Ana içeriğe atla

Türkiye'de sayısal karasal radyo ve televizyon yayıncılığı 1 / 2


20 Kasım 2015'te, İstanbul Harbiye Askeri Müzesi Fevzi Çakmak salonunda yukarıdaki başlıkla yaptığım sunumu, İstanbul'a gelemeyen milyonlar için bir kez de elektronik ortamda yapayım dedim :) Malum, artık resmi olarak duyurmasam bile sektöre mesajlarımı açık şekilde ilettim 27 Aralık 2015'te neyin duyurulacağını. Bir yandan 27 Aralık 2015'teki açıklamaya ve sonrasına hazırlanırken, bir yandan da adımı duyurmaya gayret etmeye devam.

Bu sunum hazırlayıcı paket programların güzel bir yanı, sunumdaki yansıları resim dosyası olarak kaydedebilmeleri. Bu sayede, birazdan göreceğiniz her resim, aslında sunumun bir yansısıydı, yukarıdaki de ilk yansı :)


Sunumda anlattıklarıma geçmeden bir tarzdan bahsedeyim izninizle. Sunumda kullanılan renkten, seçilen şablona kadar epey bir ayrıntısı var bu işin. Ben görsel tasarımına ilişkin fazla bir şey bilmiyorum. Zaten bu cehaletim, yansılardan da belli. Ancak, özellikle 2011'den bu yana çok sayıda sunum izleyen birisi olarak, etkileyici sunum yapmaya dair kendimce çıkarımlara sahibim. Bana kalırsa, sunumda kullanılan yansının, elinizde tuttuğunuz hatırlatma kağıdı gibi olmalı. Sadece anahtar kelimeler yer almalı. Sonuçta sunum, siz yokken pek bir şey ifade etmemeli. Öteki türlüsü, makaleyi yansılara aktarmak anlamına geliyor. 

Bu, muhtemelen gereksiz, girişten sonra gelelim sunuma. Üç başlıktan oluşan bir sunum oldu. İlk iki başlıkta, aslında üçüncü başlık konusunda da epey söz söylemiştim. 20 dakikaya sığdırmak kolay olmadı ancak sanırım çok aşmadım süremi. 


Sayısal radyo diye adlandırılan "şey", buraya eklemediğim Çin standardı ve ABD'de yaygın uydu radyoyla birlikte altı farklı çözüm içeriyor kabaca. Uydu ve Çin bizim konumuz dışında. Ülkemizde uygulanma ihtimali olan dört yaklaşım var. DAB ve DRM grubu standartları ile DVB-T2 uluslararası standart enstitülerinde yayınlanmış yaklaşımlar. Bir başka ifadeyle "standart" alıcılar ile erişilebilen yayınlar yapılıyor bunlar kullanılarak. Burası biraz kritik öneme sahip, ileride yeniden döneceğim. HD Radyo ise kuzeyin soğuk ve gizemli, bir o kadar ülkemiz beyin gücünü cezbeden ülkesinden, bildiniz Kanada'dan bir şirketin geliştirdiği çözüm. Bu yazıyı ve sunumu hazırlarken henüz Ibiquity adlı bu şirket, standart enstitüsünde çözümünü beyan edip, "standart" alıcılar ile HD Radyo yayınlarının alınabilmesine yönelik bir adım atmış değildi. DVB-T2 dışındakiler radyo için özel geliştirilmişken DVB-T2, MultiPLP ile birlikte radyo yayınlarının da gönderilebildiği bir televizyon standardı aslında. Bir başka farklılığı DAB ve DRM'in arkasında iki dev lobi kuruluşu: WorldDAB ve WorldDRM, HD Radyo'nun arkasında Ibiquity adlı şirket varken DVB-T2 Lite yaklaşımının hamisi, Kenneth Wenzel adlı Kopenhag'da yaşayan bir meslektaş sadece. Bu da önemli, ileride değineceğim ayrıntısına...
Kıymetli okuyucular, yukarıda FM yayınlarını kapatmayı planlayan ve tarih duyurusunda bulunan iki ülke Norveç ve İsviçre'yi Avrupa'daki diğer ülkelerden ayıran en önemli fark nedir diye sorsam? Benim yanıtım zenginlik olur. Coğrafi küçüklük ikinci sırada gelir sanırım. Coğrafi küçüklük ile şebekenin kolay kurulması her zaman birlikte gerçekleşmiyor. Norveç, dağınık nüfusu ile, falezleri ve sahilleriyle, dağları ve uydu kapsamasının dışındaki konumu ile kendine has sorunlara sahip bir ülke. İsviçre denilince ise akla haliyle Alp dağları geliyor. Ancak, bu sunumda vurgulamak istediğim tüm bu şebeke zorluklarına karşın böylesi bir işe girişmiş olmalarının arkasında zenginlik geliyor elbette. Norveç ve İsviçre yurttaşları kaliteli müzik dinlemek için 50 - 100 € vermeye hazır. Siz bakmayın 20 € başlangıç fiyatlarına. DAB+'ın keyfini sürmek için 50 €'yu (TL'ye çevirince 150 TL) gözden çıkartmak şart. 
Bu yansı aslında herşeyi özetliyor kıymetli okuyucular. Bakın, 20 sene önce bu işe başlayan ve BBC'nin DAB multipleksi nüfusun neredeyse tamamına erişirken, FM yayınlarını kapatma konusunda bir tarih belirtmiyor halen. Aynı şekilde Almanya, Hollanda, Fransa (ki 2014'te ilk sayısal radyo denemelerine başlamış bir ülkedir kendisi), Avustralya.... kısacası 2 ülke dışında kalanlar, FM yayınlarına devam ediyorlar ve yakın gelecekte de devam edecekler. Bu ülkeler, önlerinde en az 10 yılı planlayan ülkeler. 10 yıl sonra yapacakları, bugünden belli. 10 yıl sonra bu ülkelerde FM yayınlarının devam edeceğini söyleyebilirim bugünden. 

Bu ve bir sonraki yansıya ilişkin fazla söyleyecek sözüm yok. DAB ve DRM, birbirinin rakibi gibi görünen oysa birbirini tamamlayıcı yaklaşımlar. Bir örnek vermek gerekirse, kent içi ulaşımı sadece metro ile yapacağım demek ne kadar anlamsız ise, sayısal radyoyu sadece DRM ya da sadece DAB ile oluşturacağım demek o derece anlamsız aslında. Kent için ulaşım için metro ve otobüs ile taksi birlikte kullanılır. Hangisi uygunsa o seçilir. Kent kalabalık ve nüfus yoğun ise DAB+ daha iyi bir kapsama sunarken, kent dağınık yerleşime sahip ise DRM+ daha uygun olabilir. Yani uzun lafın kısası eğer çoklu standart çipli sayısal radyo alıcıları kullanıyorsanız ülkenizde, sayısal radyo şebekesinde DAB+/DRM+/FM/AM/DRM30'u birlikte kullanabilirsiniz. Yeterki bu sayısal radyo alıcılarının tümünün çoklu standart destekleyen çiplerle üretildiğinden emin olun. Burada iş elbette RTÜK'e ve Sanayi Ticaret Bakanlığına, gümrüklere düşüyor. Yapılabilir mi? Kesinlikle. Kolay mı? Hem evet, hem hayır. Peki olursa ne olur? Süper olur, çünkü literatüre bir katkımız olur en azından :) Dünyada bir ilke imza atmış oluruz, henüz böyle bir şebeke yok çünkü :)
Ne demiştim, bu iki yansıyla ilgili pek bir şey yazmayacağım :) Efendim, yazmadan da olmuyor :)

Kıymetli dostlar, meseleler sadece teknik değil ne yazık ki. Keşke öyle olsa, High Power High Tower ile DVB-T2 şebekesi kurardık, üzerine LTE'yi de bindirdik mi işte sana hem mobil TV, hem mobil sayısal radyo hem de ... Ama hayat böyle değil, gelin görün ki. Radyo için ayrı alıcılar almalısınız, radyo vericileri ayrı olmalı, hatta şebeke bile ayrı olacak. Öyle All-In-One dünyası olur mu hiç kıymetli dostlar, maazallah komünist miyiz, tövbe tövbe. Elbette üreticileri düşünmek zorundayız, bu işten kaç kişi ekmek yiyor biliyor muyuz? 

Şaka bir yana, tek şebeke ile hem radyo hem TV'yi birlikte halletmek olanaklı. Ancak bunun uygulanmayacağını, endüstrinin bu yaklaşımı Tu Kaka edeceğini tahmin etmek için kahin olmaya gerek yok :) Kusura bakma kıymetli Wenzel, ama hayat biz mühendislerin anlayacağından daha karmaşık ne yazık ki. Bu arada Wenzel diyorsun da adamı tanıyor musun diyorsanız, mutlulukla ifade edeyim ki, sektördeki bir çok önemli isimle birlikte, Kenneth Wenzel ile de tanışma olanağı buldum. Hem Estonya'nın başkenti Talin'de 2013'te Levira şirketinin etkinliğinde ikimiz de konuşmacıydık. Orada sohbet ettik. Hem de bu yıl basın olarak akredite edildiğim IBC etkinliğinde uzun bir konuşma yaptık. Keşke DVB-T2'yi de yayınlayan DVB, arka çıksa bu yaklaşıma. Ancak kıymetli Dr. Sibert, ki kendisi DVB ofisinin yöneticisidir, DVB-T2 Lite ile sayısal radyonun teknik olarak olanaklı olduğunu belirtmekle yetiniyor her sorduğumda. 
Bu bilgiyi endüstrinin önemli isimlerinin birinden öğrendim. Ardından ben de baktım ve kendim de gördüm. Bağlantısını bilerek koymuyorum bu yazıya. Biraz da sizler çalışın :) AB Müktesebatında var, broadcast için alıcıların standart olması gerekiyor şeklinde kısa bir ifade var. Bu ifade önemli ve bir yerde piyasayı belirliyor. Şunu da ekleyeyim, HD Radyo için hep söylenen, ama o bir şirketin ürünü, bir şirket ürünü ile yol mı çıkılır diyenlere itibar etmeyin. Böyle söyleyenlere cep telefonun markasını sorun, bir de bilgisayarının işletim sistemini. Muhtemelen telefon, elma, bilgisayardaki işletim sistemi ise pencere çıkacak. Bu ikisini de zaten ortak üretim çıkartmış :) Yani diyeceğim o ki HD Radyo'nun önündeki, bence en önemli, sorun bu standart haline gelmemiş olmak. Gelmek için yapılması gereken çok önemli işler de yok bir yerde. Dolby gibi onlar da gidip teknolojilerini standart hale getirebilirler ve Avrupa Birliği üyesi ve üyelik görüşmelerini sürdüren ülkelerde de kullanılabilir hale gelebilirler.
Bu arada yansıda şirketin adını yanlış yazmışım. Doğru ismi Ibiquity olacak...
Türkçe'de bir deyim vardır: Zurnanın zırt dediği yer. Bu yukarıdaki yansının ilk satırı bu zırt deme anını işaret ediyor. Kıymetli dostlar, sunumu yaptığım sabah Hollanda'dan bir şirketin teknik patronu ile konuşuyordum telefonda. Ona bahsettim bu FM istasyon sayısından, inanmadı. Olanaklı değil ki dedi 100'ün üzerinde istasyonu FM bandına sığdırmak. Zaten olmuyor dedim. Siz neden İstanbul'da FM radyo dinlenemediğini sanıyordunuz? 50 istasyonun bulunabileceği bir banda 100 tane sokarsanız durum bu olur. 

Burada işler biraz karışıyor. Sonuçta sunuma gelenler bu yansıda söylediklerimi hatırlayacaktır. Burada, o söylediklerimi aynen tekrarlamayacağım. Elbette kendime göre nedenlerim var bu tercihimde. Sonuçta can taşıyoruz ve gecekondu denilen yapılar, gecekondu mafyası ile birlikte anılır. Madem böyle bir benzetme kullandım, neden çekindiğimi de anlamışsınızdır. Oturumun konuşma dökümleri çıktıktan sonra kitaplaştırılırsa, meraklısı oradan okuyabilir söylediklerimi. Burada şu kadarını söylemekle yetineyim; gecekondu sorunu neyse, bugün FM bandının sorunu aynıdır. Gecekondu sorunu nasıl çözüldüyse, FM bandının sorunu da aynı şekilde çözülmek zorundadır ve NOKTA :)

Yorumlar

geçen ay en çok okunan 10 yazı

Göksu Restaurant

Özellikle öğlen saatlerinde Kızılay, Sakarya civarında düzgün yemek yiyeceğiniz bir yer arıyorsanız en doğru seçim Göksu Restaurant olacaktır. Meşhur Otlangaç'ın karşısına denk düşen mekan, hızlı ve özenli servisi, lezzetli ve fahiş olmayan fiyatları ile bölge insanlarının gönlünde çoktan taht kurmuş. Öğle saatlerindeki kalabalığa karşın hızlı ve özenli servisin sırrı yeterli sayıda personel çalıştırmak olsa gerek. Yemeklerinde etsiz çeşitlerinin az oluşu dışında kusuru yok denebilir. Akşam servisini hiç denemedim, ancak akşamları Sakarya'ya gidenlere fazla hitabetmeyebilir. Afiyet olsun. GÖKSU RESTAURANT Bayındır Sokak No: 22 / A Kızılay - ANKARA tel 312 431 47 27 - 431 22 19

Göksu Restaurant Nenehatun şubesi açıldı

ve beklenen gerçekleşti...Ankara'nın Sakarya caddesine açılan Bayındır sokakta yer alan Göksu, gönüllere taht kurdu. Gerek servisi, gerek yemeklerin lezzeti vazgeçilmezler arasına girdi. Mekanın Kızılay'ın göbeğindeki Sakarya caddesinde olması, kimilerini üzüyordu. Özellikle Kızılay'a hiç inmeyenler, kalabalığı sevmeyenler yukarılarda bir Göksu hayali kuruyordu. Uzun sürdü inşaat. Nenehatun caddesi ile Tahran caddesinin kesiştiği köşede yer alan binanın inşaatının neden bu kadar sürdüğünü pek anlamamıştım, düne kadar. Dışarıdan 4-5 kat görünen bina toplamda 10 katlıymış. Üstte 3 kat içkili restaurant (ki bu bölüm henüz açılmamış), girişte bekleme salonu ve bar-kütüphane, girişin altında işkembe ve kebapçı (ki bu bölüm hizmet vermeye başladı), işkembecinin altı tam kat mutfakmış, onun altında garaj-çamaşırhane ve en altta iki kat konferans salonu olarak düzenlenmiş öğrendiğime göre. İlk ziyaretime ait fotografları (binanın dıştan çekilmiş bir görüntüsü ve iştah açıcı) beğe...

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor. ...

Eski Maltepe pazarı eski yerinde yakında bizlerle...

Ankaralılar bilir, kot pantolondan araba teybine, ara musluğundan kuruyemişe ne ararsan bulabildiğin hem de uygun fiyata bulabildiğin bir pazar var(dı): Maltepe camisinin üst tarafından pazartesi dışında (o gün semt pazarı kurulurdu) her gün hizmet veren seyyar paravanlarla ayrılmış küçük dükkancıkların oluşturduğu bir pazardı. Bu pazarın bulunduğu araziye bir alışveriş merkezi yapıldı. Ankara'nın en ilginç mimarisine sahip olduğunu düşündüğüm Malltepe Park, eski pazar esnafının ahını almıştı. Sopalarla dövüle dövüle pazar yerinden atılan esnafın tutan ahı, Malltepe Park'ı iflas noktasına getirdi. Market, dükkanlar derken hayalet alış veriş merkezine dönüştü Malltepe Park. Sonunda alış veriş merkezi yönetimi eski (kendi deyimleriyle tarihi) maltepe pazarını Malltepe Park'ın içine taşımaya karar vermiş.  Bugünlerde hummalı bir çalışma sürüyor Malltepe Park'ta. Dükkanlar alçıpanla küçük dükkancıklara bölünüyor. Öğrendiğime göre şimdiden 70'ten fazla pazar esnafı taş...

Yaylapınar (Sinekçiler) Köyü Nazilli tatili

Yazılacaklar birikti, bu gidişler birikmeye devam edecek. Üst üste gelince seyahatler, okunanlar, teknik gelişmeler böyle oluyor. Yavaş düzgündür, düzgün ise hızlı deyip başlayayım bir yerinden.  Geçtiğimiz haftanın 6 gecesini, Aydın'ın Nazilli ilçesinin, eski adıyla Sinekçiler, Yaylapınar köyünde geçirdik. Ne ben, ne de eşim Nazilli'li. Oralarda yaşayan akrabamız da yok. Peki nasıl oldu da bir köyde kaldık 6 gece. Pınar Kaftancıoğlu sayesinde. Kendisini büyük şehirlerde, özellikle İstanbul'da, yaşayan çocuk sahipleri tanıyacaktır. Ayşe Arman'ın söyleşisinden sonra tanıyanlar ve alış veriş yapanların sayısında ciddi artış olmuş. Siz tanımayanlardansanız İpek Hanım'ın Çiftliği'nin web sayfasına bakmanızı ve yazının geri kalanını sonra okumanızı öneririm.  Kaftancıoğlu, bana kalırsa ülkemiz için uygulanabilir bir kalkınma modeli oluşturmuş. Ülkemiz, her ne kadar son dönemlerde ihmal edilmiş olsa bile, bir tarım ülkesi. Tarıma elverişli topraklara ...

İstanbul Modern İzzet Keribar sergisi

İstanbul Modern'de 2024 Kasım ayında açılan İzzet Keribar'ın fotoğraflarından oluşan seçkiyi ziyaret etmek istiyorsanız 25 Mayıs 2025'e kadar vaktimiz var.  Farklı dönemlerde ve mekânlarda çekilen birbirinden etkileyici kareleri incelerken Keribar'ın notlarını okumayı ihmal etmeyin. İyi fotoğrafın, belki de herşeyin "iyi"si için geçerli olan, özen ve sabır gerektirdiğinin kanıtı gibiydi sergi. İstanbul Modern'in terasında martı, Galata Kulesi ve şehri yıkayan yağmuru tek karede sabitlemeye çalıştığım fotoğraf için aynı özen ve sabrı gösterdim mi bilemiyorum.

23 Nisan depreminin ardından

1999 yılında yaşanılan büyük depremin üzerinden 26 sene geçmiş. O günden bu güne her sarsıntının ardından konuşanlar ve konuşulanlar neredeyse hiç değişmiyor. İstanbul'un depreme hazır olmadığı, kentsel dönüşümün olması gerektiği kadar hızlı ilerlemediği, toplanma alanlarının yetersizliği gibi bir çok eksiklikten bahsediliyor.  1999 Marmara depreminin üzerinden 26 yıl geçti. Aradan geçen yıllarda şehirler büyüdü, nüfus arttı, teknoloji ilerledi. Ancak her sarsıntının ardından dile getirilen endişeler neredeyse hiç değişmiyor. İstanbul’un olası büyük depreme hazırlıklı olup olmadığı, kentsel dönüşümün yeterince hızlı ilerleyip ilerlemediği ve toplanma alanlarının durumu hâlâ konuşulmaya devam ediyor. Dünkü Deprem ve Kitapçıda Yaşananlar Dünkü depremi kızımla birlikte bir AVM’deki kitapçıda yaşadık. Kahvelerimizi içiyor, etrafımızda 23 Nisan sevincini yaşayan çocukları izliyorduk. Ancak bir anda her şey değişti. Sarsıntı başladığında insanlar hızla dışarı çıkmaya çalıştı. Çocukl...

Hac / Paulo Coelho

Kurguyla Gerçek Arasında Bir Yolculuk Bugüne kadar hiç Paulo Coelho kitabı okumamıştım. Siz sormadan söyleyeyim: Evet, Simyacı hâlâ okunacaklar listemde. Ama ilk adımı, Hac ile attım. İlginçtir ki bu kitap, Simyacı ’nın da yazılmasına vesile olan gerçek bir hac yolculuğunu konu alıyor. Bu yolculuk, İspanya'da "El Camino de Santiago" yani Santiago Yolu olarak bilinen yüzlerce kilometrelik bir yürüyüş rotası boyunca geçiyor. Farklı yönlerden, farklı duraklardan başlayan ama aynı amaca çıkan bu rota, hem fiziksel hem de ruhsal bir yolculuk sunuyor. Kitabın arka kapağını okuduğumda aklıma Nermin Yıldırım ’ın Ev adlı romanı geldi. Orada da kahraman, Santiago yolunu farklı bir yönde yürüyordu. Coelho’nun Hac ’ı ile bu iki kitap arasında, hem benzerlik hem de yaklaşım farkı görmek mümkün. Kurgu mu, Anı mı? Kitabı okurken en çok düşündüren şeylerden biri şu oldu: Bu yaşananlar gerçekten oldu mu, yoksa metaforların içine mi gizlendiler? Roman, yer yer o kadar ...

Boğaz'da erguvanlar

İstanbul’un baharı, erguvanların açmasıyla başlar. Boğaz’ın yamaçlarında, morun en güzel tonlarıyla süzülen bu ağaçlar, kente özgün bir hava katar. Erguvanlar, sadece doğanın değil, şehrin ruhunun da bir parçasıdır. Peki nedir bu erguvan? Erguvan ( Cercis siliquastrum ), Akdeniz iklimine özgü, ilkbaharda mor-pembe çiçekler açan bir ağaçtır. Anadolu'da yüzyıllardır bilinen bu ağaç, hem mitolojik hem de kültürel anlamda derin semboller taşır. İstanbul Boğazı çevresinde doğal olarak yetişen ender türlerden biridir. Erguvanın İstanbul’daki Yeri Erguvan, Bizans’tan Osmanlı’ya kadar pek çok dönemde İstanbul’da zarafetin ve geçiciliğin simgesi olmuştur. Rivayetlere göre Bizanslılar erguvanı imparatorlukla özdeşleştirirken, Osmanlı’da "erguvan cemiyetleri" adı verilen bahar eğlenceleri düzenlenirmiş. Osmanlı döneminde saray mensupları, Boğaz kıyılarındaki yalılarından erguvanların açmasını izler, bu manzarayı şiirlerle ölümsüzleştirirdi. Erguvan Nerelerde Görülür? ...

İstanbul Ansiklopedisi: Sessiz Çatışmaların ve Görünmeyen Yansımaların Hikâyesi

Bu yazı, Netflix ’te Nisan 2025’te yayınlanan İstanbul Ansiklopedisi  dizisi hakkında olacak. Hem bir izleyici olarak düşüncelerimi paylaşmak hem de spoiler vermeden bir bakış sunmak istiyorum. Diziler hakkında yazdığım ilk blog yazısı olacak, bu yüzden heyecanlıyım. 📚 Genel Bilgiler Sekiz bölümlük mini dizi formatında sunulan yapımın senarist ve yönetmen koltuğunda Selman Nacar oturuyor. Başrollerde ise genç oyuncu Helin Kandemir  (Zehra) ve deneyimli isim Canan Ergüder (Nesrin) yer alıyor. Zehra, üniversite eğitimi için Amasya’dan İstanbul’a gelirken; Nesrin, Fransa’da kariyerine devam etmeye hazırlanan, Zehra’nın annesinin yıllardır görüşmediği eski bir arkadaşı. İkili arasındaki etkileşim dizinin en güçlü yanlarından biri. 💭 Dikkatimi Çekenler (Spoilersız): Kimlik arayışı teması  güçlü bir şekilde hissediliyor. Zehra’nın İstanbul’a gelmeden önceki hayatıyla, büyük şehirde yaşadığı değişim arasındaki gelgitler oldukça etkileyici yansıtılmış. Nesrin’in şehir ve ülk...