Ana içeriğe atla

Kayıtlar

yaptığı işi sevmeyen / sevdiği işi yapamayanlar ülkesi

Sonunda ülkemizin, istediğimiz düzeyde, gelişememesinin asıl sebebini buldum. Eğer gelişmişlik düzeyimiz sizi tatmin ediyorsa, yazının geri kalanını okumanıza gerek yok. Tespitim ve iddiam şudur. Maddeler halinde sıralayayım: Ülkemizde insanların büyük çoğunluğu bir işe girebilmek, bir meslek edinebilmek amacıyla üniversite okuyor / okumak istiyor. İşin bu kısmında da bir tuhaflık var aslında. Meslek liseleri, meslek yüksek okulları bu işe daha uygun yerler bence. Gene de bu noktada fazla durmayıp bu iş sahibi olmak için üniversiteye giren insanların durumuna bakalım. Üniversitede okuyacağı bölüme bir sınavdan aldığı puana göre karar veriyor.  Kendimden örnek vereyim. Üniversiteye girdiğim dönemde iki basamaklı sınav sistemi vardı ve tercihlerimizi ikinci sınava girmeden önce yapıyorduk. Yani henüz kaç puan aldığımızı, sınavın nasıl geçtiğini bile bilmeden. Tercihlerimi bilgisayar / elektronik / bilgisayar / elektronik / tıp / tıp / tıp şeklinde sıralamıştım. Üniversiteye gi

İçimden Kuşlar Göçüyor / İnci ARAL

Bu yazıyı yazarken sevinç ve hüznü bir arada yaşıyorum. Sevinçliyim, çünkü bundan üç yıl kadar önce amaçladığım bir şeyi gerçekleştirdim. Hüzünlüyüm, çünkü amacım olan ARAL'ın tüm yayınlanmış kitaplarını okumaktı. Umarım İnci ARAL, beni ve diğer okurlarını fazla bekletmez, çalışmakta olduğunu yayınevinden öğrendiğim son romanını bizlerle paylaşır yakın zamanda. İçimden Kuşlar Göçüyor, anı-roman olarak nitelendirilmiş. İnci ARAL'ın yaklaşık 10 yıllık bir yaşam diliminde yaşadıklarından oluşuyor. ARAL'ın tutkulu okurlarından olan bir blog yazarı, günlük hayatını yazsa okurum, diye yazmıştı. ARAL, İçimden Kuşlar Göçüyor'da bunu yapmış sayılabilir. Bana kalırsa, UNUTMAK / ANLAR, İZLER, TUTKULAR / YAZMA BÜYÜSÜ kitaplarının devamı, tamamlayanı olarak değerlendirilebilir bir bakıma. Ancak, kendi yaşadıklarını anlatırken gene çok değerli bir şey yapıyor İnci ARAL. O da, kadın gözüyle menapozu anlatıyor. Kadınların fizyolojisi gereği yaşadığı ve nedense pek üzerinde durulma

Hocaefendi'nin Sandukası / Emre KONGAR

Adalet Ağaoğlu'nun Roman-tik Bir Viyana Yazı adlı romanını okuduktan sonra, romanla ilgili yazılan yazılara baktım. Hocaefendi'nin Sandukası'nın ismini o yazılarda gördüm. Geçen pazar günü dolaşırken Kızılırmak caddesinde seyyar tezgahlı sahaftan aldım romanı. İlk baskısını Aralık 1989'da Remzi Kitabevi yapmış. Benim okuduğum Nisan 1990 tarihli beşinci baskısıydı. 166 sayfalık romanı bir iki saat içerisinde bitirdim.  Ağaoğlu'nun romanını değerlendiren akademisyen, Roman-tik Bir Viyana Yazı ile Hocaefendi'nin Sandukası'nın tarz olarak birbirine benzediğinden bahsetmişti. Gerçekten de her iki roman, alışılageldik roman tarzında kaleme alınmamış. Her iki romanda da, yazar, kendi ismiyle romanın bir kahramanı. Aynı tarzın kullanıldığı bir başka roman ise Kaan Arslanoğlu'nun Reenkarnasyon Kulubü'dür. Kendisini gerçek kimliği ile roman kahramanı yapmak, herşeyi bilen anlatıcıyı kullanmamayı da gerektiriyor. Bu durumda akış ve kurgu, klasik romandan a

"Önemli Olaylar"ın önemi

Garip bir başlık oldu. Aslında televizyonla irtibatı olan herkesi yakından ilgilendiren bir konuyla ilgili bir yazı bu. 3 Mart 2011'de Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe giren 6112 sayılı kanunun, pek dikkat çekmeyen bir maddesine ilişkin yazıyorum. Önce hangi maddeden bahsettiğimi belirteyim. Ardından neden önemli olduğuna geçeyim: Kamunun önemli olaylara erişimi MADDE 17 –  (1) Üst Kurul, toplum için büyük önem arz eden ulusal ve uluslararası olayları; ülke geneline şifresiz ve ücretsiz yayın yapan televizyon kanallarından canlı veya banttan yayınlanmasını temin etmek amacıyla, konuyla ilgili diğer kurumların görüşlerini de almak suretiyle bir önemli olaylar listesi hazırlayarak ilân eder. Önemli olaylar listesi Üst Kurulca aynı usulle güncellenebilir. (2) Önemli olayları yayınlayacak televizyon yayıncıları, önemli olaylar listesinde yer alan olayların ülke geneline şifresiz ve ücretsiz olarak yayınlanmasını sağlar. (3) Televizyon yayıncıları, ayrıca Avrupa Sın

blogda yeni dönem

Uzunca bir süredir aklımdaydı. Sonunda yaptım. Sayfanın en üstünde gördüğünüz menüye yeni seçenekler ekledim. Artık sayfanın başında yer alan bu menüyü kullanarak kitap, gezi, mekan ve teknik etiketli yazılara doğrudan erişebilirsiniz. Bu işlemi daha önce de yapabiliyordunuz. Menüden yapmak daha alışılageldik bir işlem. Bakalım okunma sayılarına bu değişiklik nasıl yansıyacak.

Zor Sevdalar / Italo Calvino

Italo Calvino'dan okuduğum ilk kitap Can yayınlarından Rekin Teksoy çevirisiyle ilk baskısını 1991'de yapmış Zor Sevdalar adlı öykü kitabı. Benim okuduğum 1999 tarihli dördüncü baskısı. Calvino'nun dilimize çevrilen çok sayıda eseri varmış. Küba doğumlu yazar, iki yaşında İtalya'ya gelmiş ve orada yaşamış. Eserlerini de İtalyanca yazmış. Zor Sevdalar, yazarın 1949 - 1967 yılları arasında kaleme aldığı 13 öyküsünden oluşuyor.  Tutku, aşk, kaçamak, yolculuk, aldatma, Calvino'nun öykülerinde bu temaların hepsi var. Ortak özellikleri ise hepsinin bir serüven olarak ele alınması ve anlatılması. Ayrıntılar, betimlemeler, iç sesler, derinlemesine analizler okuduğum öykülerde yoğun olarak yer alıyordu. Beni en çok etkileyenleri ise Bir Memurun Serüveni ve Bir Fotoğrafçının Serüveni başlığını taşıyan iki öykü oldu. Bir Fotoğrafçının Seüveni'ndeki kimi tespitler üzerine ben de çok düşünmüştüm bir dönem. Fotoğraf çekmenin anlamı / anlamsızlığı, anı yakalama çabası, sonr

Küçükkuyu'da büyük lezzet: Tarçın Börek Evi

TARÇIN BÖREK EVİ kapanmış. Yerinde bir bakkal dükkanı var. Neyseki TARÇIN Kahvaltı evi adlı bir mekanda, börek evindekine benzer lezzetler sunulmaya devam ediliyor. TARÇIN BÖREK EVİni çok sevmiştik. Bu yazıyı kaldırmaya kıyamadım.  "Egenin başladığı yer": Küçükkuyu Belediyesi'nin sloganı. Haritaya baktığınızda, Assos'u saymazsanız gerçekten de Ege'nin başladığı yerdir Küçükkuyu. Çanakkale'nin Ayvacık ilçesine bağlı, Edremit körfezinin ucunda, Ayvalık ve Midilli'nin karşısında yer alır. Edremit tarafından geldiğinizde Altınoluk'tan 10 km batıdadır. Edremit'e 40, Akçay'a 30 km mesafesiyle yörenin en az bozulmuş beldesidir bana göre. Etrafta, zeytin ağaçlarıyla dolu "arsa"larda yükselen inşaatları gördükçe bu bozulmamışlık ne kadar sürer bilemiyorum. Tarçın Börek evi, bu adı gibi küçük beldenin büyük lezzetlerini üretiyor. Sabahın erken saatlerinden itibaren kahvaltı etmek için gelenlerle doluyor. Fotografı çektiğimde henüz 7 bile

Kocadağ At Çiftliği Kocadağ Köyü / Havran

Deniz, kum, güneş tatilinden sıkıldıysanız ve Edremit körfezi civarındaysanız size süper bir alternatif: At binmek. Edremit'ten Balıkesir'e giden yol üzerindeki şirin ilçe Havran'ın Kocadağ köyünde bu mekan. Henüz dört yaşında olan iki(z) kızlarımız çok keyif aldılar at binmekten. Altınızda sizden epey güçlü b ir hayvan varken dengede durmaya çalışmak, yorucu bir o kadar da keyifli bir uğraş. Eğer hayatınızda at binmeyi hiç denemediyseniz, emin olun deneyince siz de kabul edeceksiniz, çok şey kaçırmışsınız demektir.    Kocadağ At Çitfliği'nde at binmenin yanı sıra lezzetli mutfağını da deneyebilirsiniz. Mantı, haşlama içli köfte, ızgara köfte ve elbette demleme çay. Fiyatlar derseniz bu konuda ucuz / pahalı yorumu yapmak istemiyorum. Bunun yerine bir kaç seçtiğim ürünün fiyat bilgisini paylaşacağım. Ancak, öncelikle sipariş edeceğiniz yiyeceklerin hepsinin büyük bir özenle hazırlanıp, aynı özenle servis edildiğini belirteyim. Biz mantı, içli köfte, ızgara hellim ve

Saklıbahçe Restaurant / Çamlıbel Köyü - Güre - Edremit - Balıkesir

Tüm zamanların en uzun başlığı oldu sanırım. Mekanın adresi böyle, yapacak bir şey yok. Sakin kuzey egenin sakin mekanlarında dolaşmaya devam. Edremit ile Ayvacık arasında, eskiden küçük ve şirin olan yerleşim yerleri, şimdilerde halen şirin olsa da artık küçük değil. Özellikle Akçay sokaklarında dolaşırken İstanbul'un sahil mahallelerinde dolaştığınızı düşünebilirsiniz. Yüksek apartmanlar, sokaklar boyu park etmiş arabalar ve büyük şehir telaşıyla bölgenin en bozulmuş yerleşim birimi sanırım.  Güre, belki termal kaynağının getirdiği bir avantaj ile bu bozulmadan Akçay ve Altınoluk kadar etkilenmemiş gibi geldi bana. Halen sakin, halen kasaba havasında. Güre'den Altınoluk yönüne doğru giderken sağa Tahtakuşlar, Çamlıbel levhalarını göreceksiniz. Bu levhaları takip ederek, Kaz dağlarında yer alan Tahtakuşlar ve Çamlıbel köylerine ulaşabilirsiniz. Tahtakuşlar'da sizi bir etnografya müzesi karşılayacak. Çamlıbel'de ise Saklıbahçe. Sanırım köyde başka mekanlar da vardı

Roman-tik Bir Viyana Yazı / Adalet AĞAOĞLU

Anı kitaplarını çok severim. Özellikle sevdiğim yazarların anılarından oluşanlara ayrı bir düşkünlüğüm var. Adalet Ağaoğlu'nun Damla Damla Günler başlıklı üçlemesini okurken kafama koymuştum Roman-tik Bir Viyana Yazı'nı okumam gerektiğini. Karar vermem ile gerçekleştirmem arasında biraz zaman farkı olsa bile, sonunda bu isteğimi gerçekleştirdim. Yazıdaki fotografı Viyana'da çekmiştim. Kahlenberg tepelerinden aşağıya inince Osmanlı'nın Viyana kuşatmasını tarifleyen bir duvar resmi. Roman ile ilgili yazıya uygun olduğunu düşündüm. Herşeyden önce bir tespitte bulunayım. Öyle kolay okunan, herşeyin tüm ayrıntısıyşa ortaya konulduğu, alışıldık kurguya sahip romanlardan hoşlanıyorsanız muhtemeldir ki Ağaoğlu'nun bu romanı size fazlasıyla karmaşık, sıkıcı ve ilerlemeyen bir metin gibi gelecektir. Damla Damla Günler adlı üçlemede, romanın yazılış sürecine dair epey bilgi vardı. Ağaoğlu'nun Viyana'da geçen bir roman yazma isteğinden eşine bahsetmesi, eşinin bir

Kürk Mantolu Madonna / Sabahattin ALİ

Soldaki resim Andrea del Sarto tarafından 1517 yılında çizilmiş Madonna delle Arpie adlı tablonun Vikipedi'deki görselinden. Peki bu resmin, Kürk Mantolu Madonna romanı / uzun hikayesi ile ilgili bir yazıda ne işi var?  Sabahattin Ali'den okuduğum ilk roman. Daha önce şiir kitabını okumuştum. Roman, Havranlı bir gencin Berlin'de tanıdığı ve ardından talihsiz bir şekilde kaybettiği aşkla ilgili. Aşkın bu kadar iyi tarif edildiği çok metin okumuşluğum yok. 1920'li yılların Berlin'inde arka planda Almanya'nın ve dünyanın geçtiği karışık döneme göndermeler de var. Romanı iki parçaya ayırırsak, ilk bölümde anlatıcının memuriyet hayatına bakışını Dostoyevski'nin kahramanlarının bakışlarına benzerliği dikkat çekici. Raif Efendi'nin günlüğünü okuduğu ikinci bölümde ise sevmek, arkadaşlık ve aşk çok çarpıcı tespitlerle anlatılıyor. Raif Efendi'nin aşık olduğu Maria'nın ağzından aşkın ne olduğu ve ne olmadığı anlatılmış. Kadına "ele geçirilmek is

Boru kurdu sülünes mamun

Başlık size bir şey ifade etmediyse siz de balık tutma ile ilgilenmiyorsunuz demektir. Fotografta gördüğünüz tabelayı gördükten sonra ilk işim dükkana girip , kelimelerin anlamını öğrenmek . Balık yemleriymiş. Boru kurdu, sülünes ve mamun.  izin devam ediyor Yazılacaklar birikiyor. Yeni kitaplar, yeni mekanlar, insanlar ve ilişkiler üzerine gözlemler. Fotograflar da birikiyor. Egenin serinleten rüzgarları, sakin sahiller, sakin hayat. Emeklilik günlerini yaşayan atlar ve insanlar buralarda, birlikte. Hepsi yarıştıkları günlerin anılarıyla hayata tutunuyor. Mutlular mı? Atlarla konuşamadım, ancak insanlar mutlu görünüyor. Belki eski, hızlı günlerin hareketini arıyorlardır, ama yaşın getirdiği huzur ve dinginlik isteği ağır basıyor sanırım. İnsanlar, torunlarıyla ilgileniyor çoğunlukla. Şimdilerde çocuklarla ilgilenmek bile zaman zaman bana zor gelirken, ileride torun bakar mıyım diye düşünmeden edemiyorum. Zorlanırım sanırım. Bu sakin günlerde, sakin Ege kasabasının sakin bir sab

Mernuş Sahaf - Bistro

Geçenlerde bir yazı yazmıştım. Kızılay civarındaki keyifli bir mekanla ilgili. Diğer yazılarımın aksine, bu kez ne mekanın ismini ne de adresini yazdım. Blog yazısında bulmaca yapmak istedim. Bu sayede, ilerleyen günlerde geri gelen bir okuyucu sahibi olmayı umdum. Herşeyin hızlı olduğu ve hızlı olmayanın dışlandığı böylesi bir dünyada, geri gelen okuyucu, benim blogum için bir hayalmiş. Bunu görünce, çok sevdiğim ve keyif aldığım MERNUŞ'a haksızlık yaptığımı düşündüm. Bu yazı, gecikmiş de olsa, MERNUŞ'a borcumdur. Konur sokağın, Olgunlar caddesi ile kesiştiği köşeye yakın, sokağın Kocatepe'ye yakın kolunda bir pasaj içerisindeydi sahaf. Yıllardır gelip geçerken uğradığım, sahibi ile kitap üzerine konuştuğum, kendimi yabancı hissetmediğim nadir yerlerden birisiydi. Çocuklar doğduktan sonra uzunca bir süre keyfimce dolaşacak vaktim olmadı. Bu sene, daha fazla vakit yaratabiliyorum keyiflerime. Kızılay sokaklarını keşif, en büyük keyiflerimden. Bu keşif gezilerinin biri

Şarkını Söylediğin Zaman / İnci ARAL

Blogger'ın bir azizliği sonucu, aşağıda okuduğunuz eski bir yazıma ulaşmak mümkün olmuyor. Ne yaptıysam sorunu gideremedim. Çok sevdiğim bir yazım olmasa, üzerinde durmayacaktım. Bulduğum tek çare, yazıyı yeni tarihle yeniden yayınlamak. Şarkını Söylediğin Zaman'ı okurken bir yerlerde Albinoni'nin Adagio'su çalsın. Romanın müziği ile Adagio birbirine karışsın. Elinize aldığınızda bırakamayacağınız bu aşk romanı, sizi alsın götürsün... Şarkını Söylediğin Zaman, İnci Aral'ın Nisan 2011 tarihinde yayınlanmış son,  Kırmızı Kedi Yayınevi'nden çıkan ilk romanı. Yazarın daha önce başka yayınevlerinden yayınlanmış eserleri, Kırmızı Kedi baskısıyla yeniden raflarda yerini almış/alacak. Aral'dan okuduğum sekizinci eser Şarkını Söylediğin Zaman. Son olarak Ağda Zamanı adlı öykü kitabını okumuştum. Yeni Yalan Zamanlar üçlemesinin ilk romanı Yeşil, şimdiye kadar okuduğum Aral eserleri arasında tartışmasız birinciliğini koruyor. Unutmak, başlıklı nehir söyleşisinde yaz

yazarınız yıllık izninin bir bölümünü kullanıyor

gazetede köşem yok. sayfa ortasına da razıyım aslına bakarsanız, ama o da yok. gene de bu başlığı kullanabileceğim bir mecram var. sahibi ve yazarı olduğum, reklam almadığım ve almayacağım, ziyaretçi sayısını takip etmediğim ve pek üzerinde durmadığım bu mecramda kısa bir ayrılık gerekiyor. son günlerde üst üste DVB-T2 minvalli yazılardan bana gına geldi. ben yazmış olsam bile bu kadar tekniğin içinde boğuldum. biraz dinlenmem gerekiyor.  bedeni yorgunluk değil bendeki ruhum, beynim yoruldu. tatil beni ne kadar dinlendirecek bilmiyorum. denemek dışında yapabileceğim bir şey yok.  ağustos ortasında Estonya'nın başkentine, bu kez makale sunmak için, gideceğim. etkinliğin ayrıntılarını, sunum ile birlikte, sayfamda paylaşacağım elbette.  bu sıcak gün(dem + ler)de kendinize ve aklınıza mukayet olsun. sağ ve sağlıcakla kalın. her ne kadar olanaklı ise...

sayısal karasal televizyon yayın lisansı ihalelerinin toplu sonuçları

Sektörü takip edenler bilecektir. Sayısal karasal televizyon yayıncılığı için 10 yıl süreli ve 3 farklı kapsama alanına yönelik lisans ihaleleri yapıldı. Tam doğru adı multipleks kapasitesi tahsis ihalesi. İhalelerin sonucunda bir takım ilginç durumlar ortaya çıktı. Nisandan temmuza kadar süren ihalelerde: 11 HD, 22 SD olmak üzere toplam 33 ulusal lisans 820.850.000 TL 20 bölgesel lisans 14.760.000 TL 212 yerel lisans 36.640.000 TL karşılığında medya hizmet sağlayıcı kuruluşların oldu. 6112 sayılı yasaya ve ona bağlı çıkartılan yönetmeliklere göre bu lisansları başka kuruluşlara devretmeleri olanaklı değil. Yasa ve yönetmeliklerde belirtilen süreler içerisinde yayına başlamak zorundalar. Yasal düzenlemeye göre karasal vericilerini, RTÜK tarafından tespit edilecek ve ulusal lisans sahibi 33 şirket içerisinden en az 10 tanesinin ortaklığı ile kurulacak verici tesis ve işletim şirketine de devretmek zorundalar. Gene RTÜK tarafından tespit edilecek multipleks işletme şirketine, ve

Digital TV CEE 2. gün

Etkinliğe "blog yazarı" sıfatıyla katılınca, bir yerde görevim haline dönüşen bu etkinlik sonrası yazıların sondan bir öncekinde sıra. Yıllar boyunca sevdiğim şeyi, profesyonel işim olarak yapmayı hayal etmiştim. Bu anlamda sporculara ve sanatçılara gıpta ile bakardım. Sonra farkettim ki aslında sevdiğim şeyi yapmamın önündeki engeller sandığımdan küçük. Bu etkinliklere katılmam ve ardından oradaki gözlemlerimi paylaşmam böyle başladı. Şimdilik etkinlik katılım ücreti ödememenin dışında organizasyon şirketlerinden destek görmüyorum. Umarım ilerleyen yıllarda diğer masraflarım konusunda da yardımcı olurlar. Gelelim etkinliğin ikinci, benim Krakow'daki üçüncü günüme. İlk iki günün aksine üçüncü gün işin teknolojisinin yanında pazarlamasının ağırlıkta konuşulduğu sunumlarla geçti. Özellikle içerik sahiplerinin katıldığı biri ulusal diğeri uluslararası yayıncıların piyasayı nasıl gördüğüne dair paneller dikkat çekiciydi. Günün etkileyici sunumlarından birisini MTG Group

Digital TV CEE ilk gün

Genel değerlendirme ve OTT özel günü yazılarının ardından, Digital TV CEE ile ilgili kalan 3 yazı. Etkinliğin düzenleyicisi Informa şirketi, katılımcıların sunumlarını paylaşıyor. Günlerle ilgili değerlendirme yazılarını, paylaşılan sunumlar üzerinden yapıyorum. Benim gibi etkinlik öncesi OTT özel gününe katılanlar için Krakow'daki ikinci, sadece Digital TV CEE etkinliğine katılanlar için ise ilk gündü. Gün boyu paneller ve sunumlarla dolu, yoğun program preseco (köpüklü şarap) kokteyli ile bitti. Geçenlerde Londra'da katıldığım Connected TV Summit etkinliğinde en çok konuşulan konuların başında, akıllı televizyonların set üstü kutusunun yerini alıp alamayacağına dairdi. Madem televizyon akıllı o zaman kutuyu, STB as an app olarak adlandırılan, uygulama yükleyerek ortadan kaldırsak son dönemin moda tartışması. Bu tartışmaya, herkes kendi durduğu noktadan yanıt veriyor. Dune HD gibi kutu üreticileri, haliyle sorunun yanıtını HAYIR olarak veriyor. Dune HD, dünyanın en kü

Digital TV CEE OTT Special Day

Etkinlik öncesi genel değerlendirme yazısını, programın gün be gün değerlendirmesini yaptığım yazılarım izlemişti. Aynı sırayı, bu kez etkinlik sonrası için yapıyorum. Son yayınladığım yazımda, etkinlik sonrası genel değerlendirmeyi yapmıştım. Sıra, gün be gün değerlendirmelerinde. Öncelik, OTT Özel Günü başlıklı, etkinlik programının dışında ayrıca kayıt yaptırmak gereken oturumlarda. İlk gün, adından da anlaşılacağı gibi Over The Top TV konusuna odaklanılmıştı. Konuyla ilgili daha önce yazdığım bir blog yazısının başlığı IPTV eskidi, Avrupa OTT'ye yelken açtı şeklindeydi. Henüz ülkemizde Multi Screen uygulama örnekleri yok denilecek kadar azdı. Kamuoyunda ise OTT kısaltması hiç bir anlama gelmiyordu. Hoş, bugünlerde de etrafınıza OTT nedir deseniz, eğer sektörün çok yakınında değilse, doğru yanıt veremeyecektir. İlk gün yapılan sunumların dört tanesi paylaşılmış. Bu yazıda, elbette sunumlarda katılımcılara duyurulan bilgileri bire bir aktarmayacağım. Böylesi bir hareket hem

Digital TV CEE'nin ardından genel değerlendirme

Önce sunumların yayınlanmasını bekledim. Ardından sunumlara yeniden bakmam gerekti. Her ne kadar etkinlik sırasında dikkatle takip etmiş olsam bile, kimi yansılardaki rakamlara bakmak, bir kez daha şaşırttı beni. Aldığım notlara pek güvenmemiştim. 4 € aylık paraya PayTV olmaz, bir hata vardır diye düşünmüştüm. Hata falan yokmuş ve 4 € aylık paraya uydu üzerinden Pay TV hizmeti Romanya'da sunuluyormuş. Bu yazıda, etkinliği genel olarak değerlendirmeye çalışacağım. Aslında bu yazı, bir dizi yazının ilk halkası, girişi niteliğinde olacak. Malum 25-26-27 Haziran tarihlerinde Polonya'nın eski başkenti Krakow'da Informa şirketinin düzenlediği Digital TV Central & Eastern Europe adlı etkinliğe katıldım. Önümüzdeki yıl Budapeşte'de 24-25-26 Haziran tarihlerinde yapılacağı bugünden duyurulan bu önemli etkinliğe, Informa şirketinin sağladığı ücretsiz katılma olanağı için bir kez daha teşekkürlerimi belirteyim. Etkinlik, Park Inn by Radisson adlı bir otelde düzenlendi. Ot