Kimi bir kaç cümlelik kimi bir kaç sayfalık anılarla dolu öykücükler ve tümünü bağlayan farklı bir kurgu. Barış Bıçakçı'nın son novellasını severek okudum. Okuma heyecanını bozmadan, konusundan kısaca bahsetmek istiyorum. Halis Bey, emekli elektrik mühendisi. Ayşe ise başarılı bulunan bir öykü kitabı yayınlamış bir peyzaj mimarı ve tercüme yaparak hayatını kazanıyor. Tercüme bürosunda rastlaşıyorlar ve Halis Bey Ayşe'den anılarını öyküleştirmesini istiyor, ücreti karşılığında. Novella, Halis Bey'in anıları ve Ayşe'nin hayatını anlatan bölümlerle kurulmuş. Novellada yer alan bölümlerin her biri ayrı öyküler haline getirilebilecek derinlikte. Ayşe'nin hayatına dair bölümlerde ülkenin gündemine dair göndermeler de yer alıyor. Daha önce okuduğum eserlerinde olduğu gibi bolca Ankara var arka planda. Hatta Garson başlıklı bölümde Ankara başrolde. İstanbullular deniz yok, fazla gri dese de Ankara, Ankara'da yaşamaya alışmışlar için kendine has özellikleri ve güzelli...
Televizyon dünyası, ülkemizdeki bir çok şeyde olduğu gibi, herşeyini okullara göre programlamıştır. Yeni yayın dönemlerinin hazırlıkları yaz aylarında, okullar kapalıyken, yapılır. İnsanları evlerinde camlara bakarak transa sokacak yayınların ne olacağına karar verilir. Eylül 15'le birlikte televizyonlar "yeni" trans materyallerini tanıtır. Amaç tek ve nettir: İnsanların ekrana olabildiğince uzun bakmalarını ve bu arada araya olabildiğince uzun süreli reklamlarla doldurmak. Bu yazdığım aslında işin uygulaması, amaç para kazanmaktır. Başka her sektörde olduğu gibi.
Benim ise böyle bir amacım yok. Parayı, başka işler yaparak kazanıyorum. Paranın, günümüzde çok şey olsa bile, neyseki herşey olmadığını farkedeli epey zaman oluyor. Bu durumda, böyle özene bezene yeni yayın dönemi açılışları, insanlarla söyleşiler falan garip geliyordur eminim kimilerine. Neyse, lafı daha fazla uzatmayayım ve müjdemi paylaşayım: Yarın yeni yayın dönemi başlıyor....
İlk pazar yazısı ne zamandır yapmak istediğim bir e-söyleşi: İnternetteki en iyi Türkçe Paris Rehberi'nin, PARISTE.NET'in kurucusu ve yazarı Ahmet ÖRE ile.
Paris, görmek için yanıp tutuştuğum bir kent olmadı hiç. 2014'te bir yıllığına Paris'te yaşayacağımızı öğrendiğimde de havalara uçmadım. İnsan nelerle karşılaşacağını, yaşadıklarının hayata bakışına katacakları her zaman doğru tahmin edemiyor. Paris, bu anlamda çok farklı bir kent. Prag ile ilgili insanların görüşünü sorsanız söyleyecekleri birbirine çok yakındır. Aynı şey Paris için geçerli değil. Öncelikle gerçek anlamda bir dünya şehri. Görmediğim ve görmek için hiç heves etmediğim New York için de benzer bir tespit yapılır hep. Müzeleri, parkları, moda dükkanları, gurme lokantaları, hediyelik eşyacıları, fantazi merkezleri ile her ilgiye verecek çok şeyi olan bir şehir. Aynı zamanda tarih boyu her ülkenin devrimcilerine ev sahipliği yapmış, Paris Komünü, 1789 devrimi gibi tarihin akışına etki etmiş Victor Hugo'dan Camus'a yazarların beslendiği bir kent. Mezarlıkları gezilen kaç kent vardır dünyada?
Ahmet ÖRE söyleşisinin sorularını yayınlayayım önden. Bugün sorularla yetinmek zorundasınız. Merak etmeyin kıymetli insan Öre, söz verdiği gibi yanıtları gönderdi kısa sürede. Hem de ne yanıtlar, her birinden ayrı yazı konusu çıkacak kadar ayrıntılı. Neyseki okuduğunuz basılı bir dergi değil. Sayfa maliyetini düşünmek zorunda değilim / değiliz. Söyleşide kendi çektiği fotografları kullanacağım. Bu anlamda hem fotograflar hem söyleşi ve en çok da böylesi iyi bir web sayfası hazırladığı için kendisine KOCAMAN TEŞEKKÜRLERRR.....
İşte sorular:
1. Kısaca Pariste.Net'i tanıtmanızı istesem.
2. Paris, sadece
Türkiye'den değil tüm dünyadan turist çeken müzelerle dolu bir şehir.
Kentin kendisi de müze gibi zaten. İstanbul ise tarihilik bakımından
Paris'i geçse bile o miras yeterince korunmuyor diye düşünüyorum. Hem
İstanbul'da hem Paris'te yaşamış, ikisini kıyaslayabilecek deneyimi olan
bir yazar olarak size sorsam neden olmuyor bizde diye.
3. Paris
çok yönlü çok yüzlü bir şehir. Sabahın erken saatleri metroları
dolduranların, tuvaletleri temizleyenlerin ya da daha doğrudan yazayım
düşük ücretli işlerde çalışanların ten rengi, Paris'in başka bir yüzünü
gösteriyor. Bu yüz hep bize unutturulmaya çalışılan, İstanbul'daki
Cezayir sokağının adını Fransız sokağı olarak değiştirecek kadar
pervasız bir kibri de saklıyor. Onca filozof, yazar yetiştirmiş 1789
burjuva devrimini yapmış Fransa'nın tarihini ve bugününü sömürgecilik
şekillendirmiş. Sizin blogunuzda Paris'in sadece güzellikleri var. Bu
bilinçli bir tercih mi?
4. Bu son soru, sorudan ziyade istek aslında.
Geçenlerde Ahmet Ümit radyoda konuşurken İttihat ve Terakki konulu roman
hazırladığını söylüyordu. Ben de o dönemi araştıran birisi olunca
Paris'te İttihat ve Terakki'nin izlerini aramıştım. Osmanlı İttihat ve
Terakki'nin Paris Şubesinin olduğu bina halen ayaktaydı. Rue des
Ecoles'teydi sanırım. İsteğim şu: Prag'da butik turlar vardı. Kafka
turu, Sosyalizm turu gibi. Paris bu açıdan çok zengin. Böyle paket
turlar düzenleseniz birisi de İttihat ve Terakki turu olsa ne iyi olurdu şimdiden teşekkürler.
not: merak edenler için bu yazının fotografları bana ait. Ahmet Öre ile tanışıklığım yok. Paris'i görmenizi öneririm. Yaşamak ise Fransızca bilmeyen birisi için kabus...
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.