işim olmuyordu ve işim yokken iş yerinde olma zorunluluğu çok anlamsız geliyordu. İşim, hizmet sektöründe değildi ve beklesem de bir müşterinin geleceği yoktu. Bir elektronik şirketinin araştırma geliştirme biriminde çaylak mühendis kadrosunda işe başlamıştım.  Bu anının üzerinden neredeyse yirmi yıl geçmiş. Değişen bir şey yok iş hayatımda. Halen işim olmadığında iş yerinde durma zorunluluğu anlamsız geliyor. Halen işim olmasa da iş yerinde olmak zorundayım. Neresinden baksanız anlamsız, neresinden tutsanız elinizde kalıyor. Kendi hayatınızı düşünün. Günün kaç saatinde gerçekten çalışıyorsunuz?   Çalışma hayatı günün önemli bir bölümünü işgal ediyor. Sabah iş yerine gitmek için evden ayrılma saatiyle yeniden özgürlüğümüze kavuştuğumuz saati dikkate alırsak en az 10

ve karşınızda Tivilogy.com

Televizyon dünyasının teknolojisi kısmıyla ilgiliyseniz, büyük olasılıkla tivilogy.com 'u biliyorsunuzdur. IPTV, Video On Demand, Digital Terrestrial Television, Interactive Television ve daha uzatabileceğimiz bir çok İngilizce kavramı Türkçe internet sitesinde değerlendirmek kolay iş değil.  Sayfanın üç kurucusu var. Kurucuları arasında ilk tanıştığım Uygar Boynudelik, tivilogy.com 'a veda etti. Diğer iki kurucu Tanıl Ergin ve Emre Çınar ile bir e-söyleşi yaptım. Soruları gönderdim, vakit bulduklarında yanıtlarını gönderdiler. Bu yazıyla birlikte yeni bir etiket eklendi bloguma: soylesi. Aklımda bir kaç site daha var. Bakalım, kabul ederlerse onlara da sorularım olacak... Kendinizden kısaca bahsedebilir misiniz? EMRE: Tabii ki 1984 İstanbul doğumluyum, Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Tasarımı bölümünü bitirdikten sonra UCLA'da The Business and Management of Entertainment sertifikasını aldım. Son olarak da Oxford Brookes Üniversitesi Tekno