Ana içeriğe atla

Kayıtlar

acele etmeyin lütfen, UHD TV için erken

Yazıların okunma sayılarını yakından takip ediyorum. İster okunsun, ister okunmasın. Zaten kendim için yazıyorum diyenlere inanmayın. Okunmasını önemseme, herkesin okuyabileceği bir platformda paylaşmazdı yazdıklarını. Bakalım bu başlık okunma sayısına katkı sağlayacak mı? Konumuz tahmin edilebileceği gibi ultra high definition (ultra yüksek tanımlamalı) televizyon. 15 yıldır 63 ekran tüplü televizyonumuzu izlediğimizi ve tamir edilemeyecek derecede arıza yapana kadar da değiştirmeyi planlamadığımızı belirterek başlayayım yazıya. Sektörü takip edenler hatırlayacaktır HD televizyonlar çıktığı zamanlardaki kafa karışıklıklarını. HD Ready, 720p, 1080i, 1080p gibi bir çok HD vardı etrafta. Şimdilerde sadece Full HD (yani 1080p) ekranlar kaldı. Henüz televizyon kanalları HD yayın yapmıyordu ilk HD ekranlar pazarlanırken. Aynı durum 16:9 / 4:3 yayınlar için de yaşandı. Evlerdeki ekranlar 16:9'a dönmüştü oysa yayınlar 4:3 olarak yapılmaya devam ediliyordu.  Hangi UHD? Aslında HD

Devir, Ece Temelkuran

Dükkan kapalı kalınca yazacaklar epey birikti. Teknolojideki durumu kabaca toparladıktan sonra gelelim kitaplar dünyasına. Öncelikle hayata soldan bakan okur/yazar dünyasında, deyim yerindeyse, kıyamet kopuyor! Bu cümleyi okuyup neden bizim haberimiz yok diye düşünmüş olabilirsiniz. Haberinizin olmaması doğal, çünkü normal bir ülkede kıyametlerin kopmasına neden olabilecek bilgilerin ifşa edilmesine karşın hiç bir şey olmamış gibi hayat devam ediyor. Karışık oldu farkındayım. Hemen kısaca özetleyeyim: Kaan Arslanoğlu ve Taylan Kara  AYDINLARDAN TOKAT GİBİ BİR BİLDİRİ mi: Edebiyatta tezgaha artık YETER! başlıklı bir yazı yayınladı insanbu.com sitesinde. Her ikisi tıp doktoru ve yazar olan bildiri sahipleri, ülkemiz edebiyat dünyasının bir grup insanın kontrolünde olduğunu, özellikle "ödül" ve "jüri" konularının dikkat çekici gariplikler sergilediğini ileri sürdüler. Amaçları edebiyat dünyasının bileşenlerinin dikkatini çekmekti. Yayınevleri, yazarlar ve elbett

ve yayıncılık dünyasının gri bölgesi: Over The Top (OTT)

Teknolojinin gelişmesi karşısında denetim için yapılan yasal düzenlemeler kimi kez çaresiz kalıyor. İnternetin gücünü kullanan O ver T he T op t ele v ision ( OTTTV ), medya düzenleyici denetleyici kuruluşların, deyim yerindeyse, kabusu olmaya aday. Gerek bu blogda , gerekse kıymetli meslektaşlarım Uygar Boynudelik ve Nedim Pala 'nın bloglarında OTTTV konusunda bilgilendirici yazılar mevcut. Bu yazılar/incelemeler arasında Uygar'ın dört bölüme yayarak konunun tüm boyutlarını ele aldığı yazılarını  özellikle öneririm. Verdiğim bağlantı ile yazı dizisinin sonuna ulaşabilir ve o son değerlendirme yazısından da dizinin diğer bölümlerini okuyabilirsiniz.  Gelelim "çaresizlik" konusuna.  Ülkemizde radyo ve televizyon yayıncılığı yapmak istiyorsanız 6112 sayılı yasa ve ilgili yönetmeliklere uymakla yükümlüsünüz. Bu bağlamda RTÜK tarafından yapılacak tüm denetlemelere de tabi olacaksınız. Sadece denetlemeler değil söz konusu olan, lisans ücretleri, reklam gelirlerinde

bir kez daha Reenkarnasyon Kulübü

İkinci kez okuduğum kitap daha önce olmuş muydu hatırlayamıyorum. Kaan Arslanoğlu'nun Reenkarnasyon Kulübü bu anlamda bir ilk sanırım. 2011 yılında İthaki yayınlarından çıkmıştı kitap. Arslanoğlu'nun bu güne kadar yayınladığı tüm kitapları okuyan birisi olarak, Reenkarnasyon Kulübü'nü de okuyup bloguma şunları yazmışım. Hem yeniden canlandırmaya çalıştığım blog sayfama daha fazla okur kazandırmak hem de sıkça takip ettiğim insanbu.com sayfasının tanınırlığına katkı sağlamak düşüncesiyle, sayfanın kurucularından Kaan Arslanoğlu ile e-söyleşi yapmayı önerdim. Sağolsun önümüzdeki aylarda soruları yanıtlayabileceğini belirten bir yanıt gönderince dönüp Reenkarnasyon Kulübü'nü yeniden okumam gerektiğini hissettim.  Diğer kurgu eserlerinden farklı bir tarzda yazılmıştı hatırladığım kadarıyla. Aradan 4 yıl geçmiş gerçi ama gene de temel kurgu ve iddialar dışında bir çok ayrıntıyı unuttuğumu gördüm yeniden okurken. Bir diğer fark ettiğim ise romanda geçen kimi tespitler ü

gelelim televizyona: sayısal karasal televizyon yayıncılığında son durum

'Batı cephesinde değişen bir şey yok'. Ne zaman söylendiğini bilmesem bile sayısal karasal televizyon (digital terrestrial television : DTT) için en uygun söz olduğu kesin. 2006 yılında başlatılan deneme yayınlarının açılış töreninde 3 yıl gibi bir sürenin sonunda analog karasal televizyon yayıncılığının sonlandırılacağı ilan edilmişti. Köprülerin altından çok sular aktı. Yasalar değişti, Meclis ve RTÜK üyeleri değişti. Değişmeyen tek şey analog karasal televizyon yayınları. Son tahminler %5lik bir nüfusun kullanmaya devam ettiğini gösterse bile ülkemizde sayısal karasal televizyon yayıncılığının yapılmıyor olması kabul edilebilir bir şey değil. 6552 sayılı yasa ile gelen değişiklikler Yazıya başlarken değişen bir şey yok dedim.  Haksızlık etmeyeyim, yasal süreçteki tıkanıklık giderildi. İhale sürecini takip edenler hatırlayacaktır 6112 sayılı yasada sayısal karasal televizyon yayıncılığına geçiş için takvim net olarak belirtilmişti. Multipleks kapasitesi tahsis ihalesi

Sayısal yayıncılık dünyasında son durumlar, bu kez önce radyo

Dükkanı bir yıl boyunca kapalı tutan bakkal gibi benim de ilk yapacağım raflardaki malların ne durumda olduklarını kontrol etmek. Bu ve ilerleyen bir kaç gün boyunca ertelenen yazılar yayınlayacağım. Başlıktan anlaşılacağı gibi öncelikle blogda en çok konu edilen alan, sayısal yayıncılık. Ülkemiz, başka bir çok alanda olduğu gibi, yayıncılık sektöründe nevi şahsına münhasır özelliklere sahip. Seksen milyona yaklaşan nüfusa ve ülkemize yakın coğrafi büyüklüğe sahip olup radyo ve televizyon için frekans tahsis ihalesini tamamlamamış başka ülke yok diye biliyorum. Frekans tahsis derken analog yayıncılık için frekans tahsisinden bahsediyorum. 1993 yılına kadar uzanan bir tarihi var konunun. Bir blog yazısının sınırlarını fersah fersah aşan, doktora olmasa bile sağlam bir yüksek lisans tezi çıkartacak kadar geniş, ülkemizde frekans tahsis ihalelerinin yapıl(a)mamış olmasının nedenleri. Yayıncılık dünyasına uzak okuyucularımı düşünerek nedir bu frekans neden, ihale yapılmalıydı, bund

Açılan kapanan blog

2004ten bu yana yazdığım blog son bir yıldır kapalıydı. Yazmanın, başka bir çok şey gibi, anlamsızlaşması başlıca nedendi. Arabadaki navigasyon yazılımının 'yolun akışında devam ediniz' komutunu uygulayacak enerjiyi bulamıyordum bir türlü. Yarın, sonraki hafta, önümüzdeki yaz birbirinin kopyası geçecek günlerdi sadece. Plansız, heyecansız, coşkusuz. Sonra yavaş yavaş eskiden yaptığım ve beni mutlu eden şeyleri hatırlamaya başladım. Haftalık yayınlanan dergilerim vardı takip ettiğim. Eski dergi artık yayınlanmasa da yerine koyabileceğim bir aylık dergi buldum. Ardından bir kaç yıl önce başladığım tarihimizin bir dönemini anlatan kitap okumalarına döndüm. Tıpkı herşeyin anlamsızlaşmaya başladığında olduğu gibi kendini besleyen bir sarmal bu. Hayat bir yerinden toparlamaya başlayınca çökmüş gibi duran diğer yerler de düzeliyor ya da bir yerinden bozulmaya başlayınca sağlam duran bölümler de enkaza dönüşüyor. Bu gereksiz görünen yazıyı kendime yazdım. Hayatın da mevsimler gi