Ana içeriğe atla

Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin / Barış Bıçakçı

Kimi bir kaç cümlelik kimi bir kaç sayfalık anılarla dolu öykücükler ve tümünü bağlayan farklı bir kurgu. Barış Bıçakçı'nın son novellasını severek okudum.  Okuma heyecanını bozmadan, konusundan kısaca bahsetmek istiyorum. Halis Bey, emekli elektrik mühendisi. Ayşe ise başarılı bulunan bir öykü kitabı yayınlamış bir peyzaj mimarı ve tercüme yaparak hayatını kazanıyor. Tercüme bürosunda rastlaşıyorlar ve Halis Bey Ayşe'den anılarını öyküleştirmesini istiyor, ücreti karşılığında. Novella, Halis Bey'in anıları ve Ayşe'nin hayatını anlatan bölümlerle kurulmuş. Novellada yer alan bölümlerin her biri ayrı öyküler haline getirilebilecek derinlikte.  Ayşe'nin hayatına dair bölümlerde ülkenin gündemine dair göndermeler de yer alıyor.  Daha önce okuduğum eserlerinde olduğu gibi bolca Ankara var arka planda. Hatta Garson başlıklı bölümde Ankara başrolde. İstanbullular deniz yok, fazla gri dese de Ankara, Ankara'da yaşamaya alışmışlar için kendine has özellikleri ve güzelli...

İnsan BU sitesi kurucusu Kaan Arslanoğlu ile e-söyleşi

Yıllar önce Kişilikler adlı romanıyla tanıdım Kaan Arslanoğlu'nu. Romanı çok sevmiştim. Sonra zaman içerisinde İnsancıl dergisindeki yazılarını, çıkan diğer romanlarını ve en çok da inceleme kitaplarını beğenerek okudum. Blog sayfasından haberdar olmam ise İthaki yayınlarından çıkan bir romanında sayfa sıralaması hatası olması nedeniyle gerçekleşti. Sağolsun, romanının imzalı bir kopyasını göndermişti. İnsan BU adlı sitesini, neredeyse kurulduğu günden beri takip ediyorum. Meraklıları için söyleyeyim, soruları göndereli bir ay kadar oluyor, yazıdaki fotograf Gaziantep'ten ve 4. sorunun güncel tartışmalarla ilgisi yok. Lafı fazla uzatmadan buyurun söyleşiye.:

1. Bugüne dek bir çok romanınız ve inceleme kitabınız yayınlandı. Ancak ülkemizde okuma alışkanlığını ve okunan yazarları düşünerek sizi tanımayanlar için kısa bir şeyler söylemek isterseniz:

Yayımlanmış 12 romanım ve 6 adet inceleme kitabım var. İnceleme derken siyaset, felsefe, psikoloji, edebiyat ağırlıklı incelemeler. Ayrıca birçok dergi, gazete veya internet sayfasında henüz kitaplaşmamış pek çok inceleme makalesi veya güncel makale yayımlattım. İnternetten aradığında tüm kitaplarımı görebilir okur, birçok makaleme ulaşabilir. 

2. insanbu.com'u çıkış yazısında "yavaş düzgündür, düzgün ise hızlı" demiştiniz. Gene çıkış yazısına "Bir yayın çıkıyorsa, bence iki ön koşul mutlaktır. Birincisi böyle bir şeye kesin gereksinim duyulması. İkincisi de başka yayınlardan muhakkak farklı olması." tespitiniz var. Yayına başlayalı iki yıldan fazla bir zaman geçti. Bugünden bakınca iki tespitinizin de halen geçerli olduğunu düşünüyor musunuz?

Evet iki saptama bugün için de geçerli. Bu ilkelere uygun hareket etmeye çalıştık ve büyük ölçüde başardık. “Yavaş düzgündür, düzgünse hızlı”yı uygulamaya çalıştık. Yaşam çok hızlı, herkese anlamsız bir ivedilik dayatıyor, insanların büyük çoğunluğu bu tahrip edici, bu sağlık bozucu ivediliği birbirine dayatıyor, hız beklentisine giriyor. Benim mizacım da acelecidir aslında, fakat yavaşlamaya gayret ettik ve bir ölçüde bunu başardık. Daha çok da okurlara bunu telkin etmeye çalıştık. Sitemizde birçok değerli yazarın birçok değerli yazısı, haberi, incelemesi çıktı. Bunları fast-food gibi tüketmeyin, sindire sindire içselleştirin, dedik. Bir kısım okurlar buna uydular. 

Başka bir benzeri olmayan yayına gelince. İddialı konuşmaktan çekinmem, sağlam zemindeysem eğer: Değil Türkiye’de, dünyada bu yayının aynısı değil, bence benzeri yok. 

3. Şubat 2015'te yayınladığınız yazıda iki yılın değerlendirmesini yaparken:
"Fakat bazı dostlar başarı bekliyor. Hızlı başarı. Yerdiklerimizin hemen kuyruğu kıstırıp gitmesini, bizim anlayışımızın toplum içinde güçlenmesini arzuluyorlar çabucak. Bu belki hiç olmayacak. Çünkü biz kapitalizme karşı, onun ideolojisine karşı bir huruç harekatı içindeyiz ve gerçekten umutsuz çaba. Karşısında olduğumuz ideolojik güçler, bunların en solcuları ve sosyalistleri bile çoğunlukla kapitalist kafalı. Tek tek kişileri yıpratabiliriz, bazı etkinliklerini engelleyebiliriz, kısmi ilerlemeler sağlayabiliriz, ama baskın hep onlar, çoğunluk onlar olacaktır, bu böyle. Kapitalizm altında bu devasa sosyo-ekonomiyi sağından solundan kıpırdatmamız, kısmi ilerlemeler sağlamamız bile büyük başarıdır. Sosyalizm kazara gelse bu ülkeye, durum değişmeyecek. Yine onlar çoğunluk olacak." 
diyorsunuz. Özellikle "karşısında olduğumuz ideolojik güçler, bunların en solcuları ve sosyalistleri bile çoğunlukla kapitalist kafalı" tespitinizi çok önemsiyorum. Peki malzeme buysa, bir başka ifadeyse insan bu'ysa ne yapmalı? Yazmakla bir şey değişiyor mu? İki yıldır edebiyat dünyasındaki iktidarı yerden yere vuran, juri ve ödül "şebekesi"ni ifşa eden onca yazı yayınladınız. En küçük bir değişim oldu mu? 

Her emek karşılığını bulur. Yayıncılık alanında bir mücadele veriyoruz, elbette küçük de olsa ülkeyi ve dünyayı değiştiriyoruz. Şöyle düşünün: Bunlar yazılmasıydı dünya bunların yazılmadığı bir dünya olurdu.

Birçoklarına ters gelecek ama, benim görüşüm şu: İnsanlığın yavaş tempo bir ilerlemesi (belki de bazı alanlarda yavaş tempo sonuna yaklaşması) söz konusu. Milyarlarca insanın her birinin emeği var bu ilerlemede. Küçük küçük emekler. Bilim, felsefe, edebiyat vb. gibi alanlardaki emekler bu küçük emeklerin azcık daha büyük olanları. Fakat tamamen bir değişim değil ama, görece daha büyük değişimler siyasal devrimlerle oluyor. Siyasal devrimler de siyasi liderlere bağlı. 

Sonuçta bizimki gibi emekler, eğer bir şeyler iyi yöne azcık değişecekse, bu siyasal devrime (biraz da siyasal evrime) birikim sağlayacak emekler. İnsanların kafasında bir şeyler bırakacak, ilerici kadroları eğitecek, ilerde çıkacak liderlere ilham ve güç verecek etkinlikler. Ama garantisi yok. Her şey kötüye de gidebilir.

Edebiyat dünyasını değiştirebildik mi? Aynı cevabı vereyim. Bunları yazmasaydık durum şimdi olduğundan farklı olurdu. Fark ne? Bunların söylenmiş olması, bunları yapanlarda biraz daha yüz nasırı oluşturması. Yine birçok insanda bir çekingenlik yarattık. Acaba doğru mu yapıyorum, korkusu yarattık. Tüm bu hokkabazlıklar bir gün bir yerimi tırmalar… 

Yine de böyle itirazlar, böyle fikir açılımları güçlü siyasal rüzgarlarla desteklenmezse cılız kalırlar, bugün olduğu gibi. Ama güçlü bir ileri rüzgar esecekse bu birikimler sayesinde esecektir. 


4. Sayfanın, benzer her sayfada olduğu gibi, düzenli okuyucuları ve yorumcuları oluştu. Düzenli yorumcularınızın bir bölümü yorumlar üzerinden haberleşmeye, birbirine hal hatır sormaya başladı. Bu da benzer sayfalarda görülen bir durum. Bu düzenli yorumcular, yazıların sesiz okuyucularından biri kazara bir yorum yazsa ya da bir yazı yayınlasa bunu yaptığına pişman edecek şekilde yorumlarda bulunuyor. Bahsetmeye çalıştığım isimsiz yorumlarla yazar ve yorumcuları taciz edenler değil, düzenli yorumcularınız. Bu durumun ne kadar farkındasınız ve değiştirmek/düzeltmek için bir planınız var mı?

Sözünü ettiğiniz sıkıntı var. İnsana ve insanın kullandığı her alana bağlı olarak. Ara sıra uyarıyoruz arkadaşları. İsmi belli olanlarda, başka yoldan da iletişim kurabildiklerimizde bir süreliğine düzelmeler sağlayabiliyoruz. Sonra eski haline geliyor. İnsan BU :)

Daha büyük sıkıntı, isimsiz veya uyduruk adlarla, rumuzlarla yorum yazanlar. Bunların bir bölümü açıkça kötü niyetli. İnsani kötücüllüğün, sözel saldırganlık, yalan, başkası gibi davranma, birbirine düşürme, kışkırtma, nifak sokma, alay, hakaret… her türlü numaralarını yapanlar var. Normal insani durum…. Bazıları için kötü niyet -  iyi niyet ayrımı da yapamıyoruz. Yorumları kapatmadan bunu engellemenin çaresi yok. Orada biz dahil ego savaşlarına giriyoruz.

Tabii bu ad saklama çok pis bir durum. İnsan arkadaşlarından, sitenin yazarlarından bile şüphelenir hale geliyor. İnternet sapığı psikopatlar da var. Tam da bunun için varlar. Ad saklama neden yapılır? Bizimle sahte mail adresleriyle yazışanlar da çıkıyor, biliyor musunuz. Bunlardan bir kısmı bir yerlerden tanıdıklarımız belki. Belki yakın birileri. Belki bu siteyi izlediğinin bilinmesini istemeyen “önemli” şahsiyetler, belki kendini çok önemli gören kişiler. Belki sadece korkuyorlar. Bu siteyi izlediğinin bilinmesinden korkuyorlar. Belli siyasi gruplara mensup kişiler olabilir, edebiyatçı, sanatçı olabilir bu kişiler. Enteresan bir durum. 

5. Tıp doktorlarının edebiyatla bu kadar yakından ilgilenmesinin bir açıklaması var mı?

Hekimlerin burnunu sokmadığı bir alan mı var? Siyaset, sanat, edebiyat, spor, ticaret, turizm, macera vs.

6. Kapitalizm dünyayı bitirmeden biz kapitalizmi bitirebilir miyiz? Umudunuz var mı?

Bu toplumla bu insanla bugünkü durumda umut çok çok az. Fakat insanlık büyük felaketler yaşayacak büyük ihtimalle. Bu gördüklerimiz daha hiçbir şey değil. Tümüyle yıkım gelmeden önce bu felaketlerle aklı başına belki gelir. Bıçak kemiğe dayanmadan insan kendini yok eden bencilliğinden kurtulamaz. Bir şeylerin zorda bırakması gerek. Bu anlamda son bir çıkış kapısı bulabilir belki insanlık.  

Yorumlar

Yorum Gönder

Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.

Son ayın en çok okunan 10 yazısı

bir kez daha, nedir bu sayısal karasal televizyon?

Blog sayfamda DTT etiketiyle yayınlanmış 100'e yakın içerik bulunsa da, geçenlerde buluştuğumuz lise arkadaşlarımın sorusu üzerine, bir kez daha yazmaya karar verdim. Bilenler, okumadan geçebilir. Bilmeyenler ve sektörün uzağındaki kişiler düşünülerek hazırlanmış bir yazıdır.  Soru - yanıt şeklinde kurgulanmış yazılarımın daha çok okunduğu gözlemi üzerine, buyurun sık sorulan sorularla Sayısal Karasal Televizyon: Şimdi tam olarak neden bahsediyoruz? Çanak ile izlediğimiz televizyon mu?

Anıttepe, sokaklar, anlamlar

Ankara, ne yazık ki, içerisinden su geçen şehirlerden değil. Aslında daha doğrusunu söylersem, içerisinden geçen suların üzerini kapatıp yok eden bir kent. İncesu deresi, Kavaklı dere, Ankara çayı hep üzeri kapatılıp, halının altına süpürülen tozlar gibi gözden ırak tutulup unutulmuş kent suları. Hal böyle olunca Başkent, akar suyun kente sağlayacağı güzelliklerden yoksun. Neyse ki arayan için gizli güzellikler barındırıyor.   Anıttepe, bu gizli güzellikleri saklayan semtlerden. Anıtkabir, yılın her mevsimi caddelerden eksik olmayan turist otobüsleri, resmi bayramlarda protokol için kapatılan yollar, son dönemde sıklıkla düzenlenen mitinglere ev sahipliği yapan Tandoğan meydanı, Çankaya Belediyesi'nin  konserlerinin mekanı Anıtpark Anıttepe denildiğinde ilk aklıma gelenler. Ve tabii, geçenlerde bir yarışmada soru olarak da yöneltilen sokak isimleri: Ordular, İlk, Hedef, İleri, Ata ve Akdeniz caddesi.    Anıtkabir'in sınırını oluşturan 3 cadde bulunur: Gen...

Kocadağ At Çiftliği Kocadağ Köyü / Havran

Deniz, kum, güneş tatilinden sıkıldıysanız ve Edremit körfezi civarındaysanız size süper bir alternatif: At binmek. Edremit'ten Balıkesir'e giden yol üzerindeki şirin ilçe Havran'ın Kocadağ köyünde bu mekan. Henüz dört yaşında olan iki(z) kızlarımız çok keyif aldılar at binmekten. Altınızda sizden epey güçlü b ir hayvan varken dengede durmaya çalışmak, yorucu bir o kadar da keyifli bir uğraş. Eğer hayatınızda at binmeyi hiç denemediyseniz, emin olun deneyince siz de kabul edeceksiniz, çok şey kaçırmışsınız demektir.    Kocadağ At Çitfliği'nde at binmenin yanı sıra lezzetli mutfağını da deneyebilirsiniz. Mantı, haşlama içli köfte, ızgara köfte ve elbette demleme çay. Fiyatlar derseniz bu konuda ucuz / pahalı yorumu yapmak istemiyorum. Bunun yerine bir kaç seçtiğim ürünün fiyat bilgisini paylaşacağım. Ancak, öncelikle sipariş edeceğiniz yiyeceklerin hepsinin büyük bir özenle hazırlanıp, aynı özenle servis edildiğini belirteyim. Biz mantı, içli köfte, ızgara hellim ve ...

Emeklilik

Emeklilik başlıklı yazımı hazırlamanın kolay olacağını düşünmüştüm. Yazıp sildikçe, tahminimin doğru olmadığını gördüm. 1995'te üniversiteden mezun oldum ve çalışmaya başladım. Bu sene Mart'ın son günü emekli olana dek neredeyse kesintisiz çalıştım.  "Emeklilik" kavramı üzerine yazmak istiyorum ancak söz dönüp dolaşıp neden emekli oldum, emekli olduktan sonra büyük bir heyecanla başladığım ve kelimenin gerçek anlamıyla gecemi gündüze katıp çalıştığım yeni işimden 3 ay sonunda neden ayrıldığım gibi konulara geliyor. Aynı tuzağa bu kez düşmeyeceğim ve emeklilik kavramı üzerine kalem oynatacağım. Osmanlıca'da tekaüt ya da takaüt kelimesi kullanılırmış, ki oturmak kökeninden gelirmiş . Emekli olana ise mütekaid denilirmiş. Emek sahibi, emek vermiş anlamına gelsin diye mi emekli kullanılıyor günümüzde emin değilim. 18-20'li yaşlarda başlayan çalışma hayatı, ömrün sonuna kadar sürmüyor. Çalışma hayatı boyunca, hafta içi günlerin gündüzlerini kapsayan vakitlerimi...

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor. ...

29 Ekim 2024

Cumhuriyetimizin 101. yılı kutlu olsun. 20 senedir, neredeyse kesintisiz devam eden Türkçe blog sayısı fazla değildir muhtemelen.  Videolar, internette geçirilen zamanın büyük bölümünü işgal etmezken daha çok okunurdu yazdıklarım. Son dönemde yazılarımın sıklığı azalsa bile blogu açık tutmayı sürdüreceğim. Eskiden izlediğim filmler ile ilgili bir şeyler de yazardım. MUBİ platformunda  izlediğim Faruk'u önererek bitireyim.  Nice 101 senelere...

Tehlikeli Şarkılar / Tuna Kiremitçi

Polisiye, severek okuduğum bir tür. Tuna Kiremitçi , beğenerek okuduğum bir yazar. Sevdiğim tür ve beğenerek okuduğum yazarı bir araya getiren Tehlikeli Şarkıları okuyup bitirmem, belki de bu yüzden, çok hızlı oldu.  Kitabın kapağında Bir Başkomiser Perihan Uygur Polisiyesi ifadesine yer verilmiş. Ahmet Ümit'in başkomiser Nevzat'ı, Emrah Serbes'in başkomiser Behzat'ı gibi Tuna Kiremitçi'nin başkomiser Perihan'ı varmış. Tehlikeli Şarkılar, Perihan Uygur'un, yanılmıyorsam, üçüncü macerası.  Yazarlığının yanı sıra müzisyen de olan Kiremitçi, müzik dünyasına dair ayrıntılarla süslü Tehlikeli Şarkılar'da iyi bildiği bir dünyayı anlatmanın konforu içinde. Bu ara yazarlarla yapılan söyleşi videoları izliyorum. Bu videoların birinde, yazar bildiği şeylerden yola çıkarak kurmalı romanını diyordu severek okuduğum bir isim. Bir diğer söyleşide ise, gene severek okuduğum başka bir isim, ben bilmediklerimi araştırıp kurarım romanlarımın çatısını diye açıklıyordu alem...

Eski Maltepe pazarı eski yerinde yakında bizlerle...

Ankaralılar bilir, kot pantolondan araba teybine, ara musluğundan kuruyemişe ne ararsan bulabildiğin hem de uygun fiyata bulabildiğin bir pazar var(dı): Maltepe camisinin üst tarafından pazartesi dışında (o gün semt pazarı kurulurdu) her gün hizmet veren seyyar paravanlarla ayrılmış küçük dükkancıkların oluşturduğu bir pazardı. Bu pazarın bulunduğu araziye bir alışveriş merkezi yapıldı. Ankara'nın en ilginç mimarisine sahip olduğunu düşündüğüm Malltepe Park, eski pazar esnafının ahını almıştı. Sopalarla dövüle dövüle pazar yerinden atılan esnafın tutan ahı, Malltepe Park'ı iflas noktasına getirdi. Market, dükkanlar derken hayalet alış veriş merkezine dönüştü Malltepe Park. Sonunda alış veriş merkezi yönetimi eski (kendi deyimleriyle tarihi) maltepe pazarını Malltepe Park'ın içine taşımaya karar vermiş.  Bugünlerde hummalı bir çalışma sürüyor Malltepe Park'ta. Dükkanlar alçıpanla küçük dükkancıklara bölünüyor. Öğrendiğime göre şimdiden 70'ten fazla pazar esnafı taş...

Borusan Contemporary

İstanbul, sürprizlerle dolu bir şehir. Önünden her geçişimizde manzarası ne kadar güzeldir diye düşündüğümüz Borusan Holding'in binasının hafta sonlarında ziyarete açık bir modern sanatlar galerisine dönüştürüldüğünü ise dün öğrendik. Perili Köşk olarak bilinen Yusuf Ziya Paşa yalısının terasına kadar çıkabiliyorsunuz, eğer öğrenci için 75 TL, yetişkin için ise 150 TL öderseniz. Bu giriş ücretlerinin Şubat 2023 için geçerli olduğu bilgisini ekleyeyim. En güncel halini elbette web sayfasından öğrenebilirsiniz.   Süreli sergilerin yanı sıra binanın farklı odalarına dağıtılmış onlarca eseri de görebiliyorsunuz Borusan Contemporary'de. Modern sanatın bana hitap etmediğini, gezdiğim her sergide, gördüğüm her işte bir kez daha anlıyorum.  Müze / galerinin kafesi de bulunuyor. Kafedeki fiyatlar yüksek. Boğaz kenarındaki bir kafe olduğunu düşününce belki normal karşılamak gerek. En azından bilet almış olanlara indirim uygulansa güzel olurdu diye düşündüm. Kafeye giriş için bile...

Almanya'da televizyon yayınlarına erişim

Televizyon yayınları kablolu ve kablosuz olmak üzere iki ortam kullanılarak evlere ulaştırılır. Her iki ortam için de farklı uygulamalar bulunmaktadır. Kablonun kullanıldığı durumlarda Kablo TV, IPTV seçenekleri mevcuttur. Kablosuz ortam için ise uydu ve karasal vericiler kullanılabilir. Her ortamın kendisine göre avantajı, dezavantajı vardır. Daha ayrıntılı analizlerde, yayıncı için ve izleyici için avantajlar ve dezavantajlar olduğu görülecektir. Hatta ülkelerin düzenleyici denetleyici kuruluşlarının desteklediği ve/veya kösteklediği televizyon dağıtım yöntemleri olduğu söylenebilir.  Bu uzun girişi yazmamın sebebi, Arthur D. Little adlı araştırma kuruluşunun yakın tarihte yayınladığı bir araştırma. Lars Riegel ve Julien Duvaud-Schelnast imzalı   Almanya'da TV Platformları 2014 ve sonrası başlıklı 10 sayfadan ibaret rapor, Almanya'da son dönemin sıcak tartışma konusu durumundaki sayısal karasal televizyonun geleceğine ilişkin önemli analizler içeriyor. Geçti...