Ana içeriğe atla

ACupOfCaffein.blogspot.com henüz ziyaret etmediyseniz büyük kayıp

2008 yılının başlarıydı. Prag gezisi öncesi, blog sayfalarında Prag yazıları arıyordum. ACupOfCaffein ile ilk karşılaşmama Prag vesile olmuştu. Köprüler kentinin en meşhur köprüsü hakkında, son derece etkileyici bir yazıya rastlamıştım. Hep yaptığım gibi, hemen blogun sahibine bir e-ileti gönderdim. Gelen yanıt, o günden beri süren bir tanışıklığın başlangıcıydı. 

ACupOfCaffein'in yazarı/sahibi Arzu Hanım'ı tanımam. Kendisini görmeyi bırakın sesini duymuşluğum bile yoktur. Hakkında bildiklerim, adı, İstanbul'da yaşadığı ve bir blogu olduğundan ibarettir. Zaten fazla bilgiye de ihtiyacım yok, yazdıklarından ve çektiği fotograflardan etkilenmek için. 2005 yılından bu yana var olan ACupOfCaffein, özellikle İstanbul, çiçek, makro ve doğa fotografları meraklıları için arayıp da bulunamayacak hazine niteliğinde. Zaman zaman bloguna gönderdiğim yorumlardan öğrendiğime göre fotograf eğitimi almamış. Bu durum, fotograf da bir sanattır ve eğitim sadece teknik öğretmesi bakımından işe yarar, yararsa tezimi doğruluyor. 

Blogun yeni düzeninde söyleşi yapmak istediğim ilk isimlerden birisiydi Arzu Hanım. Söyleşide kullandığım fotograflar Arzu Hanım'ın çektiklerinin çok küçük bir bölümü. Benim en sevdiklerim diyebilirim. Aslında, çok sevdiğim daha bir çok kare var. Ancak yazıya eklenebilecek fotografın da bir sınırı var. 

Lafı gene çok uzattım, buyurun Arzu Hanım söyleşisine:

1. Blog yazmaya aşağı yukarı aynı zamanlarda başlamışız. Sizin de 10 yıl olmuş, dile kolay. İlk dönem gönderilerinize baktığımda yazı çok, fotograf ise onu süslemek için kullanılıyor. İlk yazılarınızda fotograflar, fotograf eğitimlerinde söylenen bir ifadeyle "anı fotografı" niteliğinde. Kompozisyon, ışık, ilerleyen yıllarda çok değişiyor ve bence artık kendinize ait bir fotograf dilini geliştirmiş durumdasınız. 
Bu uzun tespitten sonra geleyim soruya; ilk zamanlardaki gibi yazmıyorsunuz artık. Bol fotograf, ama az yazı. Bu değişikliğin nedeni;
  • yaz yaz bir şey değişmiyor. Ben de yoruldum artık
  • fotografla anlatmak yetiyor, zaten kimse okumuyor
  • vaktim azaldı anca buna yetişebiliyorum


Bu değişikliğin nedeni  sıraladığınız 3 şıktan da bir parçanın olması! Ama asıl nedeni araştırma ve paylaşma heyecanımda  duraksama dönemine girmiş olmam diyebilirim…  Blog ve yazma maceram bir arkadaşımın hadi sana blog açalım demesiyle 2005 yılında başladı ve “acupofcaffein” hayata geçti. Amacım okuyucularımın bir fincan kahve veya çay içerken yazılarımı okumaları ve kafeinin verdiği enerji gibi yazılarımdan da aynı heyecan ve  keyfi almalarıydı. 

İlk yıllarda acupofcaffeine ,gezi, yemek  gibi teması olan bir blog değildi. O dönemde, günlük olarak öğrendiğim bilgileri hemen yazmaya çalışıyordum. Çok meraklı bir insan olunca gün içinde cevabını araştıracağım birçok soru karşıma çıkıyor örneğin:  karıncalar  ne kadar uyur, dünyanın en derin yeri kaç metre, yunuslar ağlar mı?, bir kişi ortalama yılda ne kadar çöp çıkarır, ilk sandalet nasıl üretildi, bulutların üstünden yağmur nasıl gözükür vb. 

Sorularımın cevabını bulunca da unutmamak adına gün içinde hemen dostlarımla paylaşıyorum, blogum olunca da orada yazmaya başlayarak, okuyucularla paylaşmaya başladım.  Bilgilerin düz yazı formatında olması bana yeterli gelmiyor, görsel olarak da bilgiyi görmem gerekiyor o yüzdende fotoğraflarla yazılarımı şekillendirmek hoşuma gidiyor.

Yıllar içinde Acupofcaffeine sayesinde çok arkadaşım oldu. Birbirimize yazdığımız yorumlar bana keyif vermeye başladı. Böylece blogum biraz daha şekillendi. İlk yıllarda fotoğraflarda, yazılarda bana ait değillerdi. Oradan buradan derlediğim yazılar veya fotoğraflarlar vardı. Bloguma yapılan yorumların verdiği coşkuyla  daha sonraları  kendi yazılarımı ve fotoğraflarımı paylaşmaya başladım. Seyahat etmesini sevdiğim ve yaşadığım şehri her noktasına kadar bilmeyi isteyen birisi olduğum için acupofcaffeine'nin teması gezi ağırlıklı odu. Hoş bana göre hala kişisel günlük (her ne kadar haftalık veya aylık olarak yazılsa da).

Yurtdışı seyahatlerim olunca araştırmalarım neredeyse 1 yıl öncesinden, Yurt içi seyahatlerim içinde  2-3 ay öncesinden başlıyor,  hal böyle olunca da deli gibi bilgi birikimi oluyor bunları yazmak ve kişilerin benim deneyimlerimden faydalanması ve memnun kalmaları hoşuma gidiyor. Çünkü bende bilgiye başkalarının yorumlarından ulaşıyorum. Aslında fotoğrafa bakınca ve yazıyı okuyunca hemen hemen her ikisi de birbirini bütünlüyor. Fotoğrafta neyi göstermek istiyorsam yazıda da onu yazıyorum. 
Sanırım fotoğraf kalitesi artınca, gidilen mekanların çeşitliliği azalınca yazı yazma olayımda duraklamaya girdi. Oysa konuşmayı sevdiğim kadar yazmasını da seviyorum. :)

Özetlemem gerekirse, gittiğim yerleri bir sonraki gidişimde aynen görmek istiyorum ama ne yazık ki o yer popüler olunca hiçbir özelliği kalmıyor. Örneğin Palamutbükü hakkında yazdığım yazı o kadar çok tıklanıyor ki ben bile inanamıyorum.  Zaten bu yıl gittiğimde ne duruma geldiğini gördüm. O yüzden gittiğim yerlerin reklamını yapmamak ve daha fazla zarar görmelerini istememek adına da yazmamaya başladım diyebilirim.  Bir başka nedende  her şey fotoğraflarım yüzünden onlar kendi başlarına çok şey anlatmaya başlayınca bana da susmak kaldı… 



2. Geçenlerde bir şey farkettim, yıllara göre yazı sayım değişkenlik gösteriyor. Aynı durum sizin blog için de geçerli. Sizce bunun bir nedeni var mı? Tamamen tesadüf mü?

Bu sorunun cevabı için hemen bloguma ve yıllara bir bakayım….! Hmmmm… evet çiftli yıllarda daha çok gezmişim…  2012 hariç…. O yılın ikinci yarısında günde neredeyse 21 saat çalışıyordum. Uyku, yemek ve gezmek gibi benim için elzem olan şeylere vakit ayıramıyordum. O nedenle 2012 yılında hiç blogumla ilgilenmemişim.

Yazı sayısı tamamen vakit ve gezme olayı ile ilgili… Ne kadar çok gezersem o kadar fazla paylaşım yapıyorum.

İstanbul ve yakın civarlarındaki her yeri hemen hemen gördüğümüz için tekrar tekrar aynı yerlere gitmek istemiyoruz. Zira ulaşım çok büyük bir problem olmaya başladı. Trafikte harcadığımız zaman artınca isteksizlik boyutumuz da artmaya başladı.   





Yukarıdaki çay fotografı beni benden götürür her gördüğümde. O martının kanatlarının açıklığı, kare içerisindeki yeri, çayın içerisinden görünen güneş, denizin üzerindeki "yol"...

3. Blogunuzda özellikle İstanbul'un az bilinen yerlerine ait bir çok paylaşım var. Çok başarılı fotograflar ile süslü bu paylaşımlar, anlayan için, altın niteliğinde. Ancak bir sorun var bana kalırsa. Bu yazdıklarınız, ne acıdır ki, bizden başkası tarafından anlaşılamıyor. İngilizce bildiğinizi varsayarak soruyorum, Pariste.NET'in İstanbul'a uyarlanmış halini, bu kez İngilizce yazsanız ve Ahmet Bey'e de önerdiğim gibi bu bilgileri basit bir uygulamada birleştirip cep telefonlarından erişilebilir hale getirseniz. Diyelim ben İstanbul'a gelen bir turistim, sizin uygulamanızı indirdiğimde Here +'taki gibi etrafımda neler var, oralara ilişkin bilgileri okuyabilse çok ilgi çekici olur diye düşünüyorum. İstanbul Guide gibi bir şey yani aslında önerdiğim. 

Aslında benimde birkaç aydır böyle bir düşüncem var. Hatta yeni blogumun ismini buldum bile…:) orada hem Türkçe hem de İngilizce yazmak istiyorum. Söylediğiniz uygulamalara bakacağım. İstanbul net, İstanbul rehber gibi bir çok site var ama hepsinde aynı şeyler yazılı, aynı yerlere verilen puanlar. Aslında reklamı hiç yapılmayan ve ismi duyulmayan kenarda köşede kalmış çok mekan var. Onlarında tanınması iyi olur…. 

Bir de İstanbul sadece boğaz, taksim ve Eminönü'nden ibaret değil. :) Görülmesi ve yaşanması gereken çok mekan var…

Yukarıdaki kare de diğer favorim. Ters ışık, Arzu Hanım'ın sıklıkla kullandığı, sevdiği bir fotograflama tekniği. Pozlamayı ışığın yoğun geldiği bölgeye göre ayarlayınca, öndeki objeler siluete dönüşüyor. Bu fotografın çerçevesi biraz daha değişik olabilirdi belki ancak gene de çok beğenirim.

Aşağıdaki fotograf, ise kompozisyon derslerinde örnek olarak gösterilebilecek kadar başarılı. Arzu Hanım'ın şansına, gökyüzü de işini kolaylaştırmış.


4. Sayfanızda hiç reklam yok. Bu bilinçli bir tercih sanırım. Siz ticari amaç için sayfanızı kullanmazken sizin fotograflarınızı izinsiz kullananlar olmuştu. Bir dönem o güzelim fotografların üzerine sayfanın adresini bindirmek durumunda hissetmiştiniz. Neyse sonra vazgeçtiniz sanırım. Bu konu ile ilgili neler söylemek istersiniz?

Sayfamda reklam olmaması tamamen bilinçli bir tercih. Sayfamı okuyan kişilerin görsel rahatlığını düşündüm. Her yerde bir reklam olayı var. Sürekli bir şekilde gözümüzü alan ve bizi tıklamak zorunda bırakan.  Oysa acupofcaffeine’i okuyan kişilerin böyle bir rahatsızlık duymalarını istemiyorum. Sayfamı okurken veya fotoğraflara bakarken bir fincan kahve keyfinde tat almalarını ve birkaç dakikalarını sadece yoğunlaştıkları o anda yaşamalarını istiyorum. 

Bir okurdan çok çirkin yorumlar geldi fotoğraflarım ve üzerlerinde sayfa adresim hakkında. Sanıyorum fotoğraflarımı izinsiz kullanan kişilerden birisiydi… 

Benim karşı olduğum şey izinsiz kullanım. Yoksa internette yayınlamazdım.  Milliyet gazetesinden bir yazar Ayvalıkta çektiğim manastır fotoğrafımı ismimi vererek paylaşmak istemişti ve bunun için benden izin istediği andaki mutluluğumu ve keyfimi anlatamam. Ne yazık ki birçok tur firması fotoğraflarımı izinsiz kullanıyor, instagram da fotoğraflarım paylaşılıyor vs.  Aslında ismimi yine fotoğraflarımın üzerine yazmak istiyorum ama bunun için zamanım yok. Fotoğraflarımı derlemek ve onları yayına hazır hale getirmek başlı başlına bir iş. Birde ayrı bir programa girip isim eklemek extra bir zaman …
Hayat ve bilgi paylaştıkça güzel. O nedenle paylaşıyorum … Keşke izinsiz kullanıcılarım da benim emeğime saygı duyarak aynı düşüncede olsa. Ama ne yazık ki ne yaşadığım toplumu ne de insanları değiştirebilirim.  


ve elbette Ayhan Sicimoğlu. Biz de hastasıyız efendim :) İstanbul'da yaşamanın, belki tek güzelliği. Bir çok ünlü ile karşılaşma, ortam paylaşma olanağı. Ben gene de almayayım. İstanbul'un benim için en güzel yanı Ankara'ya dönüşü :)

Çok teşekkürler Arzu Hanım. 
İyi ki varsınız.
İyi ki yazıyorsunuz....

Yorumlar

geçen ay en çok okunan 10 yazı

Göksu Restaurant

Özellikle öğlen saatlerinde Kızılay, Sakarya civarında düzgün yemek yiyeceğiniz bir yer arıyorsanız en doğru seçim Göksu Restaurant olacaktır. Meşhur Otlangaç'ın karşısına denk düşen mekan, hızlı ve özenli servisi, lezzetli ve fahiş olmayan fiyatları ile bölge insanlarının gönlünde çoktan taht kurmuş. Öğle saatlerindeki kalabalığa karşın hızlı ve özenli servisin sırrı yeterli sayıda personel çalıştırmak olsa gerek. Yemeklerinde etsiz çeşitlerinin az oluşu dışında kusuru yok denebilir. Akşam servisini hiç denemedim, ancak akşamları Sakarya'ya gidenlere fazla hitabetmeyebilir. Afiyet olsun. GÖKSU RESTAURANT Bayındır Sokak No: 22 / A Kızılay - ANKARA tel 312 431 47 27 - 431 22 19

Göksu Restaurant Nenehatun şubesi açıldı

ve beklenen gerçekleşti...Ankara'nın Sakarya caddesine açılan Bayındır sokakta yer alan Göksu, gönüllere taht kurdu. Gerek servisi, gerek yemeklerin lezzeti vazgeçilmezler arasına girdi. Mekanın Kızılay'ın göbeğindeki Sakarya caddesinde olması, kimilerini üzüyordu. Özellikle Kızılay'a hiç inmeyenler, kalabalığı sevmeyenler yukarılarda bir Göksu hayali kuruyordu. Uzun sürdü inşaat. Nenehatun caddesi ile Tahran caddesinin kesiştiği köşede yer alan binanın inşaatının neden bu kadar sürdüğünü pek anlamamıştım, düne kadar. Dışarıdan 4-5 kat görünen bina toplamda 10 katlıymış. Üstte 3 kat içkili restaurant (ki bu bölüm henüz açılmamış), girişte bekleme salonu ve bar-kütüphane, girişin altında işkembe ve kebapçı (ki bu bölüm hizmet vermeye başladı), işkembecinin altı tam kat mutfakmış, onun altında garaj-çamaşırhane ve en altta iki kat konferans salonu olarak düzenlenmiş öğrendiğime göre. İlk ziyaretime ait fotografları (binanın dıştan çekilmiş bir görüntüsü ve iştah açıcı) beğe...

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor. ...

Eski Maltepe pazarı eski yerinde yakında bizlerle...

Ankaralılar bilir, kot pantolondan araba teybine, ara musluğundan kuruyemişe ne ararsan bulabildiğin hem de uygun fiyata bulabildiğin bir pazar var(dı): Maltepe camisinin üst tarafından pazartesi dışında (o gün semt pazarı kurulurdu) her gün hizmet veren seyyar paravanlarla ayrılmış küçük dükkancıkların oluşturduğu bir pazardı. Bu pazarın bulunduğu araziye bir alışveriş merkezi yapıldı. Ankara'nın en ilginç mimarisine sahip olduğunu düşündüğüm Malltepe Park, eski pazar esnafının ahını almıştı. Sopalarla dövüle dövüle pazar yerinden atılan esnafın tutan ahı, Malltepe Park'ı iflas noktasına getirdi. Market, dükkanlar derken hayalet alış veriş merkezine dönüştü Malltepe Park. Sonunda alış veriş merkezi yönetimi eski (kendi deyimleriyle tarihi) maltepe pazarını Malltepe Park'ın içine taşımaya karar vermiş.  Bugünlerde hummalı bir çalışma sürüyor Malltepe Park'ta. Dükkanlar alçıpanla küçük dükkancıklara bölünüyor. Öğrendiğime göre şimdiden 70'ten fazla pazar esnafı taş...

Yaylapınar (Sinekçiler) Köyü Nazilli tatili

Yazılacaklar birikti, bu gidişler birikmeye devam edecek. Üst üste gelince seyahatler, okunanlar, teknik gelişmeler böyle oluyor. Yavaş düzgündür, düzgün ise hızlı deyip başlayayım bir yerinden.  Geçtiğimiz haftanın 6 gecesini, Aydın'ın Nazilli ilçesinin, eski adıyla Sinekçiler, Yaylapınar köyünde geçirdik. Ne ben, ne de eşim Nazilli'li. Oralarda yaşayan akrabamız da yok. Peki nasıl oldu da bir köyde kaldık 6 gece. Pınar Kaftancıoğlu sayesinde. Kendisini büyük şehirlerde, özellikle İstanbul'da, yaşayan çocuk sahipleri tanıyacaktır. Ayşe Arman'ın söyleşisinden sonra tanıyanlar ve alış veriş yapanların sayısında ciddi artış olmuş. Siz tanımayanlardansanız İpek Hanım'ın Çiftliği'nin web sayfasına bakmanızı ve yazının geri kalanını sonra okumanızı öneririm.  Kaftancıoğlu, bana kalırsa ülkemiz için uygulanabilir bir kalkınma modeli oluşturmuş. Ülkemiz, her ne kadar son dönemlerde ihmal edilmiş olsa bile, bir tarım ülkesi. Tarıma elverişli topraklara ...

İstanbul Modern İzzet Keribar sergisi

İstanbul Modern'de 2024 Kasım ayında açılan İzzet Keribar'ın fotoğraflarından oluşan seçkiyi ziyaret etmek istiyorsanız 25 Mayıs 2025'e kadar vaktimiz var.  Farklı dönemlerde ve mekânlarda çekilen birbirinden etkileyici kareleri incelerken Keribar'ın notlarını okumayı ihmal etmeyin. İyi fotoğrafın, belki de herşeyin "iyi"si için geçerli olan, özen ve sabır gerektirdiğinin kanıtı gibiydi sergi. İstanbul Modern'in terasında martı, Galata Kulesi ve şehri yıkayan yağmuru tek karede sabitlemeye çalıştığım fotoğraf için aynı özen ve sabrı gösterdim mi bilemiyorum.

23 Nisan depreminin ardından

1999 yılında yaşanılan büyük depremin üzerinden 26 sene geçmiş. O günden bu güne her sarsıntının ardından konuşanlar ve konuşulanlar neredeyse hiç değişmiyor. İstanbul'un depreme hazır olmadığı, kentsel dönüşümün olması gerektiği kadar hızlı ilerlemediği, toplanma alanlarının yetersizliği gibi bir çok eksiklikten bahsediliyor.  1999 Marmara depreminin üzerinden 26 yıl geçti. Aradan geçen yıllarda şehirler büyüdü, nüfus arttı, teknoloji ilerledi. Ancak her sarsıntının ardından dile getirilen endişeler neredeyse hiç değişmiyor. İstanbul’un olası büyük depreme hazırlıklı olup olmadığı, kentsel dönüşümün yeterince hızlı ilerleyip ilerlemediği ve toplanma alanlarının durumu hâlâ konuşulmaya devam ediyor. Dünkü Deprem ve Kitapçıda Yaşananlar Dünkü depremi kızımla birlikte bir AVM’deki kitapçıda yaşadık. Kahvelerimizi içiyor, etrafımızda 23 Nisan sevincini yaşayan çocukları izliyorduk. Ancak bir anda her şey değişti. Sarsıntı başladığında insanlar hızla dışarı çıkmaya çalıştı. Çocukl...

Hac / Paulo Coelho

Kurguyla Gerçek Arasında Bir Yolculuk Bugüne kadar hiç Paulo Coelho kitabı okumamıştım. Siz sormadan söyleyeyim: Evet, Simyacı hâlâ okunacaklar listemde. Ama ilk adımı, Hac ile attım. İlginçtir ki bu kitap, Simyacı ’nın da yazılmasına vesile olan gerçek bir hac yolculuğunu konu alıyor. Bu yolculuk, İspanya'da "El Camino de Santiago" yani Santiago Yolu olarak bilinen yüzlerce kilometrelik bir yürüyüş rotası boyunca geçiyor. Farklı yönlerden, farklı duraklardan başlayan ama aynı amaca çıkan bu rota, hem fiziksel hem de ruhsal bir yolculuk sunuyor. Kitabın arka kapağını okuduğumda aklıma Nermin Yıldırım ’ın Ev adlı romanı geldi. Orada da kahraman, Santiago yolunu farklı bir yönde yürüyordu. Coelho’nun Hac ’ı ile bu iki kitap arasında, hem benzerlik hem de yaklaşım farkı görmek mümkün. Kurgu mu, Anı mı? Kitabı okurken en çok düşündüren şeylerden biri şu oldu: Bu yaşananlar gerçekten oldu mu, yoksa metaforların içine mi gizlendiler? Roman, yer yer o kadar ...

Boğaz'da erguvanlar

İstanbul’un baharı, erguvanların açmasıyla başlar. Boğaz’ın yamaçlarında, morun en güzel tonlarıyla süzülen bu ağaçlar, kente özgün bir hava katar. Erguvanlar, sadece doğanın değil, şehrin ruhunun da bir parçasıdır. Peki nedir bu erguvan? Erguvan ( Cercis siliquastrum ), Akdeniz iklimine özgü, ilkbaharda mor-pembe çiçekler açan bir ağaçtır. Anadolu'da yüzyıllardır bilinen bu ağaç, hem mitolojik hem de kültürel anlamda derin semboller taşır. İstanbul Boğazı çevresinde doğal olarak yetişen ender türlerden biridir. Erguvanın İstanbul’daki Yeri Erguvan, Bizans’tan Osmanlı’ya kadar pek çok dönemde İstanbul’da zarafetin ve geçiciliğin simgesi olmuştur. Rivayetlere göre Bizanslılar erguvanı imparatorlukla özdeşleştirirken, Osmanlı’da "erguvan cemiyetleri" adı verilen bahar eğlenceleri düzenlenirmiş. Osmanlı döneminde saray mensupları, Boğaz kıyılarındaki yalılarından erguvanların açmasını izler, bu manzarayı şiirlerle ölümsüzleştirirdi. Erguvan Nerelerde Görülür? ...

İstanbul Ansiklopedisi: Sessiz Çatışmaların ve Görünmeyen Yansımaların Hikâyesi

Bu yazı, Netflix ’te Nisan 2025’te yayınlanan İstanbul Ansiklopedisi  dizisi hakkında olacak. Hem bir izleyici olarak düşüncelerimi paylaşmak hem de spoiler vermeden bir bakış sunmak istiyorum. Diziler hakkında yazdığım ilk blog yazısı olacak, bu yüzden heyecanlıyım. 📚 Genel Bilgiler Sekiz bölümlük mini dizi formatında sunulan yapımın senarist ve yönetmen koltuğunda Selman Nacar oturuyor. Başrollerde ise genç oyuncu Helin Kandemir  (Zehra) ve deneyimli isim Canan Ergüder (Nesrin) yer alıyor. Zehra, üniversite eğitimi için Amasya’dan İstanbul’a gelirken; Nesrin, Fransa’da kariyerine devam etmeye hazırlanan, Zehra’nın annesinin yıllardır görüşmediği eski bir arkadaşı. İkili arasındaki etkileşim dizinin en güçlü yanlarından biri. 💭 Dikkatimi Çekenler (Spoilersız): Kimlik arayışı teması  güçlü bir şekilde hissediliyor. Zehra’nın İstanbul’a gelmeden önceki hayatıyla, büyük şehirde yaşadığı değişim arasındaki gelgitler oldukça etkileyici yansıtılmış. Nesrin’in şehir ve ülk...