Ana içeriğe atla

Ben Ankara'ya dönüyorum peki yayıncılık nereye gidiyor?

Kısa sürdü twitter maceram. Vaktimden çaldığını fark ettiğim herşeyi hayatımdan çıkartıyorum. Twitter, vakit hırsızlarının önde gideniydi, hesabımı kapattım. Bazen, keşke böyle durum güncellemesi gönderdiğim bir platform olsaydı diyorum. İşte bu yazı, öyle bir yazı. Yani "durum güncellemesi" var sadece.
Krakow havaalanı, uluslararası terminalinde Frankfurt'a gidecek Lufthansa uçağını bekliyorum. Trabzon dönüşü uçağı göz göre göre kaçırınca ve sonra Paris dönüşü ucu ucuna yetişince artık saatler öncesinde yola çıkıyorum. Bu kez de öyle yaptım. Digital TV CEE etkinliğinin son gününde, diğer iki günde olduğu gibi, bir çok ikili görüşme gerçekleştirdim. Bir firmayı temsilen gelmiş olsaydım eminim epey iş bağlantıları yaparak dönüyor olacaktım. Oysa, İngilizce yazmakta olduğum bloğumun reklamını yapıp ilerleyen etkinliklerde Türkiye televizyon pazarının durumu hakkında sunum yapabileceğimi belirtmekten ileri gitmedi görüşmelerim. Bağlantı bağlantıdır deyip geleyim bu durum güncellemesi meselesine.
Durum değişiyor ülkemiz televizyon sektöründe. Biz içerden ne kadar farkındayız bilemiyorum ama dışarıdan bakınca çok kendine has bir pazarımız var. Bir kaç örnekle ne demek istediğimi anlatayım. Bizde Pay TV, yani içerik için bir şekilde para ödenen sistemler, abonelikleri büyük oranda futbol lisansları üzerinden ilerliyor. Federasyon, nedendir bilinmez, lig yayın lisanslarını televizyon kanalları yerine platformlara pazarlamayı tercih etmiş durumda. Hal böyle olunca lisansı alan platform "yaşıyor" ya da ölümüne fiyatlar verdiği için "ölüyor". Kabloyu hiç saymamak daha doğru belki. Yok denecek kadar az abonesi var çünkü ve yıllardır bir arpa boyu ilerleyemedi. Hem home-pass (yani abone olabilecek hane) olarak hem aktif abone olarak. Sayısallaşmayı bile tam sağlayamadılar. Bu hizmet paketi ve bu fiyatlarla halen iş yapıyor olmaları, Avrupa'dan bakınca tez konusu olabilecek düzeyde ilginç. Doğu Avrupa'daki teklifleri (geniş bant internet, televizyon ve ses için önerilen aylık ücret) ayrıntısıyla inceleyeceğim bir yazı hazırlayacağım. Ancak o zamana kadar şu kadarını söyleyebilirim, bizim geniş bant internet için ödediğimiz paraya çok daha hızlı, çoğunlukla kotasız internet + HD kanalları da olan OTT + ses paketi veriliyor bir çok yerde.
Peki bu durum sonsuza kadar sürer mi? OTT (Over The Top) bu dikensiz gül bahçesi durumunu kökten değiştirecek potansiyele sahip. Artık IPTV hizmeti sağlamak için gereken kendi ağınızın olmasına gerek yok. Hatta herhangi bir şekilde birisinin ağını kiralamanız da gerekmiyor. IPTV'de olduğu gibi abone başına RTÜK'e ödemeniz gereken bir tutar da yok. Hatta mevcut yasal durumda RTÜK sizin içeriğinize bile karış(a)mıyor. Bu durum, yasal boşluk durumundan bahsediyorum, sonsuza kadar sürmez elbette. Ancak OTT'yi düzenlemeye kalktıklarında YouTube'a da düzenleme gelmiş olacak bir yerde. Yani sınır çok belirsiz. Düzenlenmesi zor bir alan. Emin olun sadece ülkemiz değil, Avrupa hatta Amerika'da bile bu konu mahkemelerin meselesi haline gelmiş durumda.
Peki OTT tam olarak ne öneriyor izleyiciye. Teklif iki şekilde olabiliyor. Birincisi bir kutu satın alıyorsunuz elektronik marketinden. Kutuyu kullanarak IP üzerinden gelen TV kanallarını televizyonunuzdan izleyebiliyorsunuz. İsterseniz, seçilen modele göre, izle/öde, reklam seyret/bedava izle şekilde sunulan özel içeriklere erişebiliyorsunuz. Gene seçilecek modele göre FTA (Free To Air) kanallar, satın aldığınız hibrit (melez) özellikteki kutuya DVB-S-T-C (ki bizim ülkemiz için bu S-S2-T2 şeklinde olabilir) yani uydu, karasal veya kablo üzerinden alınırken isteğe bağlı özel içerikler IP üzerinden gönderiliyor. Bence başarılı olacak model, en azından geniş bant erişiminin çok da sağlıklı gelişmediği / ucuz olmadığı / yaygınlaşmadığı / işletilmediği ülkemizde linear TV (bildiğimiz televizyon yayınları) içeriğin broadcast (yayın), isteğe bağlı içeriğin (Video On Demand) ve etkileşimli uygulamaların (interactive applications) IP üzerinden gönderilmesi şeklinde olacaktır.
Burada IPTV'ye göre bir diğer OTT avantajı, hizmeti sunacak şirketin aslında OTT platformu için bir sisteminin bile olmasına gerek olmamasıdır. Çeşitli firmalar tarafından sağlanan platformların özelleştirilmesiyle bölgesel, yerel OTT servisleri kiralama modelleriyle sunulabilir.
OTT, ülkemizdeki Pay TV sektörünü ciddi şekilde zorlayacak. Bu gelişmeyi göre Pay TV operatörleri de OTT hizmeti sunmaya başladı zaten. Ancak, pazara giriş bariyerini ortadan kaldıran OTT'ye verilecek yanıt, aynı hizmeti sunmak olmamalı. İş modelinin yeniden gözden geçirilmesi, değer zincirinin değiştiğinin kabulü ve yeni duruma göre modeller belirlenmesi iyi bir başlangıç olabilir.
Krakow'da gördüğüm ve konuştuklarımdan çıkarttığım en önemli ders iyi yaptığın işi yapmaya devam et. Diğer işlerini iyi yapanlara bırak. Yani bir başka değişle, ya da moda tabiyle outsource. Ne yazık ki taşeronlaşmayı ve işten çıkartmaları beraberinde getiren bu gidişata uymak, ayakta kalmak için aşağı yukarı tek yol. Her işi kendim yapayım, kimisini iyi kimisini kötü idare edip giderim felsefesi ile devam etmek pek olası görünmüyor. BBC Worldwide'ın ve Discovery Network'ün sunumları özellikle ufuk açıcıydı bu anlamda. Geçen yıl 1 milyar dolar üzerinde para harcayıp içerik üreten Discovery Networks, tam olarak bunu yapmış. Yani iyi olduğu işi yapmış. Aynı şeyi BBC Worldwide'da yapıyor. İçerik üreten, onu pazarlayan ve yerel izleyicilerine sunan şirketleri birbirinden ayırmışlar.
Daha yazacak çok şey var, ama bu blog yazılarını uzun tutunca, zaten az olan okunma sayısı iyice düşüyor.
Fotografta gülümseyen beyefendiler (Berk Uziyel ve Güney Yavasur) SPI International şirketinin yetkilileri. Daha önceki yazımda belirtmiştim, İstanbul'da yerleşik olup Orta ve Doğu Avrupa'da televizyon kanalları işleten, içerik üreten ve ajans olarak çalışan SPI ile tanışmak Krakow'da nasipmiş. Kendileri, Digital TV CEE'de sunum yapan tek Türkiye şirketiydi. Vestel, stand sahibi tek Türkiye şirketi olduğu gibi. Umarım hem sunum hem stand olarak farklı şirketlerimizi görürüz bu önemli etkinlikte.

Yorumlar

Son haftanın en çok okunan 10 yazısı

Göksu Restaurant Nenehatun şubesi açıldı

ve beklenen gerçekleşti...Ankara'nın Sakarya caddesine açılan Bayındır sokakta yer alan Göksu, gönüllere taht kurdu. Gerek servisi, gerek yemeklerin lezzeti vazgeçilmezler arasına girdi. Mekanın Kızılay'ın göbeğindeki Sakarya caddesinde olması, kimilerini üzüyordu. Özellikle Kızılay'a hiç inmeyenler, kalabalığı sevmeyenler yukarılarda bir Göksu hayali kuruyordu. Uzun sürdü inşaat. Nenehatun caddesi ile Tahran caddesinin kesiştiği köşede yer alan binanın inşaatının neden bu kadar sürdüğünü pek anlamamıştım, düne kadar. Dışarıdan 4-5 kat görünen bina toplamda 10 katlıymış. Üstte 3 kat içkili restaurant (ki bu bölüm henüz açılmamış), girişte bekleme salonu ve bar-kütüphane, girişin altında işkembe ve kebapçı (ki bu bölüm hizmet vermeye başladı), işkembecinin altı tam kat mutfakmış, onun altında garaj-çamaşırhane ve en altta iki kat konferans salonu olarak düzenlenmiş öğrendiğime göre. İlk ziyaretime ait fotografları (binanın dıştan çekilmiş bir görüntüsü ve iştah açıcı) beğe

Yaylapınar (Sinekçiler) Köyü Nazilli tatili

Yazılacaklar birikti, bu gidişler birikmeye devam edecek. Üst üste gelince seyahatler, okunanlar, teknik gelişmeler böyle oluyor. Yavaş düzgündür, düzgün ise hızlı deyip başlayayım bir yerinden.  Geçtiğimiz haftanın 6 gecesini, Aydın'ın Nazilli ilçesinin, eski adıyla Sinekçiler, Yaylapınar köyünde geçirdik. Ne ben, ne de eşim Nazilli'li. Oralarda yaşayan akrabamız da yok. Peki nasıl oldu da bir köyde kaldık 6 gece. Pınar Kaftancıoğlu sayesinde. Kendisini büyük şehirlerde, özellikle İstanbul'da, yaşayan çocuk sahipleri tanıyacaktır. Ayşe Arman'ın söyleşisinden sonra tanıyanlar ve alış veriş yapanların sayısında ciddi artış olmuş. Siz tanımayanlardansanız İpek Hanım'ın Çiftliği'nin web sayfasına bakmanızı ve yazının geri kalanını sonra okumanızı öneririm.  Kaftancıoğlu, bana kalırsa ülkemiz için uygulanabilir bir kalkınma modeli oluşturmuş. Ülkemiz, her ne kadar son dönemlerde ihmal edilmiş olsa bile, bir tarım ülkesi. Tarıma elverişli topraklara

Kocadağ At Çiftliği Kocadağ Köyü / Havran

Deniz, kum, güneş tatilinden sıkıldıysanız ve Edremit körfezi civarındaysanız size süper bir alternatif: At binmek. Edremit'ten Balıkesir'e giden yol üzerindeki şirin ilçe Havran'ın Kocadağ köyünde bu mekan. Henüz dört yaşında olan iki(z) kızlarımız çok keyif aldılar at binmekten. Altınızda sizden epey güçlü b ir hayvan varken dengede durmaya çalışmak, yorucu bir o kadar da keyifli bir uğraş. Eğer hayatınızda at binmeyi hiç denemediyseniz, emin olun deneyince siz de kabul edeceksiniz, çok şey kaçırmışsınız demektir.    Kocadağ At Çitfliği'nde at binmenin yanı sıra lezzetli mutfağını da deneyebilirsiniz. Mantı, haşlama içli köfte, ızgara köfte ve elbette demleme çay. Fiyatlar derseniz bu konuda ucuz / pahalı yorumu yapmak istemiyorum. Bunun yerine bir kaç seçtiğim ürünün fiyat bilgisini paylaşacağım. Ancak, öncelikle sipariş edeceğiniz yiyeceklerin hepsinin büyük bir özenle hazırlanıp, aynı özenle servis edildiğini belirteyim. Biz mantı, içli köfte, ızgara hellim ve

Göksu Restaurant

Özellikle öğlen saatlerinde Kızılay, Sakarya civarında düzgün yemek yiyeceğiniz bir yer arıyorsanız en doğru seçim Göksu Restaurant olacaktır. Meşhur Otlangaç'ın karşısına denk düşen mekan, hızlı ve özenli servisi, lezzetli ve fahiş olmayan fiyatları ile bölge insanlarının gönlünde çoktan taht kurmuş. Öğle saatlerindeki kalabalığa karşın hızlı ve özenli servisin sırrı yeterli sayıda personel çalıştırmak olsa gerek. Yemeklerinde etsiz çeşitlerinin az oluşu dışında kusuru yok denebilir. Akşam servisini hiç denemedim, ancak akşamları Sakarya'ya gidenlere fazla hitabetmeyebilir. Afiyet olsun. GÖKSU RESTAURANT Bayındır Sokak No: 22 / A Kızılay - ANKARA tel 312 431 47 27 - 431 22 19

Sokakbaşı Meyhane, nam-ı diğer Hüseyin'in Meyhanesi

Uzunca bir süredir izlediğim tek televizyon yayını Behzat Ç.'nin Hüseyin'in Meyhanesi mekanı olarak kullandığı Sokakbaşı Meyhanesi'ne sonununda gittim. Hatta yanda gördüğünüz üzere Behzat'ın masasında fotografım da var. Mekan, aslında Behzat Ç. öncesinde de bölgede bilinen sevilen yerlerdendi. Esat dörtyolda, köşebaşında yer alan burayı Behzat Ç.'de mekan olarak kullanmak, muhtemelen Erdal Beşikçioğlu'nun zamanında Sokakbaşı'nın çaprazında bir yer işletmesinden kaynaklanıyordur.  Sokakbaşı'na diziden aşinayız. Havalar iyi olduğunda açık havada büyükçe bir yerleri var. İçerisi de küçük sayılmaz. Mezeler lezzetli, fiyatlar pek ucuz sayılmaz. Dizinin etkisi fiyatlara yansımış görünüyor. Behzat'ın masası rezervasyonlu oluyormuş genelde. Yurt içi ve hatta dışından rezervasyon yapılıyormuş. Mekanın garsonları, kim bölümlerde rol almış. Duvarlarda gazete küpürleri ve diziden görüntülerin yer aldığı fotograflar var.  Yakında final yapacak olan Behzat

İkiz bebekle tatile çıkacaklara öneriler

Blog sayfamdaki yazıları belli kategorilere göre ayırıp etiketliyorum. Yazacaklarımın etiketlenebilecek şeyler olmasına özen gösteriyorum. Kısacası her aklıma geleni bloga yazmıyorum. Bugün canım sıkıldı, bari canımın sıkıldığını tüm dünya duysun demiyorum. Biraz bu nedenle, biraz yazarın anonimliğini korumasını sağlama kaygısıyla özel hayatıma ilişkin paylaşımları sınırlı tuttum bu güne kadar. Bu yazı yukarıda anlattıklarımla çelişse bile tatile çıkmadan önce yaptığım internet aramalarında işe yarar çok az bilgi bulabildiğim için ikiz bebek sahiplerine deneyimlerimi aktarayım istedim. Bu yazı ile birlikte yeni bir etiket bloga merhaba diyor: İkiz büyütmek. Bu etiket altında, çok sık olmamakla birlikte, ikiz büyütürken yaşadıklarımı paylaşacağım.

Pazr günü eğlencesi: Eymir gölü etrafında bisiklet sürmek

Sadece ODTÜ öğrenci ve çalışanlarının bir de göl kartı sahiplerinin girebildiği düşünülür Eymir gölüne. Oysa, eskiden olduğu gibi bugün de arabasız girdiğiniz sürece, kimse kimlik sormaz kapısında. Birisi TRT'nin Oran yerleşkesinin yanından inen yolun sonunda, diğeri Gölbaşı'ndaki TEİAŞ tesislerini geçince olmak üzere iki kapısı bulunur bu küçük göl ve çevresinin. ODTÜ arazisidir ve içerisinde piknik yapmak yasaktır. Son düzenlemeler sonrası üniversite arazisi olduğu için içeride alkol satışı yasaklanmıştır. Yakın zamanda üniversite yönetiminin aldığı bir karar ile Eymir gölü çevresine haftasonları araç girişi tamamen yasaklandı. Her iki kapının yakınında, ODTÜ'de görev yapan güvenliklerin kontrol ettiği park alanları oluşturuldu. Ücretsiz olan bu alanlara aracınızı bırakıp yürüyerek göl çevresine girebiliyorsunuz. İçeride her 10 - 15 dakikada bir hareket eden ring servisleri bekliyor. Lokantaların olduğu yerlerde durakları var. Dönüş için de aynı araçları kullanabili

Kitap etiketli 100. yazı: Leyla AÇBA, Bir Çerkes Prensesinin Harem Hatıraları / Harun Açba

Baştan itiraf edeyim. Her ne kadar blog sayfama reklam falan almamış olsam bile okunma sayısını takip ediyorum. Okunmak, yorumlanmak, takip edilmek sanırım tüm blog yazarlarını mutlu ediyor. Güncel haberlere ilişkin blogumda bir şeyler yer alıyorsa o dönemde okunma sayısında ciddi artışlar oluyor. Göksu Restaurant gibi Ankara'nın beğenilen mekanlarından birisine ilişkin ilk sayılabilecek yazılardan birisini yazmış olmam blog sayfama ulaşılma nedenlerinin başında yer alıyor. Bu gerçekten hareketle bugünlerde gündemde olan bir konu hakkında zamanında alıp kütüphanede unuttuğum bir kitap, pazar akşamı keyfi oldu. Leyla Açba, son Osmanlı padişahı Sultan Vahideddin'in ilk eşi olan Emine Nazikeda Kadınefendi'nin 5. nedimesi olarak 1919-1924 yılları arasında saray görevinde bulunmuş bir Çerkes prensesiymiş. Sarayda yaşadıklarına ilişkin hatıralarını kaleme alan ender kişilerden birisiymiş. Leyla Saz, Safiye Ünüvar ve Prenses Ayşe Osmanoğlu dışında hatıralarını kaleme alan yok

Çobanoğlu Restaurant / Eymir Gölü - ANKARA

Senelerdir gidip geldiğim ve her seferinde huzur bulduğum Eymir Gölü ile ilgili ayrıntılı rehber hazırlama işine giriştiğimde, göl kıyısında yer alan mekânları ayrıca tanıtmam gerektiğini fark ettim.  Göl çevresinde araç trafiği tek yönlü olunca, Çobanoğlu'na araç ile ulaşmak epey sürüyor. Gölbaşı tarafındaki kapıyı kullanarak göl kıyısına girdiyseniz, göl çevresindeki turunuzun şık bölümünün son tesisi Çobanoğlu. Adını, geniş bahçesindeki Çobanoğlu çeşmesinden alan bu tesis, kahvaltı, gözleme, ızgara çeşitleri ve sıcak-soğuk mezeleri ile sağlam bir mutfağa sahip.  Eymir gölü, genişçe akan ve kıvrımlarla ilerleyen bir nehre benziyor, haritadan baktığınızda. Bu yüzden, Çobanoğlu'nda otururken küçük bir göl görüyorsunuz. Göl kıyısındaki diğer tesisler ise Çobanoğlu'ndan görünmüyor.  İster bahçesinde oturun, ister soba ile ısıtılan içerisinde çok keyif alacağınızı düşünüyorum Çobanoğlu'nda. TRT tarafındaki kapıdan, yürüyerek ya da bisiklet ile, trafiğin tersi yön

Kuzey Kore, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti, izlenimleri / Feza SEZEN

Blogda farklı görüşlere yer vermek, okuyucu sayısını arttırmak bakımından ne kadar işe yarayacak bilemiyorum. Ancak bildiğim bir şey var ki her e-söyleşi bana çok şey katıyor. Gerek teknik söyleşiler gerekse teknik dışı konulardaki söyleşilerden çok şey öğrendim. Eminim bu pazar yayınladığım e-söyleşiden sizler de bir çok şey öğreneceksiniz. Feza Sezen ile iş yerinden tanışıyorum.  Geçenlerde facebook'taki Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti (Kuzey Kore) izlenimlerini okuyup fotograflarını da görünce bu söyleşiyi yapmak istediğimi belirttim. Sağolsun beni kırmadı. Aşağıda okuyacağınız söyleşiye neden olan geziyi Fest Travel Seyahat Acentası 22-29 Haziran 2015 tarihleri arasında gerçekleştirmiş. 1. Paris, Roma, Viyana, Budapeşte ya da Prag değil de neden Pyong Yang? Buna iki yanıtım olacak.  Birincisi, belirtilen bu kentleri ve hatta daha fazlasını gördüm, ayrıca Paris’te de bir süre yaşadım. Bunların tümü, küçük farklılıkları da olsa bir Avrupa yaşamı sunuyor gezgi