Ana içeriğe atla

Türkiye'de sayısal karasal radyo ve televizyon yayıncılığı 1 / 2


20 Kasım 2015'te, İstanbul Harbiye Askeri Müzesi Fevzi Çakmak salonunda yukarıdaki başlıkla yaptığım sunumu, İstanbul'a gelemeyen milyonlar için bir kez de elektronik ortamda yapayım dedim :) Malum, artık resmi olarak duyurmasam bile sektöre mesajlarımı açık şekilde ilettim 27 Aralık 2015'te neyin duyurulacağını. Bir yandan 27 Aralık 2015'teki açıklamaya ve sonrasına hazırlanırken, bir yandan da adımı duyurmaya gayret etmeye devam.

Bu sunum hazırlayıcı paket programların güzel bir yanı, sunumdaki yansıları resim dosyası olarak kaydedebilmeleri. Bu sayede, birazdan göreceğiniz her resim, aslında sunumun bir yansısıydı, yukarıdaki de ilk yansı :)


Sunumda anlattıklarıma geçmeden bir tarzdan bahsedeyim izninizle. Sunumda kullanılan renkten, seçilen şablona kadar epey bir ayrıntısı var bu işin. Ben görsel tasarımına ilişkin fazla bir şey bilmiyorum. Zaten bu cehaletim, yansılardan da belli. Ancak, özellikle 2011'den bu yana çok sayıda sunum izleyen birisi olarak, etkileyici sunum yapmaya dair kendimce çıkarımlara sahibim. Bana kalırsa, sunumda kullanılan yansının, elinizde tuttuğunuz hatırlatma kağıdı gibi olmalı. Sadece anahtar kelimeler yer almalı. Sonuçta sunum, siz yokken pek bir şey ifade etmemeli. Öteki türlüsü, makaleyi yansılara aktarmak anlamına geliyor. 

Bu, muhtemelen gereksiz, girişten sonra gelelim sunuma. Üç başlıktan oluşan bir sunum oldu. İlk iki başlıkta, aslında üçüncü başlık konusunda da epey söz söylemiştim. 20 dakikaya sığdırmak kolay olmadı ancak sanırım çok aşmadım süremi. 


Sayısal radyo diye adlandırılan "şey", buraya eklemediğim Çin standardı ve ABD'de yaygın uydu radyoyla birlikte altı farklı çözüm içeriyor kabaca. Uydu ve Çin bizim konumuz dışında. Ülkemizde uygulanma ihtimali olan dört yaklaşım var. DAB ve DRM grubu standartları ile DVB-T2 uluslararası standart enstitülerinde yayınlanmış yaklaşımlar. Bir başka ifadeyle "standart" alıcılar ile erişilebilen yayınlar yapılıyor bunlar kullanılarak. Burası biraz kritik öneme sahip, ileride yeniden döneceğim. HD Radyo ise kuzeyin soğuk ve gizemli, bir o kadar ülkemiz beyin gücünü cezbeden ülkesinden, bildiniz Kanada'dan bir şirketin geliştirdiği çözüm. Bu yazıyı ve sunumu hazırlarken henüz Ibiquity adlı bu şirket, standart enstitüsünde çözümünü beyan edip, "standart" alıcılar ile HD Radyo yayınlarının alınabilmesine yönelik bir adım atmış değildi. DVB-T2 dışındakiler radyo için özel geliştirilmişken DVB-T2, MultiPLP ile birlikte radyo yayınlarının da gönderilebildiği bir televizyon standardı aslında. Bir başka farklılığı DAB ve DRM'in arkasında iki dev lobi kuruluşu: WorldDAB ve WorldDRM, HD Radyo'nun arkasında Ibiquity adlı şirket varken DVB-T2 Lite yaklaşımının hamisi, Kenneth Wenzel adlı Kopenhag'da yaşayan bir meslektaş sadece. Bu da önemli, ileride değineceğim ayrıntısına...
Kıymetli okuyucular, yukarıda FM yayınlarını kapatmayı planlayan ve tarih duyurusunda bulunan iki ülke Norveç ve İsviçre'yi Avrupa'daki diğer ülkelerden ayıran en önemli fark nedir diye sorsam? Benim yanıtım zenginlik olur. Coğrafi küçüklük ikinci sırada gelir sanırım. Coğrafi küçüklük ile şebekenin kolay kurulması her zaman birlikte gerçekleşmiyor. Norveç, dağınık nüfusu ile, falezleri ve sahilleriyle, dağları ve uydu kapsamasının dışındaki konumu ile kendine has sorunlara sahip bir ülke. İsviçre denilince ise akla haliyle Alp dağları geliyor. Ancak, bu sunumda vurgulamak istediğim tüm bu şebeke zorluklarına karşın böylesi bir işe girişmiş olmalarının arkasında zenginlik geliyor elbette. Norveç ve İsviçre yurttaşları kaliteli müzik dinlemek için 50 - 100 € vermeye hazır. Siz bakmayın 20 € başlangıç fiyatlarına. DAB+'ın keyfini sürmek için 50 €'yu (TL'ye çevirince 150 TL) gözden çıkartmak şart. 
Bu yansı aslında herşeyi özetliyor kıymetli okuyucular. Bakın, 20 sene önce bu işe başlayan ve BBC'nin DAB multipleksi nüfusun neredeyse tamamına erişirken, FM yayınlarını kapatma konusunda bir tarih belirtmiyor halen. Aynı şekilde Almanya, Hollanda, Fransa (ki 2014'te ilk sayısal radyo denemelerine başlamış bir ülkedir kendisi), Avustralya.... kısacası 2 ülke dışında kalanlar, FM yayınlarına devam ediyorlar ve yakın gelecekte de devam edecekler. Bu ülkeler, önlerinde en az 10 yılı planlayan ülkeler. 10 yıl sonra yapacakları, bugünden belli. 10 yıl sonra bu ülkelerde FM yayınlarının devam edeceğini söyleyebilirim bugünden. 

Bu ve bir sonraki yansıya ilişkin fazla söyleyecek sözüm yok. DAB ve DRM, birbirinin rakibi gibi görünen oysa birbirini tamamlayıcı yaklaşımlar. Bir örnek vermek gerekirse, kent içi ulaşımı sadece metro ile yapacağım demek ne kadar anlamsız ise, sayısal radyoyu sadece DRM ya da sadece DAB ile oluşturacağım demek o derece anlamsız aslında. Kent için ulaşım için metro ve otobüs ile taksi birlikte kullanılır. Hangisi uygunsa o seçilir. Kent kalabalık ve nüfus yoğun ise DAB+ daha iyi bir kapsama sunarken, kent dağınık yerleşime sahip ise DRM+ daha uygun olabilir. Yani uzun lafın kısası eğer çoklu standart çipli sayısal radyo alıcıları kullanıyorsanız ülkenizde, sayısal radyo şebekesinde DAB+/DRM+/FM/AM/DRM30'u birlikte kullanabilirsiniz. Yeterki bu sayısal radyo alıcılarının tümünün çoklu standart destekleyen çiplerle üretildiğinden emin olun. Burada iş elbette RTÜK'e ve Sanayi Ticaret Bakanlığına, gümrüklere düşüyor. Yapılabilir mi? Kesinlikle. Kolay mı? Hem evet, hem hayır. Peki olursa ne olur? Süper olur, çünkü literatüre bir katkımız olur en azından :) Dünyada bir ilke imza atmış oluruz, henüz böyle bir şebeke yok çünkü :)
Ne demiştim, bu iki yansıyla ilgili pek bir şey yazmayacağım :) Efendim, yazmadan da olmuyor :)

Kıymetli dostlar, meseleler sadece teknik değil ne yazık ki. Keşke öyle olsa, High Power High Tower ile DVB-T2 şebekesi kurardık, üzerine LTE'yi de bindirdik mi işte sana hem mobil TV, hem mobil sayısal radyo hem de ... Ama hayat böyle değil, gelin görün ki. Radyo için ayrı alıcılar almalısınız, radyo vericileri ayrı olmalı, hatta şebeke bile ayrı olacak. Öyle All-In-One dünyası olur mu hiç kıymetli dostlar, maazallah komünist miyiz, tövbe tövbe. Elbette üreticileri düşünmek zorundayız, bu işten kaç kişi ekmek yiyor biliyor muyuz? 

Şaka bir yana, tek şebeke ile hem radyo hem TV'yi birlikte halletmek olanaklı. Ancak bunun uygulanmayacağını, endüstrinin bu yaklaşımı Tu Kaka edeceğini tahmin etmek için kahin olmaya gerek yok :) Kusura bakma kıymetli Wenzel, ama hayat biz mühendislerin anlayacağından daha karmaşık ne yazık ki. Bu arada Wenzel diyorsun da adamı tanıyor musun diyorsanız, mutlulukla ifade edeyim ki, sektördeki bir çok önemli isimle birlikte, Kenneth Wenzel ile de tanışma olanağı buldum. Hem Estonya'nın başkenti Talin'de 2013'te Levira şirketinin etkinliğinde ikimiz de konuşmacıydık. Orada sohbet ettik. Hem de bu yıl basın olarak akredite edildiğim IBC etkinliğinde uzun bir konuşma yaptık. Keşke DVB-T2'yi de yayınlayan DVB, arka çıksa bu yaklaşıma. Ancak kıymetli Dr. Sibert, ki kendisi DVB ofisinin yöneticisidir, DVB-T2 Lite ile sayısal radyonun teknik olarak olanaklı olduğunu belirtmekle yetiniyor her sorduğumda. 
Bu bilgiyi endüstrinin önemli isimlerinin birinden öğrendim. Ardından ben de baktım ve kendim de gördüm. Bağlantısını bilerek koymuyorum bu yazıya. Biraz da sizler çalışın :) AB Müktesebatında var, broadcast için alıcıların standart olması gerekiyor şeklinde kısa bir ifade var. Bu ifade önemli ve bir yerde piyasayı belirliyor. Şunu da ekleyeyim, HD Radyo için hep söylenen, ama o bir şirketin ürünü, bir şirket ürünü ile yol mı çıkılır diyenlere itibar etmeyin. Böyle söyleyenlere cep telefonun markasını sorun, bir de bilgisayarının işletim sistemini. Muhtemelen telefon, elma, bilgisayardaki işletim sistemi ise pencere çıkacak. Bu ikisini de zaten ortak üretim çıkartmış :) Yani diyeceğim o ki HD Radyo'nun önündeki, bence en önemli, sorun bu standart haline gelmemiş olmak. Gelmek için yapılması gereken çok önemli işler de yok bir yerde. Dolby gibi onlar da gidip teknolojilerini standart hale getirebilirler ve Avrupa Birliği üyesi ve üyelik görüşmelerini sürdüren ülkelerde de kullanılabilir hale gelebilirler.
Bu arada yansıda şirketin adını yanlış yazmışım. Doğru ismi Ibiquity olacak...
Türkçe'de bir deyim vardır: Zurnanın zırt dediği yer. Bu yukarıdaki yansının ilk satırı bu zırt deme anını işaret ediyor. Kıymetli dostlar, sunumu yaptığım sabah Hollanda'dan bir şirketin teknik patronu ile konuşuyordum telefonda. Ona bahsettim bu FM istasyon sayısından, inanmadı. Olanaklı değil ki dedi 100'ün üzerinde istasyonu FM bandına sığdırmak. Zaten olmuyor dedim. Siz neden İstanbul'da FM radyo dinlenemediğini sanıyordunuz? 50 istasyonun bulunabileceği bir banda 100 tane sokarsanız durum bu olur. 

Burada işler biraz karışıyor. Sonuçta sunuma gelenler bu yansıda söylediklerimi hatırlayacaktır. Burada, o söylediklerimi aynen tekrarlamayacağım. Elbette kendime göre nedenlerim var bu tercihimde. Sonuçta can taşıyoruz ve gecekondu denilen yapılar, gecekondu mafyası ile birlikte anılır. Madem böyle bir benzetme kullandım, neden çekindiğimi de anlamışsınızdır. Oturumun konuşma dökümleri çıktıktan sonra kitaplaştırılırsa, meraklısı oradan okuyabilir söylediklerimi. Burada şu kadarını söylemekle yetineyim; gecekondu sorunu neyse, bugün FM bandının sorunu aynıdır. Gecekondu sorunu nasıl çözüldüyse, FM bandının sorunu da aynı şekilde çözülmek zorundadır ve NOKTA :)

Yorumlar

geçen haftanın en çok okunan 10 yazısı

e-imza

Elektronik imza sempozyumu vardı geçtiğimiz hafta Ankara'da. Gazi Üniversitesi ile Telekomünikasyon Kurumu (TK) ortaklaşa düzenlemişler sempozyumu. Birbirinden ilginç deneyimler paylaşıldı iki gün boyunca. Görünen o ki e-imza ile ilgili temel sorun ne teknik, ne yasal. Sorun biraz yumurta tavuk sarmalı gibi. Yani uygulama olmadığı için e-imza almıyor kimse, e-imza yaygın olmadığı için uygulamalar yaygınlaşmıyor (özellikle bankacılık ve finans sektöründe). Bu sarmal nasıl kırılır? Bir başlangıç uygulaması bulmak gerekiyor. Sempozyumda dile getirilmeyen bir ilginç fırsat DVB-T ile birlikte satın alınması gerekecek Set Üstü Kutularla akıllı kartların okunabilecek olduğu gerçeği. Eğer doğru kutular ve konfigürasyon seçimi yapılırsa ve e-devlet uygulamalarının bir kısmı DVB-T platformuna taşınırsa beklenmedik bir hızla e-imzanın yaygınlaşması sağlanabilir. Bu konuda İtalya örneğinin iyi incelenmesi gerekiyor.

Göksu Restaurant Nenehatun şubesi açıldı

ve beklenen gerçekleşti...Ankara'nın Sakarya caddesine açılan Bayındır sokakta yer alan Göksu, gönüllere taht kurdu. Gerek servisi, gerek yemeklerin lezzeti vazgeçilmezler arasına girdi. Mekanın Kızılay'ın göbeğindeki Sakarya caddesinde olması, kimilerini üzüyordu. Özellikle Kızılay'a hiç inmeyenler, kalabalığı sevmeyenler yukarılarda bir Göksu hayali kuruyordu. Uzun sürdü inşaat. Nenehatun caddesi ile Tahran caddesinin kesiştiği köşede yer alan binanın inşaatının neden bu kadar sürdüğünü pek anlamamıştım, düne kadar. Dışarıdan 4-5 kat görünen bina toplamda 10 katlıymış. Üstte 3 kat içkili restaurant (ki bu bölüm henüz açılmamış), girişte bekleme salonu ve bar-kütüphane, girişin altında işkembe ve kebapçı (ki bu bölüm hizmet vermeye başladı), işkembecinin altı tam kat mutfakmış, onun altında garaj-çamaşırhane ve en altta iki kat konferans salonu olarak düzenlenmiş öğrendiğime göre. İlk ziyaretime ait fotografları (binanın dıştan çekilmiş bir görüntüsü ve iştah açıcı) beğe...

Ulus Heykelden Kaleye yürümek

Epey zaman önce bloga bir yazı yazmıştım . Heykelden kaleye yürüyüş boyunca görülmesi gereken yerlerden bahsetmiş ve ilk fırsatta bu güzergâhı fotograflayacağıma söz vermiştim. Kısmet bu sabahaymış.  Pazar sabahı saat 7.30'da Ulus Heykelde kimsecikler olmuyor. Hele bir de bayramın son günü olunca, Ulus güvercinlere kalıyor. Heykelin olduğu meydanda ne Mişmiş kalmış ne Evrensel kitabevi. Sanırım buradaki binalar yıkılacak. Dükkanlar boşaltılmış.  Dükkanların arasından yukarı doğru çıkan merdivenlerle kaleye doğru yolculuğumuza başlıyoruz.  Bu merdivenlerle ulaşacağımız yer, Seyran dolmuşlarının ilk hareket noktasından kalktıktan sonra geçtikleri cadde. Merdivenlerin sonunda, solunuzda kapalı otopark kalıyor. O tarafa doğru dönüp baktığınızda Ankara Valiliği'nin olduğu bölgeyi göreceksiniz. O bölgeyi ve Hacı Bayram Camii'sini başka bir geziye bıraktım. Yoksa yazı çok uzayacaktı. Merak etmeyin, bu kez fotograflarını çektim bile. Aslında Çankırı c...

Göksu Restaurant

Özellikle öğlen saatlerinde Kızılay, Sakarya civarında düzgün yemek yiyeceğiniz bir yer arıyorsanız en doğru seçim Göksu Restaurant olacaktır. Meşhur Otlangaç'ın karşısına denk düşen mekan, hızlı ve özenli servisi, lezzetli ve fahiş olmayan fiyatları ile bölge insanlarının gönlünde çoktan taht kurmuş. Öğle saatlerindeki kalabalığa karşın hızlı ve özenli servisin sırrı yeterli sayıda personel çalıştırmak olsa gerek. Yemeklerinde etsiz çeşitlerinin az oluşu dışında kusuru yok denebilir. Akşam servisini hiç denemedim, ancak akşamları Sakarya'ya gidenlere fazla hitabetmeyebilir. Afiyet olsun. GÖKSU RESTAURANT Bayındır Sokak No: 22 / A Kızılay - ANKARA tel 312 431 47 27 - 431 22 19

Yaylapınar (Sinekçiler) Köyü Nazilli tatili

Yazılacaklar birikti, bu gidişler birikmeye devam edecek. Üst üste gelince seyahatler, okunanlar, teknik gelişmeler böyle oluyor. Yavaş düzgündür, düzgün ise hızlı deyip başlayayım bir yerinden.  Geçtiğimiz haftanın 6 gecesini, Aydın'ın Nazilli ilçesinin, eski adıyla Sinekçiler, Yaylapınar köyünde geçirdik. Ne ben, ne de eşim Nazilli'li. Oralarda yaşayan akrabamız da yok. Peki nasıl oldu da bir köyde kaldık 6 gece. Pınar Kaftancıoğlu sayesinde. Kendisini büyük şehirlerde, özellikle İstanbul'da, yaşayan çocuk sahipleri tanıyacaktır. Ayşe Arman'ın söyleşisinden sonra tanıyanlar ve alış veriş yapanların sayısında ciddi artış olmuş. Siz tanımayanlardansanız İpek Hanım'ın Çiftliği'nin web sayfasına bakmanızı ve yazının geri kalanını sonra okumanızı öneririm.  Kaftancıoğlu, bana kalırsa ülkemiz için uygulanabilir bir kalkınma modeli oluşturmuş. Ülkemiz, her ne kadar son dönemlerde ihmal edilmiş olsa bile, bir tarım ülkesi. Tarıma elverişli topraklara ...

Sayısal karasal radyo üzerine uçuşan fikirler

Zaman zaman umutsuzluğa kapılıyorum. Araştır, oku, yaz, konuş, anlat...  Hepsi boş geliyor.  Okuyan yok, soran yok, dinleyen yok...  Sonra en azından " üzerime düşeni yaptım " diyebilmek adına devam etmem gerek diyorum. Kısa ve muhtemelen gereksiz girişin ardından buyurun : Konuyu takip edenlerin bildiği üzere Avrupa'nın kimi ülkelerinde 20 senedir süren bir "sayısal karasal radyo" macerası var. Teknik ayrıntısı çok olsa da işin özü kısa ve net: FM bandında büyük kentlerde bir sıkışıklık olduğu iddiası var. Aslında sonsuz bir kaynak olmayan frekansın "dolması" son derece doğal bir süreç.  88 - 108 MHz aralığında, birbirini rahatsız etmeyecek şekilde dizildiğinde 50-52 adet radyo istasyonu olabiliyor. Büyük kentlerde bu sayının aşılması durumda, ki bugün için İstanbul'da 100'ün üzerinde FM radyo istasyonu yayın yapmaya çalışıyor, işler karışıyor. Sayısal karasal radyo, temelde bu sorunu çözmeyi vaadediyor. Yayıncı için daha az ele...

Uyku İstasyonu / Nazlı Eray

Gerçekle düşün birbirine karıştığı; kahramanın Bursa'dan Paris'e, Sinop'tan Alanya'ya dolaştığı; geçmiş sorgulamaları, hayal kırıklıkları, hüzünler ve mutlulukların birbiriyle yarıştığı 160 sayfalık bir roman Uyku İstasyonu. Duraklarda, silik de olsa, Nazlı Eray'ın hayatına dair izler sezdim. Hangi izin hangi gerçekliğe işaret ettiğini edebiyat eleştirmenlerine bırakayım. İşin aslı, bulduğumu sandığım izlerin doğruluğundan da emin değilim. Ayrıca böylesi bir romanı okurken neden yazarın gerçek hayatıyla bağları düşünür insan sorusunu kendime not olarak ekleyeyim. Romanı tek oturuşta bitirdim. Elimden bırakmadan okumama neden olan şey sanırım büyülü atmosferdi. Bir sonraki sayfada ne olacağını tahmin bile edememenin gizeminin yanı sıra hikayenin gelişiminin neye işaret ettiğini çözmeye çalışmak da çok keyifliydi. Keyifli okumalar diliyorum. Sizler de görüşlerinizi paylaşmak isterseniz, yorum yazabilirsiniz. 

Yeni blog: Oyku7.blogspot.com

Oyku7.blogspot.com adresli blog sayfasında kısa öyküler yayınlamaya başladım. Aslında öykü serisi demek daha doğru olur belki.  Her hafta pazar günü saat 10'da yayınlanan ilk öykü ile başlayan ve hafta boyu her gün saat 10'da yayınlanan bölümleri ile süren, 7 günlük seriler.  Serilerin özelliği, birbirine yakın yerlerde ya da konseptlerde çektiğim fotoğraflara eşlik etmeleri.  Şimdiye kadar iki seri öykü yayınladım. Toplamda 14 öykü ediyor. Yarından itibaren yeni seri başlıyor, siz kıymetli okuyucularım için bir ön bilgi olsun, bu serinin adı Kadıköy. Bugün Kadıköy'ün çeşitli yerlerinde çektiğim 7 fotoğraf eşliğinde yedi kısa öykü yer alacak, yarından itibaren 7 gün boyunca, saat 10'da oyku7.blogspot.com adresli blog sayfasında. Öykülerdeki karakterler, anlattıkları, olay örgüsü vb. tamamen kurgu. Gerçek hayattaki kişi ve olaylarla bağlantısı tesadüften ibaret.  İlginizi çekerse aynı öyküler ve fotoğraflar oyku7.blogspot adresli Instagram hesabında da yayınlanıyor...

Durdu Usta Katmer Künefe / Ankara

fıstıkzade Seneler önce, Kumrular sokak üzerindeki küçük bir dükkânda yemiştim ilk katmerimi. Seksenli yılların ortaları olmalı. Aradan seneler geçti, katmerin ünü Gaziantep'i aşıp Ankara'ya ulaştı bir kez daha. Özellikle Emek ve Balgat'ta, bir çok mekân açıldı, katmer ve künefe üzerine.  Ülkemizin kimi yörelerinde, katmer, tava böreğine benzeyen, tuzlu bir yufka işiyken, Gaziantep'te, yağlı hamurdan açılan incecik yufkanın içine bol Antep fıstığı, şeker ve kaymaktan oluşan, tatlı bir yufka işi. Künefeyi anlatmaya gerek yok aslında, katmerden çok daha önceleri Ankara'da bir çok kebapçıda bulabildiğimiz, kadayıf ve peynirin lezzetli buluşması.  Durdu Usta , Ankara'da, eski adıyla Emek 8, yeni adıyla Bişkek caddesi üzerinde 181 numarada hizmet sunuyor. Mermer katmer tezgahı ve açık mutfağı ile lezzetleri, hazırlanırken izleyebiliyorsunuz. Geçenlerde mekânı ziyaret ettiğimizde fark ettim ki, menüyü oluşturan tatlıları ikiye ayırabilirsiniz: Kadayıf tabanlı...