Ana içeriğe atla

Medya - 2 | Radyo

Bir otobüs firmasının sloganı vardı, sektörde ne kadar eski olduklarını anlatmak için kullandıkları: "Önce Kâmil Koç vardı" diye. O slogandan esinlenerek başlayayım, önce radyo vardı.

Marconi'den ya da Tesla'dan bahsetmeyeceğim. Radyo teknolojisinin tarihçesini anlatan bir çok kaynak var online dünyada. Ben ülkemizdeki garip durumu, daha önce konuyla ilgili yazdıklarıma da atıflar yaparak işlemeye çalışacağım. Bir de elbette, geçen hafta, medya dizisinin ilk yazısında belirttiğim üçlemeyi açıklayacağım bilgim dahilinde; üretim / dağıtım ve tüketim. 

Ülkemizdeki garip durum dediğim ve ilerleyen satırlarda okuduğunuzda size de garip geleceğinden neredeyse emin olduğum konu, dağıtım başlığıyla ilgili. Sıralamayı bozmayalım dilerseniz, üretim ile başlayalım:

Radyo'da üretim:

Radyoda dinlediğiniz programları en temelde ikiye ayırmak mümkün. Aslına bakarsanız, aynı ayrımı televizyon içerikleri için de yapabiliriz, canlı ve bant kayıt. İsimleri, ne olduklarını yeterince açıklasa bile canlı yayınlar, sizlerin dinlediği anda üretilen içeriklerden oluşan yayınları, bant kayıt ise önceki bir tarihte hazırlanan ve sonra yayınlanmak üzere bir ortamda saklanan ses dosyalarından oluşan yayınları belirtmek için kullanılır. 

Klasik bir radyo stüdyosunda bulunan cihazları sıralarsak:

  • Sesi elektrik sinyaline çeviren mikrofonlar,
  • Elektrik sinyalini sese çeviren hoparlörler,
  • Kulaklıklar,
  • Stüdyodaki cihazların birbiri arasındaki ses alış verişini gerçekleştirebilmelerini sağlamak için santral görevini üstlenen matris, 
  • Farklı kaynaklardan gelen sesleri birleştiren, bu sesler üzerinde ayarlamalar yapan ve sesleri farklı çıkışlara yönlendiren ses mikseri,
  • Seste değişiklikler yapmak için kullanılan prosesörleer,
  • Şarkıları çalmak için kullanılan cihaz: ki bu artık bir çok radyoda bilgisayar haline geldi. Eskiden kaset çalar, plak, CD çalar da kullanılıyordu,
  • Kayıt cihazı,
  • Dış dünyadan katılımcı almak için kullanılan telefon sistemi, ki adına Hibrit deniliyor.
Gene klasik bir radyo stüdyosunda çalışan görevlileri ve görevlerini de sıralayalım:

  • Sunucu: ne iş yaptığını anlatmaya pek gerek yok sanırım. Programı sunan kişi. Kimi programlarda ses mikserini de sunucu kullanıyor, hatta programın yapımcılığı da aynı kişinin sorumluluğunda. 
  • Yapımcı: radyo programında işlenecek konuları belirleyip, çalınacak şarkıdan şarkılar arasındaki konuşmaların metninin hazırlanmasına, programa alınacak konukların seçilmesine, sponsor ile ilişkilere, kısacası programın neredeyse tüm süreçlerini planlayan kişi.
  • Yönetmen: program sırasında önceden belli olan akışın planlandığı gibi yapıldığını gözeten, sunucu, teknik ekip ve rejideki tüm koordinasyondan sorumlu kişi. Yönetmen, yapımcı ve sunucu aynı kişi de olabilir; ancak farklı kişilerin bu sorumlulukları üstlenmesi, çoğunlukla daha iyi programların yapılmasını sağlar.
  • Teknik yönetmen: stüdyonun teknik işleyişinden sorumlu kişi. Stüdyo içindeki ekipmanların doğru çalışmasından, olası arızalarda yayının aksamasını engelleyecek önlemlerin alınmasına kadar tüm teknik süreçlerin sorumlusu. Bu görevlerinin yanı sıra çoğu kez rejideki cihazların bir ya da bir kaçının işletmesini de yapar.
  • Tonmaister: seslerin frekans ayarlamalarını yapan, çok iyi müzik kulağına sahip, mikseri kullanan kişilerdir. Günümüzde ses mühendisi terimi de kullanılıyor. Aslında tam olarak aynı şeyi ifade etmiyor bana göre. 
  • Stüdyo şefi: her radyo istasyonunda olmayan bir pozisyon. Gelen konukların stüdyoya giriş çıkışını, stüdyonun genel düzenini sağlayan kişi.
  • Yönetmen yardımcıları: konukların telefon bağlantılarının yapılmasından program öncesi, program sırasında ve program sonrasında yönetmenin ihtiyaç duyacağı her türlü konuda destek veren kişiler. 
Yukarıdaki personel listesini görüp 
"Bizim radyoda bu anlatılanların hiç birisi yok. Programı hazırlayan benim, yönetmen - teknik yönetmen - tonmaister, görmedim bugüne kadar. Her işi yapan Kemal Abi var teknikte ama arıza olmadıkça onu görmeyiz zaten stüdyoda. Mikseri de ben kullanıyorum, telefonları da ben bağlıyorum, şarkı listesini hazırlamak zaten benim asıl olayım, sesim bir yerde benim sermayem. Ben radyo programcısı ve sunucusu olduğumu düşünüyordum oysa bir çok işi ben yapıyormuşum" 
diyebilirsiniz. Aşağıdaki paragrafta radyoların en büyük gider kalemleri arasında personel maaşları olduğunu gördüğünüzde, muhtemelen neden tüm işleri yaptığınız daha anlaşılır olacaktır.
Radyoların işletme masrafları; personel maaşları, çalınan şarkıların telif ödemeleri, iletim giderleri ve prodüksiyon giderleri şeklinde sıralanabilir. Bu kadar gider kalemine karşılık aslında tek gelir kaynağı reklâmlardır. Yurt dışında kilise radyoları gibi doğrudan fonlarla yayınını sürdüren radyolar da var. Kamu yayıncılığı radyoları ise kamu tarafından fonlanır. Doğrudan fonlanan radyoların kimi hiç reklâm yayınlamazken kimi fonlarının yanı sıra reklâm geliri de alır. Ticari radyoların gelir kalemi ise  neredeyse sadece reklâmla sınırlıdır. Bazı radyoların eşantiyon satışları, program kayıtlarının CD olarak satılması, konser/parti organizasyonu gibi ek gelir elde etme yöntemleri de olsa bile bu gelirleri reklâm gelirleri ile kıyaslamak pek mümkün değildir. 
Ülkemizden örnek vermek gerekirse Polis Radyosu, Meteorolojinin Sesi, üniversitelerin radyoları ve elbette Türkiye Radyo Televizyon Kurumu'nun radyoları doğrudan fonlanan radyolardır. 
Radyo'da dağıtım:
Radyo yayınları bir merkezde hazırlandıktan sonra, farklı alıcı tiplerine göre farklı ortamlarda yayınlanır. Yayın ortamına göre sınıflandırırsak;
  • Karasal vericilerle,
  • Uydu üzerinden,
  • İnternet üzerinden,
FM, AM, DAB/DAB+, DRM, DMB, DVB-T2 üzerinden radyo, 5G şebekesinden radyo... bunların tümü karasal vericilerle yapılan radyo yayıncılığının türleridir.
Ülkemizde en yaygın kullanılan radyo yayını VHF 2 bandında (88.0 MHz - 108 MHz) yapılan Frekans Modülasyonu FM yayınlarıdır. Kabul edilebilir bir ses kalitesinde, girişimsiz (başka kanalların karışmadığı), sorunsuz bir FM yayıncılığı için bu 20 MHz'lik bantta 100 radyo kanalının yayınlanabileceği söylenir. İstanbul'da, RTÜK'te yer alan bilgilere göre, FM bandında 99 adet radyo istasyonu bulunmaktadır. 
Karasal vericilerin kullanıldığı analog yayınlara bir başka örnek, ülkemizde de hâlâ kullanılmakta olan Genlik Modülasyonu AM yayınlarıdır. Dalga boyuna göre uzun, orta ve kısa dalga olarak adlandırılır. Her birinde sinyallerin atmosferde yayılması farklılık gösterir. Özellikle kısa dalga radyo yayıncılığı sayesinde çok uzun mesafelere yayın iletmek olanaklıdır. FM ile kıyaslandığında ses kalitesi düşük olduğu için AM üzerindeki radyoların çoğu konuşma üzerine, haber ağırlıklıdır.  
Sayısal karasal radyo yayını standartlarına geçmeden kısaca radyo veri sisteminden de bahsedeyim. İngilizce ifadenin baş harfleri ile RDS, FM bandındaki yayınların üzerine bindirilen, uygun alıcı tarafından çözüldüğünde, gene alıcıdan alıcıya değişiklikler gösteren ekranlarda yayınlanabilen bilgileri taşıyan sistemi tanımlar. 2011 yılında bir yazımı RDS'ye ayırmıştım. Orada yazdıklarımı burada tekrar etmek istemedim. RDS kullanılarak trafik bilgisini göndermek ya da acil durum uyarı sistemini RDS üzerinde çalıştırmak da olanaklı. Özellikle acil durum uyarı sistemi için FM radyo şebekesini kullanmak neredeyse tek çare. Bildiğiniz gibi felaketlerde ilk çöken şebeke GSM oluyor. Tek noktadan çok noktaya iletilen ve kullanıcı sayısının çokluğundan etkilenmeyen FM yayınları, geniş halk kitlelerini bilgilendirmek için en uygun yöntem.
Ülkemizdeki garip durum dediğim ise karasal ortamda yayın yapan ve kamusal kıt kaynak olan frekansı kullanan radyo ve televizyonların bu kıt kaynağa sahip olabilmek için düzenlenmiş ve tamamlanmış bir ihale yapılamamış olması. Bu gariplik ile ilgili de çok sayıda yazı yayınladım farklı zamanlarda blogumda. Gecekondu benzetmesinin patentini almadım gerçi ama sanırım literatürde ilk kullanan benim. Bugün yayın yapmakta olan FM radyolar, tapu tahsis belgeli gecekondular gibi. Hazine arazisini, ya da kamusal kıt kaynak olan frekansı, ihalesiz şekilde kullanıyor. Elbette bir kira, kullanım bedeli ödüyor ancak ihale yapıl(a)madığı için, diyelim Power FM radyosunu tüm ülkede 100 MHz'de dinleyemiyoruz. Oysa merkezi planlama ve ihale yapılmış olsa ulusal, bölgesel ve yerel lisanslar hazırlansa muhtemelen bu kadar çok sayıda radyo istasyonu da olmayacak, reklâm pastası bu kadar küçük dilimlere ayrılmayacak, radyo istasyonları kendi işlerini yaparak para kazanan işletmeler haline gelecekler ve çalıştırdıkları personellere de hak ettikleri ücretleri ödeyecekler, belki telif ücretleri artacak ve sanatçılar daha rahat yaşamaya başlayacak ekonomik anlamda... 
Yani neler neler olabilir aslında. 
Medya dizisinin sonunda, genel değerlendirmede konuyu yeniden ele almak üzere burada ara verip gelelim uydu radyoya. 
İşin doğrusu Amerika Birleşik Devletleri, Kanada gibi toprakları büyük, yayılmış ülkelerde karasal vericilerle alanı kapsamak yerine ya da onunla birlikte uydu frekansını kullanarak yapılan bir yayın. En önemli fark, FM'e göre oldukça maliyetli olan bu yayının abonelikle dinlenebilmesi. Parayı verip abone olursanız ve uygun alıcınız varsa, yüksek ses kalitesi ile ülke sathında radyo yayınlarına erişebilirsiniz. Farklı operatörler ve farklı abonelik modelleri de var. Kimisinde arada reklâm dinlemeniz gerekiyor, bu sayede ödediğiniz abonelik ücreti düşüyor. Bizde böyle bir yayın yok. Uydu yayınlarının alt bandında radyo yayınları iletiliyor ancak uydu radyo denilerek kastedilen bizdeki yayınlar değil. 
Gelelim sayısal karasal radyo yayınlarına. HD Radyo, DRM+, DMB gibi farklı standartlar ile de sayısal karasal radyo yayını yapılabiliyor olsa da burada DAB+ ve 5G Broadcast'ten bahsedeceğim sadece. Senelerce bu süreçleri takip ettiğim için her biriyle ilgili yayınladığım yazılarıma buradan erişebilirsiniz. Tarihlerinin eskiliğine takılmayın lütfen, 5G dışındakiler geçerliliğini koruyor. 
DAB ile başlayan yolculuk (Digital Audio Broadcast) DAB+ ile sürüyor. FM yayınlarının maliyetli (vericilerin tükettiği elektrik enerjisi anlamında), verimsiz (tek frekanstan tek kanal yayınlanabiliyor anlamında) ve düşük ses kaliteli (stereo yayın aslında bir çok dinleyici için yeterli) olduğu bu yüzden DAB+'a geçilmesinin gerektiği söylenedurdu. Ancak Norveç ve İsviçre dışında hiçbir Avrupa ülkesi FM yayınlarını sonlandırmadı. Çünkü tüm promosyonlara, kampanyalara karşın hâlâ Avrupa'da DAB+ alıcı fiyatı FM alıcısı fiyatı seviyesine gerilemedi. FM ile tatmin edici bir ses alan dinleyici klasikten vazgeçmedi. Ülkelerin kimisinde hem DAB hem DAB+ hem FM şebekeleri çalışmaya devam ediyor. Enerji tasarrufu, çevreci denilen DAB ve DAB+, tam aksine ek enerji sarfiyatlarına yol açtı. DAB+'ın arkasında çok güçlü bir lobi var. Buna karşın gene de FM şebekesini kapatan komşusu Norveç'e karşın İsveç'i ikna edemedi. İsveç, DAB+ yayınlarını sürdürmekle birlikte bu alanda daha fazla yatırım yapmayacağını ilân etti. Keza, neredeyse tüm ülkeyi kapsayan DAB+ şebekesine karşın Birleşik Krallık (United Kingdom:UK) FM şebekesini sonlandırma tarihlerini ötelemeye devam ediyor. Blogumda sayısal radyonun iki önemli standardının geliştirilmesi için kurulan birliklerin başkanları ile yaptığım söyleşiler var. 
DRM konsorsiyumu başkanı Sn. Ruxandra Obreja söyleşisini buradan; WorldDAB, ki 2015'te adı WorldDMB'ydi, başkanı Sn. Patrick Hannon söyleyişini ise buradan okuyabilirsiniz. 
Her iki başkan ile IBC fuarlarında karşılaştıkça sohbet etmeye devam ediyoruz. Bence sayısal karasal radyonun neden "tutmadığını" anlayabilmek için, LinkedIn sayesinde tanıştığım Sn. Attila Ladayni ile söyleşiyi okumanızı öneririm. 
5G şebekelerinde tek noktadan çok noktaya yayın mantığında iletilecek radyo ve TV kanalları için mantıklı bir seçenek olarak görülüyor. Zaten kurulacak 5G şebekesini "broadcast" özellikleri de içerecek şekilde standartlaştırmaya yönelik çok çalışma var. Avrupa Yayın Birliği öncülüğünde Avrupa'nın önde gelen ülkelerinin yayıncıları çeşitli denemeler yapıyor ve başarılı sonuçlar aldıklarını duyuruyor.
Radyo yayınlarının dağıtımı için kullanılan son yöntem / ortam online dünya. Akış olarak çevirebiliriz belki dilimize, stream kelimesini. Bir sunucudan yapılan ve çoğunlukla araya giren reklâmlarla dinlediğimiz, kimi zaman FM bandındaki yayının aynısı, kimi zaman ise sadece internete özel yapılan radyo yayınları. Ülkemizde bu tür yayınlar da RTÜK düzenlemesi ve denetlemesine tabi. 
Radyo'da tüketim:
Bu ara başlığın adını çok sevmedim aslında. Belki alıcılar desem daha iyi olurdu. Ancak bu durumda eski yazılarda da aynı düzeltmeyi yapmak gerekecek ki benim gibi üşengeç birisinin yapacağı iş değil.
Radyo alıcıları, hepinizin bildiği gibi, bir çok evin baş köşesini süsleyen sevimli tasarımlara sahip cihazlardı. Oldukça basit, meslek lisesi düzeyinde elektronik bilgisi ile tasarlanabilecek bir mantığa sahip olan bu cihazların bir başka özelliği de ucuz olmaları ve az pil tüketmeleri. Bu sayede taşınabilir, batarya ile çalışabilir ve deprem gibi durumlarda göçük altında bile iş görebilir cihazlar. 
Elbette teknolojinin gelişimi ile birlikte ekranlı modeller piyasaya çıktı. RDS verilerini ekranlarında gösteren bu modellerin fiyatları diğerlerine göre daha yüksek olsa da gene de DAB/DAB+ alıcıları kadar pahalı değiller. Acil Durum Uyarı Sistemi alıcısı da aslında özelleştirilmiş çift tuner'li (alıcılı) bir RDS'li FM radyo alıcısı. 
DAB/DAB+ alıcıları da farklı modellerde piyasaya sürüldü. Avrupa'da satılan yeni otomobillerin büyük çoğunluğunda DAB+ alıcısı standart olarak sunuluyor. Ekranlı modeller, ekransız olanlara göre daha yüksek fiyatlı. Ayrıca müzik sistemleri içerisinde de radyo alıcıları yer alıyor. 
Son olarak, elbette cep telefonlarındaki radyo alıcılarından bahsetmek gerekiyor. Ülkemizde TRT Bandrolü sebebiyle bir dönem, üzerinde radyo tuner'i olan modellerin radyo alma özelliği yazılım ile kapatılarak piyasaya sunuldu. Hatta aynı marka modelin hem radyosu çalışan hem de köreltilmiş telefonları piyasada satılıyordu bir ara. 
Sonuç olarak geçtiğimiz aylarda bir blog yazımda belirttiğim gibi radyo, kamu güvenliği açısından bile sürdürülmesi zorunlu olan bir yayıncılıktır. Spotify, YouTube Müzik, Deezer gibi uygulamalar üzerinden şarkı dinlemeyi sürdürebilirsiniz. Ancak bunların hiç birisi "bedava" değil. Yayınlara erişmek için internet bağlantısına sahip olmanız gerektiğini de unutmayın. Radyo ise, uydu radyolarını saymazsak,  tamamen ücretsiz olarak dinleyebileceğiniz içerikler sunar, hem de son derece ucuza satın alabileceğiniz basit bir FM alıcısı ile. 
Yazıda gördüğünüz eksiklikleri, hataları, farklı şekillerde ifade edilse daha iyi olurdu dediklerinizi lütfen yorum olarak yazın. Sizlerin de katkılarıyla gelişecek bir yazı olmasını diliyorum.

Yorumlar

  1. Kaleminize, Özgür Bey, özellikle radyonun stratejik önemine değinmeniz oldukça kıymetli. Önümüzdeki yazılarda uydu radyosu (Sirius XM) ile ilgili bir yazı da görmek ister sevgili okuyucular diye düşünüyorum. Selamlar..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba Mustafa Hocam,
      Uydu radyo ilginç bir konu. Türkiye'de henüz böyle bir hizmet yok. Kasım ayından sonra konuyu daha ayrıntılı inceleyen bir yazı hazırlamaya çalışacağım.
      Selamlar saygılar

      Sil

Yorum Gönder

Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.

Son haftanın en çok okunan 10 yazısı

Göksu Restaurant Nenehatun şubesi açıldı

ve beklenen gerçekleşti...Ankara'nın Sakarya caddesine açılan Bayındır sokakta yer alan Göksu, gönüllere taht kurdu. Gerek servisi, gerek yemeklerin lezzeti vazgeçilmezler arasına girdi. Mekanın Kızılay'ın göbeğindeki Sakarya caddesinde olması, kimilerini üzüyordu. Özellikle Kızılay'a hiç inmeyenler, kalabalığı sevmeyenler yukarılarda bir Göksu hayali kuruyordu. Uzun sürdü inşaat. Nenehatun caddesi ile Tahran caddesinin kesiştiği köşede yer alan binanın inşaatının neden bu kadar sürdüğünü pek anlamamıştım, düne kadar. Dışarıdan 4-5 kat görünen bina toplamda 10 katlıymış. Üstte 3 kat içkili restaurant (ki bu bölüm henüz açılmamış), girişte bekleme salonu ve bar-kütüphane, girişin altında işkembe ve kebapçı (ki bu bölüm hizmet vermeye başladı), işkembecinin altı tam kat mutfakmış, onun altında garaj-çamaşırhane ve en altta iki kat konferans salonu olarak düzenlenmiş öğrendiğime göre. İlk ziyaretime ait fotografları (binanın dıştan çekilmiş bir görüntüsü ve iştah açıcı) beğe

Kocadağ At Çiftliği Kocadağ Köyü / Havran

Deniz, kum, güneş tatilinden sıkıldıysanız ve Edremit körfezi civarındaysanız size süper bir alternatif: At binmek. Edremit'ten Balıkesir'e giden yol üzerindeki şirin ilçe Havran'ın Kocadağ köyünde bu mekan. Henüz dört yaşında olan iki(z) kızlarımız çok keyif aldılar at binmekten. Altınızda sizden epey güçlü b ir hayvan varken dengede durmaya çalışmak, yorucu bir o kadar da keyifli bir uğraş. Eğer hayatınızda at binmeyi hiç denemediyseniz, emin olun deneyince siz de kabul edeceksiniz, çok şey kaçırmışsınız demektir.    Kocadağ At Çitfliği'nde at binmenin yanı sıra lezzetli mutfağını da deneyebilirsiniz. Mantı, haşlama içli köfte, ızgara köfte ve elbette demleme çay. Fiyatlar derseniz bu konuda ucuz / pahalı yorumu yapmak istemiyorum. Bunun yerine bir kaç seçtiğim ürünün fiyat bilgisini paylaşacağım. Ancak, öncelikle sipariş edeceğiniz yiyeceklerin hepsinin büyük bir özenle hazırlanıp, aynı özenle servis edildiğini belirteyim. Biz mantı, içli köfte, ızgara hellim ve

Yaylapınar (Sinekçiler) Köyü Nazilli tatili

Yazılacaklar birikti, bu gidişler birikmeye devam edecek. Üst üste gelince seyahatler, okunanlar, teknik gelişmeler böyle oluyor. Yavaş düzgündür, düzgün ise hızlı deyip başlayayım bir yerinden.  Geçtiğimiz haftanın 6 gecesini, Aydın'ın Nazilli ilçesinin, eski adıyla Sinekçiler, Yaylapınar köyünde geçirdik. Ne ben, ne de eşim Nazilli'li. Oralarda yaşayan akrabamız da yok. Peki nasıl oldu da bir köyde kaldık 6 gece. Pınar Kaftancıoğlu sayesinde. Kendisini büyük şehirlerde, özellikle İstanbul'da, yaşayan çocuk sahipleri tanıyacaktır. Ayşe Arman'ın söyleşisinden sonra tanıyanlar ve alış veriş yapanların sayısında ciddi artış olmuş. Siz tanımayanlardansanız İpek Hanım'ın Çiftliği'nin web sayfasına bakmanızı ve yazının geri kalanını sonra okumanızı öneririm.  Kaftancıoğlu, bana kalırsa ülkemiz için uygulanabilir bir kalkınma modeli oluşturmuş. Ülkemiz, her ne kadar son dönemlerde ihmal edilmiş olsa bile, bir tarım ülkesi. Tarıma elverişli topraklara

Göksu Restaurant

Özellikle öğlen saatlerinde Kızılay, Sakarya civarında düzgün yemek yiyeceğiniz bir yer arıyorsanız en doğru seçim Göksu Restaurant olacaktır. Meşhur Otlangaç'ın karşısına denk düşen mekan, hızlı ve özenli servisi, lezzetli ve fahiş olmayan fiyatları ile bölge insanlarının gönlünde çoktan taht kurmuş. Öğle saatlerindeki kalabalığa karşın hızlı ve özenli servisin sırrı yeterli sayıda personel çalıştırmak olsa gerek. Yemeklerinde etsiz çeşitlerinin az oluşu dışında kusuru yok denebilir. Akşam servisini hiç denemedim, ancak akşamları Sakarya'ya gidenlere fazla hitabetmeyebilir. Afiyet olsun. GÖKSU RESTAURANT Bayındır Sokak No: 22 / A Kızılay - ANKARA tel 312 431 47 27 - 431 22 19

Pazr günü eğlencesi: Eymir gölü etrafında bisiklet sürmek

Sadece ODTÜ öğrenci ve çalışanlarının bir de göl kartı sahiplerinin girebildiği düşünülür Eymir gölüne. Oysa, eskiden olduğu gibi bugün de arabasız girdiğiniz sürece, kimse kimlik sormaz kapısında. Birisi TRT'nin Oran yerleşkesinin yanından inen yolun sonunda, diğeri Gölbaşı'ndaki TEİAŞ tesislerini geçince olmak üzere iki kapısı bulunur bu küçük göl ve çevresinin. ODTÜ arazisidir ve içerisinde piknik yapmak yasaktır. Son düzenlemeler sonrası üniversite arazisi olduğu için içeride alkol satışı yasaklanmıştır. Yakın zamanda üniversite yönetiminin aldığı bir karar ile Eymir gölü çevresine haftasonları araç girişi tamamen yasaklandı. Her iki kapının yakınında, ODTÜ'de görev yapan güvenliklerin kontrol ettiği park alanları oluşturuldu. Ücretsiz olan bu alanlara aracınızı bırakıp yürüyerek göl çevresine girebiliyorsunuz. İçeride her 10 - 15 dakikada bir hareket eden ring servisleri bekliyor. Lokantaların olduğu yerlerde durakları var. Dönüş için de aynı araçları kullanabili

Sokakbaşı Meyhane, nam-ı diğer Hüseyin'in Meyhanesi

Uzunca bir süredir izlediğim tek televizyon yayını Behzat Ç.'nin Hüseyin'in Meyhanesi mekanı olarak kullandığı Sokakbaşı Meyhanesi'ne sonununda gittim. Hatta yanda gördüğünüz üzere Behzat'ın masasında fotografım da var. Mekan, aslında Behzat Ç. öncesinde de bölgede bilinen sevilen yerlerdendi. Esat dörtyolda, köşebaşında yer alan burayı Behzat Ç.'de mekan olarak kullanmak, muhtemelen Erdal Beşikçioğlu'nun zamanında Sokakbaşı'nın çaprazında bir yer işletmesinden kaynaklanıyordur.  Sokakbaşı'na diziden aşinayız. Havalar iyi olduğunda açık havada büyükçe bir yerleri var. İçerisi de küçük sayılmaz. Mezeler lezzetli, fiyatlar pek ucuz sayılmaz. Dizinin etkisi fiyatlara yansımış görünüyor. Behzat'ın masası rezervasyonlu oluyormuş genelde. Yurt içi ve hatta dışından rezervasyon yapılıyormuş. Mekanın garsonları, kim bölümlerde rol almış. Duvarlarda gazete küpürleri ve diziden görüntülerin yer aldığı fotograflar var.  Yakında final yapacak olan Behzat

İkiz bebekle tatile çıkacaklara öneriler

Blog sayfamdaki yazıları belli kategorilere göre ayırıp etiketliyorum. Yazacaklarımın etiketlenebilecek şeyler olmasına özen gösteriyorum. Kısacası her aklıma geleni bloga yazmıyorum. Bugün canım sıkıldı, bari canımın sıkıldığını tüm dünya duysun demiyorum. Biraz bu nedenle, biraz yazarın anonimliğini korumasını sağlama kaygısıyla özel hayatıma ilişkin paylaşımları sınırlı tuttum bu güne kadar. Bu yazı yukarıda anlattıklarımla çelişse bile tatile çıkmadan önce yaptığım internet aramalarında işe yarar çok az bilgi bulabildiğim için ikiz bebek sahiplerine deneyimlerimi aktarayım istedim. Bu yazı ile birlikte yeni bir etiket bloga merhaba diyor: İkiz büyütmek. Bu etiket altında, çok sık olmamakla birlikte, ikiz büyütürken yaşadıklarımı paylaşacağım.

Kitap etiketli 100. yazı: Leyla AÇBA, Bir Çerkes Prensesinin Harem Hatıraları / Harun Açba

Baştan itiraf edeyim. Her ne kadar blog sayfama reklam falan almamış olsam bile okunma sayısını takip ediyorum. Okunmak, yorumlanmak, takip edilmek sanırım tüm blog yazarlarını mutlu ediyor. Güncel haberlere ilişkin blogumda bir şeyler yer alıyorsa o dönemde okunma sayısında ciddi artışlar oluyor. Göksu Restaurant gibi Ankara'nın beğenilen mekanlarından birisine ilişkin ilk sayılabilecek yazılardan birisini yazmış olmam blog sayfama ulaşılma nedenlerinin başında yer alıyor. Bu gerçekten hareketle bugünlerde gündemde olan bir konu hakkında zamanında alıp kütüphanede unuttuğum bir kitap, pazar akşamı keyfi oldu. Leyla Açba, son Osmanlı padişahı Sultan Vahideddin'in ilk eşi olan Emine Nazikeda Kadınefendi'nin 5. nedimesi olarak 1919-1924 yılları arasında saray görevinde bulunmuş bir Çerkes prensesiymiş. Sarayda yaşadıklarına ilişkin hatıralarını kaleme alan ender kişilerden birisiymiş. Leyla Saz, Safiye Ünüvar ve Prenses Ayşe Osmanoğlu dışında hatıralarını kaleme alan yok

bir kez daha sayısal karasal televizyon

Barselona yayın kulesi Tibidabo Barselona Bu konu üzerine blogda bugüne kadar 99 yazı yazdım. Yüzüncü yazıda ilk 99 yazıda savunduğum herşeyi bir kez daha mı düşünsek diyorum. Fazla merakta bırakmadan başlayayım derdimi anlatmaya: İlk 99 yazıyı okumanızı beklemediğim için kısacık bir özet geçeyim. Daha kolay okunacağını umarak maddeler halinde yazayım dedim. Konu neydi? Karasal ortamda, yani çatımızdaki "kılçık" anten ya da televizyonlarımızın üzerindeki "tavşan kulağı" anten ile aldığımız, televizyon yayınlarının yeni teknolojiye uygun hale getirilmesi. Teknik ifadesiyle analog karasal televizyon yayınlarının sayısallaştırılması.  Neden böyle bir şeye gerek duyuldu? İki nedeni var. Öncelikle televizyon yayınlarının kalitesi arttı. Daha net görüntüler, daha büyük ekranlarda izlenebilecek kadar net görüntüler ve daha daha büyük ekranlarda daha daha ayrıntılı renklerin izlenebileceği kadar net görüntüler. Teknik ifadesi ile PAL yayınlar önce standart

Almanya'da televizyon yayınlarına erişim

Televizyon yayınları kablolu ve kablosuz olmak üzere iki ortam kullanılarak evlere ulaştırılır. Her iki ortam için de farklı uygulamalar bulunmaktadır. Kablonun kullanıldığı durumlarda Kablo TV, IPTV seçenekleri mevcuttur. Kablosuz ortam için ise uydu ve karasal vericiler kullanılabilir. Her ortamın kendisine göre avantajı, dezavantajı vardır. Daha ayrıntılı analizlerde, yayıncı için ve izleyici için avantajlar ve dezavantajlar olduğu görülecektir. Hatta ülkelerin düzenleyici denetleyici kuruluşlarının desteklediği ve/veya kösteklediği televizyon dağıtım yöntemleri olduğu söylenebilir.  Bu uzun girişi yazmamın sebebi, Arthur D. Little adlı araştırma kuruluşunun yakın tarihte yayınladığı bir araştırma. Lars Riegel ve Julien Duvaud-Schelnast imzalı   Almanya'da TV Platformları 2014 ve sonrası başlıklı 10 sayfadan ibaret rapor, Almanya'da son dönemin sıcak tartışma konusu durumundaki sayısal karasal televizyonun geleceğine ilişkin önemli analizler içeriyor. Geçtiğimiz Nisan