Ana içeriğe atla

e-söyleşi: OnLineAnne.com

Online anne sitesinin kurucularından Pınar Türker, benim ortaokul ve liseden sınıf arkadaşım. Aynı üniversitenin farklı bölümlerinden mezunuz. Sevgili Pınar ile görüşmeyeli seneler oldu. Facebook sayesinde ABD'de yaşadığını ve onlineanne adlı bir sitenin kurucusu olduğunu görünce, bir e-söyleşi yapmak isteğimi belirttim. Sağolsun, diğer kurucu Melike Ergüven ile söyleşideki soruları yanıtlayıp gönderme inceliği göstermişler....


1. Kısaca kendinizden bahsetmenizi istesem

Biz; Pınar Türker ve Melike Ergüven, yurtdışında yaşayan iki anneyiz. Birimiz Amerika'da, birimiz Almanya'dayız. İkimiz de son bir kaç seneye kadar Şehir ve Bölge Planlama diplomalı, doktoralı, Coğrafi Bilgi Sistemleri uzmanı falandık. Bir yandan yaşları şu anda 5-9 arasında değişen çocuklarımızı büyütmeye çalışıp bir yandan "şu annelik denen müesesse bizim bünyeyi niye bu kadar zorladı acaba" diye kendi aramızda düşünürken onlineanne adında bir websitesi (www.onlineanne.com) kurduk ve kendimizi blogger anneler kervanına katılmış bulduk. Bizi daha çok merak edenler için de bunu yazdık.

2. Neden onlineanne? İnternette bir çok forum sayfası varken, neyi eksik/yanlış/yetersiz gördünüz?

Çoğu çalışmadan duramayan ve de çocuklarının yaşı henüz küçük olan annenin rüyası "öyle bir işim olsun ki ilgimi çeksin, kendi çocuklarıma faydam olsun, esnek olsun, benim olsun, patronum olmasın" rüyasına kapıldık galiba :-) Şaka bir yana, onlineanne o zamanki ihtiyaçlarımızdan doğdu. Çocuklarımızı yurtdışında yetiştiriyoruz ya, Türkiye'ye gittiğimizde aksanları nedeniyle Hürrem Sultanlar diye karşılandıkları, bu Türkçeyi düzgün öğretmek için ne yapsak diye dertlendiğimiz bir dönemdi; tam da tabletler yeni yeni yayılmaya başlamıştı. Türkiye'de de daha o kadar yaygın değildi; en azından her yerde her çocuğun eline yapışık vaziyette görmüyorduk. İngilizce kitap uygulamaları çok hoşumuza gidince biz de tablette sürekli Türkçe kitap, Türkçe oyun aramaya başladık. Arıyoruz da çok zor buluyoruz, bulduklarımızdan memnun kalmıyoruz. Uygulama geliştiricilerin ebeveyn beklentilerinden bihaber olduklarını düşünüyoruz.  Dedik ki "biz bir çocuk uygulamaları inceleme sitesi kuralım" ve araştırmaya başlayınca teknolojinin sunduğu eğitim fırsatları, tabletin özel eğitime katkısı gibi konular da gündemimize girdi ve zaten o esnada çocukların bu tablet düşkünlükleri ile nasıl başa çıkılacak, bu yeni teknolojiler çocuklara zararlı mı, minik çocukları nasıl etkiliyor gibi sorular da zaten kafamızı kurcalamaya başlamıştı. Biz de hem teknolojiyi akıllı kullanmak, dijital okuryazarlık gibi konuları tartışalım, yaptığımız araştırmaları paylaşalım, ailelerle uygulama geliştiriciler arasında da bir ilişki kurulmasını sağlayalım diye yola çıkmış olduk. Ancak 3 sene içerisinde, biz de, çocuklarımız da, sitemiz de değişti ve gelişti doğal olarak. Kendimizi çocuk güvenliği, dijital ve mekansal okuryazarlık, sosyal ayrımcılığın önlenmesi konusunda aileler için, öğretmenler için malzeme üretirken,sosyal projeler geliştirirken bulduk. Yani onlineanne uygulama geliştiriciler tarafından desteklenen bizim Almanya ve Amerika'da kendi çocuklarımızla tecrübe ettiğimiz eğitim sisteminde gördüklerimizi Türkiye'ye aktarmaya çalıştığımız bir sosyal girişim sitesine dönüştü.Şu anda çocuk güvenliği konusunda yaptığımız çalışmaların Türkiye'de 80+ eğitim kurumu tarafından kullanılıyor olmasından büyük mutluluk duyuyoruz ve bunları yaygınlaştırmak için de sponsor arıyoruz.  

3. Çocukların eğitiminde, aslında eğitim demek yerine oyalanması desek daha doğru belki, elektronik cihazlar çok yoğun kullanılıyor. Çağın gereği gibi sunuluyor bu tercihler. 2 yaşında basılı dergi sayfasındaki resmi büyütmeye uğraşan çocuk görüntüleri doğal karşılanır oldu. ABD'de durum nedir bu anlamda?

Açıkçası bu tür görüntüleri sosyal medyanın şişirmesi olarak görüp belki de doğal karşılayanlardanız biz de:-) Sonuçta sosyal medyada popüler olmanın kuralları belli, bu tür görüntüler de o popüler kültürün bir ürünü. Herkes teknolojinin zararları başlıklı makaleleri birbiri ile hevesle paylaşıyor ama her ailenin gerçek hayatta neyi nasıl uyguladığı ise çok değişken. Kimi var evde teknolojiye karşı ama dışarı da restoranda çocuk oyalamak için çocuğun eline telefonu tutuşturuveriyor, kimi var dışarıda son derece aktif ama evde hep teknoloji. Kiminin çocuğu zaten oradan oraya faaliyette, teknolojiye vakti yok. Kimisi çok çocuklu çocuğu başından atacak bir yol bulmazsa delirecek.. Ebeveynlikte her gün aynı olmadığından gün gelir çocuğu hakikaten oyalaması gerekir, gün gelir bütün gün sırf çocuğa aittir... O yüzden dışarıdan görüntülere bakıp genellemeler bir yere varmayı mantıklı bulmuyoruz. Tablet ve her türlü teknolojik aleti eğitici bir alet olarak da kullanabilirsin, çocuğu oyalayıp başından atmak için de. Mesele çocukların elinde tablet (ya da televizyon, bilgisayar) olmadığında koşturacak, diğer çocuklarla bir araya gelebilecekleri mekanları, yaratıcılıklarını geliştirecek faaliyetleri, onların gözünün içine bakarak onlarla iletişim içinde olacak büyüklerinin olup olmamasında. Bu çağın gereğinden ziyade hem çocuklara toplum olarak sunduğumuz imkanlar ve ebeveynlerin imkanları ve tercihleri meselesi. Biz bu tercihlerin daha çok tartışılması, "hepsini toptan kaldıralım, eskiden ne güzeldi" kolaycılığına kaçılmaması, onun yerine ebeveynleri bu oyalama konusunda iten koşulları iyileştirmek için yapılabilecek neler var üzerine kafa yorulması gerektiğini düşünenlerdeniz. Amerikan Pediatri Birliği gibi belli başlı uzmanların önerileri de belli 2 yaş (hatta 3 yaş) altına televizyon dahil hiçbir ekran yok. Sitede detaylı olarak hangi araştırmaya dayanarak bu konuda kim ne diyor konusunda bir sürü detaylı yazı var da zaten 8 aylık bebeyi 5 dakikadan fazla oyalayabilecek bir şey icat edildi mi biz görmedik :-). Yani Amerika-Türkiye karşılaştırması da bize çok anlamlı gelmiyor. ABD ve Türkiye arasındaki farkı da ebeveynin bakışı belirliyor.  Amerika'da bu tür aletlere ulaşım imkanı daha çok, ancak bir çocuğun bu aletlere muhtaç olmadan verimli zaman geçirebileceği mekan, aktivite de daha çok. Ancak ülkeden bağımsız genel olarak akıllı telefon ve tabletler hayatımıza öyle bir girdi ki asıl sorun bu teknolojinin kullanımına dair genel bir adabın aynı hızda gelişememesinde. Yani daha ebeveynler bir yemeğin ortasında eline telefonu almadan duramıyorken çocuklar için ideal olanın teknolojiye hiç bulaşmamaları olarak sunulması bize garip geliyor. Asıl zor olan çocuklara teknolojiyi adabıyla kullanmayı öğretmek. Bunun Amerika'da Türkiye'ye kıyasla daha çok önemsendiğini belki söyleyebiliriz. Bu da bir süreç, atılan adımların sonuç verip vermediğinin incelemesini de uzmanlar yapacak.Ama bu süreçte kitaba iPad muamelesi yapan bebek türevi şehir efsanelerine gülüp geçmek dışında ciddiye almaya ne kadar ihtiyacımız var tartışılır.


4. Çocuk yetiştirme açısından ABD ile ülkemizi kıyasladığınızda neler iyi/kötü?

Çocuk yetiştirme açısından Türkiye bize daha zor geliyor. En büyük sebep Türkiye'de hiçbir güvenlik kuralına dikkat edilmemesi; trafik, alakasız yerlerde olabilecek çukurlar, yaya olarak yaşamanın imkansızlığı, araba koltuğu gibi araçların lüksten sayılması, oradan buradan çıkabilecek kablolar, düşebilecek bahçe duvarları, parkta bile rastladığımız düşmeye hazır cimnastik aletleri vs. Sokak hayatının çocuklu bir aileye kısıtlanmış olması, kaldırımda yürümenin hayal olması, park-bahçe gibi ortak alanlardaki hoyrat kullanım, pislik vs. Umumi tuvaletlerin rezilliği, emziren ya da küçük bebeği olan aileler için aile lavabolarının olmayışı, nadiren olsa da herşeyin annelere göre yapılmış olması  (baba, kız çocuğunu tuvalete götürmez ya talep yok herhalde) Bunlar fiziksel sorunlar gibi görünse de ebeveyn olma stresini arttırıyor. Dolayısıyla yurtdışında ebeveyn olmak daha stressiz ve stressiz ebeveyn eşittir mutlu çocuk diyebiliriz herhalde. ve zaten ülke olarak ne kadar stres altında olduğumuz da malum. İyi eğitim ve çocuklara sunulan imkanların Türkiye'de çok kısıtlı bir kitleye sunulmuş olması da çocuk yetiştirmenin zorluklarından biri  olarak gözümüze çarpıyor.
Türkiye'de çocuk yetiştirmenin nesi iyi dersek? Herşeyden önce kendi çocuğunuzu kendi kültürünüzle büyütmenin avantajı. Çocukların akraba, komşu vs gibi sosyal ilişkilerle büyümesi, günlük problemlere daha alışık olmaları nedeniyle pratik zekalarının gelişmesi, "dünyanın her türlü hali var" konusunu bizzat görerek büyümeleri ve dünyayı Amerika'dan ibaret olmadığını bilmeleri... Son derece öznel olarak da çay-simit, rakı-balık, Barış Manço-Erol Evgin falan bilmeden şu ömürlerini geçirmemeleri:-) Günlük yaşam koşulları iki ülkede çok farklı. Amerika'da eve geç olmayan bir saatte gelebilmek, çocuklarla daha çok zaman geçirebilmek, evdeki işleri bölüşen, temizlikten, tıkanan tuvaleti açmaya herşeyi kendileri yapmak zorunda olan, desteksiz anne-baba modeli ve bunun sonucu kurulmak zorunda olan düzen, kuralların esnemezliği... Ama Türkiye'de herşeyin belirsizliği ve belirsizliğin getirdiği kaçınılmaz esneklik ama buna karşılık ebeveynlere sunulan destek sisteminin (temizlik, yemek, bakıcı, anneanne, babanne yardımları vs) daha ulaşılabilir olması... Yani kıyaslama yapmak çok zor, sonuçta herkes kendi bulunduğu ortama alışıyor herhalde...Bu konuda o kadar çok yazdık ki (http://www.onlineanne.com/2015/06/16/yurtdisinda-yasamanin-zorluklari-2/)... Görünen o ki içimiz daraldıkça da yazmaya devam edeceğiz :-)

Çok teşekkürler...

Yorumlar

geçen ay en çok okunan 10 yazı

Göksu Restaurant

Özellikle öğlen saatlerinde Kızılay, Sakarya civarında düzgün yemek yiyeceğiniz bir yer arıyorsanız en doğru seçim Göksu Restaurant olacaktır. Meşhur Otlangaç'ın karşısına denk düşen mekan, hızlı ve özenli servisi, lezzetli ve fahiş olmayan fiyatları ile bölge insanlarının gönlünde çoktan taht kurmuş. Öğle saatlerindeki kalabalığa karşın hızlı ve özenli servisin sırrı yeterli sayıda personel çalıştırmak olsa gerek. Yemeklerinde etsiz çeşitlerinin az oluşu dışında kusuru yok denebilir. Akşam servisini hiç denemedim, ancak akşamları Sakarya'ya gidenlere fazla hitabetmeyebilir. Afiyet olsun. GÖKSU RESTAURANT Bayındır Sokak No: 22 / A Kızılay - ANKARA tel 312 431 47 27 - 431 22 19

Göksu Restaurant Nenehatun şubesi açıldı

ve beklenen gerçekleşti...Ankara'nın Sakarya caddesine açılan Bayındır sokakta yer alan Göksu, gönüllere taht kurdu. Gerek servisi, gerek yemeklerin lezzeti vazgeçilmezler arasına girdi. Mekanın Kızılay'ın göbeğindeki Sakarya caddesinde olması, kimilerini üzüyordu. Özellikle Kızılay'a hiç inmeyenler, kalabalığı sevmeyenler yukarılarda bir Göksu hayali kuruyordu. Uzun sürdü inşaat. Nenehatun caddesi ile Tahran caddesinin kesiştiği köşede yer alan binanın inşaatının neden bu kadar sürdüğünü pek anlamamıştım, düne kadar. Dışarıdan 4-5 kat görünen bina toplamda 10 katlıymış. Üstte 3 kat içkili restaurant (ki bu bölüm henüz açılmamış), girişte bekleme salonu ve bar-kütüphane, girişin altında işkembe ve kebapçı (ki bu bölüm hizmet vermeye başladı), işkembecinin altı tam kat mutfakmış, onun altında garaj-çamaşırhane ve en altta iki kat konferans salonu olarak düzenlenmiş öğrendiğime göre. İlk ziyaretime ait fotografları (binanın dıştan çekilmiş bir görüntüsü ve iştah açıcı) beğe...

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor. ...

Eski Maltepe pazarı eski yerinde yakında bizlerle...

Ankaralılar bilir, kot pantolondan araba teybine, ara musluğundan kuruyemişe ne ararsan bulabildiğin hem de uygun fiyata bulabildiğin bir pazar var(dı): Maltepe camisinin üst tarafından pazartesi dışında (o gün semt pazarı kurulurdu) her gün hizmet veren seyyar paravanlarla ayrılmış küçük dükkancıkların oluşturduğu bir pazardı. Bu pazarın bulunduğu araziye bir alışveriş merkezi yapıldı. Ankara'nın en ilginç mimarisine sahip olduğunu düşündüğüm Malltepe Park, eski pazar esnafının ahını almıştı. Sopalarla dövüle dövüle pazar yerinden atılan esnafın tutan ahı, Malltepe Park'ı iflas noktasına getirdi. Market, dükkanlar derken hayalet alış veriş merkezine dönüştü Malltepe Park. Sonunda alış veriş merkezi yönetimi eski (kendi deyimleriyle tarihi) maltepe pazarını Malltepe Park'ın içine taşımaya karar vermiş.  Bugünlerde hummalı bir çalışma sürüyor Malltepe Park'ta. Dükkanlar alçıpanla küçük dükkancıklara bölünüyor. Öğrendiğime göre şimdiden 70'ten fazla pazar esnafı taş...

Yaylapınar (Sinekçiler) Köyü Nazilli tatili

Yazılacaklar birikti, bu gidişler birikmeye devam edecek. Üst üste gelince seyahatler, okunanlar, teknik gelişmeler böyle oluyor. Yavaş düzgündür, düzgün ise hızlı deyip başlayayım bir yerinden.  Geçtiğimiz haftanın 6 gecesini, Aydın'ın Nazilli ilçesinin, eski adıyla Sinekçiler, Yaylapınar köyünde geçirdik. Ne ben, ne de eşim Nazilli'li. Oralarda yaşayan akrabamız da yok. Peki nasıl oldu da bir köyde kaldık 6 gece. Pınar Kaftancıoğlu sayesinde. Kendisini büyük şehirlerde, özellikle İstanbul'da, yaşayan çocuk sahipleri tanıyacaktır. Ayşe Arman'ın söyleşisinden sonra tanıyanlar ve alış veriş yapanların sayısında ciddi artış olmuş. Siz tanımayanlardansanız İpek Hanım'ın Çiftliği'nin web sayfasına bakmanızı ve yazının geri kalanını sonra okumanızı öneririm.  Kaftancıoğlu, bana kalırsa ülkemiz için uygulanabilir bir kalkınma modeli oluşturmuş. Ülkemiz, her ne kadar son dönemlerde ihmal edilmiş olsa bile, bir tarım ülkesi. Tarıma elverişli topraklara ...

İstanbul Modern İzzet Keribar sergisi

İstanbul Modern'de 2024 Kasım ayında açılan İzzet Keribar'ın fotoğraflarından oluşan seçkiyi ziyaret etmek istiyorsanız 25 Mayıs 2025'e kadar vaktimiz var.  Farklı dönemlerde ve mekânlarda çekilen birbirinden etkileyici kareleri incelerken Keribar'ın notlarını okumayı ihmal etmeyin. İyi fotoğrafın, belki de herşeyin "iyi"si için geçerli olan, özen ve sabır gerektirdiğinin kanıtı gibiydi sergi. İstanbul Modern'in terasında martı, Galata Kulesi ve şehri yıkayan yağmuru tek karede sabitlemeye çalıştığım fotoğraf için aynı özen ve sabrı gösterdim mi bilemiyorum.

23 Nisan depreminin ardından

1999 yılında yaşanılan büyük depremin üzerinden 26 sene geçmiş. O günden bu güne her sarsıntının ardından konuşanlar ve konuşulanlar neredeyse hiç değişmiyor. İstanbul'un depreme hazır olmadığı, kentsel dönüşümün olması gerektiği kadar hızlı ilerlemediği, toplanma alanlarının yetersizliği gibi bir çok eksiklikten bahsediliyor.  1999 Marmara depreminin üzerinden 26 yıl geçti. Aradan geçen yıllarda şehirler büyüdü, nüfus arttı, teknoloji ilerledi. Ancak her sarsıntının ardından dile getirilen endişeler neredeyse hiç değişmiyor. İstanbul’un olası büyük depreme hazırlıklı olup olmadığı, kentsel dönüşümün yeterince hızlı ilerleyip ilerlemediği ve toplanma alanlarının durumu hâlâ konuşulmaya devam ediyor. Dünkü Deprem ve Kitapçıda Yaşananlar Dünkü depremi kızımla birlikte bir AVM’deki kitapçıda yaşadık. Kahvelerimizi içiyor, etrafımızda 23 Nisan sevincini yaşayan çocukları izliyorduk. Ancak bir anda her şey değişti. Sarsıntı başladığında insanlar hızla dışarı çıkmaya çalıştı. Çocukl...

Hac / Paulo Coelho

Kurguyla Gerçek Arasında Bir Yolculuk Bugüne kadar hiç Paulo Coelho kitabı okumamıştım. Siz sormadan söyleyeyim: Evet, Simyacı hâlâ okunacaklar listemde. Ama ilk adımı, Hac ile attım. İlginçtir ki bu kitap, Simyacı ’nın da yazılmasına vesile olan gerçek bir hac yolculuğunu konu alıyor. Bu yolculuk, İspanya'da "El Camino de Santiago" yani Santiago Yolu olarak bilinen yüzlerce kilometrelik bir yürüyüş rotası boyunca geçiyor. Farklı yönlerden, farklı duraklardan başlayan ama aynı amaca çıkan bu rota, hem fiziksel hem de ruhsal bir yolculuk sunuyor. Kitabın arka kapağını okuduğumda aklıma Nermin Yıldırım ’ın Ev adlı romanı geldi. Orada da kahraman, Santiago yolunu farklı bir yönde yürüyordu. Coelho’nun Hac ’ı ile bu iki kitap arasında, hem benzerlik hem de yaklaşım farkı görmek mümkün. Kurgu mu, Anı mı? Kitabı okurken en çok düşündüren şeylerden biri şu oldu: Bu yaşananlar gerçekten oldu mu, yoksa metaforların içine mi gizlendiler? Roman, yer yer o kadar ...

Boğaz'da erguvanlar

İstanbul’un baharı, erguvanların açmasıyla başlar. Boğaz’ın yamaçlarında, morun en güzel tonlarıyla süzülen bu ağaçlar, kente özgün bir hava katar. Erguvanlar, sadece doğanın değil, şehrin ruhunun da bir parçasıdır. Peki nedir bu erguvan? Erguvan ( Cercis siliquastrum ), Akdeniz iklimine özgü, ilkbaharda mor-pembe çiçekler açan bir ağaçtır. Anadolu'da yüzyıllardır bilinen bu ağaç, hem mitolojik hem de kültürel anlamda derin semboller taşır. İstanbul Boğazı çevresinde doğal olarak yetişen ender türlerden biridir. Erguvanın İstanbul’daki Yeri Erguvan, Bizans’tan Osmanlı’ya kadar pek çok dönemde İstanbul’da zarafetin ve geçiciliğin simgesi olmuştur. Rivayetlere göre Bizanslılar erguvanı imparatorlukla özdeşleştirirken, Osmanlı’da "erguvan cemiyetleri" adı verilen bahar eğlenceleri düzenlenirmiş. Osmanlı döneminde saray mensupları, Boğaz kıyılarındaki yalılarından erguvanların açmasını izler, bu manzarayı şiirlerle ölümsüzleştirirdi. Erguvan Nerelerde Görülür? ...

İstanbul Ansiklopedisi: Sessiz Çatışmaların ve Görünmeyen Yansımaların Hikâyesi

Bu yazı, Netflix ’te Nisan 2025’te yayınlanan İstanbul Ansiklopedisi  dizisi hakkında olacak. Hem bir izleyici olarak düşüncelerimi paylaşmak hem de spoiler vermeden bir bakış sunmak istiyorum. Diziler hakkında yazdığım ilk blog yazısı olacak, bu yüzden heyecanlıyım. 📚 Genel Bilgiler Sekiz bölümlük mini dizi formatında sunulan yapımın senarist ve yönetmen koltuğunda Selman Nacar oturuyor. Başrollerde ise genç oyuncu Helin Kandemir  (Zehra) ve deneyimli isim Canan Ergüder (Nesrin) yer alıyor. Zehra, üniversite eğitimi için Amasya’dan İstanbul’a gelirken; Nesrin, Fransa’da kariyerine devam etmeye hazırlanan, Zehra’nın annesinin yıllardır görüşmediği eski bir arkadaşı. İkili arasındaki etkileşim dizinin en güçlü yanlarından biri. 💭 Dikkatimi Çekenler (Spoilersız): Kimlik arayışı teması  güçlü bir şekilde hissediliyor. Zehra’nın İstanbul’a gelmeden önceki hayatıyla, büyük şehirde yaşadığı değişim arasındaki gelgitler oldukça etkileyici yansıtılmış. Nesrin’in şehir ve ülk...