Ana içeriğe atla

Emre Çınar ile medyada yeni düzen konulu söyleşi.

Blogda yeni yayın döneminde biraz dışarıdan görüşlere ağırlık veren bir yapıyı denemeye kararlıyım. Hem yaz yaz hep aynı şeyler, kendim yazmaktan sıkıldım, siz okumaktan. Farklı bakışlara da yer vereyim istiyorum. Ana eksen değişmeyecek. Gene radyo / televizyon teknolojileri, kitap, mekan ve arada pazar yazıları...

Bu kez konuğum Tivilogy.com internet sitesinin kurucularından Emre ÇINAR. İnternet sayfası sahibi olduğum için tanıştığım kıymetli arkadaşlardan birisi. Emre ile yüzyüze de tanıştık. Ayaküstü sohbet ettik. O İstanbul'da ben Ankara'da olunca uzun boylu sohbetlere fırsat bulmak kolay olmuyor. Neyse ki beni kırmadı ve onca yoğunluğunun arasına 4 yanıtı sıkıştırdı. Kendisine bir kez daha teşekkür ederim. 

1. Seni tanımayanlar olabileceğini düşünerek kısaca kendinden bahsetmeni rica ediyorum. 

Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Tasarımı bölümünü onur derecesi ile bitirdim; sonrasında aşık olduğum sektörü yakından tanımak ve ticari anlamda bilgilenmek için UCLA’da The Business and Management of Entertainment sertifikasını aldım. Teknik olarak kendimi tamamlamak istediğimden Oxford Brookes Üniversitesi Teknoloji Fakültesi Dijital Medya Master’ını (MSc.) yapmaya karar verdim. Onu da tamamladıktan sonra 2010 – 2011 yılları arasında Doğan Gazetecilik/DK Gazetecilik bünyesinde bulunan Dijital Medya Departmanında İş Geliştirme ekibinde görev aldım. 

Akabinde 2011-2013 yılları arasında SPI International Inc.’de Online TV Product Manager olarak çalıştım. Görev aldığım süre içerisinde FilmBox Live üyelik bazlı VoD servisini, toplam 8 ülkede farklı platformlarda olmak üzere (iOS, Android, Smart TV) 80′e yakın uygulama hayata geçirdik. Bu görevimden sonra Mynet’te Video Servisleri Yöneticisi olarak görev aldım ve şu an Bir YouTube MCN'i olan BuzzMyVideos'da İş Geliştirme Müdürü olarak çalışıyorum.

2011 yılında da Türkiye'nin dijital medya ve TV teknolojileri ile ilgili bir numaralı mecrası diyebileceğim Tivilogy.com'u kurduk. 

Özellikle OTT, IPTV, Hybrid yayın modelleri, ikincil ekran ve sosyal TV uygulamaları ve yeni medya içerik modelleri ile ilgili projelerim var ve bu konular üzerine makaleler yazıyorum. 

2. Avrupa geneline bakıldığında, televizyona erişim yollarında, kablo, uydu ve karasalın birbirine yakın oranlarda paya sahip olduğu görülüyor. Ülkeden ülkeye değişiklikler görülse bile genel ortalamada %30'a yakın paylar görülüyor. Ülkemizde ise %80-85 oranında uydunun hakimiyeti var. IP bu oranları değiştirebilir mi? Değiştiriyor mu? 

IP değdiği her noktayı disrupt edebiliyor. İçerik tüketiminin hangi noktasına girdiyse bunu çok net olarak deneyimledik. Dolayısı ile ben çok net şekilde değiştirdiğini ve hatta daha da sert değişimler olacağını düşünüyorum. Fakat buradaki kilit nokta IP bağlantılarının ve servislerinin kalitesi. 

TV tüketiminde gözle görülür bir değişim sağlamak için bağlantının belirli bir kalitenin altına düşmemesi ve insanların hanelerindeki tüm internet kullanımının konforunu kaçırmaması gerekiyor. Önümüze gelen raporlara hanehalkı internet bağlantı rakamlarına baktığımız zaman büyük şehirler hariç yüzdesel olarak ülkemizde bu durumun halen düşük olduğunu görüyorum. İkinci olarak da hizmetin pahalılığı... 

Bu fiyatlar olduğu sürece kitlesel büyüme düşük oranda kalıyor. Burada teknoloji devreye giriyor, MPEG-Dash gibi teknolojik ya da encoding çözümlerinin artarak geleceğini düşündüğümden IP'nin bu rakamlarda etkili olacağını söyleyebilirim.

3. Televizyon yayınlarına ücret ödeyerek ulaşmak, ülkemizde pek yaygın değil. Son baktığımda %35 gibi bir oran vardı PayTV abonesi. Gene Avrupa ile kıyaslandığında PayTV bakir bir alan gibi görünüyor. Buna karşın NetFlix gibi sektörün büyük oyuncuları ülkemizde yok. Sence nedir bunun sebebi? 

PayTV işi Türkiye'de çok anlaşılamadı ve alışılamadı. Yurtdışındaki PayTV modellerinde topluma sunulan vaadler ve ekosistemin gelişimini incelemek çok kritik. Oysa ki ben ülkemde sadece maç gelirleri üzerinden işletilen PayTV hizmetleri görüyorum. Halen daha maç kimdeyse abone onda gibi bir durum söz konusu. Bunu aşamadık bir türlü... Bunu aşmak için operatörlerin birlikte yürümeleri gerekiyor. Sublicence fırsatlarını yaratabilmek gerekiyor. Şunu hep gördük içeriği saklamak değil kontrollü dağıtmak ekosistemi büyütüyor. 

Bu söylediklerim detaymış gibi gözüküyor olabilir ama algı ve deneyim, tüketicinin satın alma sürecini bir hayli değiştiriyor. Bunları yapmadan Pay-TV abone rakamlarını geliştiremeyiz. Başka önemli konulardan birisi de kaçak yayın yapan portaller. Makro baktığımızda ekosisteme verdikleri zarar çok fazla ve IP işin içine girdiği için kullanıcılar bedava içerik tüketimi algısını benimsemiş durumdalar. Yarın öbür gün SVoD, TVoD gibi farklı modellere geçişte bu yayınlara önlem alınmazsa zorluk yaşanacak.

Geçenlerde "Netflix neden Türkiye Pazarına neden girmiyor?" diye bir yazı yazmıştım. En çok dikkat çeken yazılardan birisi oldu. O yazıyı 3 maddede özetleyeyim; bir, dağınık içerik pazarı hak sahipliği ve dağıtım konusunda problem yaratıyor. İki, korsan içerik tüketimi ve bununla ilgili yasal düzenlemelerin eksikliği. Üçüncüsü ise ücretsiz içerik tüketiminin halkımızda oldukça benimsenmesi ve içerik için ücret ödemek istememesinden dolayı bu pazara sadece Netflix'in değil onlar dışında da SVoD veya TVoD servisinin yakın zamanda gireceğini zannetmiyorum.


4. Klasik televizyon modelinde kanallar içerik üreticilerine işleri yaptırıp, yayın saatini satarak (reklam alarak) içerik üreticilerine ödemeyi yapıyor ve oluşturulan akış çeşitli ortamlardan izleyiciye ulaştırılıyordu. Non-linear modelde ise akışı izleyici kendisi seçerek oluşturuyor. Bu anlamda klasik modeldeki televizyon kanalına ihtiyaç giderek azalıyor. Sence ileride içerik üreticiler kanalı devreden çıkartıp reklam payını doğrudan alabilecek mi? 

Ben bunun pek ihtimaller dahilinde olmadığını söyleyebilirim. Üretmek, satmak ya da yayınlamak farklı işler ve bunların hepsini bir olması sonucunda hiç birinin tam olarak yapılamayacağını düşünüyorum. Dolayısı ile bir yakınlaşma olsa bile bu bölümlendirmenin ben ayrı olarak kalacağını düşünüyorum. İçerik üreticisinin üretmeye, TV kanalının da kitlelere ulaştırıp ticareti yapmaya devam edeceğini düşünüyorum. Dolayısı ile modelin şimdiki endikasyonlara göre aynı kalacağını düşünüyorum. Ancak gelecekte bu ticareti yapanın TV kanalı olacağını zannetmiyorum. 

Futbol maçları gibi canlı yayınlar hariç linear yayının bir gün sonunun geleceğini düşünüyorum ve Kişisel TV deneyimi ile birlikte insanlar microplaylistler ile kendi yayın akışlarını yapabilecek hatta kendi playlistlerini başkalarına da izletip kişisel TV kanallarına sahip olabileceklerini ve dolayısı ile adını ya da cismini tanımlayamadığım kitle sahiplerinin bu işi yapabileceğini düşünüyorum. Şu an mevcutta Pluto.tv gibi buna benzer bir iki online uygulama deneyimledik, daha tam olmasa da gelecek vaat ediyor.

Yorumlar

geçen ay en çok okunan 10 yazı

Göksu Restaurant

Özellikle öğlen saatlerinde Kızılay, Sakarya civarında düzgün yemek yiyeceğiniz bir yer arıyorsanız en doğru seçim Göksu Restaurant olacaktır. Meşhur Otlangaç'ın karşısına denk düşen mekan, hızlı ve özenli servisi, lezzetli ve fahiş olmayan fiyatları ile bölge insanlarının gönlünde çoktan taht kurmuş. Öğle saatlerindeki kalabalığa karşın hızlı ve özenli servisin sırrı yeterli sayıda personel çalıştırmak olsa gerek. Yemeklerinde etsiz çeşitlerinin az oluşu dışında kusuru yok denebilir. Akşam servisini hiç denemedim, ancak akşamları Sakarya'ya gidenlere fazla hitabetmeyebilir. Afiyet olsun. GÖKSU RESTAURANT Bayındır Sokak No: 22 / A Kızılay - ANKARA tel 312 431 47 27 - 431 22 19

Göksu Restaurant Nenehatun şubesi açıldı

ve beklenen gerçekleşti...Ankara'nın Sakarya caddesine açılan Bayındır sokakta yer alan Göksu, gönüllere taht kurdu. Gerek servisi, gerek yemeklerin lezzeti vazgeçilmezler arasına girdi. Mekanın Kızılay'ın göbeğindeki Sakarya caddesinde olması, kimilerini üzüyordu. Özellikle Kızılay'a hiç inmeyenler, kalabalığı sevmeyenler yukarılarda bir Göksu hayali kuruyordu. Uzun sürdü inşaat. Nenehatun caddesi ile Tahran caddesinin kesiştiği köşede yer alan binanın inşaatının neden bu kadar sürdüğünü pek anlamamıştım, düne kadar. Dışarıdan 4-5 kat görünen bina toplamda 10 katlıymış. Üstte 3 kat içkili restaurant (ki bu bölüm henüz açılmamış), girişte bekleme salonu ve bar-kütüphane, girişin altında işkembe ve kebapçı (ki bu bölüm hizmet vermeye başladı), işkembecinin altı tam kat mutfakmış, onun altında garaj-çamaşırhane ve en altta iki kat konferans salonu olarak düzenlenmiş öğrendiğime göre. İlk ziyaretime ait fotografları (binanın dıştan çekilmiş bir görüntüsü ve iştah açıcı) beğe...

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor. ...

Eski Maltepe pazarı eski yerinde yakında bizlerle...

Ankaralılar bilir, kot pantolondan araba teybine, ara musluğundan kuruyemişe ne ararsan bulabildiğin hem de uygun fiyata bulabildiğin bir pazar var(dı): Maltepe camisinin üst tarafından pazartesi dışında (o gün semt pazarı kurulurdu) her gün hizmet veren seyyar paravanlarla ayrılmış küçük dükkancıkların oluşturduğu bir pazardı. Bu pazarın bulunduğu araziye bir alışveriş merkezi yapıldı. Ankara'nın en ilginç mimarisine sahip olduğunu düşündüğüm Malltepe Park, eski pazar esnafının ahını almıştı. Sopalarla dövüle dövüle pazar yerinden atılan esnafın tutan ahı, Malltepe Park'ı iflas noktasına getirdi. Market, dükkanlar derken hayalet alış veriş merkezine dönüştü Malltepe Park. Sonunda alış veriş merkezi yönetimi eski (kendi deyimleriyle tarihi) maltepe pazarını Malltepe Park'ın içine taşımaya karar vermiş.  Bugünlerde hummalı bir çalışma sürüyor Malltepe Park'ta. Dükkanlar alçıpanla küçük dükkancıklara bölünüyor. Öğrendiğime göre şimdiden 70'ten fazla pazar esnafı taş...

Yaylapınar (Sinekçiler) Köyü Nazilli tatili

Yazılacaklar birikti, bu gidişler birikmeye devam edecek. Üst üste gelince seyahatler, okunanlar, teknik gelişmeler böyle oluyor. Yavaş düzgündür, düzgün ise hızlı deyip başlayayım bir yerinden.  Geçtiğimiz haftanın 6 gecesini, Aydın'ın Nazilli ilçesinin, eski adıyla Sinekçiler, Yaylapınar köyünde geçirdik. Ne ben, ne de eşim Nazilli'li. Oralarda yaşayan akrabamız da yok. Peki nasıl oldu da bir köyde kaldık 6 gece. Pınar Kaftancıoğlu sayesinde. Kendisini büyük şehirlerde, özellikle İstanbul'da, yaşayan çocuk sahipleri tanıyacaktır. Ayşe Arman'ın söyleşisinden sonra tanıyanlar ve alış veriş yapanların sayısında ciddi artış olmuş. Siz tanımayanlardansanız İpek Hanım'ın Çiftliği'nin web sayfasına bakmanızı ve yazının geri kalanını sonra okumanızı öneririm.  Kaftancıoğlu, bana kalırsa ülkemiz için uygulanabilir bir kalkınma modeli oluşturmuş. Ülkemiz, her ne kadar son dönemlerde ihmal edilmiş olsa bile, bir tarım ülkesi. Tarıma elverişli topraklara ...

İstanbul Modern İzzet Keribar sergisi

İstanbul Modern'de 2024 Kasım ayında açılan İzzet Keribar'ın fotoğraflarından oluşan seçkiyi ziyaret etmek istiyorsanız 25 Mayıs 2025'e kadar vaktimiz var.  Farklı dönemlerde ve mekânlarda çekilen birbirinden etkileyici kareleri incelerken Keribar'ın notlarını okumayı ihmal etmeyin. İyi fotoğrafın, belki de herşeyin "iyi"si için geçerli olan, özen ve sabır gerektirdiğinin kanıtı gibiydi sergi. İstanbul Modern'in terasında martı, Galata Kulesi ve şehri yıkayan yağmuru tek karede sabitlemeye çalıştığım fotoğraf için aynı özen ve sabrı gösterdim mi bilemiyorum.

23 Nisan depreminin ardından

1999 yılında yaşanılan büyük depremin üzerinden 26 sene geçmiş. O günden bu güne her sarsıntının ardından konuşanlar ve konuşulanlar neredeyse hiç değişmiyor. İstanbul'un depreme hazır olmadığı, kentsel dönüşümün olması gerektiği kadar hızlı ilerlemediği, toplanma alanlarının yetersizliği gibi bir çok eksiklikten bahsediliyor.  1999 Marmara depreminin üzerinden 26 yıl geçti. Aradan geçen yıllarda şehirler büyüdü, nüfus arttı, teknoloji ilerledi. Ancak her sarsıntının ardından dile getirilen endişeler neredeyse hiç değişmiyor. İstanbul’un olası büyük depreme hazırlıklı olup olmadığı, kentsel dönüşümün yeterince hızlı ilerleyip ilerlemediği ve toplanma alanlarının durumu hâlâ konuşulmaya devam ediyor. Dünkü Deprem ve Kitapçıda Yaşananlar Dünkü depremi kızımla birlikte bir AVM’deki kitapçıda yaşadık. Kahvelerimizi içiyor, etrafımızda 23 Nisan sevincini yaşayan çocukları izliyorduk. Ancak bir anda her şey değişti. Sarsıntı başladığında insanlar hızla dışarı çıkmaya çalıştı. Çocukl...

Hac / Paulo Coelho

Kurguyla Gerçek Arasında Bir Yolculuk Bugüne kadar hiç Paulo Coelho kitabı okumamıştım. Siz sormadan söyleyeyim: Evet, Simyacı hâlâ okunacaklar listemde. Ama ilk adımı, Hac ile attım. İlginçtir ki bu kitap, Simyacı ’nın da yazılmasına vesile olan gerçek bir hac yolculuğunu konu alıyor. Bu yolculuk, İspanya'da "El Camino de Santiago" yani Santiago Yolu olarak bilinen yüzlerce kilometrelik bir yürüyüş rotası boyunca geçiyor. Farklı yönlerden, farklı duraklardan başlayan ama aynı amaca çıkan bu rota, hem fiziksel hem de ruhsal bir yolculuk sunuyor. Kitabın arka kapağını okuduğumda aklıma Nermin Yıldırım ’ın Ev adlı romanı geldi. Orada da kahraman, Santiago yolunu farklı bir yönde yürüyordu. Coelho’nun Hac ’ı ile bu iki kitap arasında, hem benzerlik hem de yaklaşım farkı görmek mümkün. Kurgu mu, Anı mı? Kitabı okurken en çok düşündüren şeylerden biri şu oldu: Bu yaşananlar gerçekten oldu mu, yoksa metaforların içine mi gizlendiler? Roman, yer yer o kadar ...

Boğaz'da erguvanlar

İstanbul’un baharı, erguvanların açmasıyla başlar. Boğaz’ın yamaçlarında, morun en güzel tonlarıyla süzülen bu ağaçlar, kente özgün bir hava katar. Erguvanlar, sadece doğanın değil, şehrin ruhunun da bir parçasıdır. Peki nedir bu erguvan? Erguvan ( Cercis siliquastrum ), Akdeniz iklimine özgü, ilkbaharda mor-pembe çiçekler açan bir ağaçtır. Anadolu'da yüzyıllardır bilinen bu ağaç, hem mitolojik hem de kültürel anlamda derin semboller taşır. İstanbul Boğazı çevresinde doğal olarak yetişen ender türlerden biridir. Erguvanın İstanbul’daki Yeri Erguvan, Bizans’tan Osmanlı’ya kadar pek çok dönemde İstanbul’da zarafetin ve geçiciliğin simgesi olmuştur. Rivayetlere göre Bizanslılar erguvanı imparatorlukla özdeşleştirirken, Osmanlı’da "erguvan cemiyetleri" adı verilen bahar eğlenceleri düzenlenirmiş. Osmanlı döneminde saray mensupları, Boğaz kıyılarındaki yalılarından erguvanların açmasını izler, bu manzarayı şiirlerle ölümsüzleştirirdi. Erguvan Nerelerde Görülür? ...

İstanbul Ansiklopedisi: Sessiz Çatışmaların ve Görünmeyen Yansımaların Hikâyesi

Bu yazı, Netflix ’te Nisan 2025’te yayınlanan İstanbul Ansiklopedisi  dizisi hakkında olacak. Hem bir izleyici olarak düşüncelerimi paylaşmak hem de spoiler vermeden bir bakış sunmak istiyorum. Diziler hakkında yazdığım ilk blog yazısı olacak, bu yüzden heyecanlıyım. 📚 Genel Bilgiler Sekiz bölümlük mini dizi formatında sunulan yapımın senarist ve yönetmen koltuğunda Selman Nacar oturuyor. Başrollerde ise genç oyuncu Helin Kandemir  (Zehra) ve deneyimli isim Canan Ergüder (Nesrin) yer alıyor. Zehra, üniversite eğitimi için Amasya’dan İstanbul’a gelirken; Nesrin, Fransa’da kariyerine devam etmeye hazırlanan, Zehra’nın annesinin yıllardır görüşmediği eski bir arkadaşı. İkili arasındaki etkileşim dizinin en güçlü yanlarından biri. 💭 Dikkatimi Çekenler (Spoilersız): Kimlik arayışı teması  güçlü bir şekilde hissediliyor. Zehra’nın İstanbul’a gelmeden önceki hayatıyla, büyük şehirde yaşadığı değişim arasındaki gelgitler oldukça etkileyici yansıtılmış. Nesrin’in şehir ve ülk...