Ana içeriğe atla

kim mobil olarak film indirmek ister ki?

Geçenlerde niyetlenip, araya giren 40 işten dolayı ertelediğim bir yazı. Başlıktan anlaşılmadıysa LTE Advanced, 4G demeye dilleri varmayınca, daha doğrusu 4G'de neymiş, 5'i bekleyin, çıkışının ardından inatla 4G diyemeyince bulunmuş bir ara çözümün ihalesine ilişkin bir yazı okuyacağınız. O zaman daha fazla bekletmeyeyim sizleri:

Lisans ve yüksek lisans eğitimim ODTÜ Elektrik-Elektronik Mühendisliği'nden. Ancak iktisata hep ilgim oldu. Gazi Üniversitesi İktisat Politikası bölümünde 2000 yılında yüksek lisans eğitimine başladım. Lisans farklı olunca Mikro ve Makro iktisatı lisans öğrencileriyle birlikte, fark dersi olarak aldım. Sürpriz olmayan bir şey fark ettim ki üniversitelerde iktisat olarak okutulan aslında klasik iktisat diye tabir edilen Adam Smith'in Ulusların Zenginliği vb şeyler. En temel varsayımını iktisatla hiç ilgisi olmayanlar da bilir: 
İnsanların ihtiyaçları sonsuz, kaynaklar ise kıttır. İktisat, bu kıt kaynakları sonsuz ihtiyaçları karşılamak için kullanma bilimidir. 
Bu varsayım, ilk duyduğum günden beri saçma gelir. Aslında bu varsayım;  
Sermaye birikiminin sürekliliğini sağlamak için insanlara, sonsuz ihtiyaçları olduğu fikrini aşılamak zorunludur 
şeklinde olmalıydı. 

İnsanın ihtiyacı sonsuz falan değildir. Evinizde gardolabınızı açın ve sayın kaç tane gömlek/ceket/pantolon vs. var? Kaç tanesini geçtiğimiz yıl hiç giyinmediniz? Kaç ayakkabınız var uzun süredir giyinmeye sıra gelmeyen? Kaç televizyonunuz var toplamda? Kaçını kullanıyorsunuz aslında? İnsanların bir bölümü yiyecek ekmek bulamazken kaç kap yemek atıyorsunuz her gün?

İnsanın iletişim ihtiyacı da sonsuz değildir, hıza olan ihtiyacı da. Bugün düşünün, 3G teknolojisi ile neleri yapabiliyorsunuz?
  • Görüntülü görüşebiliyoruz,
  • İnternet üzerinden canlı maç izleyebiliyoruz,
  • MPEG4 kodlanmış videoları sorunsuz, kesintisiz izleyebiliyoruz. HEVC kodlanmışları daha da rahat izleyeceğiz.
  • Bir kaç SIM kartın eş anlı kullanılmasıyla naklen yayın aracına (OBV) gerek kalmadan yayın kalitesinde görüntü iletebiliyoruz. 
  • Cihazlarımız 3G ile M2M haberleşebiliyor
Gördüğünüz gibi epeeey bir şey yapabilir hale gelmişiz. Peki bir soru, 4,5 G ile daha fazla ne yapabilir hale geleceğiz, sıradan bir yurttaş olarak? Efendim, duyamadım. Film mi indireceğiz 8GB hafızalı cep telefonumuza? Neden mobil cihazımla indireyim ki illa bir film indireceksem?

İşin özü başka kıymetli okurlar. İşin özü, üretim fazlası nedeniyle dönemsel krizlerinden birisini yaşayan bu eski, hantal sisteme olabildiğince can suyu taşımak. Düşünün 80 Milyonluk nüfusu ile teknolojiye meraklı, 2 Bin TL ve üzeri para vererek cep telefonu satın alan yurttaşlardan oluşan bir pazar var elinizin altında. 2 Bin TL ve üzeri para vererek cep telefonu satın alan bu yurttaşlar topluluğuna, hey bak 4,5G'li yeni mallar geldi, bunlarla film indirebilirsiniz dediğinizde siz zannediyor musunuz ki birileri çıkıp, iyi de ben cep telefonuma film indirmiyorum ki diyecek. Tüketici elektroniği açısından işin özü bu, yeni mallar için pazar yaratabilmek. Bir devlet büyüğümüz 4G'de neymiş, bitmiş teknoloji derken çok doğru bir tespitte bulunmuştu. Gerçekten de ülke olarak 3G ile geç tanıştık, 4G ile tanışmasak da olurdu. 2020'de geleceği söylenen 5G'ye çalışmak çok daha mantıklı bir hareket olurdu. Ancak bir şekilde aslında LTE Advanced olan, yani 4G+ gibi bir şey olan son ihalenin adı 4,5 G yapılarak, 4,5'tan 5 sanmamız sağlandı. 

Meselenin elbette sadece tüketici elektroniği bölümü yok. Şebeke teçhizatı, frekans kullanımı işin daha önemli bölümleri. 

İhalede oluşan fiyatlar ve kıran kırana geçen açık arttırma, yoksa geçmeyen mi demem gerekiyordu süreci tam takip etmedim, 
  • ne gerçekten açık arttırma hiç yaşanmadı mı, 
  • ne sadece bir frekans blogu için mi iki teklif geldi, 
  • ne iki teklif gelen o blokta iki teklif sahibi de arttırmadan vaz mı geçti, 
  • ne bu blokta kazanan kura ile mi belirlendi
iyi ki süreci yakından takip etmemişim. Oluşan fiyatları Avrupa'daki benzer ihalelerde oluşan fiyatlarla kıyaslamaya da ben kalkışmadım. Benim işim de değil, vaktim de yok. Merak edenler için etrafta veri çok. Biraz excel bilgisi, iki tablo, Euro kuru, Dolar kuru derken hoop kıyaslama ortaya çıkar.

Peki süreç böyle işlerken pek kıymetli, kamu kurumu niteliğinde, her ay düzenli aidatlarımızı ödediğimiz, kocaman binası olan, içerisinde birden fazla profesyonel mühendisin çalıştığı, üyeleri arasında mobil operatörlerden düzenleyici/denetleyici kuruluşlara, mobil santral satan şirketlerden yazılım üreten şirketlere bir çok mühendisin yer aldığı Elektrik Mühendisleri Odası bu 4G / 4,5G / 5G işlerine ne diyor? 

Böyle bir beklenti ile EMO'nun sayfasına girin bakın, yukarıya ana sayfanın görüntüsünü kopyaladım. Oda, elbette üyesinin katkısı kadar güçlüdür. Ancak, sonuçta Oda yön veren olmak zorundadır. 7 kişilik yönetim kurulundan her konuda bilgi çıkmasını beklemiyorum. Tek beklediğim bu 7 kişinin, Oda üyesi mühendislerden ilgili konularda görüş toplayabilecek mekanizmaları çalıştırmasıdır. Ben, radyo/TV dünyasındaki gelişmeleri elimden geldiğince Oda'ya taşıyorum. Sağolsunlar bu konuda yardımlarını esirgemiyorlar. 2013 yılındaki iki panelde DTT sürecini konuştuk. Bu sonbahar gene DTT ve OTT TV ile ilgili etkinlikler yapabilmeyi umuyoruz. Ancak Oda'nın çalışma alanı çok geniş. Barajlardan medikal elektroniğe, frekanstan bina aydınlatmasına bir çok konu bizim meslek alanımıza giriyor. Daha etkin, daha hızlı karar alabilen bir Oda hepimizin ortak amacı. Lütfen biraz daha dikkat....

Bu arada yanlış anlaşılmasın, ne Hopa'da yaşananlara duyarsız kalınsın diyorum, ne ülkenin siyasi gündeminin dışında kalınsın. Oda siyaset yapmasın, pek anlamsız bir söz. Sonuçta aldığınız her tavır siyasi aslında. Nasıl nükleer santralden yana olmak bir siyasi tercihse, karşı olmak da öyle. Nasıl dereler üzerinde HES siyasi bir tercihse, karşı olmak da öyle. Aynı duyarlı bakışı, Oda'nın uzmanlık alanı içinde yer alıp, pek üzerinde kafa yorulmamış frekans, mobil haberleşme konularında da göstermeliyiz. Tek dediğim ve arzu ettiğim budur...

Yorumlar

  1. İktisat nedir ? Kitaplarda yazılandan çok daha iyi ifade etmişsin. İktisatta her şey para kazanılan nesne. Hatta insanı bile bunun içine katabiliriz. İşin içine daha çok gelir ve ahlak yoksunluğu da girince; Hileli gıda, hileli giyim, hileli kozmetik, kalitesiz eşya .... ticareti oluşuveriyor. Tabi bu da siyasetin ve de devlet düzeninin elverdiği ölçüde..

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.

Son haftanın en çok okunan 10 yazısı

bir kez daha, nedir bu sayısal karasal televizyon?

Blog sayfamda DTT etiketiyle yayınlanmış 100'e yakın içerik bulunsa da, geçenlerde buluştuğumuz lise arkadaşlarımın sorusu üzerine, bir kez daha yazmaya karar verdim. Bilenler, okumadan geçebilir. Bilmeyenler ve sektörün uzağındaki kişiler düşünülerek hazırlanmış bir yazıdır.  Soru - yanıt şeklinde kurgulanmış yazılarımın daha çok okunduğu gözlemi üzerine, buyurun sık sorulan sorularla Sayısal Karasal Televizyon: Şimdi tam olarak neden bahsediyoruz? Çanak ile izlediğimiz televizyon mu?

Mangal

Bir keebapçı düşünün. Siparişinizi verdikten sonra size sormadan küçük atışmalıklar getirsin sıcacık balon lavaş ile birlikte. Siz yavaş yavaş onlarla açlığınızı bastırıken siparişiniz en leziz haliyle hazırlansın. Keyifli yemeğinizin ardından şöye demli çay olsa diye düşünürken semaverinizi getirip 2-3 dakika kadar bekleyip içebilirsiniz desin. Siz şaşkınlıkla etrafınıza bakıp çayınızı yudumlarken bir yandan da şimdi bunlar kuver müver diye hesaba eklenecektir zaten, bedava ne var ki dünyada endişesini taşıyıp gene de hesap deseniz ve gelen hesapta siparişini vermediğiniz hiç bir şey olmasa....Ne semaver, ne gelen atıştırmalıklar ne küver. İşte böyle bir yer var artık. Mangal . Hem de 24 saat açık. Nerede mi? Bestekar sokak No:78 Kavaklıdere Ankara adresinde. Orası neresi diyenler için hatırlatayım. Bestekar sokak (hani Tunalı Hilmi caddesi ile Tunus Caddesi arasında kalan yeni bir sürü barın açıldığı sokak) üzerindeki Kebap 49'u veya Şençam Köftecisi'ni bilirsiniz. Onların

Malatya Şire Pazarı

Malatya'ya ilk gidişimdi. Gittiğim il / ilçelerde meydandaki Atatürk anıtlarının fotografını çekiyorum. İleride belki sergi açarım diye :) Malatya Valiliği'nin önünde İsmet İnönü heykeli vardı. Malatya hem Turgut Özal hem de İsmet İnönü gibi iki çok önemli kişinin memleketi olunca komşusu Elazığ ile kıyaslandığında çok daha gelişmiş bir kent. Bu açıdan Burdur-Isparta arasındaki gelişmişlik farkını hatırlattı sayfanın yazarına. Yazının başlığına dönersek, Malatya demek kayısı demek. Kayısı demek Şire Pazarı demek. Kayısının her türlüsünü (kolonya ve yağ dahil olmak üzere) bulabilirsiniz Şire pazarındaki dükkanlarda. Sadece kayısı değil elbette. Dut ve üzümden yapılmış pestiller (bastık da deniliyor) pekmezler, sucuklar iştah açıcı... Pazarda bir çok dükkan var. Alış veriş için Öztürkler isimlisini seçtik. Seçimimizde gayretli ve cana yakın dükkan sahibinin payı büyük. Pazara girişte sanırım ikinci dükkan. Aşağıda adres ve telefon bilgileri var. Küçük bir hatırlatma pazara gitme

Kocadağ At Çiftliği Kocadağ Köyü / Havran

Deniz, kum, güneş tatilinden sıkıldıysanız ve Edremit körfezi civarındaysanız size süper bir alternatif: At binmek. Edremit'ten Balıkesir'e giden yol üzerindeki şirin ilçe Havran'ın Kocadağ köyünde bu mekan. Henüz dört yaşında olan iki(z) kızlarımız çok keyif aldılar at binmekten. Altınızda sizden epey güçlü b ir hayvan varken dengede durmaya çalışmak, yorucu bir o kadar da keyifli bir uğraş. Eğer hayatınızda at binmeyi hiç denemediyseniz, emin olun deneyince siz de kabul edeceksiniz, çok şey kaçırmışsınız demektir.    Kocadağ At Çitfliği'nde at binmenin yanı sıra lezzetli mutfağını da deneyebilirsiniz. Mantı, haşlama içli köfte, ızgara köfte ve elbette demleme çay. Fiyatlar derseniz bu konuda ucuz / pahalı yorumu yapmak istemiyorum. Bunun yerine bir kaç seçtiğim ürünün fiyat bilgisini paylaşacağım. Ancak, öncelikle sipariş edeceğiniz yiyeceklerin hepsinin büyük bir özenle hazırlanıp, aynı özenle servis edildiğini belirteyim. Biz mantı, içli köfte, ızgara hellim ve

Göksu Restaurant Nenehatun şubesi açıldı

ve beklenen gerçekleşti...Ankara'nın Sakarya caddesine açılan Bayındır sokakta yer alan Göksu, gönüllere taht kurdu. Gerek servisi, gerek yemeklerin lezzeti vazgeçilmezler arasına girdi. Mekanın Kızılay'ın göbeğindeki Sakarya caddesinde olması, kimilerini üzüyordu. Özellikle Kızılay'a hiç inmeyenler, kalabalığı sevmeyenler yukarılarda bir Göksu hayali kuruyordu. Uzun sürdü inşaat. Nenehatun caddesi ile Tahran caddesinin kesiştiği köşede yer alan binanın inşaatının neden bu kadar sürdüğünü pek anlamamıştım, düne kadar. Dışarıdan 4-5 kat görünen bina toplamda 10 katlıymış. Üstte 3 kat içkili restaurant (ki bu bölüm henüz açılmamış), girişte bekleme salonu ve bar-kütüphane, girişin altında işkembe ve kebapçı (ki bu bölüm hizmet vermeye başladı), işkembecinin altı tam kat mutfakmış, onun altında garaj-çamaşırhane ve en altta iki kat konferans salonu olarak düzenlenmiş öğrendiğime göre. İlk ziyaretime ait fotografları (binanın dıştan çekilmiş bir görüntüsü ve iştah açıcı) beğe

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor.  Fi

Yaylapınar (Sinekçiler) Köyü Nazilli tatili

Yazılacaklar birikti, bu gidişler birikmeye devam edecek. Üst üste gelince seyahatler, okunanlar, teknik gelişmeler böyle oluyor. Yavaş düzgündür, düzgün ise hızlı deyip başlayayım bir yerinden.  Geçtiğimiz haftanın 6 gecesini, Aydın'ın Nazilli ilçesinin, eski adıyla Sinekçiler, Yaylapınar köyünde geçirdik. Ne ben, ne de eşim Nazilli'li. Oralarda yaşayan akrabamız da yok. Peki nasıl oldu da bir köyde kaldık 6 gece. Pınar Kaftancıoğlu sayesinde. Kendisini büyük şehirlerde, özellikle İstanbul'da, yaşayan çocuk sahipleri tanıyacaktır. Ayşe Arman'ın söyleşisinden sonra tanıyanlar ve alış veriş yapanların sayısında ciddi artış olmuş. Siz tanımayanlardansanız İpek Hanım'ın Çiftliği'nin web sayfasına bakmanızı ve yazının geri kalanını sonra okumanızı öneririm.  Kaftancıoğlu, bana kalırsa ülkemiz için uygulanabilir bir kalkınma modeli oluşturmuş. Ülkemiz, her ne kadar son dönemlerde ihmal edilmiş olsa bile, bir tarım ülkesi. Tarıma elverişli topraklara

Datça'nın yeni yıldızı olmaya aday: Villa Aşina

Villa Carla 'ya gideli iki yıl oldu. Etkisi hala sürüyor desem yalan olmaz. Bilgisayarımın masa üzerinde uzun süre fotografın (yan tarafta görebilirsiniz) durmasının payı büyük elbette :) Villa Carla 'yı benzerlerinden ayıran iki temel özellik tespit etmiştik. Bunlardan birincisi sizlerin de fotograflardan görebildiği eşsiz manzara. İkinci ve belki birinciden de önemli özellik ise işletmedeki samimiyet. Tüm gününü misafirlerin rahatına ayıran, sabah kahvaltıda öğleden sonra kahve keyfinde ve akşam yemekte güler yüzünü eksik etmeyen personel, ki kalabalık bir grup değil bahsettiğim, giderken arabanızdan arkasından su döküyor olmasından bahsediyorum samimiyet derken. 5 yıldır Carla'nın işletmeciliğini yapan Bülent Sancakdar, geçtiğimiz yaz kendi otelini inşa etmek üzere kollarını sıvadığını belirtmiş ve 2008 yazında hizmete gireceklerini söylemişti. 2008 yazına az kaldığını farkedince Bülent Bey'i aramak farz oldu. Sağolsun yeni tesisin fotograflarını göndermiş. Yandaki

Mercan Balık

Sakarya caddesinde balıkçıları bir arada bulabilirsiniz. Birbiriyle yanyana dükkanlarda, benzer fiyatlı benzer balıklar satılır. Şimdilerde bu dükkanlara, balıkların pişirilmişlerinin satıldığı balık fast foodları eklendi. Eskiden Kemer'in olduğu köşeden (gene eskiden) Yeni Sahne'nin olduğu tarafa doğru ilerlerken sol tarafınızda kalıyor Mercan Balık . Balık döner, balık kokoreç (ki şiddetle tavsiye edilir) gibi özel lezzetlerin yanı sıra çeşitli balıkların çeşitli pişirilme yöntemleriyle sunulduğu, güzel dekorlu bir mekan Mercan Balık . İki katlı oturma salonunun bir katını sigara içmeyenlere ayırarak takdirimizi kazanmış mekan. Fiyatlar, balık restaurantlarıyla kıyaslandığında oldukça makul. Adres ve telefon bilgileri aşağıda... Mercan Balık Selanik Caddesi No:10/2 Kızılay / ANKARA tel (312) 430 12 47

Harikalar Diyarı, Eryaman, Sincan / Ankara

Zamanında bataklık benzeri bir yer olan arazi, büyük bir gölet etrafında düzenlenen park haline getirilmiş. Harikalar Diyarı adlı park, fotografta gördüğünüz Masal Adası ile ünlü. Şirinlerden, atıl kurta, pamuk prenses ve 7 cücelerden, keloğlana bir çok masal-çizgi film karakterinin heykelleri ile dolu bir ada. Adanın sembolü ise devasa Guliver heykeli. Park içerisinde keyifli saatler geçirebileceğiniz kafeler var. Semaver, gözleme keyfinin bedeli, Ankara'nın diğer mekanlarına kıyasla daha ucuz. Çocukları eğlendirmek için kaydıraklar, salıncakların yanısıra uzun sayılabilecek güzergaha sahip minik tren seferleri de var. Alışveriş merkezlerinin kısacık turları 4 TL / kişi iken, 10 dakika kadar süren mini tren turu Harikalar Diyarı parkında 3 TL / kişi. Bebekler bu turdan keyif almaz sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Bizim 14 aylık yumurcaklar inmek istemiyordu...Ankara merkezinden Sincan'a giderken Eryaman sapağından sonra yolun sağ tarafında göreceğiniz büyük parkın birden çok giriş