Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Digital TV Central & Eastern Europe programı - 3

İleride bu yazıları okurken, ülkede yaşananları da düşününce, kendime çok kızacağım.  Ankara'da cenazesi kaldırılan ben de olabilirdim, biliyorum. 40 yıllık hayatımda bu kadar çaresiz hissettiğimi hatırlamıyorum. 1980'de henüz 6 yaşındaydım. Hiç unutmam, evimizin karşısındaki liseye doğru sipere yatmış askerleri görüp anne savaş çıkmış demiştim. O günleri bir kez daha yaşamak istemiyorum. O yüzden iktidar sahiplerine, ki hükümeti kastetmiyorum sadece tüm iktidar sahiplerine seslenerek, sağduyu çağrımı yineliyorum. Kimsenin okumadığını, okusa da kimsenin önemsemediğini bilsem bile ileride kendimi avutabilmek adına, 10 yıl sonraki Özgür bugünküne, o zamanlar ne yapıyordun dediğinde verebilecek yanıtım olsun diye! Lütfen sağduyu. Bu ülkeyi seven herkese, ne olur, lütfen, başka ölümler, yitimler olmasın! Askerle, polisle, halkı Halkla halkı Karşı karşıya getirmeyin! Bu kendimi teselli girişinin ardından buyurun etkinliğin ikinci gününün değerlendirmesi

Digital TV Central & Eastern Europe programı - 2

Digital TV Central & Eastern Europe programını değerlendirdiğim yazı dizisinin ikincisinde, öncelikle yeni fark ettiğim ve fark edince de üzüldüğüm bir gerçeği paylaşayım. Informa şirketininin sayısal televizyon teknolojileri konusunda düzenleyegeldiği etkinliklerden IP & TV World Forum serisinin doğu Avrupa - Avrasya ayağı son üç yıldır İstanbul'da yapılıyordu. 2010 ve 2011'de IP & TV World Forum adıyla düzenlenen etkinlik geçen yıl TV Connect olarak gerçekleştirilmişti. Etkinliğin tarihçesine bakarsanız, bu ayağın Prag, Budapeşte gibi orta Avrupa kentlerinde de düzenlendiğini görebilirsiniz. IPTV Derneği'nin büyük çabaları ve katkılarıyla İstanbul'a getirilen bu önemli etkinlik 2013'te ne yazık ki Krakow'da. İşin doğrusu Digital TV Central & Eastern Europe'un davet mektubunu açtığımda bunun TV Connect'in yeni ismi olduğunu fark etmemiştim. Hatta etkinliğe katılma kararı alıp başvurumu Informa'ya gönderdiğimde bile İstanbul'da

Balıkçı Erkanın Yeri, Yeşildere - İsabeyli - Aydın

Sayfamda, Ankara dışında mekan etiketli yazı sayısı yok denecek kadar azdır. Çocuklar büyüdükçe gezen, gezdikçe yiyen, yedikçe yazan bendeniz, bu durumu değiştirmeye karar verdim. İşte değişikliğin ilk işaretlerinden birisi: Balıkçı Erkanın Yeri. Adı üzerinde mekanımızın sahibi Erkan Bey. Mekanın özel yemeği ise balık. Peki, neredenbu mekan diye soru yağmuruna tutanlar için: İsabeyli'de. İsabeyli Nazilli'nin komşusu şirin bir yer. Nazilli'den küçük, sırtını dağlara yaslamış önünde ova. Erkanın Yeri, İsabeyli'den dağlara doğru giderken bir derenin kıyısında. Kır lokantası, mangal, kendin pişir kendin ye mekanı gibi. Ama mangalla uğraşmam, hem zaten uğraşmak istesem pikniğe giderdim diyenlerdenseniz başkası pişirsin beraber yiyeyim de mümkün. Beraber derken, pişirene de ikram etmeyi unutmayın. Erkanın Yeri'nde balık, kırmızı ve beyaz et ile mezeler mevcut. Ayran, diğer milli içkimiz (bekletilmiş üzün suyunun damıtılmasıyla yapılan) ile bekletilmiş üzüm suyund

2004'ten bu yana yaşanan en büyük değişiklik

Ne yapayım ben de okunmak için böyle abuk sabuk başlıklar koyan internet sitelerine özendim. Bu flaş gelişmenin üzerine internet haber sitelerine yansımayan başlıklardan bir seçmeyi aşağıya kopyaladım: Flaş haber: sadeceozgur, anonim olarak sürdürdüğü blog yazarlığına son verdi!  Sadeceozgur, gerçek kimliğini açıkladı! Meğer adı da Özgür'müş! Sadeceozgur'un Ankara'da yaşadığı ortaya çıktı! Sadeceozgur'un LinkedIn hesabında değişiklikler yaparak, halen çalışmakta olduğu şirketi gizlediği söyleniyor. LinkedIn'deki bilgilere göre sadeceozgur, 2004 yılından beri blogger olarak yaşıyor. Konunun uzmanları, Türkiye'de sadece blog yazarak bu kadar uzun süre hayatı idame ettirecek gelir elde etmenin mümkün görünmediğine dikkat çektiler. İsmini vermek istemeyen bir yetkiliye göre sadeceozgur, her sabah işine giden akşamları evine kapanan Dostoyevski'nin Yeraltından Notlar romanının kahramanını andıran birisi. 

Tunalı Hilmi caddesinde farklı bir kafe: Kafe Stokholm

Dünyanın neresine giderseniz gidin aynı lezzeti bulabilirsiniz. Her yerde, sizinle aynı dili konuşan servis elemanları olacak. Alıştığınız lezzet, istediğiniz hızda. Yukarıdaki sloganlar hiç bir kafenin, kahve zincirinin, hamburgercinin değil. Öyleyse bile bunu bilerek kullanmadım. Yazdıklarım, gördüklerimden ibaret. Ben dünyanın bir ucuna gittiğimde "alıştığım lezzet"i aramadım hiç bugüne kadar. Hep burada "yerel ne var, farklı ne var"ın peşine düştüm. Siz de benim gibilerdenseniz Kafe Stokholm'ü seveceksiniz. TBMM'nin ilk vekillerinden Tunalı Hilmi Be y'den adını alan cadde üzerinde Esat kavşağına doğru ilerlerken sol kolda yeralan bu kafe, duvarları süsleyen İsveç manzaraları, çeşit çeşit dökme çayları, ev yapımı lezzetindeki (belki de ev yapımıdır, sormadım aslında) kurabiyeleri ve pastaları ile keyifli ve farklı bir mekan. Çalışanlarından öğrendiğime göre sahipleri Stokholm'de yaşıyorlarmış ve orada da bir kafeleri varmış. Oradaki kafen

Anıttepe, sokaklar, anlamlar

Ankara, ne yazık ki, içerisinden su geçen şehirlerden değil. Aslında daha doğrusunu söylersem, içerisinden geçen suların üzerini kapatıp yok eden bir kent. İncesu deresi, Kavaklı dere, Ankara çayı hep üzeri kapatılıp, halının altına süpürülen tozlar gibi gözden ırak tutulup unutulmuş kent suları. Hal böyle olunca Başkent, akar suyun kente sağlayacağı güzelliklerden yoksun. Neyse ki arayan için gizli güzellikler barındırıyor.   Anıttepe, bu gizli güzellikleri saklayan semtlerden. Anıtkabir, yılın her mevsimi caddelerden eksik olmayan turist otobüsleri, resmi bayramlarda protokol için kapatılan yollar, son dönemde sıklıkla düzenlenen mitinglere ev sahipliği yapan Tandoğan meydanı, Çankaya Belediyesi'nin  konserlerinin mekanı Anıtpark Anıttepe denildiğinde ilk aklıma gelenler. Ve tabii, geçenlerde bir yarışmada soru olarak da yöneltilen sokak isimleri: Ordular, İlk, Hedef, İleri, Ata ve Akdeniz caddesi.    Anıtkabir'in sınırını oluşturan 3 cadde bulunur: Gençlik, Mareş

Digital TV Central & Eastern Europe programı - 1

Bu yıl sekizincisi düzenlenecek etkinlik için geri sayım sürüyor. Bugün itibariyle 15 gün kaldı. 25 Haziran'da OTT Özel günü ile başlayacak ve 26 - 27 Haziran tarihlerinde düzenlenecek oturumlarla sürecek. Blog yazarı kontenjanından yararlanarak, katılım ücreti epey bir Avro olan etkinliği, yerinde takip edeceğim, eğer son dakika aksiliği yaşamazsam. Etkinliği, ülkemizde de son bir kaç yıldır etkinlikler düzenleyen Informa organize ediyor. Avrupa'da, televizyon dünyasının önemli şirketlerinin yetkilileri konuşmacı olarak katılacak. Eğer sonradan bir ekleme yapılmazsa, ülkemizden konuşmacı görünmüyor. Oysa hem nüfusunun hem sektörün büyüklüğü açısından, Avrupa'nın önemli oyuncularından birisi Türkiye. Sanırım bu tür etkinlikleri takip konusunda bir alışkanlık eksikliği var. Konuşmacı olarak kimsenin gelmeyeceği etkinliğe dinleyici olarak da ülkemizden çok katılan olacağını zannetmiyorum. Dediğim gibi sanırım bir alışkanlık eksikliği, yoksa benim kişisel olanaklarımla ka

İstanbul Televizyon Fuar ve Forumu

Blog sayfamı takip edenler bilir. Televizyon dünyasındaki gelişmelerin konuşulduğu etkinlikleri takip ediyorum. Bu yıla kadar sadece ülkemizdeki etkinlikleri takip ederken, bu yıl Avrupa'yı da dahil ettim rotama. Geçtiğimiz ay içerisinde Londra'da, bu ay içerisinde Krakow'da iki önemli toplantıya davetli olarak katıldım/katılacağım. Sektörü yakından takip etmeme karşın 20-22 Haziran 2013 tarihlerinde İstanbul'da düzenlenecek fuar ve forumdan, neredeyse son dakikada haberdar oldum. Ülkemizde yayıncılık dünyasının tek buluşması Cebit Broadcast fuarıydı. Benim de iki yıl sunumlarımla katkıda bulunduğum etkinlik, son yıllarda Bilişim fuarının içerisinde eritilince içimi derin bir hüzün kaplamıştı. Bu yıl gerçekleşecek iTVF ile boşluk dolacak gibi görünüyor. Sabah baktığımda, henüz programın ayrıntıları web sayfasına yüklenmemişti. Ancak, etkinliğin forum bölümünün organizasyonunda görev yapan değerli Hocamın gönderdiği programı görünce, bu kez olmuş dedim. Ne yazık ki

Yolda / Buket UZUNER

Kimileri tatili sever, kimileri tatile gitmeyi sever. Yazdıklarından, söyleşilerinden anladığım kadarıyla Uzuner de gitmeyi tercih edenlerden.  "Kendimi bildim bileli en iyi hissettiğim ruh durumum hep yolda oldu. Kendi içimde ve dışımda yola çıkmayı, yollarda olmayı, yola düşmeyi ve yola vurmayı ben hep çok sevdim." s.15 Daha önce Bir Siyah Saçlı Kadının Gezi Notları adlı kitabıyla ilgili notlar düşmüştüm bloguma. Kumral Ada Mavi Tuna, Balık İzlerinin Sesi ve İki Yeşil Su Samuru adlı romanlarını, blog yazmaya başlamadan önce okumuştum. Çok sevdiğim bir dili var Uzuner'in. Yolda, yedi ülkede, farklı araçlarla yapılan yolculuk hikayelerinden oluşuyor. Her hikayede, yol arkadaşları ilginç şeyler anlatıyor. Yolda'nın sunuş yazısından öğrendiğimize göre Juan Goytisolo (İspanyol yazar) ile yapılan yolculuk dışındakilerde isimler değiştirilmiş. Her öykünün sonuna, öykünün geçtiği ülkenin özel yemeklerinden birisinin tarifi eklenmiş. İşin doğrusu yemeklerin hiçbiris

TV yayıncılığında değişen iş modelleri - 3

Dün, yayıncılık değer zincirine yeni eklenen iki halkadan bahsetmiştim. Bu halkalar, CE üreticileri (içerik bütünleştiricileri olarak) ve OTT / video paylaşım portalları (yayına erişim seçeneklerinden birisi olarak). Her iki yeni oyuncunun da piyasayı sarstığı kesin. Ancak, bu iki yeni oyuncu için herşey toz pembe değil. İsterseniz bu son yazıda yeni dünyanın yarattığı sorunlardan bahsedeyim. Bildiğimiz dünyada TV cihazının aklı yoktur. Benim halen evimde tuttuğum cihaz, 1999 yılında satın aldığım Sony marka tüplü TV cihazını düşünelim mesela. Düğmesine bastığımda açılan, kumada ile kanal değiştirip ses/ışık ayarlarını yapabildiğim, dahili analog karasal alıcısı ile anten girişine taktığım çubuk anten ile 2-3 kanal izleyebildiğim bir cihaz. Ne yazılım güncellemesine ihtiyacı var, ne virüs girer içerisine, ne uygulama indirebilirim üzerine. Bilişim dünyasındaki okuyucularımın analoji yapabilmesi açısından aptal terminaller gibi.  Yeni dünyadaki cihazlar ise bir alem. Bir kere int

TV yayıncılığında değişen iş modelleri - 2

Dün, burada duralım dediğim yerden devam etmeye çalışayım. Dünkü yazı, varolanı anlattığı için nispeten kolaydı. Yazıya gelen yorum sayesinde, eksik bıraktığım bir konuyu farkettim. Bu yazı dizisi boyunca TV kanalı olarak adlandırdığım kuruluşlar tecimsel (ticari) yayıncı kuruluşlardır. Mesela Doğuş Grubunu'nun Star TV'sidir. TRT ya da BBC, ZDF değildir. Ülkemizde TRT, Birleşik Krallık'ta BBC, Almanya'da ARD, ZDF ve bölgesel kimi kanalların ortak özellikleri, İngilizce ifadesiyle Public Service Broadcast (PSB), kamu (hizmeti) yayıncısı olmalarıdır. Kamu hizmeti yayıncısı ile tecimsel yayıncının en belirgin farkı ise finans modelleridir. Tecimsel yayıncı temelde reklam gelirleriyle ayakta dururken kamu hizmeti yayıncısı kamu kaynaklarıyla fonlanır. Bu kimi ülkelerde vergi gibi hane başına alınan yıllık bir paradır, kimi ülkelerde TV/radyo yayınları alan cihazlardan toplanan bandrol parasıdır, kimisinde elektrik tüketiminden alınan paydır. Dönelim konumuza: TV yayınc

TV yayıncılığında değişen iş modelleri - 1

Başlık fazlasıyla iddialı. Umarım yazacaklarım, bu iddialı başlığın altını doldurmaya yeter. Herşeyden önce yazacaklarımın sadece beni bağlayacağını, çalışmakta olduğum kurumla hiç bir ilgisi olmadığını, burada paylaştığım hiç bir görüş ve bilginin çalışmakta olduğum kurumdan elde edilmediğini belirteyim.  Değişen modelden bahsetmeden önce mevcut modeli anlamaya çalışalım. Karşımızda temelde iki taraf var. Birisi yapımcılar, diğeri izleyiciler. Bunu üretici / tüketici diye de düşünebiliriz. Model değişikliği büyük ölçüde yapımcılar tarafında yaşanıyor / yaşanacak. Ancak tüketici tarafında da bir takım dönüşümler yaşanıyor, bunlara da aşağıda değinmeye çalışacağım. Öncelikle yapımcılar tarafına bakalım: İzleyiciler temelde iki farklı tipte yayın tüketmektedir: canlı ve bant. Haberler, canlı tartışma programları, canlı spor karşılaşmaları gibi içerikler eş anlı olarak yayınlanırken; diziler, filmler, yarışma programları, belgeseller bant yayını olarak sunulur. Bu iki yayın türü

Yayıncılık dünyasının gri bölgesi: Over The Top Television OTT TV

Bir önceki yazımda "kaos dağılana kadar" blogumu tatile çıkarttığımı yazmıştım. Bu yazımı görüp, kaos sürüyor demeyin. Bence ortada kaos / belirsizlik kalmadı. Bundan sonra ne olacağını, bir kaç gündür söylüyorum yakın çevreme ve kendimden korkmaya başladım ki ne söylediysem gerçekleşiyor. Bundan sonrasında olacaklara dair de tahminim var ancak onları sadece yakın çevremle paylaşabiliyorum. Yani uzun lafın kısası benim için kaos / belirsizlik ortamı bitti. Bu yüzden blogumda eski yayın düzenine geri döndüm. Bu kısa / uzun bilgilendirmenin ardından gelelim yazının konusuna: Over The Top Television konusunda Türkçe ilk makalelerden birisini yazmış birisi olarak mutlulukla ifade ederim ki konu, beklediğim gibi, gün geçtikçe önem kazanıyor. Eğer sektörün içerisinde birisi değilseniz de sanırım biliyorsunuzdur, NetD, Tvyo gibi bir takım siteler çıktı yakın zamanda. Hatta tvyo adlı, Doğuş Grubu'nun platformunda televizyonda izlediğimiz kimi dizilerin bipsiz (+18) hallerin