Ana içeriğe atla

ACupOfCaffein.blogspot.com henüz ziyaret etmediyseniz büyük kayıp

2008 yılının başlarıydı. Prag gezisi öncesi, blog sayfalarında Prag yazıları arıyordum. ACupOfCaffein ile ilk karşılaşmama Prag vesile olmuştu. Köprüler kentinin en meşhur köprüsü hakkında, son derece etkileyici bir yazıya rastlamıştım. Hep yaptığım gibi, hemen blogun sahibine bir e-ileti gönderdim. Gelen yanıt, o günden beri süren bir tanışıklığın başlangıcıydı. 

ACupOfCaffein'in yazarı/sahibi Arzu Hanım'ı tanımam. Kendisini görmeyi bırakın sesini duymuşluğum bile yoktur. Hakkında bildiklerim, adı, İstanbul'da yaşadığı ve bir blogu olduğundan ibarettir. Zaten fazla bilgiye de ihtiyacım yok, yazdıklarından ve çektiği fotograflardan etkilenmek için. 2005 yılından bu yana var olan ACupOfCaffein, özellikle İstanbul, çiçek, makro ve doğa fotografları meraklıları için arayıp da bulunamayacak hazine niteliğinde. Zaman zaman bloguna gönderdiğim yorumlardan öğrendiğime göre fotograf eğitimi almamış. Bu durum, fotograf da bir sanattır ve eğitim sadece teknik öğretmesi bakımından işe yarar, yararsa tezimi doğruluyor. 

Blogun yeni düzeninde söyleşi yapmak istediğim ilk isimlerden birisiydi Arzu Hanım. Söyleşide kullandığım fotograflar Arzu Hanım'ın çektiklerinin çok küçük bir bölümü. Benim en sevdiklerim diyebilirim. Aslında, çok sevdiğim daha bir çok kare var. Ancak yazıya eklenebilecek fotografın da bir sınırı var. 

Lafı gene çok uzattım, buyurun Arzu Hanım söyleşisine:

1. Blog yazmaya aşağı yukarı aynı zamanlarda başlamışız. Sizin de 10 yıl olmuş, dile kolay. İlk dönem gönderilerinize baktığımda yazı çok, fotograf ise onu süslemek için kullanılıyor. İlk yazılarınızda fotograflar, fotograf eğitimlerinde söylenen bir ifadeyle "anı fotografı" niteliğinde. Kompozisyon, ışık, ilerleyen yıllarda çok değişiyor ve bence artık kendinize ait bir fotograf dilini geliştirmiş durumdasınız. 
Bu uzun tespitten sonra geleyim soruya; ilk zamanlardaki gibi yazmıyorsunuz artık. Bol fotograf, ama az yazı. Bu değişikliğin nedeni;
  • yaz yaz bir şey değişmiyor. Ben de yoruldum artık
  • fotografla anlatmak yetiyor, zaten kimse okumuyor
  • vaktim azaldı anca buna yetişebiliyorum


Bu değişikliğin nedeni  sıraladığınız 3 şıktan da bir parçanın olması! Ama asıl nedeni araştırma ve paylaşma heyecanımda  duraksama dönemine girmiş olmam diyebilirim…  Blog ve yazma maceram bir arkadaşımın hadi sana blog açalım demesiyle 2005 yılında başladı ve “acupofcaffein” hayata geçti. Amacım okuyucularımın bir fincan kahve veya çay içerken yazılarımı okumaları ve kafeinin verdiği enerji gibi yazılarımdan da aynı heyecan ve  keyfi almalarıydı. 

İlk yıllarda acupofcaffeine ,gezi, yemek  gibi teması olan bir blog değildi. O dönemde, günlük olarak öğrendiğim bilgileri hemen yazmaya çalışıyordum. Çok meraklı bir insan olunca gün içinde cevabını araştıracağım birçok soru karşıma çıkıyor örneğin:  karıncalar  ne kadar uyur, dünyanın en derin yeri kaç metre, yunuslar ağlar mı?, bir kişi ortalama yılda ne kadar çöp çıkarır, ilk sandalet nasıl üretildi, bulutların üstünden yağmur nasıl gözükür vb. 

Sorularımın cevabını bulunca da unutmamak adına gün içinde hemen dostlarımla paylaşıyorum, blogum olunca da orada yazmaya başlayarak, okuyucularla paylaşmaya başladım.  Bilgilerin düz yazı formatında olması bana yeterli gelmiyor, görsel olarak da bilgiyi görmem gerekiyor o yüzdende fotoğraflarla yazılarımı şekillendirmek hoşuma gidiyor.

Yıllar içinde Acupofcaffeine sayesinde çok arkadaşım oldu. Birbirimize yazdığımız yorumlar bana keyif vermeye başladı. Böylece blogum biraz daha şekillendi. İlk yıllarda fotoğraflarda, yazılarda bana ait değillerdi. Oradan buradan derlediğim yazılar veya fotoğraflarlar vardı. Bloguma yapılan yorumların verdiği coşkuyla  daha sonraları  kendi yazılarımı ve fotoğraflarımı paylaşmaya başladım. Seyahat etmesini sevdiğim ve yaşadığım şehri her noktasına kadar bilmeyi isteyen birisi olduğum için acupofcaffeine'nin teması gezi ağırlıklı odu. Hoş bana göre hala kişisel günlük (her ne kadar haftalık veya aylık olarak yazılsa da).

Yurtdışı seyahatlerim olunca araştırmalarım neredeyse 1 yıl öncesinden, Yurt içi seyahatlerim içinde  2-3 ay öncesinden başlıyor,  hal böyle olunca da deli gibi bilgi birikimi oluyor bunları yazmak ve kişilerin benim deneyimlerimden faydalanması ve memnun kalmaları hoşuma gidiyor. Çünkü bende bilgiye başkalarının yorumlarından ulaşıyorum. Aslında fotoğrafa bakınca ve yazıyı okuyunca hemen hemen her ikisi de birbirini bütünlüyor. Fotoğrafta neyi göstermek istiyorsam yazıda da onu yazıyorum. 
Sanırım fotoğraf kalitesi artınca, gidilen mekanların çeşitliliği azalınca yazı yazma olayımda duraklamaya girdi. Oysa konuşmayı sevdiğim kadar yazmasını da seviyorum. :)

Özetlemem gerekirse, gittiğim yerleri bir sonraki gidişimde aynen görmek istiyorum ama ne yazık ki o yer popüler olunca hiçbir özelliği kalmıyor. Örneğin Palamutbükü hakkında yazdığım yazı o kadar çok tıklanıyor ki ben bile inanamıyorum.  Zaten bu yıl gittiğimde ne duruma geldiğini gördüm. O yüzden gittiğim yerlerin reklamını yapmamak ve daha fazla zarar görmelerini istememek adına da yazmamaya başladım diyebilirim.  Bir başka nedende  her şey fotoğraflarım yüzünden onlar kendi başlarına çok şey anlatmaya başlayınca bana da susmak kaldı… 



2. Geçenlerde bir şey farkettim, yıllara göre yazı sayım değişkenlik gösteriyor. Aynı durum sizin blog için de geçerli. Sizce bunun bir nedeni var mı? Tamamen tesadüf mü?

Bu sorunun cevabı için hemen bloguma ve yıllara bir bakayım….! Hmmmm… evet çiftli yıllarda daha çok gezmişim…  2012 hariç…. O yılın ikinci yarısında günde neredeyse 21 saat çalışıyordum. Uyku, yemek ve gezmek gibi benim için elzem olan şeylere vakit ayıramıyordum. O nedenle 2012 yılında hiç blogumla ilgilenmemişim.

Yazı sayısı tamamen vakit ve gezme olayı ile ilgili… Ne kadar çok gezersem o kadar fazla paylaşım yapıyorum.

İstanbul ve yakın civarlarındaki her yeri hemen hemen gördüğümüz için tekrar tekrar aynı yerlere gitmek istemiyoruz. Zira ulaşım çok büyük bir problem olmaya başladı. Trafikte harcadığımız zaman artınca isteksizlik boyutumuz da artmaya başladı.   





Yukarıdaki çay fotografı beni benden götürür her gördüğümde. O martının kanatlarının açıklığı, kare içerisindeki yeri, çayın içerisinden görünen güneş, denizin üzerindeki "yol"...

3. Blogunuzda özellikle İstanbul'un az bilinen yerlerine ait bir çok paylaşım var. Çok başarılı fotograflar ile süslü bu paylaşımlar, anlayan için, altın niteliğinde. Ancak bir sorun var bana kalırsa. Bu yazdıklarınız, ne acıdır ki, bizden başkası tarafından anlaşılamıyor. İngilizce bildiğinizi varsayarak soruyorum, Pariste.NET'in İstanbul'a uyarlanmış halini, bu kez İngilizce yazsanız ve Ahmet Bey'e de önerdiğim gibi bu bilgileri basit bir uygulamada birleştirip cep telefonlarından erişilebilir hale getirseniz. Diyelim ben İstanbul'a gelen bir turistim, sizin uygulamanızı indirdiğimde Here +'taki gibi etrafımda neler var, oralara ilişkin bilgileri okuyabilse çok ilgi çekici olur diye düşünüyorum. İstanbul Guide gibi bir şey yani aslında önerdiğim. 

Aslında benimde birkaç aydır böyle bir düşüncem var. Hatta yeni blogumun ismini buldum bile…:) orada hem Türkçe hem de İngilizce yazmak istiyorum. Söylediğiniz uygulamalara bakacağım. İstanbul net, İstanbul rehber gibi bir çok site var ama hepsinde aynı şeyler yazılı, aynı yerlere verilen puanlar. Aslında reklamı hiç yapılmayan ve ismi duyulmayan kenarda köşede kalmış çok mekan var. Onlarında tanınması iyi olur…. 

Bir de İstanbul sadece boğaz, taksim ve Eminönü'nden ibaret değil. :) Görülmesi ve yaşanması gereken çok mekan var…

Yukarıdaki kare de diğer favorim. Ters ışık, Arzu Hanım'ın sıklıkla kullandığı, sevdiği bir fotograflama tekniği. Pozlamayı ışığın yoğun geldiği bölgeye göre ayarlayınca, öndeki objeler siluete dönüşüyor. Bu fotografın çerçevesi biraz daha değişik olabilirdi belki ancak gene de çok beğenirim.

Aşağıdaki fotograf, ise kompozisyon derslerinde örnek olarak gösterilebilecek kadar başarılı. Arzu Hanım'ın şansına, gökyüzü de işini kolaylaştırmış.


4. Sayfanızda hiç reklam yok. Bu bilinçli bir tercih sanırım. Siz ticari amaç için sayfanızı kullanmazken sizin fotograflarınızı izinsiz kullananlar olmuştu. Bir dönem o güzelim fotografların üzerine sayfanın adresini bindirmek durumunda hissetmiştiniz. Neyse sonra vazgeçtiniz sanırım. Bu konu ile ilgili neler söylemek istersiniz?

Sayfamda reklam olmaması tamamen bilinçli bir tercih. Sayfamı okuyan kişilerin görsel rahatlığını düşündüm. Her yerde bir reklam olayı var. Sürekli bir şekilde gözümüzü alan ve bizi tıklamak zorunda bırakan.  Oysa acupofcaffeine’i okuyan kişilerin böyle bir rahatsızlık duymalarını istemiyorum. Sayfamı okurken veya fotoğraflara bakarken bir fincan kahve keyfinde tat almalarını ve birkaç dakikalarını sadece yoğunlaştıkları o anda yaşamalarını istiyorum. 

Bir okurdan çok çirkin yorumlar geldi fotoğraflarım ve üzerlerinde sayfa adresim hakkında. Sanıyorum fotoğraflarımı izinsiz kullanan kişilerden birisiydi… 

Benim karşı olduğum şey izinsiz kullanım. Yoksa internette yayınlamazdım.  Milliyet gazetesinden bir yazar Ayvalıkta çektiğim manastır fotoğrafımı ismimi vererek paylaşmak istemişti ve bunun için benden izin istediği andaki mutluluğumu ve keyfimi anlatamam. Ne yazık ki birçok tur firması fotoğraflarımı izinsiz kullanıyor, instagram da fotoğraflarım paylaşılıyor vs.  Aslında ismimi yine fotoğraflarımın üzerine yazmak istiyorum ama bunun için zamanım yok. Fotoğraflarımı derlemek ve onları yayına hazır hale getirmek başlı başlına bir iş. Birde ayrı bir programa girip isim eklemek extra bir zaman …
Hayat ve bilgi paylaştıkça güzel. O nedenle paylaşıyorum … Keşke izinsiz kullanıcılarım da benim emeğime saygı duyarak aynı düşüncede olsa. Ama ne yazık ki ne yaşadığım toplumu ne de insanları değiştirebilirim.  


ve elbette Ayhan Sicimoğlu. Biz de hastasıyız efendim :) İstanbul'da yaşamanın, belki tek güzelliği. Bir çok ünlü ile karşılaşma, ortam paylaşma olanağı. Ben gene de almayayım. İstanbul'un benim için en güzel yanı Ankara'ya dönüşü :)

Çok teşekkürler Arzu Hanım. 
İyi ki varsınız.
İyi ki yazıyorsunuz....

Yorumlar

geçen haftanın en çok okunan 10 yazısı

Göksu Restaurant Nenehatun şubesi açıldı

ve beklenen gerçekleşti...Ankara'nın Sakarya caddesine açılan Bayındır sokakta yer alan Göksu, gönüllere taht kurdu. Gerek servisi, gerek yemeklerin lezzeti vazgeçilmezler arasına girdi. Mekanın Kızılay'ın göbeğindeki Sakarya caddesinde olması, kimilerini üzüyordu. Özellikle Kızılay'a hiç inmeyenler, kalabalığı sevmeyenler yukarılarda bir Göksu hayali kuruyordu. Uzun sürdü inşaat. Nenehatun caddesi ile Tahran caddesinin kesiştiği köşede yer alan binanın inşaatının neden bu kadar sürdüğünü pek anlamamıştım, düne kadar. Dışarıdan 4-5 kat görünen bina toplamda 10 katlıymış. Üstte 3 kat içkili restaurant (ki bu bölüm henüz açılmamış), girişte bekleme salonu ve bar-kütüphane, girişin altında işkembe ve kebapçı (ki bu bölüm hizmet vermeye başladı), işkembecinin altı tam kat mutfakmış, onun altında garaj-çamaşırhane ve en altta iki kat konferans salonu olarak düzenlenmiş öğrendiğime göre. İlk ziyaretime ait fotografları (binanın dıştan çekilmiş bir görüntüsü ve iştah açıcı) beğe...

Göksu Restaurant

Özellikle öğlen saatlerinde Kızılay, Sakarya civarında düzgün yemek yiyeceğiniz bir yer arıyorsanız en doğru seçim Göksu Restaurant olacaktır. Meşhur Otlangaç'ın karşısına denk düşen mekan, hızlı ve özenli servisi, lezzetli ve fahiş olmayan fiyatları ile bölge insanlarının gönlünde çoktan taht kurmuş. Öğle saatlerindeki kalabalığa karşın hızlı ve özenli servisin sırrı yeterli sayıda personel çalıştırmak olsa gerek. Yemeklerinde etsiz çeşitlerinin az oluşu dışında kusuru yok denebilir. Akşam servisini hiç denemedim, ancak akşamları Sakarya'ya gidenlere fazla hitabetmeyebilir. Afiyet olsun. GÖKSU RESTAURANT Bayındır Sokak No: 22 / A Kızılay - ANKARA tel 312 431 47 27 - 431 22 19

Yeni blog: Oyku7.blogspot.com

Oyku7.blogspot.com adresli blog sayfasında kısa öyküler yayınlamaya başladım. Aslında öykü serisi demek daha doğru olur belki.  Her hafta pazar günü saat 10'da yayınlanan ilk öykü ile başlayan ve hafta boyu her gün saat 10'da yayınlanan bölümleri ile süren, 7 günlük seriler.  Serilerin özelliği, birbirine yakın yerlerde ya da konseptlerde çektiğim fotoğraflara eşlik etmeleri.  Şimdiye kadar iki seri öykü yayınladım. Toplamda 14 öykü ediyor. Yarından itibaren yeni seri başlıyor, siz kıymetli okuyucularım için bir ön bilgi olsun, bu serinin adı Kadıköy. Bugün Kadıköy'ün çeşitli yerlerinde çektiğim 7 fotoğraf eşliğinde yedi kısa öykü yer alacak, yarından itibaren 7 gün boyunca, saat 10'da oyku7.blogspot.com adresli blog sayfasında. Öykülerdeki karakterler, anlattıkları, olay örgüsü vb. tamamen kurgu. Gerçek hayattaki kişi ve olaylarla bağlantısı tesadüften ibaret.  İlginizi çekerse aynı öyküler ve fotoğraflar oyku7.blogspot adresli Instagram hesabında da yayınlanıyor...

Eski Maltepe pazarı eski yerinde yakında bizlerle...

Ankaralılar bilir, kot pantolondan araba teybine, ara musluğundan kuruyemişe ne ararsan bulabildiğin hem de uygun fiyata bulabildiğin bir pazar var(dı): Maltepe camisinin üst tarafından pazartesi dışında (o gün semt pazarı kurulurdu) her gün hizmet veren seyyar paravanlarla ayrılmış küçük dükkancıkların oluşturduğu bir pazardı. Bu pazarın bulunduğu araziye bir alışveriş merkezi yapıldı. Ankara'nın en ilginç mimarisine sahip olduğunu düşündüğüm Malltepe Park, eski pazar esnafının ahını almıştı. Sopalarla dövüle dövüle pazar yerinden atılan esnafın tutan ahı, Malltepe Park'ı iflas noktasına getirdi. Market, dükkanlar derken hayalet alış veriş merkezine dönüştü Malltepe Park. Sonunda alış veriş merkezi yönetimi eski (kendi deyimleriyle tarihi) maltepe pazarını Malltepe Park'ın içine taşımaya karar vermiş.  Bugünlerde hummalı bir çalışma sürüyor Malltepe Park'ta. Dükkanlar alçıpanla küçük dükkancıklara bölünüyor. Öğrendiğime göre şimdiden 70'ten fazla pazar esnafı taş...

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor. ...

Uyku İstasyonu / Nazlı Eray

Gerçekle düşün birbirine karıştığı; kahramanın Bursa'dan Paris'e, Sinop'tan Alanya'ya dolaştığı; geçmiş sorgulamaları, hayal kırıklıkları, hüzünler ve mutlulukların birbiriyle yarıştığı 160 sayfalık bir roman Uyku İstasyonu. Duraklarda, silik de olsa, Nazlı Eray'ın hayatına dair izler sezdim. Hangi izin hangi gerçekliğe işaret ettiğini edebiyat eleştirmenlerine bırakayım. İşin aslı, bulduğumu sandığım izlerin doğruluğundan da emin değilim. Ayrıca böylesi bir romanı okurken neden yazarın gerçek hayatıyla bağları düşünür insan sorusunu kendime not olarak ekleyeyim. Romanı tek oturuşta bitirdim. Elimden bırakmadan okumama neden olan şey sanırım büyülü atmosferdi. Bir sonraki sayfada ne olacağını tahmin bile edememenin gizeminin yanı sıra hikayenin gelişiminin neye işaret ettiğini çözmeye çalışmak da çok keyifliydi. Keyifli okumalar diliyorum. Sizler de görüşlerinizi paylaşmak isterseniz, yorum yazabilirsiniz. 

5. Sanattan 5. Kola: Orhan Pamuk

Cevdet Bey ve Oğulları adlı kitabını okumuştum yıllar evel. Kara Kitap adlı romanından uyarlanan filmi, Gizli Yüz, iki kere izlemiş ve anlamamıştım. Benim Adım Kırmızı ve Kar romanlarını okumayı düşünüp bir türlü vakit ayıramadım. Sonradan açıklamaları, Nobel'i kazanması, Nobel sonrası açıklamaları ile birleşince romanlarını okumaktan vazgeçtim. Taa ki her kitabını okuduğum az sayıdaki yazarlardan Kaan Arslanoğlu'nun blogunu okuyana dek. Arslanoğlu blogunda yazdıkları inceleme kitabından bahsediyordu. Kitaba yönelik bilinçli ilgisizliğe karşın ilk baskısının tükenmekte olduğundan, okuyucuların yorumlarından bahsediyordu yazıda. Ergin Yıldızoğlu, Nihat Ateş ve Ali Mert ile birlikte hazırlamışlar kitabı. Dört yazar da Pamuk'un farklı yönlerini değerlendirmişler. Nihat Ateş yazısında romancı Pamuk'u değerlendiriken, Yıldızoğlu ve Arslanoğlu yazarın edebi kişiliği ile hayattaki duruşunu birlikte ele almışlar. Oldukça yararlı bir inceleme olduğunu düşünuğum kitap ithaki...

Almanya'da televizyon yayınlarına erişim

Televizyon yayınları kablolu ve kablosuz olmak üzere iki ortam kullanılarak evlere ulaştırılır. Her iki ortam için de farklı uygulamalar bulunmaktadır. Kablonun kullanıldığı durumlarda Kablo TV, IPTV seçenekleri mevcuttur. Kablosuz ortam için ise uydu ve karasal vericiler kullanılabilir. Her ortamın kendisine göre avantajı, dezavantajı vardır. Daha ayrıntılı analizlerde, yayıncı için ve izleyici için avantajlar ve dezavantajlar olduğu görülecektir. Hatta ülkelerin düzenleyici denetleyici kuruluşlarının desteklediği ve/veya kösteklediği televizyon dağıtım yöntemleri olduğu söylenebilir.  Bu uzun girişi yazmamın sebebi, Arthur D. Little adlı araştırma kuruluşunun yakın tarihte yayınladığı bir araştırma. Lars Riegel ve Julien Duvaud-Schelnast imzalı   Almanya'da TV Platformları 2014 ve sonrası başlıklı 10 sayfadan ibaret rapor, Almanya'da son dönemin sıcak tartışma konusu durumundaki sayısal karasal televizyonun geleceğine ilişkin önemli analizler içeriyor. Geçti...

Bozkırdaki Gölgeler (Don Segundo Sombra) / Ricardo Güiraldes

Ricardo Güiraldes, Arjantin edebiyatının önemli isimlerinden birisiymiş. Don Segundo Sombra'yı, Can Yayınları'nın 1983 Ocak tarihli, Siren Tayla ve Vedat Tayyar Erdamar'ın çevirisiyle Bozkırdaki Gölgeler adıyla yayınladığı baskısından okudum. 235 sayfalık romanın sonunda Harriet de Onis'in makalesine yer verilmiş. Genel olarak Arjantin edebiyatı, özel olarak ise Güiraldes ve Son Segundo Sombra'ya dair ilginç bilgiler var makalede.  Romanın konusu Arjantin kırsalında bir gencin yetişkin olma yolundaki serüveni diye özetlenebilir. Kendisine rol model olarak Don Segundo Sombra adlı bir sığır çobanını seçtikten sonra yaşadıkları, düşündükleri ve dönüştüğü karakterini akıcı bir dille kaleme almış Güiraldes. 

Ulusal Seramik Müzesi, Sevr / Paris

Paris denilince akla gelenleri sıralasak neler sayabiliriz? Eyfel kulesi, Notre Dam katedrali, Şanzelize caddesi, Saint Germain...Aklımıza Sevr gelmez. İşin doğrusu 9 numaralı metro hattının son durağını görmeden önce benim de aklıma Sevr gelmiyordu. Dün 9 numaralı hattın son durağını okuyucunca ve kısa bir Google araması sonucu tarih derslerinden hatırladığımız, zaman zaman ruhunun hortlatılmaya çalışıldığına dair açıklamalara rastladığımız o ünlü Sevres anlaşmasının Paris'in banliyösünde imzalandığını öğrendim. Siz kıymetli okuyucularım için hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan bendeniz, onca işin gücün arasında, Sevres'e gidip antlaşmanın imzalandığı Seramik Müzesi'ni gezdim ve fotoğrafladım. Baştan söyleyeyim, antlaşmanın yapıldığı tarihte de şimdi de seramik müzesi olarak kullanılan binada, antlaşmaya dair hiçbir bilgi yer almıyor. Binada ülkemizle ilgili tek belge / anıt / heykel aşağıda fotoğrafını da göreceğiniz anma anıtı. Osmanlı İmpatorluğu'nu fiili olarak bi...