Ana içeriğe atla

Kayıtlar

20 Kasım 2015'te Harbiye Askeri Müzesi'nde buluşalım

Böyle başlıklar kullanmak istemiyorum. Lafın tamamını söylemeyi de sevmem zaten. Ancak, günümüzde bırakın uzun yazıyı, yazı okuyan bile yok denecek kadar az. İnsanlar çoğunlukla " bakıyor " sadece. Başlıklara bakıyor , fotograflara bakıyor , televizyona bakıyor . Televizyonu bile izlemiyor kimse, uzun süredir. Sadece bakıyor. Bir yerde akıp giden, böyle olmaması gereken hayatına bakıyor aslında.  Sayısal karasal radyo ve televizyon üzerine blogumda bir çok yazı yayınladım bugüne değin. 2013 yılında Levira'nın düzenlediği etkinlikte Estonya'nın başkenti Talin'de İngilizce blogumu temsilen bir sunum yaptım. Gene 2013 yılında iki ayrı panelde Elektrik Mühendisleri Odası Ankara Şubesi'ni ve Elektrik Mühendisleri Odası'nı temsilen konuştum. Ayrıca 2010 öncesi Etkileşimli Televizyon konulu bir sunum yaptım İstanbul'da bir fuar / konferans sırasında, çalıştığım iş yerini temsilen. Türkiye'de ilk kez sadece kendimi temsil ederek bir oturumda sunum y

Çocuk Davamız 1 / Kazım Karabekir

Ankara'da sahaf denilince pek akla gelmez Küçükesat tarafları. En bilindik mekanlar Kızılay'daki pasajlar olsa da aslında Küçükesat, kitap meraklıları için önemli adresler barındırır. Bu adreslere başka bir yazıda değinmek üzere başlığa döneyim, bir not ekleyerek. Kazım Karabekir, Osmanlı'nın son dönemi ile Cumhuriyet'in ilk yıllarına tanıklık etmiş isimler arasında en çok anı bırakanlardan birisi sanırım. Anıların çokluğu ile 1925 - 1938 arası zorunlu yalnızlığının etkisi büyüktür gibi geliyor bana. Bu durum da ayrı bir yazı konusu olsun... Çocuk Davamız 1, Emre yayınları'nın Cumhuriyet Tarihi Serisi'nin 9. kitabı olarak yayınlanmış. Bende 2000 yılında yapılan beşinci baskısı var. İlk baskısı ise 1995 yılında. 330 sayfalık kitap sert bir cilde sahip. Kitabın ikincisi de var. Geçenlerde bu Küçükesat civarındaki bir sahaftan Karabekir'in yazdıklarının 10 cildini satın aldım 100 TL karşılığında. Sanırım Yapı Kredi Yayınları bu eserleri yeniden düzenleye

Tale, bildiğiniz tur şirketlerinden epeyce farklı

Facebook'ta gelen bir reklam ile gördüm  Tale 'yi. Şirketin kurucusu ve sahibi Onur Bey ile bir söyleşi yaparak sizlerin de bu ilginç şirketi, farklı turizm anlayışını öğrenmenizi istedim. Henüz Tale'nin bir turuna katılmış değilim. Yakın zamanda da pek olanaklı görünmüyor açıkçası. Ancak, benim katılamayacak olmam elbette söyleşi yapmama engel değil. Onca işi arasında söyleşiye vakit ayıran Onur Bey'e teşekkürlerimi iletirken, aylardır sorularımı bekleten sevgili arkadaşlarıma da ince sitemlerimi göndereyim :) Bu arada, söyleşide henüz görseller yok. Yakında onlar da eklenecek :) Şirketin web sayfası: http://www.tale.company   1. Tale'den önce neler yapıyordunuz? Ben aslında Bilgisayar Mühendisi’yim. Çocukluk hayalim olan bu mesleğe toplamda 13 yılımı  verdim. Aslına bakarsanız ilk yıllarda çok da severek yapıyordum bu işi ve oldukça parlak bir  kariyerim vardı. Kazandığım tüm parayı seyahat etmeye harcamış olsam da 28 yaşıma kadar  seyahat benim için bü

Dikimevi - Kızılay arası kaç sene?

2015, Ankara Soru abes gelebilir kimilerine. Aslına bakarsanız başlığı, yazıya başlarken akıl ettim. Yazıyı okuyunca siz de hak vereceksiniz, bu yazıya en uygun başlık budur. Anlatayım efendim: Üç yaşından bu yana Ankara'da yaşayan ve kente aşık bir insanım. Şaka ya da kinaye değil sözüm. Gerçekten aşığım bu kente. Aslına bakarsanız, kişiler arasındaki aşk ilişkisi için geçerli olmasa da bu söyleyeceğim, kente aşk için tek sebep, kenti tanımak. Dediğim gibi bir kişiye aşık olmak için tanımamak gerek belki de, neyse konuyu dağıtmayayım şimdi. Zaten bir süredir pek toplu da durmuyorum, bu konuya ise hiç girmeyeyim. Ne diyordum, evet ben Ankara'ya aşığım, çünkü Ankara'da kendimi rahat hissediyorum. Her semtini biliyorum, her semtte neyle karşılaşacağımın farkındayım. Sürpriz yapmıyor bana, caddeler, sokaklar... Kendimi hatırladığımda Tuzluçayır mahallesinde oturmaya başlamıştık. Aslında İncesu mahallesinden de hatırladıklarım var ancak asıl anılarım yolağzına

Belki Defne / Nihal Yeğinobalı

Türk edebiyatının güçlü kalemlerinden birisi Nihal Yeğinobalı. Belki Defne, yazarın yakın tarihte yayınladığı romanın adı. Romanın benim okuduğum kopyası ile ilgili bilgileri paylaşamıyorum ne yazık ki, aslında ne mutlu ki. Romanı geçtiğimiz hafta gerçekleştirdiğim İstanbul seyahatinde, okumaya fırsat bulursam diye bavula koymuştum. Daha İstanbul'a gittiğimin ikinci gününde roman bitmişti bile. Seneler sonra görüştüğüm ve kızlarının adı Defne olan arkadaşlarıma hediye edeyim diye düşündüm, ancak unuttum. Kısmet gene senelerdir görüşmediğim ve bu uzun ayrılığın artık bitmesi gerektiğini düşünüp harekete geçmem sonucu görüştüğüm bir arkadaşımınmış. Umarım benim kadar keyif alarak okur. Gelelim romana. Yeğinobalı, 1970'lerin İstanbul'unda, aslında Kadıköy / Moda civarlarında geçen bir hikaye anlatıyor bizlere. Açılışında kahramanlardan birisinin öldüğünü öğreniyoruz, aradan yıllar geçmiş elbette. Kadın kahraman, bir dönem ilişkisi olup olmadığını bilemediğimiz, ancak ke

DAB mı DRM mi yoksa sayısal radyo mu?

Kimileri kısaltmalara bayılır. Kısaltmalarla, hele bunların İngilizce telaffuzlarıyla konuştukça, daha bilgili göründüğünü düşünür. İşin acısı, kendisini dinleyenler de aynı fikirdedir. Di Ey Bi mi Di Ar Em mi demek yerine sayısal radyoda hangi standart seçilmeli sorusunu sorduğunuzda aynı karşılığı alamazsınız ülkemizde. İlla, Di Ey Bi Pılas demeniz gerekir öncelikle.  Bu, büyük olasılıkla gereksiz girişin ardından gelelim konumuza. Konumuz radyoda, özellikle İstanbul ve Ankara'da artık dinlenemez hale gelmiş FM bandının alternatifleri; sayısallaştırılmış FM ya da herkesin aşina olacağı ifadesiyle dinlenebilir, kaliteli, cızırtısız radyo... İşin teknik ayrıntılarına girmeyeceğim. Biliyorum ki teknik ayrıntılarla dolu yazılar, blogumun okuyucu kitlesi için gereksiz. Bu arada, bu yazının  daha teknik ayrıntı içeren bir sürümünü bir kaç güne kadar TVTechTR.blogspot.com adresli İngilizce blogumda yayınlayacağım. Orada parametrelerden, multistandard chipset'ten falan d

Şeref Stadının başına gelenleri anlamdan frekans nedir anlayamayız

Şeref Stadyumu Beşiktaş Jimnastik Kulübünün ilk sahası olarak da bilinir. Sahanın yapılması konusunda çok uğraşan Şeref Bey, ne yazık ki saha bittiğinde gerçeğe ulaşmış ve yalan dünyaya veda etmiş. Şeref stadı, Boğaz kenarında, bugünlerde kapısından içeriye adım atmanızın bile zor olduğu Çırağan Kempinski otelinin temellerinin olduğu alan aslında. 1985 yılına kadar bir şekilde saha olarak kullanılan bu mekan, ardından Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca  Sanbar grubuna tahsisi gerçekleştirilmiş.  Peki kıymetli okuyucularım, bu Şeref Stadı ile Ultra High Frequency (UHF) bandının, karasal yayıncılık için kullanılan bölümüyle (470 - 862 MHz) ilgisi ne derseniz, hemen onu anlatmaya çalışayım.  UHF bandı, açık adıyla Ultra High Frequency 300 MHz - 1 GHz aralığındaki frekans bandına verilen isim. Bu aralar pek sık tartışılan ise 470 - 862 MHz bandı. Bu aralık, karasal televizyon yayınlarının yapılageldiği bant. Karasal televizyon yayını ise, eskiden "kılçık anten" ile

Türkiye Kurulurken Kürtler (1916-1920) / Sinan Hakan

Cumhuriyetin ilk yılları ve Osmanlı'nın son yıllarına ilişkin okumalarıma devam ediyorum. Bir fırsat bulduğumda, bu konuya ilişkin kitapları ayrı bir etiketle belirlemek iyi olacak. Hem benim için, hem sizler için.  Sinan Hakan, Van'ın Gevaş ilçesi doğumlu bir inşaat mühendisi. Hali hazırda Ak Parti'den seçilen Gevaş Belediye Başkanı. 2013 yılında çıkan kitabının, aynı yıl yapılan ikinci baskısını okudum. İletişim Yayınları'nca basılan kitap 380 sayfa. Başbakanlık Osmanlı Arşivleri, Atatürk'ün Bütün Eserleri ve Kazım Karabekir'in anıları başta olmak üzere çok sayıda kaynak gösterilmiş. Bunların yanı sıra Hakan, yorum ve tespitlerde de bulunarak, sadece belgelerden oluşan bir kitaptan fazlasını ortaya koymuş.  Günümüzde yaşadığımız en kanlı sorunların başında gelen ve farklı adlarla anılsa bile insanların ölmesine neden olan sürecin nüvelerinin geçmişte, hatta muhtemelen 1916'dan da önce var olduğunu gördüm eseri okuyunca. Sonuçta biz unutmuş olsak

Onlarlaydım ama onlardan değildim / Cüneyt Özdemir

Aslına bakarsanız kitabın adı bile herşeyi açıklıyor. Bilmeyenler için yazayım, Cüneyt Özdemir ABD'nin Irak'ı işgali sırasında ordu içerisine gömülü olarak görev yapacak "gazeteci"lerden birisiymiş. Bu görevini kitaplaştırmış. Kitabın adı, görevin yüklediği sorunları yansıtıyor bir yerde.  Murathan Mungan'ın bir şiirinde dediği gibi kendin içindeyken kafan dışındaysa çemberin pek çaresi yok galiba. Mutsuz olacaksın. Ya da Özdemir gibi kitap yazıp aslında ne kadar ulvi bir amaç uğruna orada olduğuna ikna etmeye çalışacaksın, bizden çok, kendisini.  Türkiye'den gömülü olmaya hak kazanan ya da bunu kabul eden tek isim olduğunu da ekleyeyim.

benim Paris maceram

Paris'te geçirdiğimiz 2014 yılı bana, özellikle kendimle ilgili, epey şey öğretti. Blogda Paris konulu üç kişiyle dört söyleşi yayınladım bu güne kadar. İki yeni söyleşinin de sorularını gönderdim, sevgili arkadaşlardan yanıtlarını bekliyorum. Bu arada, orada sekiz ay kadar yaşamış olarak, ben nasıl hatırlıyorum, neler düşünüyorum dedim kendime ve aşağıdaki söyleşi çıktı ortaya. Muhtemeldir ki bu söyleşi, ilerleyen dönemlerde yeni soruların eklenmesiyle uzayacak.  Paris'e ne zaman ve neden gittim? 2014 Ocak ile Ağustos ayları arasında Paris'teydik ailecek. Aslında Haziran başına kadar tüm aile, Temmuz ayında ise iki kişilik orijinal haliyle ailemiz Paris'teydi. Nedeni basit, eşin iş durumu :)  Ne bekliyordum, ne buldum? Aslında beklediğim fazla bir şey yoktu. Ankara'da kendi rutininde süren ve gittikçe sıkıcılaşan iş ortamından uzaklaşacağımı düşünerek heyecan bile duymuştum ilk başta. Sonradan, gün yaklaşınca, ev bul, çocukların okullarını planla,

Ulus civarında dolaşma

Ulus civarında dolaşırsanız size bir rota çizeyim: Heykel'den çıkın yola. Miş Miş pastanesini yaadedip Evrensel Kitabevi'ne selam edin öncelikle. Evrensel yayınlarının Ulus'taki şubesi bir çok kitabı bulabileceğiniz bir mekan.  Oradan çıkın merdivenlerle yukarı doğru sağınızda Kebabistan, tabi artık yerinde yeller esiyor. Yürüyün yukarı Hal'e doğru. Erzurum Oteli'ni hiç tadil etmeselermiş deyip Susam Sokağı tabelasında selfie çektirin. Oradan vurun kendinizi Anafartalar Caddesi'nden yukarıya doğru. Taa Heykel'in oradan başlayıp 19 Mayıs Mağazalarının önünden geçen caddedir aslında. Genellikle Bentderesine inen ayrımdan sonrası için Anafartalar denilse de, ülkemizin talihsiz günlerinin birinde patlayan bir başka bomba ile hatırlamıştık Anafartaların taa heykelden başladığını.  Yukarı doğru yürürken sağ kolu takip edin, Denizcilere inen yoldan değil, Samanpazarına doğru çıkan caddeyi izleyeceksiniz. Biraz ileride, eskiden Adliye binasının il