Ana içeriğe atla

Cüneyt Ayral Söyleşisi volume 1

Cüneyt Ayral ismini, 2013'ün sonlarında bir yıl için Paris'e gideceğimiz kesinleşince, internetten, adında Paris geçen kitapları satın aldığımda öğrendim. Paris Notları 1 ve 2, okuyup benim de notlar çıkarttığım kitaplardı. Gidiş öncesi, elektronik ortamda tanışıp, karşılıklı e-postalar alıp/gönderdik. Paris benim hayal ettiğim gibi geçmeyince orada görüşmeyi planladığım kimseyi aramadım. Döndükten bir süre sonra, yeniden eski ben oldum. Yarım kalan işler eski bağlantılar derken, Ayral'ın üzerinde çalıştığı Benim Paris'im adlı eserinin bittiğini öğrendim. Aşağıda okuyacağınız söyleşi, henüz kitaba ulaşamamışken yapıldı. Ayral'dan söz aldım, kitabı bitirdiğimde yeni bir söyleşi yapacağız. Bu yazıdaki Paris fotografları Dilara KUTAY'a ait. Kitapta yazılana göre 1993 doğumlu genç bir sanatçı Kutay. Kitapta yer alan tüm fotograflar kendisine aitmiş. Ayral baskı kalitesinden çok tatmin olmamış olsa bile, kitabın genel havasını fotograf dilince anlatıyor her biri. Bu anlamda, zor bir şey başardığı Kutay'ın, fotograf ile yalnızlığı anlatmak.

Çok farklı bir karakter Ayral, kitaplarından tanıdığım kadarıyla. Olmadığı gibi görünmeye gayret etmiyor, neyse o. Özellikle hayatını anlattığı kitabını okusanız ne demek istediğimi anlarsınız. Sanatın her türüne düşkün birisi. Fotograf çekmiş, sanat ölçüsünde yemekle ilgili, resim ve elbette edebiyat ile müzik. Paris, bu anlamda çok şey sunuyor. 

Tüm bu sunduklarının yanında Paris'i tek kelime ile anlat deseniz bana, aklıma ilk gelen YALNIZLIK, ikincisi ise HÜZÜN olur. Ayral'ın kitabını okudukça bu yalnızlık ve hüznün sadece benim tespitim olmadığını gördüm, hem sevindim hem üzüldüm. Kendi adıma, ruh sağlığımın yerinde olduğuna kanaat getirerek sevindim. İnsanoğlunun kaçamayacağı alın yazısını görerek üzüldüm. 

Lafı fazla uzattım gene. Buyurun Cüneyt Ayral volume 1:

1. Öncelikle tebrikler. Uzunca süredir üzerinde çalıştığınız son kitabınız Benim Paris'imi en çok kimler okumalı?

Teşekkür ederim.

Kitabı herkes okumalı diye düşünüyorum, çünkü “Benim Paris’imi” anlatırken yalnızca şehri ve sokaklarını anlatmadım. 

Kitabın ilk adı “Paris Sokakları” idi, ancak editörüm Senay Haznedaroğlu kitabı okuduktan sonra, yazdıklarımın salt sokaklar olmadığını, derinlemesine bir anlatımın söz konusu olduğunu ve bunun öznel yanlarını ortaya çıkartmamız gerektiğini söyledi ve kitabın adı “Benim Paris’im” olarak değişti.

Kitapta Paris insanlarını ve buradaki yaşantıyı anlatırken “yalnızlık” meselesini de tartışıyorum.

İlginçtir, hayatta en korktuğum şey yalnızlıktır ve yalnızlığın en derinlemesine yaşanmakta olduğu Paris’te yaşamaktayım, üstelik de insanlara en çok gereksinme duyduğum bir zaman tünelinde geldim Fransa’ya, herkesin etrafımdan toz olup yok olduğu 1997'de… 

Bu ülke, bu şehir bana yalnızlığı hem öğretti hem de sevdirdi. O nedenle kitabı salt Paris ile ilgili olanlara önermem olanaksız.

Paris’i bilip, daha önce gelmiş olanların ve burada yaşamakta olanların ise ille okumalarını öneriyorum, çünkü her köşesi insanı şaşırtan bu şehre başka bir gözle de bakarsanız, hem daha çok eğlenirsiniz, hem daha çok merak eder, izleği sürmeyi sürdürürsünüz.


2. Türkiye tarihi için çok önemli sonuçları olan genç Türkler hareketinin fikir babaları Paris'ten çok etkilenmişler. Sizce onları ve onlar gibi birçoklarını etkileyen neydi?

Fransa çağdaş demokrasinin merkezi olarak kabul ediliyor. 1789 devrimi herşeyi ve herkesi etkilemiş.

Ardından İkinci Dünya Savaşı sırasındaki direnç hareketleri ve 60'lı yıllardaki öğrenci hareketleri dünyayı etkilemiş eylemlerdir.

Bu ülke lâikliğin ve özgürlüğün anıtlaştığı ülkedir ve tabii herşey bu şehirde, Paris’te başlıyor

Bugün farklı renklerdeki, farklı dinlerdeki ve çok farklı kültürlerdeki insanların birlikte yaşadıkları bir ülke Fransa, bu konuda da dünyaya olabilecek en iyi örneği veriyorlar, bu durumu kültürel zenginliklerinin nedeni olarak kabul ediyor ve koruyorlar.

Tarihsel süreç içinde Jön Türklerin buraya gelmiş ve burada örgütlenmiş olmalarına bu nedenle şaşırmamak gerekiyor.

Öte yandan, Almanya (Almanca) nasıl edebiyatın en önemli ülkelerinin başında geliyor ise, Fransa (Fransızca) da düşüncenin, insan – siyaset ilişkisinin ve aydınlanmanın en önde gelen ülkesidir.

Bütün bu dediklerimi alt alta koyup topladığımız zaman karşımıza neden sorusunun yanıtı açık olarak çıkıyor bence.

Jön Türk hareketinin Türkiye’yi derinlemesine etkilediğini yadsıyamayız, ancak bugüne baktığımızda, toplumumuzun “göçebe” özelliğinden kaynaklanan “unutma” yeteneğinin daha güçlü olduğunu ve “toplumsal hafızamızın” çok zayıfladığını / zayıflatıldığını üzülerek görüyorum.



3. 2014'un büyük bir bölümünü Paris'te çocuk bakarak geçirmiş birisiyim. Anılarınızdan hatırladığım kadarıyla siz de Fransa'ya ilk geldiğinizde iki çocuğunuzla başbaşa epey zaman geçirmiştiniz. Son dönemde nüfusun yaşlanacağından hareketle en az 3 çocuk önerisi yapılıyor. Siz Türkiye'nin yöneticisi olsanız Paris'teki hayatınızı kolaylaştıran neleri Türkiye'ye taşımak isterdiniz?

Bu gerçekten en zor sorunuz oldu.

Bir kere babalık işiyle ilk burun buruna geldiğimde, yani kızım doğduğunda, bu işi beceremeyeceğimi hemen anladım ve kendime başka bir kimlik seçtim : “ağabey – dost”.

2004 yılında Paris’e kızım ve oğlum ile geldiğimde artık bu kimliğim çoktan oturmuş onlar tarafından da kabul edilmişti. Tek sorun İstanbul’da yaşamakta olan, şimdiki eşimin kızı idi, çünkü o, o zamanlar 8 yaşındaydı ve henüz benimle ilişkileri tam oturmamıştı. Yani iki değil, üç çocukla baş etmem gerekiyordu ve bir tanesi uzaktaydı.


2004 -2008 yılları arasında Paris’in tadını çıkartacak kadar paramız vardı, o nedenle çok sıkılmadan, şehrin her türlü keyfini çıkartmayı hep birlikte becerebilmiştik.

Bugün, Paris’in sunduğu olanaklar ile Türkiye’de herhangi bir şehrin sunduğu olanakları karşılaştırmanız olanaksızdır.

Koskoca İstanbul’un opera binasının haline bakın… Ankara’da durum çok mu farklı? İzmir’de yılda kaç opera sahneye koyuluyor. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası konserleri ne durumdadır? İstanbul’da haftada kaç klâsik müzik konseri veriliyor? Bu listeyi istediğimiz kadar “olumsuzlukla” uzatmamız mümkündür.

Bir kere bu ülkede eğitim / öğretim bedavadır. Çocukların kitaplarından tutun, tüm masrafları devlet tarafından karşılanır ve bu hiç bir yarım yapılmadan yapılır. 

Sonra, bu ülkedeki eğitim / öğretim lâiktir. 

Lâikliği salt din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması olarak tanımlayamayız. Lâiklik bir düşünme ve anlama biçimidir, özgür düşünceyi, bilimselliği içerir. Okulda bunu görüp öğrenen çocuklarım, eve geldiklerinde aynı biçimde bir baba ile karşılaşınca elbette rahat ettiler ve kendilerini geliştirebildiler. 

Üçüncü çocuğum için bu biraz daha gecikmeli oldu, çünkü o İstanbul’daydı ve özel okulda eğitim görüyordu. Okulu Türkiye standartlarına göre gayet iyi bir okuldu, ama çevre sorunları vardı. Önce onunla “ağabey-dost” ilişkisini kurmayı denedim. 2008 yılından itibaren daha sık görüşmeye başladığımız için bu iş daha kolaylaşmıştı, 2010 yılında o da Fransa’ya gelince meseleyi daha iyi kavradı ve çok çabuk uyum sağladı. 

Şimdi üçü de büyüdüler 30-23-21 oldular ve üçü de özgür beyinli, sanata yatkın, düşünen ve ne istediğini bilen insanlar oldular.

Bu örneklerden çıkışla 78 milyonu bulan Türkiye’deki 3 çocuk dayatmasına ve doğacak çocuklara bakabilmek adına nasıl bir önerim olabilir?

Türkiye öncelikle içine düştüğü / düşürüldüğü din sarmalından kurtarılmalıdır ve Anayasasının değişmez hükümlerinden birisi olan lâikliği iyi kavramalıdır, bunu yapamazsa eğer günden güne gerileyip, Ortadoğu’nun bataklığında yok olur gider. 

Yani eğitimin çağdaş anlayış ve bilimsel / lâik düşünce ile yeniden sağlam temellere oturtulması gerekiyor.

Eğitimin “sanayii – ticaret” olmaktan çıkartılıp devletçe desteklenmesi ancak özerk olması da iyi bir nesil yetiştirmenin temel şartları arasındadır. Fransa’da bu böyle ve bunun finansmanı silaha harcanan paradan çok daha az. 

Artık her köşe başında bir üniversite açmaktan vazgeçmeli, teknik ve işe dönük eğitime daha çok önem vermeliyiz, yoksa hızla derin bir karanlığa doğru yol aldığımızı hepimiz biliyoruz ve görüyoruz.

Çocukların “barış” ortamında yetişmeleri çok önemlidir. 

Bu hem birbirleri ile olan ilişkilerini sağlamlaştırır, hem de dünyaya bakışlarını daha sağlam temellere oturtur. 

Bugünün Türkiye’sinde 3-5 çocuk isteyenler, anlamsız savaşlarda yok ettikleri genç nüfusu geriye kazanmak için mi istiyorlar bu doğumları, yoksa yakın gelecekte ölecek yeni gençler yetiştirmek için mi? Bize bu sorunun cevabını açık ve net olarak vermek durumundadır yöneticiler, çünkü gençler ciddi bir bezginlik içinde, nedense zorunlu olan askerlik hizmetlerini “kimi öldürmek” için yapacakları düşüncesiyle rahatsızdırlar.

Fransa’da askerlik hizmeti zorunludur. Ancak, hem kadınlar, hem erkekler için eşit zorunluluk vardır ve askerlik hizmeti bir gün ile sınırlıdır. O gün askere gidenlere Fransız profesyonel ordusunun olanakları vb konular filmlerle anlatılır ve vatandaşlığın ne olduğu üzerinde durulur. Elbette vatan savunması önemlidir, bunu Fransızlar iki savaşta da yaşamışlar ve ağrı bedeller ödemişlerdir. Ancak askerlik hizmeti sırasında üzerinde durulan temel düşünce “barış”ın sürekliliğinin sağlanmasıdır.

Ayrıca bu bir günlük hizmet için bile “vicdani red” hakkı elbette vardır.

O zaman bu çocukları Türkiye’de ben yetiştireceksem neler yapardım sorusunun cevapları da aşikâr:

Çocuklarla dost ve arkadaş olunmasına yönelik aile eğitimi verirdim.
Kadın erkek ayrımından insanları uzaklaştırır, “insan” olmayı öğretmeyi dener, cinsel eğitimi mutlaka ilkokuldan başlayarak verir, ülkeyi erkekerkil bir toplum olmaktan kurtarmayı denerdim
Eğitimi devletleştirir ve parasız – özerk eğitimin önünü açardım. Bunu yapabilmek için savunma harcamalarını en aza indirir, harcamayı insan öldürmeye değil, insan yetiştirmeye aktarırdım. Eğitimde lâikliği ve bilimselliği öne çıkartırırdım. Üniversitelerin araştırmaya yönelmeleri için bütçelerine destek verirdim.

Bunları yapmayı başarabilirseniz, istediğiniz kadar çok çocuk doğurabilirsiniz, ama her doğanın bu haklardan eşit yararlanacağı bir ekonomiyi ayakta tutmak koşulu ile…



4. Son soru sorudan çok öneri niteliğinde. Paris aslında yürüyerek epey yeri dolaşılabilecek bir kent. Sizin Paris'inizi sizinle dolaşmak isteyenlere yönelik yürüyüş turları düzenleseniz, eminim ilgi gösterecek çok olur. Böyle bir planınız var mı? Çok teşekkür ederim.


Bu dediğinizi düşünmedim değil. 

Benim Paris’im başkalarını ne kadar ilgilendiriyor? Benimle gezip dolaşmak yani…

Geçenlerde İstanbullu bir galeri sahibesini, eski bir dostumu, yağmur altında gezdirdim. Paris’in sokak sanatı ve graffiti ile olan ilişkilerini gösterdim. Yağmura rağmen bana tahammül etti ve ayrılırken memnun olduğunu söyledi. Bu sevindiriciydi. Ancak herkes böyle davranır mı?

Türkiye’deki tur operatörlerine bu işle ilgili yazmayı düşündüm. 

Yani Paris – gurme, Fransa – Provance, Paris – sanat turları yapabilirim. Sonra yazmaktan vazgeçtim, çünkü henüz kitabımı alıp Paris’e gezmeye getirdiklerine armağan bile etmiyorlar, ben turizmci olsam, böyle bir kitabı hemen armağan ederdim yolcularıma. 

Şimdi bu durumda benim isteyeceğim parayı turizm şirketleri ödemezler, aslında yüksek bir para olmasa da, onların işine gelmez. 

Sonra benim yapacağım turlar daha çok yemek ve sokak gezmek, sanata bakmak içindir, bugün ise Türkçe bilgi veren tek broşürü Paris’te Printems ve Galerie Lafayette gibi büyük mağazalar veriyorlar, hiç bir müzede Türkçe broşür yok, demek ki talep yok.

Bir de tabii kitabın bilinirliği ve dağıtımı sorunu var. 

Bugün D&R gibi Türkiye’nin hava alanlarındaki “tekel” kitapçılarda Benim Paris’imi bulabilmeniz olanaksız. (Bu bilgiyi bizzat sınadım ve ne yazık ki doğru) Şehirlerdeki kitapçılarda da genellikle bulunmuyor (bu da sınandı ve gene ne yazık ki bu da doğru), ancak sipariş veriyorsanız getirtiyorlar ya da internetteki kitapçılardan ediniyorsunuz. 

Kısaca söylemek gerekirse, eğer sosyal medya olmasaydı kitabı duyurmak hemen hemen olanaksızlaşacaktı.

Planım var, ama uygulamaya geçecek ortamı bulamıyorum, sorun orada…

Ben teşekkür ederim sorularınız için

01/08/2015 Paris

Yorumlar

geçen haftanın en çok okunan 10 yazısı

Fatih Tekke ile Trabzonspor

Trabzonspor bu sezona iyi başladı. Uzun bir aranın ardından dört maç üst üste kayıpsız ilerliyor. Lider Galatasaray ile arasındaki puan farkı, bir maç fazlasıyla, 2. Galatasaray'ın kadrosuna bakınca şampiyonluk için pek şansımız olmadığını düşünen çok olacaktır.  Ben olaya farklı bir açıdan bakmak istiyorum. Bu sezon Trabzonspor Avrupa kupalarında yok. Oysa Galatasaray, Fenerbahçe ve Samsunspor ligin yanısıra Avrupa'da da mücadele ediyor. İki kulvarda mücadele, sakatlık ve yorgunluk gibi dezavantajları beraberinde getiriyor.  Bu yüzden, kadro derinliği Galatasaray kadar olmasa da Trabzonspor'un zirve yarışını uzun süre götürebileceğini ve bu senenin bir kez daha o sene olabileceğini düşünüyorum. Fatih Tekke ile yakaladığımız bu ritmi sürdürmemiz dileğiyle...

Anıttepe, sokaklar, anlamlar

Ankara, ne yazık ki, içerisinden su geçen şehirlerden değil. Aslında daha doğrusunu söylersem, içerisinden geçen suların üzerini kapatıp yok eden bir kent. İncesu deresi, Kavaklı dere, Ankara çayı hep üzeri kapatılıp, halının altına süpürülen tozlar gibi gözden ırak tutulup unutulmuş kent suları. Hal böyle olunca Başkent, akar suyun kente sağlayacağı güzelliklerden yoksun. Neyse ki arayan için gizli güzellikler barındırıyor.   Anıttepe, bu gizli güzellikleri saklayan semtlerden. Anıtkabir, yılın her mevsimi caddelerden eksik olmayan turist otobüsleri, resmi bayramlarda protokol için kapatılan yollar, son dönemde sıklıkla düzenlenen mitinglere ev sahipliği yapan Tandoğan meydanı, Çankaya Belediyesi'nin  konserlerinin mekanı Anıtpark Anıttepe denildiğinde ilk aklıma gelenler. Ve tabii, geçenlerde bir yarışmada soru olarak da yöneltilen sokak isimleri: Ordular, İlk, Hedef, İleri, Ata ve Akdeniz caddesi.    Anıtkabir'in sınırını oluşturan 3 cadde bulunur: Gen...

Evrim Açısından Devrim, Kaan Arslanoğlu

Bugüne kadar yayımlanmış tüm kitaplarını okuduğum ender yazarlardan birisi Kaan Arslanoğlu. Romanları gibi inceleme kitaplarını da ilgiyle okudum. Arslanoğlu'ndan ilk okuduğum kitap Kimlik adlı romanıydı. Epey sene geçmiş üzerinden. Arslanoğlu'ndan okuduğum kitapların üç tanesiyle ilgili kısa notlar düşmüşüm blog sayfama. Merak edenler için: Karşı Devrimciler , Sessizlik Kuleleri 2084 , Politik Psikiyatri  ile 5. Sanattan 5. Kola Orhan Pamuk Son kitabı İthaki yayınlardan Ocak 2010'da çıktı: Evrim Açısından Devrim. İdefix sayesinde yazarın imzalı kitabına Şubat 2010'da erişmeme karşın günlerin koşuşturmacası, bebeklerin bakımı derken okumayı bitirip hakkında bir şeyler yazmam bugüne kadar kaldı. İthaki yayınlarının Tarih, Toplum, Kuram dizisinden yayınlanan kitap, diziye uygun şekilde içinde hem tarihe hem topluma hem kurama ilişkin yorumlar, tespitler barındırıyor. Dört bölümden oluşuyor Evrim Açısından Devrim. İlk bölüm Dr. Hikmet Kıvılcımlı'ya ayrılmış. Bö...

Amerika'da Türk Olmak

Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT), ikinci kanalında sessiz sedasız devam etmekte olan bir belgeselin ismi "Amerika'da Türk Olmak". Sayın Z. Tülin SERTÖZ tarafından hazırlanmış 13 bölümlük bir seri. TRT'nin hazırladığı programların hepsi gibi bu da oldukça fazla emek harcanarak üretilmiş. Doğrusu harcanan emeğe değmiş. Amerika'da Türk olmak konusunu her yönüyle ve tüm ülkeyi içine alacak şekilde incelemiş değerli yapımcı. Montaj, müziklerin seçimi, kameranın, ışığın kullanılışı harika. Dün izlediğim bölümü beyin göçü ile ilgiliydi. Elektrik-elektronik yüksek mühendisi olarak çok yakından bildiğim bir konu bu ne yazık ki. Benim de bir çok dönem arkadaşımın dünyanın çeşitli yörelerine dağılmış durumda. Onları suçlamak da kolay değil. Ülkemizde teknoloji geliştiren firma sayısı fazla olmayınca bir mühendisi tatmin edecek işler bulmak çok zor oluyor. Bir tercih yapmak gerekiyor bu durumda, ya herşeye karşın ülkenin size harcadığı paranın karşılığını vermek için ül...

Altı Üstü Tasarım

İnternette Türkçe içeriğe fazla rastlanmıyor. Sayfalarda yer alan içeriğin bir kısmı, diğer sayfalardan alıntılardan oluşuyor. Yani 'orijinal' Türkçe içerik daha da az. Kaliteli, orijinal diye kıstasları çoğalttığınızda sayı daha da düşüyor. Altı Üstü Tasarım, yukarıdaki iki kıstasa da fazlasıyla uyuyor. Sayfanın mimarı Sn. Mehmet Doğan, Kanada'da (o soğuk memlekette nasıl yaşanır Akdeniz iklimine alışmış birisi hiç bilemesem bile :) yaşayan bilgi işlem merkezi yöneticiliği yapan bir ağabeyim. Kendisi ile tanışmam, tahmin edebileceğiniz üzere internet üzerinden tanışmam elbette, google'da ismimi aratırken oldu. Sayfama ( o zamanki blog'uma) bağlantı verdiğini görüp sevinmiştim. Bu sabah aynı aramayı yapınca sevgili Mehmet Abi'nin yazdığı bir kitap için hazırladığı Mehmet Doğan'ın kitabını henüz edinmedim. En kısa sürede (bugün) edinip, okuyup yorumlarımı siz değerli okuyucularımla paylaşacağım. Kitabın ismi "Teknoloji Kimin Umrunda". Kitap ile ilgi...

Kocadağ At Çiftliği Kocadağ Köyü / Havran

Deniz, kum, güneş tatilinden sıkıldıysanız ve Edremit körfezi civarındaysanız size süper bir alternatif: At binmek. Edremit'ten Balıkesir'e giden yol üzerindeki şirin ilçe Havran'ın Kocadağ köyünde bu mekan. Henüz dört yaşında olan iki(z) kızlarımız çok keyif aldılar at binmekten. Altınızda sizden epey güçlü b ir hayvan varken dengede durmaya çalışmak, yorucu bir o kadar da keyifli bir uğraş. Eğer hayatınızda at binmeyi hiç denemediyseniz, emin olun deneyince siz de kabul edeceksiniz, çok şey kaçırmışsınız demektir.    Kocadağ At Çitfliği'nde at binmenin yanı sıra lezzetli mutfağını da deneyebilirsiniz. Mantı, haşlama içli köfte, ızgara köfte ve elbette demleme çay. Fiyatlar derseniz bu konuda ucuz / pahalı yorumu yapmak istemiyorum. Bunun yerine bir kaç seçtiğim ürünün fiyat bilgisini paylaşacağım. Ancak, öncelikle sipariş edeceğiniz yiyeceklerin hepsinin büyük bir özenle hazırlanıp, aynı özenle servis edildiğini belirteyim. Biz mantı, içli köfte, ızgara hellim ve ...

New York'ta Beş Minare

Yazmaya sondan başlayayım. Hep ileri sürülen Hacı, Gülen'dir iddiası, filmi izlememiş olanların söyleyebileceği bir şeydir. Gülen'i filmdeki karakterlerden birisine benzetmek zorunluysa, Ali Sürmeli'nin başarıyla canlandırdığı, filme ismi olmayan bir hoca doğru seçim olacaktır. Kırmızıgül'ün daha önceki filmlerini izlememiş birisi olarak, sinema dili, anlayışı konusunda ahkam kesemem. Tek film ile yönetmeni değerlendirmek haksızlık olur. New York'ta Beş Minare'yi (NY5M), Ankara'da Kızılırmak sinemasında izledim. İzlediğim kopyada tüm karakterlerin konuşmaları dublajlanmıştı. FBI görevlisinin Mustafa Sandal ile Türkçe konuşmasını Kırmızıgül'ün anlamaması, başka garip geliyor insana. Sonradan ağız senkronuna bakınca ikilinin aslında İngilizce konuştuğu ortaya çıkıyor. Filmde Türkçeye çevrilmeyen tek konuşma ise Kırmızıgül ile FBI görevlisinin Kürtçe konuşmaları.  İnsanı sıkmayan bir film NY5M. Mesajlarını çekinmeden, insanın gözüne sokarak vermeyi tercih e...

Zemberek Kuşu'nun Güncesi / Haruki Murakami

Zemberek Kuşu'nun Güncesi 2019 senesinin sonuna doğru yaklaşırken keşfettiğim bir yazar, Haruki Murakami. Aslında seneler önce 1Q84 adlı romanını okuduğum Japon yazarı yeniden okumaya başlamamı, koşmaya başlamam sağladı. Koşmasaydım Yazamazdım adıyla Türkçe'de yayınlanan kitabı ile başladı, son aylara damgasını vuran Murakami tutkusu.  Zemberek Kuşu'nun Güncesi, yeni dönem Murakami okumalarımın ilk romanı. Kütüphaneden ödünç aldığım romanın Doğan Kitap'tan çıkan Mayıs 2017 tarihli 11. baskısı. Türkçe'ye Fransızca'dan Nihal Önol çevirmiş. 740 sayfalık uzun roman, baskıda kullanılan kağıdın bir özelliği sayesinde, tahmin edildiği kadar kalın ve ağır değil. Roman ile ilgili notlarıma geçmeden bir ilginç tartışmayı bilgilerinize sunmak isterim. Roman, Japonya'da üç ayrı kitap olarak yayınlanmış. İlk iki kitap aynı tarihte, üçüncü kitap ise bir sene sonra. Romanın İngilizce çevirisi, Japonca orijinaline kıyasla 60 sayfa kadar daha kısaymış. Kimi bölümlerin...

Saklıbahçe / Ankara

Söğütözü'nde alışveriş merkezi ve diğer binalar henüz yapılmamışken varolan piknik alanını hatırlayanlar için, Saklıbahçe'nin yerini tahmin etmek kolay. Günümüzde Armada adlı alışveriş merkezinin yakınında, Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Merkezi Binası'nın ise arkasında yer alan bahçe içerisinde.  Girişini bulmak biraz zahmetli olabilir, tarif etmeye çalışayım. Armada'nın kapalı otopark girişini sağınıza aldığınızda, Armada 2'ye doğru devam etmeniz gerekiyor. Yönünüz Kızılay'a doğru olacak şekilde, sağınızda Armada, solunuzda başka bir AVM/İş Merkezi yolun sonuna kadar ilerliyorsunuz. Yol bittiğinde sola, AŞTİ'ye doğru küçük bir sokak gider. O sokağa gireceksiniz. Artık sağınızda tel örgü, solunuzda ise gene iş merkezi var. Bir süre ilerledikten sonra Fevzi Hoca Balıkçısı ve Hacı Abdullah Lokantası'nın tabelasını göreceksiniz sol tarafınızda. Güvenlik kulübesine lokantaya/Saklıbahçe'ye geldiğinizi söylediğinizde geçmenize izin veriliyor.  ...

Yeni yayın teknolojileri

Yayıncılıkta yeni gelişmeler olmaya devam ediyor. Geçtiğimiz aylarda Ankara ve İstanbul'da deneme yayınlarına başlanan DVB-T (Digital Video Broadcasting-Terresterial) Sayısal Karasal Yayın bunlardan birisi. İlk duyurusu sırasında bir takım yanlış anlaşmalara sebep olsa bile yavaş yavaş ne olduğu ve ne olmadığı anlaşılıyor. Takip edenlerin hatırlayacağı gibi sayısal uydu yayını sektöründe çalışan firmalar, çanak anten ve sayısal uydu alıcısı üretenler, ortak ilanlar vererek yeni başlayan DVB-T yayınlarının uydu yayınları ile ilgisi olmadığını, uydu yayıncılığının yerini alamayacağı açıkladılar. İşin teknolojisine fazlaca girmeden, olabildiğince sade açıklamaya çalışayım neler olup bittiğini. Öncelikle belirtmekte yarar var: DVB demek sayısal yayın demektir. DVB sonrası gelen harf yayının hangi ortamdan gönderildiğine göre değişir: DVB-S : En çok bilinen ve bir çoğumuzun kullandığı sayısal uydu yayınlarıdır (Satellite) DVB-C : Ülkemizde bir türlü uygulamaya geçememiş sayısal kablo ...