Ana içeriğe atla

Küçükkuyu'nun büyük lezzeti: Sole Mare Cafe

Meksikalı balıkçının hikayesini biliyorsunuzdur  muhtemelen. Meksika’nın sakin bir balıkçı köyüne tatil için gelen genç "girişimci" sabahları o günün ihtiyacı kadar balık tutup, geri kalan zamanını ailesiyle keyfince geçiren bir adam farketmiş. Bir sabah yolunu kesmiş:
Kaç gündür seni izliyorum. Sabahları birkaç balık avlayıp sonrasında keyif yapıyorsun ailenle. Oysa avlayabileceğin daha tonlarca balık var. Seninle bir şirket kuralım, gemiler alalım”. 
Balıkçı, “sonra” demiş. 
Sonra o gemilerden oluşan bir filo kurarsın. Sonra şirketini borsaya açarız ve sen de keyfin için balık tutup, günün geri kalan zamanında ailenle birlikte olursun.”  diye devam etmiş girişimci. 
Balıkçı, “ben zaten hergün bu son söylediğini yapıyorum” demiş ve gitmiş.

Elbette eğitimden sağlığa bir çok hizmetin paralı hale geldiği günümüz dünyasında, Meksikalı balıkçı gibi geleceğimizden endişe etmeden yaşama şansımız yok belki. Gene de paranın amaç mı araç mı olduğu kimilerince karıştırılıyor sanki. 

Geçtiğimiz yazın en “tatlı” keşfiydi SoleMare Cafe. “Ege’nin başladığı yer” olan Küçükkuyu’nun lezzetini tanıtan bir yazı da yayınlamıştım blogda. Yazımı takip edip SoleMare Cafe’ye giden dostlarım da mekanı ve lezzetleri çok beğendi. Geçtiğimiz yıl karar verip bir türlü fırsat bulamadığımız söyleşiyi ise, yeni sezon öncesi yapalım istedim. 

Karşınızda İstanbul kaçkını Bulgaristan göçmeni iki bilgi teknolojileri profesyonelinin macerası: SoleMare Cafe’nin sahipleri... 



Ege’de sahil kasabasına yerleşip bir kafe açmak” her beyaz yakalının hayalidir sanırım. Bu hayalini genç yaşlarında gerçekleştireni ise görmemiştim geçtiğimiz seneye kadar. Sizleri, birçoklarının hayal aşamasında bıraktığı yaşamı gerçekleştirmiş olmanızdan ötürü tebrik ederek başlayayım e-söyleşiye. 
  • Kısaca kendinizi ve SoleMare Cafe’yi tanıtarak başlamanızı istesem. İstanbul’u terk etme fikri nasıl oluştu, Küçükkuyu nereden geldi aklınıza. Kafedeki lezzetlerin sırrı nedir?

[SoleMare] Öncellikle göstermiş olduğunuz ilgi ve güvene teşekkür etmek isterim. 

Sizin de belirtmiş olduğunuz gibi İstanbul kaçkını, iki çocuklu bir çiftiz. Büyük şehirde karmaşada boğulmuş ve bazı şeylerin yanlış olduğunu görmeye başlamıştık. İnsanca yaşamak için bunun doğru olmadığını düşündüren sebeplerimiz arttıkça İstanbul’dan kaçış planları oluşmaya başladı. Hayat sadece para kazanmak ve bunun için deli gibi çalışmak, okul taksiti ve kredi ödemekten ibaret olmadığını ailemize, kendimize kaliteli ve daha çok vakit ayırmak olduğunu geç olmadan fark edip, henüz emekli olmadan birçok şeyi kaçırmadan bu yola çıkmanın zamanı geldiğini sık sık kendi aramızda konuşur olduk. Daha az kazanarak daha mutlu bir yaşamımız olacağını da özümsemiştik. Çocuklarımızı sağlıklı ve doğa ile iç içe olduğu bir ortamda büyütme düşüncesi de ağır basınca çok kısa sürede kararımızı kesinleştirdik. İlk senemiz deneme olsun dedik ve arabaya sığdırabildiğimiz kadar eşya yükleyip Küçükkuyu’nun minik bir köyünde soluğu aldık. Yazları gelmek için daha önce orada keşif seyahatleri yapmıştık ve o seyahatler sırasında Kazdağları’nın doğallığı ruhumuza işlemişti. O ilk deneme senemizi minik bir taş ev kiralamıştık, İstanbul’daki evimizin konforundan hayli uzak ancak o bir yıl içinde stresten uzak keyifli ve yaşam sevincimizin katlandığını görünce daha ilk aylarında aslında deneme yılımızın sonucuna karar vermiştik. 

SoleMare’ye gelirsek, ilk olarak isminden bahsetmek gerekir. SoleMare İtalyanca’da Güneş ve Deniz anlamına geliyor. Bunlar çocuklarımızın ismi. ‘Neden İtalyanca derseniz’ yabancı bir isim takmayı düşünmememize rağmen SoleMare kulağa çok hoş geliyor. Tabi bir de İtalyan tatlılarının dünya mutfağında önemli bir yere sahip olması da bu ismi seçmemize neden oldu. İstanbul’da yaşayan insanların birçoğu küçük bir sahil kasabasına kaçıp küçük bir kafe açma hayali kuruyor. Biz de aynı hayalin peşindeydik. Gitme fikri ve olgunlaştırma süreci orada başladı. Eşimle birlikte hem yeni birşeyler öğrenmek hem de birlikte aktivite olması için pasta kursuna katıldık. Özellikle eşimin elinden yemek ve tatlı kitapları düşürmediği, işletmecilik dahi bir çok konuda araştırmasını yapmış ve İstanbul’daki komşularımız yaptığı lezzetlerin keyfini çıkarırken, biz de tepkilerini ölçme şansını yakaladık. Özellikle belirtmek isterim ki tüm bu lezzetlerin oluşmasında, SoleMare’nin iç tasarımından, logonun dizaynına kadar ki tüm aşamalar eşimin hayalinin yansımasıdır. 

Bu noktada teşekkür edemeden geçemeyeceğim bazı isimler var, düşlediğimiz logonun tasarımında desteğini esirgemeyen Ülkü arkadaşımıza, SoleMare’nin dizaynı sırasında babalarımızın harcadığı emeğe ve özene çok teşekkür ederiz. 
  
SoleMare ile birlikte bir çok güzel insanla tanışma fırsatı bulduk. Bunun yanında İstanbul’u terk etmenin ne kadar doğru karar olduğunu bir kez daha anlamış olduk. Meğerse ülkemiz genelinde bizim gibi büyükşehirleri terk edip doğa ile iç için yaşamayı, kendi emeği ile birşeyler üretenler de ne kadar çokmuş. 
Tiramisu
Lezzetlerin sırrı yaşam felsefemizin ürünlere yansıması diye özetleyebilirim. Doğal, sevgi dolu olmak. Ama en önemlisi “aşk”. Ürünlerimizde katkı maddesi yok, hazır şuruplar (mısır, glukoz vs) yok, kremalarımız krem şanti değil. SoleMare’deki her ürün mevsimin ve yörenin bize sunduğu taze meyveler ve diğer malzemeler ile hazırlanıyor. 
  • Kaç çeşit tatlı yapıyorsunuz? Kafenin en çok tutulan tatlısı hangisi? Bir de Bulgaristan günlerinden tatlılar da var galiba.

[SoleMare] Sabit bir menümüz yok. Atölye çalışması şeklinde dünyada ün salmış birçok tatlı için araştırma ve denemeler yapıyoruz. Bazen kendi yorumuzu da katarak ortaya çıkan tatlılarımız oluyor. Bu bakış açımız bir çok dostumuz tarafından “sürprizlerle dolu bir kafe” şeklinde yorumlanıyor. 


En çok tutan tatlımız konusunda kararsızım. Dönemsel olarak değiştiğini söyleyebilirim. Bir çok tatlımız için harika yorumlar alıyoruz ve elbete bu bizi daha iyisini yapabilme motivasyonumuzu artırıyor. 

GARASH
Örneğin GARASH pastamız, yapımında ceviz, bitter çikolata ve yumurta kullanılan ve hiç un içermeyen pastamız çok beğeni kazandı. Glutensiz olma özelliği nedeniyle özellikle glutene duyarlı kişiler tarafından çok takdir kazandı. Bir çok ürünün gluten içermesinden dolayı tatlı yiyemediklerini ve yılların tatlı yeme özlemlerini gidermiş olmamızdan dolayı büyük sevinç yaşadılar ve bu sevinç bizi de mutlu etti.

Özellikle kış döneminde deneysel çalışmalarımız daha fazla hız kazandı, OPERA dediğimiz bir pastamızın revaçta olduğu bir dönem vardı, zaman zaman CHEESECAKE, TIRAMISU veya SACHER ön planda olabiliyor.

Dünyanın ünlenmiş bir çok tatlısını denedik. Özellikle yatkınlığımızdan dolayı Bulgar ve Rus ekolünde yer alan tatlılar üzerinde çalıştık. Dostlarımız farklı olduğundan denemek istediler ve beğeni kazanınca devam ettik. GARASH, OREHOVA, OPERA, MEDENKA, FUNIYKA bunlardan bazısı. 

  • Özel günler için sipariş de alıyorsunuz sanırım. Müşteriler sadece Küçükkuyu ile sınırlı olmasa gerek. Körfezin diğer merkezlerinden de gelenler var mı?


[SoleMare] Evet, özel günler için çoğunlukla minikleri neşelendirmek için tasarım pastalarda sunmaktayız. 




Reklam ve tanıtım konusunda özel bir çabamız olmadı, hatta hazırladığımız broşürleri bile sadece gelen dostlarımıza verdik. Kulaktan kulağı varlığımız duyuldu Akçay, Altınoluk, Edremit ve Assos’tan özel olarak bizi ziyarete gelen misafirlerimiz oluyor. Büyükşehirlerden yaz dönemi geçirmek için gelenlerin bir çoğunun uğrak mekanı oldu. 


  • Sağlıklı beslenme ve özellikle “organik gıda” her yerde karşımıza çıkıyor. Organik gıda sertifikasına sahip olmasa bile geleneksel tarım ürünlerine ulaşmak, Küçükkuyu’da daha kolay olduğunu düşünüyorum. 


[SoleMare] Doğallık konusuna özellikle dikkat ediyoruz. Örneğin meyveleri bu yörede mevsiminde alıyoruz, zaman içersinde doğal tarım yapan insanları tanıma şansımız oldu. Onların ürünlerini kullanmayı tercih ediyoruz. Ancak bu noktada bazı yasal engellere takılıyoruz, örneği süt ürünlerinde sadece UHT süt kullanma konusunda Sağlık Bakanlığı’nın zorlaması olabiliyor. Buna rağmen hazır toz karışımlar hazır kekler vs kulanmıyoruz, süt reçelimizi köy sütünden yapıyoruz, pandispanyalarımızı özenle yumurtaları ayrı ayrı çırparak yapıyoruz, arasına ayrı iç kreması hazırlıyor, etrafını sıvamak için gerçek çikolatalı ganaj hazırlıyoruz.

Keçi sütü ile yaptığımız dondurmanın da beğeni topladığını söyleyebilirim

  • Eklemek istedikleriniz...


[SoleMare] SoleMare bir işletme olarak değilde dostların buluştuğu bir mekan olarak düşünebilirsiniz, sohbetlerin paylaşımların olduğu minik bir mekan, yolu düşen herkesi bekleriz

Bu keyifli söyleşi için çok teşekkür ederim. Son olarak geçen yıl yayınladığım yazıdaki yol tarifini ekleyeyim:

İlk olarak Edremit - Altınoluk - Assos yönünde ilerliyorsanız:

Küçükkuyu merkezini (trafik lambalarını) geçtikten sonra yolun sağında Ziraat Bankası Küçükkuyu şubesini göreceksiniz. Bence arabanızı oraya park edin. Yolun iki yanını dikkatlice kontrol edip karşıya geçin. PTT'nin olduğu sokaktan (Mehmet Dede Efendi caddesi) denize doğru ilerlemeye başlayın. Sakin ve sessiz bu sokakta sağ tarafınızda kalacak Sole Mare Cafe. Arabanızla gitmek için sol şeride geçip U dönüşü yaptıktan sonra aşağıdaki tarife göre ilerleyin...

Assos - Küçükkuyu - Altınoluk yönünde ilerliyorsanız:
Assos'ta gelmek zorunda değilsiniz elbette. Ayvacık veya Çanakkale'den de geliyor olabilirsiniz :) Kısaca deniz sağınızda kalıyorsa, sağınızda göreceğiniz PTT tabelası, Mehmet Dede Efendi caddesinin girişini işaretliyor. Her ne kadar adı cadde olsa da öyle geniş bir yer beklemeyin. Sonrasında tarif aynı: Denize doğru ilerle sağında kalacak.

Küçükkuyu sahilinde yürüyorsanız:
Çay bahçelerinin önünde ilerlerken Sahil Güvenlik'i göreceksiniz. Göremediyseniz birisine sorun. Sahil Güvenlik'in karşısında Telve kafe var. Onu da göremediyseniz sahilin her yerinden görebileceğiniz minaresiyle cami var. Artık minareyi ve camiyi bulduğunuza göre tek yapmanız gereken cami ile Deniz Kızı motel arasındaki dar geçitten ilerleyip sahilin paralelindeki caddeyi geçip Mehmet Dede Efendi caddesine girmek. Bu kez kısa bir yürüyüşün ardından sol tarafınızda kalacak Sole Mare Cafe. 

Yorumlar

geçen ay en çok okunan 10 yazı

Göksu Restaurant

Özellikle öğlen saatlerinde Kızılay, Sakarya civarında düzgün yemek yiyeceğiniz bir yer arıyorsanız en doğru seçim Göksu Restaurant olacaktır. Meşhur Otlangaç'ın karşısına denk düşen mekan, hızlı ve özenli servisi, lezzetli ve fahiş olmayan fiyatları ile bölge insanlarının gönlünde çoktan taht kurmuş. Öğle saatlerindeki kalabalığa karşın hızlı ve özenli servisin sırrı yeterli sayıda personel çalıştırmak olsa gerek. Yemeklerinde etsiz çeşitlerinin az oluşu dışında kusuru yok denebilir. Akşam servisini hiç denemedim, ancak akşamları Sakarya'ya gidenlere fazla hitabetmeyebilir. Afiyet olsun. GÖKSU RESTAURANT Bayındır Sokak No: 22 / A Kızılay - ANKARA tel 312 431 47 27 - 431 22 19

Göksu Restaurant Nenehatun şubesi açıldı

ve beklenen gerçekleşti...Ankara'nın Sakarya caddesine açılan Bayındır sokakta yer alan Göksu, gönüllere taht kurdu. Gerek servisi, gerek yemeklerin lezzeti vazgeçilmezler arasına girdi. Mekanın Kızılay'ın göbeğindeki Sakarya caddesinde olması, kimilerini üzüyordu. Özellikle Kızılay'a hiç inmeyenler, kalabalığı sevmeyenler yukarılarda bir Göksu hayali kuruyordu. Uzun sürdü inşaat. Nenehatun caddesi ile Tahran caddesinin kesiştiği köşede yer alan binanın inşaatının neden bu kadar sürdüğünü pek anlamamıştım, düne kadar. Dışarıdan 4-5 kat görünen bina toplamda 10 katlıymış. Üstte 3 kat içkili restaurant (ki bu bölüm henüz açılmamış), girişte bekleme salonu ve bar-kütüphane, girişin altında işkembe ve kebapçı (ki bu bölüm hizmet vermeye başladı), işkembecinin altı tam kat mutfakmış, onun altında garaj-çamaşırhane ve en altta iki kat konferans salonu olarak düzenlenmiş öğrendiğime göre. İlk ziyaretime ait fotografları (binanın dıştan çekilmiş bir görüntüsü ve iştah açıcı) beğe...

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor. ...

Eski Maltepe pazarı eski yerinde yakında bizlerle...

Ankaralılar bilir, kot pantolondan araba teybine, ara musluğundan kuruyemişe ne ararsan bulabildiğin hem de uygun fiyata bulabildiğin bir pazar var(dı): Maltepe camisinin üst tarafından pazartesi dışında (o gün semt pazarı kurulurdu) her gün hizmet veren seyyar paravanlarla ayrılmış küçük dükkancıkların oluşturduğu bir pazardı. Bu pazarın bulunduğu araziye bir alışveriş merkezi yapıldı. Ankara'nın en ilginç mimarisine sahip olduğunu düşündüğüm Malltepe Park, eski pazar esnafının ahını almıştı. Sopalarla dövüle dövüle pazar yerinden atılan esnafın tutan ahı, Malltepe Park'ı iflas noktasına getirdi. Market, dükkanlar derken hayalet alış veriş merkezine dönüştü Malltepe Park. Sonunda alış veriş merkezi yönetimi eski (kendi deyimleriyle tarihi) maltepe pazarını Malltepe Park'ın içine taşımaya karar vermiş.  Bugünlerde hummalı bir çalışma sürüyor Malltepe Park'ta. Dükkanlar alçıpanla küçük dükkancıklara bölünüyor. Öğrendiğime göre şimdiden 70'ten fazla pazar esnafı taş...

Yaylapınar (Sinekçiler) Köyü Nazilli tatili

Yazılacaklar birikti, bu gidişler birikmeye devam edecek. Üst üste gelince seyahatler, okunanlar, teknik gelişmeler böyle oluyor. Yavaş düzgündür, düzgün ise hızlı deyip başlayayım bir yerinden.  Geçtiğimiz haftanın 6 gecesini, Aydın'ın Nazilli ilçesinin, eski adıyla Sinekçiler, Yaylapınar köyünde geçirdik. Ne ben, ne de eşim Nazilli'li. Oralarda yaşayan akrabamız da yok. Peki nasıl oldu da bir köyde kaldık 6 gece. Pınar Kaftancıoğlu sayesinde. Kendisini büyük şehirlerde, özellikle İstanbul'da, yaşayan çocuk sahipleri tanıyacaktır. Ayşe Arman'ın söyleşisinden sonra tanıyanlar ve alış veriş yapanların sayısında ciddi artış olmuş. Siz tanımayanlardansanız İpek Hanım'ın Çiftliği'nin web sayfasına bakmanızı ve yazının geri kalanını sonra okumanızı öneririm.  Kaftancıoğlu, bana kalırsa ülkemiz için uygulanabilir bir kalkınma modeli oluşturmuş. Ülkemiz, her ne kadar son dönemlerde ihmal edilmiş olsa bile, bir tarım ülkesi. Tarıma elverişli topraklara ...

İstanbul Modern İzzet Keribar sergisi

İstanbul Modern'de 2024 Kasım ayında açılan İzzet Keribar'ın fotoğraflarından oluşan seçkiyi ziyaret etmek istiyorsanız 25 Mayıs 2025'e kadar vaktimiz var.  Farklı dönemlerde ve mekânlarda çekilen birbirinden etkileyici kareleri incelerken Keribar'ın notlarını okumayı ihmal etmeyin. İyi fotoğrafın, belki de herşeyin "iyi"si için geçerli olan, özen ve sabır gerektirdiğinin kanıtı gibiydi sergi. İstanbul Modern'in terasında martı, Galata Kulesi ve şehri yıkayan yağmuru tek karede sabitlemeye çalıştığım fotoğraf için aynı özen ve sabrı gösterdim mi bilemiyorum.

23 Nisan depreminin ardından

1999 yılında yaşanılan büyük depremin üzerinden 26 sene geçmiş. O günden bu güne her sarsıntının ardından konuşanlar ve konuşulanlar neredeyse hiç değişmiyor. İstanbul'un depreme hazır olmadığı, kentsel dönüşümün olması gerektiği kadar hızlı ilerlemediği, toplanma alanlarının yetersizliği gibi bir çok eksiklikten bahsediliyor.  1999 Marmara depreminin üzerinden 26 yıl geçti. Aradan geçen yıllarda şehirler büyüdü, nüfus arttı, teknoloji ilerledi. Ancak her sarsıntının ardından dile getirilen endişeler neredeyse hiç değişmiyor. İstanbul’un olası büyük depreme hazırlıklı olup olmadığı, kentsel dönüşümün yeterince hızlı ilerleyip ilerlemediği ve toplanma alanlarının durumu hâlâ konuşulmaya devam ediyor. Dünkü Deprem ve Kitapçıda Yaşananlar Dünkü depremi kızımla birlikte bir AVM’deki kitapçıda yaşadık. Kahvelerimizi içiyor, etrafımızda 23 Nisan sevincini yaşayan çocukları izliyorduk. Ancak bir anda her şey değişti. Sarsıntı başladığında insanlar hızla dışarı çıkmaya çalıştı. Çocukl...

Hac / Paulo Coelho

Kurguyla Gerçek Arasında Bir Yolculuk Bugüne kadar hiç Paulo Coelho kitabı okumamıştım. Siz sormadan söyleyeyim: Evet, Simyacı hâlâ okunacaklar listemde. Ama ilk adımı, Hac ile attım. İlginçtir ki bu kitap, Simyacı ’nın da yazılmasına vesile olan gerçek bir hac yolculuğunu konu alıyor. Bu yolculuk, İspanya'da "El Camino de Santiago" yani Santiago Yolu olarak bilinen yüzlerce kilometrelik bir yürüyüş rotası boyunca geçiyor. Farklı yönlerden, farklı duraklardan başlayan ama aynı amaca çıkan bu rota, hem fiziksel hem de ruhsal bir yolculuk sunuyor. Kitabın arka kapağını okuduğumda aklıma Nermin Yıldırım ’ın Ev adlı romanı geldi. Orada da kahraman, Santiago yolunu farklı bir yönde yürüyordu. Coelho’nun Hac ’ı ile bu iki kitap arasında, hem benzerlik hem de yaklaşım farkı görmek mümkün. Kurgu mu, Anı mı? Kitabı okurken en çok düşündüren şeylerden biri şu oldu: Bu yaşananlar gerçekten oldu mu, yoksa metaforların içine mi gizlendiler? Roman, yer yer o kadar ...

Boğaz'da erguvanlar

İstanbul’un baharı, erguvanların açmasıyla başlar. Boğaz’ın yamaçlarında, morun en güzel tonlarıyla süzülen bu ağaçlar, kente özgün bir hava katar. Erguvanlar, sadece doğanın değil, şehrin ruhunun da bir parçasıdır. Peki nedir bu erguvan? Erguvan ( Cercis siliquastrum ), Akdeniz iklimine özgü, ilkbaharda mor-pembe çiçekler açan bir ağaçtır. Anadolu'da yüzyıllardır bilinen bu ağaç, hem mitolojik hem de kültürel anlamda derin semboller taşır. İstanbul Boğazı çevresinde doğal olarak yetişen ender türlerden biridir. Erguvanın İstanbul’daki Yeri Erguvan, Bizans’tan Osmanlı’ya kadar pek çok dönemde İstanbul’da zarafetin ve geçiciliğin simgesi olmuştur. Rivayetlere göre Bizanslılar erguvanı imparatorlukla özdeşleştirirken, Osmanlı’da "erguvan cemiyetleri" adı verilen bahar eğlenceleri düzenlenirmiş. Osmanlı döneminde saray mensupları, Boğaz kıyılarındaki yalılarından erguvanların açmasını izler, bu manzarayı şiirlerle ölümsüzleştirirdi. Erguvan Nerelerde Görülür? ...

İstanbul Ansiklopedisi: Sessiz Çatışmaların ve Görünmeyen Yansımaların Hikâyesi

Bu yazı, Netflix ’te Nisan 2025’te yayınlanan İstanbul Ansiklopedisi  dizisi hakkında olacak. Hem bir izleyici olarak düşüncelerimi paylaşmak hem de spoiler vermeden bir bakış sunmak istiyorum. Diziler hakkında yazdığım ilk blog yazısı olacak, bu yüzden heyecanlıyım. 📚 Genel Bilgiler Sekiz bölümlük mini dizi formatında sunulan yapımın senarist ve yönetmen koltuğunda Selman Nacar oturuyor. Başrollerde ise genç oyuncu Helin Kandemir  (Zehra) ve deneyimli isim Canan Ergüder (Nesrin) yer alıyor. Zehra, üniversite eğitimi için Amasya’dan İstanbul’a gelirken; Nesrin, Fransa’da kariyerine devam etmeye hazırlanan, Zehra’nın annesinin yıllardır görüşmediği eski bir arkadaşı. İkili arasındaki etkileşim dizinin en güçlü yanlarından biri. 💭 Dikkatimi Çekenler (Spoilersız): Kimlik arayışı teması  güçlü bir şekilde hissediliyor. Zehra’nın İstanbul’a gelmeden önceki hayatıyla, büyük şehirde yaşadığı değişim arasındaki gelgitler oldukça etkileyici yansıtılmış. Nesrin’in şehir ve ülk...