Ana içeriğe atla

Kayıtlar

TV yayıncılığında değişen iş modelleri - 3

Dün, yayıncılık değer zincirine yeni eklenen iki halkadan bahsetmiştim. Bu halkalar, CE üreticileri (içerik bütünleştiricileri olarak) ve OTT / video paylaşım portalları (yayına erişim seçeneklerinden birisi olarak). Her iki yeni oyuncunun da piyasayı sarstığı kesin. Ancak, bu iki yeni oyuncu için herşey toz pembe değil. İsterseniz bu son yazıda yeni dünyanın yarattığı sorunlardan bahsedeyim. Bildiğimiz dünyada TV cihazının aklı yoktur. Benim halen evimde tuttuğum cihaz, 1999 yılında satın aldığım Sony marka tüplü TV cihazını düşünelim mesela. Düğmesine bastığımda açılan, kumada ile kanal değiştirip ses/ışık ayarlarını yapabildiğim, dahili analog karasal alıcısı ile anten girişine taktığım çubuk anten ile 2-3 kanal izleyebildiğim bir cihaz. Ne yazılım güncellemesine ihtiyacı var, ne virüs girer içerisine, ne uygulama indirebilirim üzerine. Bilişim dünyasındaki okuyucularımın analoji yapabilmesi açısından aptal terminaller gibi.  Yeni dünyadaki cihazlar ise bir alem. Bir kere int

TV yayıncılığında değişen iş modelleri - 2

Dün, burada duralım dediğim yerden devam etmeye çalışayım. Dünkü yazı, varolanı anlattığı için nispeten kolaydı. Yazıya gelen yorum sayesinde, eksik bıraktığım bir konuyu farkettim. Bu yazı dizisi boyunca TV kanalı olarak adlandırdığım kuruluşlar tecimsel (ticari) yayıncı kuruluşlardır. Mesela Doğuş Grubunu'nun Star TV'sidir. TRT ya da BBC, ZDF değildir. Ülkemizde TRT, Birleşik Krallık'ta BBC, Almanya'da ARD, ZDF ve bölgesel kimi kanalların ortak özellikleri, İngilizce ifadesiyle Public Service Broadcast (PSB), kamu (hizmeti) yayıncısı olmalarıdır. Kamu hizmeti yayıncısı ile tecimsel yayıncının en belirgin farkı ise finans modelleridir. Tecimsel yayıncı temelde reklam gelirleriyle ayakta dururken kamu hizmeti yayıncısı kamu kaynaklarıyla fonlanır. Bu kimi ülkelerde vergi gibi hane başına alınan yıllık bir paradır, kimi ülkelerde TV/radyo yayınları alan cihazlardan toplanan bandrol parasıdır, kimisinde elektrik tüketiminden alınan paydır. Dönelim konumuza: TV yayınc

TV yayıncılığında değişen iş modelleri - 1

Başlık fazlasıyla iddialı. Umarım yazacaklarım, bu iddialı başlığın altını doldurmaya yeter. Herşeyden önce yazacaklarımın sadece beni bağlayacağını, çalışmakta olduğum kurumla hiç bir ilgisi olmadığını, burada paylaştığım hiç bir görüş ve bilginin çalışmakta olduğum kurumdan elde edilmediğini belirteyim.  Değişen modelden bahsetmeden önce mevcut modeli anlamaya çalışalım. Karşımızda temelde iki taraf var. Birisi yapımcılar, diğeri izleyiciler. Bunu üretici / tüketici diye de düşünebiliriz. Model değişikliği büyük ölçüde yapımcılar tarafında yaşanıyor / yaşanacak. Ancak tüketici tarafında da bir takım dönüşümler yaşanıyor, bunlara da aşağıda değinmeye çalışacağım. Öncelikle yapımcılar tarafına bakalım: İzleyiciler temelde iki farklı tipte yayın tüketmektedir: canlı ve bant. Haberler, canlı tartışma programları, canlı spor karşılaşmaları gibi içerikler eş anlı olarak yayınlanırken; diziler, filmler, yarışma programları, belgeseller bant yayını olarak sunulur. Bu iki yayın türü

Yayıncılık dünyasının gri bölgesi: Over The Top Television OTT TV

Bir önceki yazımda "kaos dağılana kadar" blogumu tatile çıkarttığımı yazmıştım. Bu yazımı görüp, kaos sürüyor demeyin. Bence ortada kaos / belirsizlik kalmadı. Bundan sonra ne olacağını, bir kaç gündür söylüyorum yakın çevreme ve kendimden korkmaya başladım ki ne söylediysem gerçekleşiyor. Bundan sonrasında olacaklara dair de tahminim var ancak onları sadece yakın çevremle paylaşabiliyorum. Yani uzun lafın kısası benim için kaos / belirsizlik ortamı bitti. Bu yüzden blogumda eski yayın düzenine geri döndüm. Bu kısa / uzun bilgilendirmenin ardından gelelim yazının konusuna: Over The Top Television konusunda Türkçe ilk makalelerden birisini yazmış birisi olarak mutlulukla ifade ederim ki konu, beklediğim gibi, gün geçtikçe önem kazanıyor. Eğer sektörün içerisinde birisi değilseniz de sanırım biliyorsunuzdur, NetD, Tvyo gibi bir takım siteler çıktı yakın zamanda. Hatta tvyo adlı, Doğuş Grubu'nun platformunda televizyonda izlediğimiz kimi dizilerin bipsiz (+18) hallerin

bugünlerin kitabı yazılacak elbet

Vay beeee. Neler neler olmuş, neler neler oluyor! diyerek okudum ülkemizin tarihine ilişkin bir çok kitabı. Ne ilginçtir ki şimdi bunları kendim yaşıyorum. Bizzat, şaşkınlıkla! Böylesi şeyler yaşanırken tutup sayısal karasal yayıncılıktan, mekanlardan, tiyatro-film, kitap yazıları yazmak boş işler gibi geliyor.  Bu yaşananlar kitap olacak! Bu kesin. Belki onlarca yıl geçecek ama yazılacak bu günler. Kim ne yaptı, kim hangi gezegenin sıcaklığını yayınlıyordu olaylar olurken hepsini kaydediyor bellekler. Gazeteciliğin yüz aklarını da yazıyor.  Bu kaos yatışanakadar başka bir şey yazmayacağım.  Ne kadar sürer bilmem.  Umarım sonu gelir,  umarım biran önce gelir  Allah hepimizin yardımcısı olsun...

Sayısal karasal televizyon yayınlarında hukuki sorunlar

Haber güncel değil, zaten olması da gerekmiyor. Tematik türde yapılacak ulusal yayınlar için düzenlenen sıralama ihalesinin yürütmesi, yapılan başvuru üzerine ilgili mahkemece durduruldu. Peki şimdi ne olacak? Kasım 2013'te Ankara'da sayısal karasal televizyon yayınını seyredebilecek miyiz? İki yıldan az kalan sürede Türkiye'de analog yayınlar kapatılabilecek mi?  Sürecin ilerlemesini sıkıntıya sokan bir başka gelişme ise ANTEN A.Ş. tarafında yaşandı . 17 Nisan 2013 tarihinde EMO Ankara Şubesi'nin düzenlediği panele katılanlar hatırlayacaktır. Panelde KESK'e bağlı Habersen sendikasının açtığı bir dava olduğundan bahsetmiştim. Bu dava DANIŞTAY'ın verdiği kararla, şimdilik sonuçlandı. İtirazlar kararı değiştirmezse Danıştay, ANTEN A.Ş.'ye TRT'nin ortak olmasına izin veren Bakanlar Kurulu kararının yürütmesini durdurdu. Yani TRT, ANTEN A.Ş.'nin ortaklarından birisi olamayacak. Sendikanın yaptığı basın açıklaması, ulusal basında ve sektörde pek y

Bir Hanımefendinin Ölümü / Peride Celal

Nereden duyduğumu hatırlamadığım bir söz: "Bildiğim bir noktaysa, bilmediğim onun çevresi kadardır" diyordu. Aynı sözü bildiğim yazarlar noktaysa, bilmediklerim çevresi kadardır diye yeniden söyleyebilirim. Gerçekten de sadece Türkçe yazmış yazarları bile ele alsak, henüz hiç kitabını okumadıklarımın sayısı okuduklarımdan epey fazladır. Peride Celal, okumayı düşünüp de vakit yaratamadıklarımın başında geliyordu. Geç kalmışım, gene de bir yerden başlamış olmak güzel. 1916 doğumlu yazarımızın Can Yayınları'ndan ilk baskısını 1995 yılında yapmış iki öyküden oluşan kitabı 165 sayfa. Benim okuduğum 2003 tarihli ikinci baskısıydı. Bir Hanımefendinin Ölümü adlı öykü, kitabın büyük bölümünü oluşturuyor. Derinlemesine karakter tahlilleri, burjuva ahlakı ya da ahlaksızlığı, insanın bencilliği ve çıkarcılığı tokat gibi vuruyor suratına okuyucunun. Günümüzde İstanbul'da geçen öyküde, annelerinin intiharı üzerine cenaze evinde toplanan kardeşi, çocukları ve gelinleri ile evin

İpek Hanım çiftliği / Ocaklı köyü / Nazilli / Aydın

Mayıs ayı içerisinde Pınar Kaftancıoğlu'nun Aydın'ın Nazilli ilçesinin Ocaklı köyündeki çiftliğine yaptığımız ziyaret ile ilgili yazdığım yazı beklemediğim kadar çok okundu. Haftalık sipariş listesine eklenen küçük bir bağlantı sayesinde oldu bu trafik elbette. Madem bu kadar okundu, demek ki çiftlik merak ediliyor düşüncesiyle çiftlikte çektiğim fotograflardan bir kaçını daha sayfama ekleyeyim istedim. Kedilerin, köpeklerin, ördek ve tavukların ve daha bir çok canlının huzur içinde bir arada yaşadığı avlusunda Ali ve Maşude'nin oynadığı, fırından mis gibi ekmek kokularının geldiği İpek Hanım Çiftliği...   İnekler, çiftliğe yakın bir yerdeler. Çocuklara sütün nereden geldiğini, ineğin yavrusunun kim olduğunu resimler dışında da gösterebildik sonunda. Bu arada ben de bir sürü şey öğrendim.     Çeşit çeşit meyva ağaçları çitfliğin bahçesinde. Biz oradayken gelip geçen eksik olmadı. Tatile giderken yol üzeri yapanlar, sipariş verdikleri yeri görmek için uğrayanlar.

Connected TV World Summit 2013'ün ardından

Hep derler ya, acısıyla tatlısıyla bir seneyi daha geride bıraktık diye. Bu yazı da o türden yazılardan birisi. Etkinliğin teknik olarak değerlendirmesi için sunumların ve sunum videolarının paylaşılmasını bekleyeceğim. Bu yazıda işin ayrıntısına girmeden genel değerlendirmelerle yetineceğim. Etkinliğin düzenleyicisi Hubble Media adlı şirket, televizyon teknolojileri alanında yazılar, yorumlar, durum raporları üreten bir web sayfasına sahip.  Justin Lebbon, ki kendisiyle yüzyüze tanışma şansı buldum, tarafından 2009 yılında kurulmuş. Buradaki bilgilere göre yayıncılık dünyasının Avrupa'daki en önemli fuar / konferansı olan IBC'nin 2009, 2010 ve 2011'de IBC blogunu yayınlamış. Connected TV Summit dışında bir de Future TV Advertising Forum adlı bir etkinlik daha düzenliyorlar.  Yayıncılık dünyasının, Netflix dışında neredeyse bütün büyük oyuncuları, iki gün boyunca Connected TV Summit etkinliğindeydi.  Şimdi gelelim bize, benzer bir blog girişimi yaklaşık

Paris caddesini paralel sokağında Paris esintili bir kafe: La Foule Cafe

La Foule Cafe de tarihe karışmış. Keyifli bir mekandı. Zengin kavıyla ve et yemekleriyle öne çıkıyordu. Yerine vejetaryen mutfağı olan bir kafe açılmış. Henüz deneme şansım olmadı. Aşağıdaki yazıyı silmeyeceğim. Sadece kafenin iletişim bilgilerini çıkartıyorum... Şimşek sokak, ki kendisi Paris caddesinin paralelidir, yıl başından bu yana La Foule adlı keyifli bir mekana ev sahipliği yapıyor. Şimşek sokağın, Milliyet Gazetesi tarafına yakın ve Güven hastanesi ile aynı sırada: no: 13 / A. Bir apartmanın giriş katındaki daire ve onun alt katı kafeye dönüştürülmüş. Şef, Tunalı Hilmi caddesinde özel lezzetleri ile gönlümüze taht kuran Cafe des Cafe'de çalışıyormuş daha önce. Menüyü ve menüden tattıklarımızı düşününce çok yerinde bir transfer olmuş. Hem yemek var menüde, hem çay/kahve ve tatlılar. Hiçbirisi sıradan değil. Fiyatlar, bu özendeki bir kafe için yüksek sayılmaz. Benzerleri başkentin farklı semtlerinde çok daha yüksek ücretler talep ediyorlar.  Çalan müzikler, masaların

Yurtdışı etkinliklerine dair

22 - 23 Mayıs tarihlerinde Londra'da düzenlenen Connected TV Summit adlı etkinliğe katıldım. İki gün boyunca sabah 8'den akşam 5'e kadar süren oturumlarda televizyon dünyasında iş modelini doğrudan etkileyecek konular tartışıldı. Samsung, LG, Vestel, Panasonic gibi tüketici elektroniği üreticileri; BBC, RAI, Sat 1, RTL, SKY gibi yayıncı kuruluşlar; Hulu, Boxee gibi OTT servis sunucuları; Siemens gibi sistem çözümü sunanlar; analiz ve değerlendirme şirketleri kendi bakış açılarından konuyu değerlendirdi. İki gün boyunca yaptığım gözlemlerden sonra bu etkinliklerde neden bizden kimseler olmaza yanıt aradım. İşte kendimce bulduğum nedenler: Ülkenin nüfusu 70 milyonu geçtiği için pazarın oyuncularının yurt dışını hedeflemesi gerekmiyor. Bu tespit tüketici elektroniği için geçerli değil elbette, zaten Vestel de etkinliğin aktif katılımcısıydı.  Mekansal uzaklık ve vize zorunluluğu yıldırıcı olabiliyor. Paris'ten vizesiz ve trenle iki saatte gelinebilirken bizim vize al

Televizyon deneyimi

İki gündür bağlı televizyon (connected tv yerine kullanıyorum, daha iyi önerilere açığım) dünyasının önemli şirketlerinin sunumlarını dinliyorum. Tüketici elektroniği, kutu üreticileri, televizyon kanalları (özel ve kamu yayıncıları), yazılım geliştiriciler, bir araya getiriciler (integrator yerine kullanıyorum, daha iyi önerilere açığım) kısacası konunun tüm tarafları burada. Olmayan tek taraf, izleyiciler ve reklam verenler. Reklam işi için özel etkinlikler düzenleniyor, izleyiciler ise... İngilizce'de "at the end of the day" derler ya da "hülasa" konuşulanların, bu etkinliklerin tek bir amacı var: izleyiciyi daha "mutlu" edecek "televizyon izleme deneyimi" yaşatmak. Yoksa kimse ekrana bakarken yayın hibrit bir kutu aracılığıyla mı geliyor, yoksa saf (pure) IP bir kutu mu var ilgilenmeyecek. Bilmek bile istemeyecek. İzleyici, çoğunlukla, en hesaplı şekilde (mümkünse bedelsiz), en sevdiği içeriklere (mümkünse tüm dünyaya) en kolay şekilde

Connected TV Summit ilk günden notlar

Connected TV Summit etkinliğinin ilk gün heyecan verici tartışmalarla geçti. Gün içinde en çok dillendirilen iki "şey" neydi derseniz Netflix ve OTT derim hiç düşünmeden. OTT, Over The Top Television ifadesinin kısaltması. Nedir derseniz, tek cümleyle Web TV gibi stream edilen, neredeyse IPTV kadar kaliteli deneyim sunan ve akıllı TV'ler dahil bir çok cihazla izlenebilen televizyon. OTT TV'nin sadece bizde değil, dünyada da bir "gri" alan olduğunu gördüm. IPTV olsa platform işletmecisinin lisanslanması ve denetim altına girmesi gerekiyor, ama IPTV değil. Web TV olarak da değerlendirilmiyor. Televizyon yayınıysa sunuyor. Ülkemizde de bu alan gelişmelere gebe. Büyük oyuncular Doğuş, Doğan ve küçük girişimciler sektörde yer almaya, pazar kapmaya gayret ediyor. Bunun dışında bir başka kritik konu tüketici elektroniği üreticileri (Sony, Samsung, LG gibi) akıllı televizyonlarındaki uygulamalarını kullanarak bir operatör gibi davranabilir mi? İçerikleri bir

1000. yazı

2004 yılı Kasım ayında başlamıştım blog yazmaya. O günden bugüne, aralar vermiş olsam bile, sürdürdüm yazmayı. Bu yazı, çeşitli sebeplerle yayından çekip silmeye kıyamadığım 4 yazıyı da sayınca, 1000 numaralı olanı. Kimi uzun, kimi kısa 1000 yazı yazmışım kendim için. Okunma sıklığını, sevilen yazıları falan takip ediyorum. Yazdıklarım okunsun diye twitter hesabı bile aldım, ama öncelikle kendim için yazdığımı itiraf ediyorum. Kitaplar, yazarlar, mekanlar ve teknik yazılarla başlamıştım. İlk zamanlar tiyatro yazıları da ağırlıktaydı. Çocuklardan sonra tiyatro dönemine ara verdik bir süreliğine. Bu sezonun son oyununda da olsa Aklımdaki Kadınlar'ı izledik geçen gün. Oyunla ilgili yazacağım ayrıca, ama çok etkileyici bir oyun olduğunu söylemekle yetineyim. Eğer önümüzdeki sezon da devam ederse mutlaka izleyin. Londra fotoğraflarına devam edeyim: malum trafik ters. cadde / sokak geçerken ne tarafa bakacağını şaşırıyor insan. Londra'da benzer uyarıları Look Left, Look Right

Ankara'da caz akşamları: Samm Bistro

Yıllar önce Tenedos kafenin alt katında dinlerdik Janusz Szprot 'u. Yıllardır dışarıya çıkmayınca kim nerede çalıyor takip etmiyorduk. Geçenlerde bir kadim dostun sayesinde Samm Bistro 'yu keşfettik. Aslında yaklaşık iki senedir her cuma caz gecesi düzenliyorlarmış. Uğur Mumcu caddesi 19 numarada, Köşk'e doğru giderken yolun sağ tarafında yer alan Samm's Butik Oteli'nin barı, küçük ve sıcak bir mekan. Yiyecek ve içecek menüsü zengin. Fiyatlar, böylesi bir mekan için makul. Bu haftaki programın afişini yanda görebilirsiniz.

Cehennem / Dan Brown

Seyahatte veya kumsalda, yani aklınızı vermeden, okumak istediğiniz bir kitap arıyorsanız son derece doğru bir seçim olacaktır Cehennem . Dan Brown'un tüm dünya ile birlikte ülkemizde de satışa sunulan son romanında kurgu aynı. Gerçek bilgilerle desteklenmiş, acaba dedirtecek bir olaylar zinciri, olayları derin bilgisi ile çözen profesör ve onu etkileyen güzel kadın. Bu kurgudan sıkıldıysanız sakın Cehennem'i elinize almayın. İşin doğrusu seyahat veya kumsalda değilseniz de yakınından geçmeyin derim. Zaman, günümüzün en kıymetli değeri. Bunu doğru kullanmak gerekiyor. Televizyondan uzak durduğumuz gibi mısır patlağı kitaplardan da uzak durmamız lazım. Mısır patlağı, yerken keyif verse bile bittiğinde pişmanlık yaratıyor. Cehennem, İstanbul'da geçen bölümleriyle ülkemizde epey satacaktır. Kitabı okumamışları düşünerek bu yazıda heyecanı bozacak bilgiler vermeyeceğim. O yüzden kitabın temel meselesi üzerine yorum yapmayacağım. Tek söyleyeceğim, kitabın dayandığı tehliken

Connected TV Summit etkinliği ve twitter hesabım

İyi şeyler olabiliyormuş. İki yıl önce online takip ettiğim ve o zamanlar gidemeyeceğimi düşündüğüm etkinlikte blog postu yazmanın keyfi başka oluyor. Bir yandan konuşmacıları dinleyip, bir yandan sabahın 8'inde salonu dolduran kalabalığa şaşırıp bir yandan twitter'da tweet gönderiyorum. Tweet atmamın sebebi, duyduklarımı unutmamak, ilerleyen günlerde derli toplu değerlendirme yazılarım için kaynak oluşturmak. Bu yazıları okuyana kadar tweetleri takip etmek isterseniz kullanıcı adım @sadecezgr.

sonunda Connected TV Summit

Aslına bakarsanız daha günlerce Londra sokaklarında kaybolabilirdim. Zamanımın kısıtlı olduğunu bilince, mutlaka görmek istediklerime öncelik verdim. İyi ki de öyle yapmışım. Neleri gördüm / düşündüm / öğrendim sorularının yanıtını başka bir yazıya bırakıp etkinliğe dair birşeyler yazayım. Ülkemizde düzenlenen etkinlerin başlama saati olur, her yerde olduğu gibi. Bizdeki fark, düzenleyiciler de dahil olmak üzere herkes o saatte etkinliğin başlamayacağını bilir. Katılımcılar ve düzenleyiciler buna göre hareket eder. Yurtdışında katıldığım bu ikinci etkinlik de tam zamanında başlayacak gibi. Saat 07.13 ve etkinliğin başlama saati 08 olarak duyurulmuştu. Düzenleyiciler, ben 06.45'te geldiğimde hazırlıklarını tamamlamış beni bekliyordu. Geldiğim yer uzak olunca, taa Ankara :), erken çıktım biraz. Etkinliğe gelen ilk delege ben oldum. İlk baktığım delege kartlarında tanıdık, bildik isimler oldu. Gözüme Vestel çarptı. Zaten ikinci gün bir panelde Metin SALT konuşmacı. Etkinlik ile

Londra fotograflar - 2

Bu fotografı neden çektiğimi, Ankara'da yaşayanlar anlayacaktır. Başlangıçta pek anlam veremediğimiz sarı levhalar döşendi kaldırımlara. Cadde ve sokak boyunca tüm kaldırımda sarı levhalardan oluşan yollar yapıldı. Bir arkadaşım, bu levhalardan (görme engellerinin bastonuyla fark etmeleri için konuluyor) hiç bir yerde görmedik , demişti. Demek ki Londra'ya gitmemişler, belki de gittiklerinde dikkat etmemişler ve son olasılık bu levhalar o zaman yokmuş. Gerçi levhalar tüm sokak, cadde boyunca değil, yol geçişlerine yerleştirilmiş. Ama ülkemizde kaldırımların durumunu düşününce yol boyu olması engelli vatandaşlar için daha güvenli sanırım... TAS, Londra'da Türk mutfağı. Pahalı bir yere benziyor. St. Paul katedraline yakın. Zaten Ankara'da bolca tattığım için Londra'da denemedim :) Londra'da her nebze göre şerbet bulunuyor. Kimi Picadilly Circus'ta reklam panolarının fotografını çekerken, benim gibileri Karl Marks'ın ayak izlerini takip ediyor

Londra fotograflar

National Gallery, büyük koleksiyonuna karşın ücretsiz gezebileceğiniz bir yer. Tarafalgar meydanında görkemli bir yapı. Ücretsiz rehberli turlar da var. Aşağıdaki fotografta London Eye var. Parlamento binası ve Big Ben adlı saat kulesinin karşısında. Kurulduğunda dünyanın en büyük dönme dolabıydı. Big Ben, Anadolu lisesinde okuyanların Mr. and Mrs Adams'la birlikte hatırlayacakları bir yapı. Parlamento binasının yanında, Londra'nın sembol yapılarından birisi. Bu yeşil alan fotografları Londra'nın banliyölerinde çekilmedi. Şehrin merkezinde, içerisinde hayvanların özgürce dolaştığı, kelimenin gerçek anlamıyla büyük parklar var. Bunlar Kraliyet Parkları olarak adlandırılıyor. Hyde Park, içlerinde en çok adı duyulan olsa bile diğerleri de en az Hyde Park kadar güzel ve etkileyici. Bisiklet, Londra'da beni en fazla etkileyenlerin başında geldi. Fotografta gördüğünüz gibi bisiklet ambulans bile var. Ben de bir başkentte yaşıyorum ve benim y