Ana içeriğe atla

Bursa Kitap Fuarı ardından

24 saatin 12'sini yolda geçirip epey yorulsam bile değdi Bursa'ya gittiğime. Aktarmam gerektiğini düşündüğüm gözlemlerimi unutmadan kayda geçireyim diye oturdum bilgisayarın başına pazar sabahı, kargalar bile kahvaltılarını yapmadan:
Cuma gecesi yola çıkıp cumartesi sabah 7'ye doğru Bursa'ya ulaşınca fuarın açılış saati olan 11'e kadar oyalanacak şeyler bulmak gerekiyordu. Eski Bursa bilgimi kullanıp terminalden Heykel'e (Bursa'nın kızılayı desem doğru olur herhalde) giden otobüse bindim. Heykel, aynı zamanda Koza Han, camii ve kapalı çarşılardan oluşan bir yapıya da ev sahipliği ediyor. Aklımda Koza Han'ın avlusu, çay-simit ve gazete var. Ancak hesapta olmayan avlunun açılmamış olması. Neyse, Setbaşı'na yürüyüp üzerinde dükkanlar olan Floransa'daki köprüye benzer yapıyı görüp fotografladıktan ve uzun bir yürüyüş yaptıktan sonra hala açılmayan Koza Han'ın karşısındaki saraya oturdum. Saray eskilerden kalma değil. Simit sarayı. Ben simit-çay keyfine başlamışken saat ilerlemeyi sürdürdü ve sonunda beklenen an, benim avlu ile buluşmam, gerçekleşti.
Burada kahve çay gazete üçlüsü tahminimden daha az oyaladı beni. Yoldan gelmenin verdiği yorgunluğa gün boyu sürecek koşturmanın getireceği yorgunluğu düşününce yürümekten vazgeçtim. Heykel'den kalkan herhangi bir otobüse binip dolaşmaya karar verdim. Özellikle yurt dışına gittiğimde yaparım bunu. Orada günlük kart aldığım için maliyeti sıfır olan şehir turu gibi olur. Nereye doğru gittiğinizi elinizdeki haritadan takip edebilirsiniz. Bursa'nın tarihi Koza Han'ının karşısında 'Tourizm information' cumartesi ve pazar günleri kapalı olunca (öyle ya turistler sadece haftaiçi gezer :) harita edinme şansım olmadı.
Duraktan atladığım (tam hareket etmek üzereyken binince atlamış oldum) otobüsün sürücüsüne
- Nereye gidiyoruz?
diye sordum. Adam haklı olarak
- Sen nereye gidecektin ki?
yanıtını verdi. Bilmediği benim gidecek bir yerimin olmadığı, keyifli vakit öldürmek gayretinde olduğumdu. Neyse, amacıma biraz şüphe ile yaklaşsa bile samimiyetim inandırdı. Kalkıp Ankara'dan sırf fuar için gelmem zaman zaman 'ne adamlar var, biz burda gitmeyiz o kalkmış 6 saatlik yoldan gelmiş' şeklinde kendi kendine söylenmesine neden oldu. Şansıma otobüs taa Mudanya yolu üzerindeki bir köye gidiyordu. Bursa'nın zenginlerinin villalar yaptırdığı Bademli bölgesinin ilerisinde Köy tesislerinin bulunduğu yerde. Fuara kadar köye gitmiş ve gelmiş oldum.
Saat 11 gibi Heykel'e dönmüş karnımı doyurup Bursa'ya geliş amacımı gerçekleştirmek üzere fuar alanına yollanmam gerektiğine karar vermiştim. Bursa'ya gidip döner yemeden olmaz. Tereyağı-sos ve yoğurt üçlemesi ile süslenmiş olanından değil, yeni gözdem dürüm olanından yedim. Bu aralar sayısı hızla artan kahve zincirlerinin birinde, bir başka zincirde öğrendiğim kahve jargonu ile 'gövdeli, asidisesi düşük bir kahve istiyorum. Harman da olabilir' ukalalığını yaparak aldığım kahvemi içerek bindim sarı renkli belediye otobüsüne. Bursa'ya ilk indiğimde otobüs kartı almıştım. Dokunmasız teknoloji ile çalışan karta para yükletmek gerekiyor ara sıra. Saat 12'yi geçiyordu Buttim kısaltmalı merkeze ulaştığımda. Yolda karşılaştığım ilginç karakterler ayrı yazıların (belki öykülerin) konusu olarak saklı kalsın hafızamda.
Fuar binasının kitaplar için ayrılan salonunun önünde kadınlı erkekli ve hatta çocuklu uzun bir sıra görünce 'vaay be' dedim içimden Bursa okuyan bir kentmiş Tüyap'ın Ankara'yı boşlayıp Bursa'ya fuar açmasının bir nedeni varmış. Ancak kapının hemen yanında oluşan sıranın içeri girmek isteyenlerce oluşturulmadığını anlamam uzun sürmedi. Bir özel hastane ücretsiz göz muayenesi yapıyormuş. Kuyruk onun kuyruğuymuş.
Fuarı hızlıca gezip kısa bir alışverişten ve Muzaffer İzgü'ye son kitabını imzalattıktan sonra söyleşilerin yapıldığı ikinci katta aldım soluğu. Önce Zeynep Oral ve Ali Sirmen Dünya Kadınlar Günü (emekçi var mı yok mu günün adında tartışmalı biraz. Artık olmadığı kesin ama ilk duyrulduğunda var mıydı orasını tam anlamadım. Benim ulaştığım belgelerde International Women Day diye geçiyor Zetkin'in önerisi. Bu konuda bilgisi olanlar yazarsa sevinirim...) nedeniyle birer konuşma yaptılar. Konuşmalarında kadınların yaşadıkları sıkıntıları dile getirdiler. Ali Sirmen'in, eşinin ağzından yazmış olduğunu düşündüren 1988 tarihli uzun mektubu etkileyiciydi. Konuşmaların ardından sıra sorulara gelince kadına ilişkin düşüncelerin ne kadar kanıksandığı ortaya çıktı.
Bir dinleyici Oral'a 'siz mecliste kadın vekil az diyorsunuz ama yanılıyorsunuz. Erkek olduğunu düşündüğünüz vekillerden bir kısmı da karılaşmış durumda. Kıvırtıp duruyor' diyerek herkesi şaşkınlığa uğrattı. Elbette, böyle bir etkinliğe vakit ayıran izleyici iyi niyetliydi ancak mevcut durumu anlatması bakımından iyi bir örnekti. İkinci soruyu ben sordum. Kadınların İsveç'ini yeni okumuş ve okuduklarımın şokunu üzerinden atmaya çalışan biri olduğumu belirtip: 'İsveç gibi gelişmiş ve kadın-erkek ilişkilerinden bir çok şeyi başarmış bir ülkede 1996 yılı verilerine göre senede 2000 kadın tecavüze uğruyor, kadın sığınma evleri var ve aynı işi yapsalar bile kadın ve erkek ücretleri farklı. Demek ki sorunun kaynağı eğitimsizlik değil. Sosyal gelişmişlikle aşılabilecek bir şey de değil. Hal böyleyken Türkiye'deki solun büyük bölümü kadın-erkek sorunlarını devrim ile kendiliğinden çözüleceğini düşünüyor ve bu konuya enerji harcamanın gereksizliğini söylüyor. Bu konudaki görüşlerinizi öğrenmek istiyorum' dedim. Oral, 1960'lı 70'li yıllarda yaşadıklarını İKD'deki (İlerici Kadınlar Derneği) mücadelelerinden bahsederek tespitime katıldı. Sorunun yüzyıllardır süregelen bir yapısı olduğunu ve kısa sürede çözümlenmesinin zorluğunu vurguladı. %30 gibi bir zorunlu temsiliyetin (kota) sorunların çözümü için başlangıç sayılması gerektiğinin altını çizdi. Sanırım çok haber izliyorum. Haber metni gibi oldu. Deniz Kavukçuoğlu'nun söyleşisi planlanandan geç başladı. Onun ile ilgili bölümleri bir sonraki yazıma bırakıyorum.

Yorumlar

geçen ay en çok okunan 10 yazı

Göksu Restaurant

Özellikle öğlen saatlerinde Kızılay, Sakarya civarında düzgün yemek yiyeceğiniz bir yer arıyorsanız en doğru seçim Göksu Restaurant olacaktır. Meşhur Otlangaç'ın karşısına denk düşen mekan, hızlı ve özenli servisi, lezzetli ve fahiş olmayan fiyatları ile bölge insanlarının gönlünde çoktan taht kurmuş. Öğle saatlerindeki kalabalığa karşın hızlı ve özenli servisin sırrı yeterli sayıda personel çalıştırmak olsa gerek. Yemeklerinde etsiz çeşitlerinin az oluşu dışında kusuru yok denebilir. Akşam servisini hiç denemedim, ancak akşamları Sakarya'ya gidenlere fazla hitabetmeyebilir. Afiyet olsun. GÖKSU RESTAURANT Bayındır Sokak No: 22 / A Kızılay - ANKARA tel 312 431 47 27 - 431 22 19

Göksu Restaurant Nenehatun şubesi açıldı

ve beklenen gerçekleşti...Ankara'nın Sakarya caddesine açılan Bayındır sokakta yer alan Göksu, gönüllere taht kurdu. Gerek servisi, gerek yemeklerin lezzeti vazgeçilmezler arasına girdi. Mekanın Kızılay'ın göbeğindeki Sakarya caddesinde olması, kimilerini üzüyordu. Özellikle Kızılay'a hiç inmeyenler, kalabalığı sevmeyenler yukarılarda bir Göksu hayali kuruyordu. Uzun sürdü inşaat. Nenehatun caddesi ile Tahran caddesinin kesiştiği köşede yer alan binanın inşaatının neden bu kadar sürdüğünü pek anlamamıştım, düne kadar. Dışarıdan 4-5 kat görünen bina toplamda 10 katlıymış. Üstte 3 kat içkili restaurant (ki bu bölüm henüz açılmamış), girişte bekleme salonu ve bar-kütüphane, girişin altında işkembe ve kebapçı (ki bu bölüm hizmet vermeye başladı), işkembecinin altı tam kat mutfakmış, onun altında garaj-çamaşırhane ve en altta iki kat konferans salonu olarak düzenlenmiş öğrendiğime göre. İlk ziyaretime ait fotografları (binanın dıştan çekilmiş bir görüntüsü ve iştah açıcı) beğe...

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor. ...

Eski Maltepe pazarı eski yerinde yakında bizlerle...

Ankaralılar bilir, kot pantolondan araba teybine, ara musluğundan kuruyemişe ne ararsan bulabildiğin hem de uygun fiyata bulabildiğin bir pazar var(dı): Maltepe camisinin üst tarafından pazartesi dışında (o gün semt pazarı kurulurdu) her gün hizmet veren seyyar paravanlarla ayrılmış küçük dükkancıkların oluşturduğu bir pazardı. Bu pazarın bulunduğu araziye bir alışveriş merkezi yapıldı. Ankara'nın en ilginç mimarisine sahip olduğunu düşündüğüm Malltepe Park, eski pazar esnafının ahını almıştı. Sopalarla dövüle dövüle pazar yerinden atılan esnafın tutan ahı, Malltepe Park'ı iflas noktasına getirdi. Market, dükkanlar derken hayalet alış veriş merkezine dönüştü Malltepe Park. Sonunda alış veriş merkezi yönetimi eski (kendi deyimleriyle tarihi) maltepe pazarını Malltepe Park'ın içine taşımaya karar vermiş.  Bugünlerde hummalı bir çalışma sürüyor Malltepe Park'ta. Dükkanlar alçıpanla küçük dükkancıklara bölünüyor. Öğrendiğime göre şimdiden 70'ten fazla pazar esnafı taş...

Yapay zeka, blog yazıları

2004 yılından bu yana devam ediyorum blog yazmaya. Kişisel hayatımda da teknoloji dünyasında da bir çok değişiklik oldu bu süreçte. Zaman zaman ara verdim yazmaya. Blog yazmaya, Türkçe içerikleri çoğaltmak amacıyla başlamıştım. Bugün geldiğimiz noktada ise özgün içerikleri çoğaltmak gibi bir hedef ile devam ediyorum yazmaya.  Bir çok işin yapay zeka araçlarına yaptırıldığı günümüz dünyasında, özgün içerik bulmak zorlaşıyor. İlk başlarda heyecan verici görünen yapay zeka tarafından oluşturulan içerikler, bir noktadan sonra birbirinin kopyası hâline dönüşüyor. Büyük olasılıkla bu sorunu aşacak araçlar da çıkacaktır.  Farklı konularda, yapay tatlardan ari içeriklere ulaşmak isterseniz tek yapmanız gereken SadeceOzgur sayfasına ulaşmak. Bu yazıyla birlikte, bundan sonra yapay zeka destekli hiçbir içeriğin blog sayfamda yer almayacağını duyuruyorum. 

Yaylapınar (Sinekçiler) Köyü Nazilli tatili

Yazılacaklar birikti, bu gidişler birikmeye devam edecek. Üst üste gelince seyahatler, okunanlar, teknik gelişmeler böyle oluyor. Yavaş düzgündür, düzgün ise hızlı deyip başlayayım bir yerinden.  Geçtiğimiz haftanın 6 gecesini, Aydın'ın Nazilli ilçesinin, eski adıyla Sinekçiler, Yaylapınar köyünde geçirdik. Ne ben, ne de eşim Nazilli'li. Oralarda yaşayan akrabamız da yok. Peki nasıl oldu da bir köyde kaldık 6 gece. Pınar Kaftancıoğlu sayesinde. Kendisini büyük şehirlerde, özellikle İstanbul'da, yaşayan çocuk sahipleri tanıyacaktır. Ayşe Arman'ın söyleşisinden sonra tanıyanlar ve alış veriş yapanların sayısında ciddi artış olmuş. Siz tanımayanlardansanız İpek Hanım'ın Çiftliği'nin web sayfasına bakmanızı ve yazının geri kalanını sonra okumanızı öneririm.  Kaftancıoğlu, bana kalırsa ülkemiz için uygulanabilir bir kalkınma modeli oluşturmuş. Ülkemiz, her ne kadar son dönemlerde ihmal edilmiş olsa bile, bir tarım ülkesi. Tarıma elverişli topraklara ...

Bozkırdaki Gölgeler (Don Segundo Sombra) / Ricardo Güiraldes

Ricardo Güiraldes, Arjantin edebiyatının önemli isimlerinden birisiymiş. Don Segundo Sombra'yı, Can Yayınları'nın 1983 Ocak tarihli, Siren Tayla ve Vedat Tayyar Erdamar'ın çevirisiyle Bozkırdaki Gölgeler adıyla yayınladığı baskısından okudum. 235 sayfalık romanın sonunda Harriet de Onis'in makalesine yer verilmiş. Genel olarak Arjantin edebiyatı, özel olarak ise Güiraldes ve Son Segundo Sombra'ya dair ilginç bilgiler var makalede.  Romanın konusu Arjantin kırsalında bir gencin yetişkin olma yolundaki serüveni diye özetlenebilir. Kendisine rol model olarak Don Segundo Sombra adlı bir sığır çobanını seçtikten sonra yaşadıkları, düşündükleri ve dönüştüğü karakterini akıcı bir dille kaleme almış Güiraldes. 

Uykusuzluğun nedeni sıcaklar mı?

Başlıktaki soru dışında ne yazabilirim bilmiyorum. 02.20'de uyanık olduğum gece sayısı fazla değil. Kafam yastığa bir karış kaldığında uykuya dalmamla öğünürüm oysa.  Peki bu uykusuzluğun nedeni ne? Mevsim normallerinin üzerinde seyreden sıcaklık mı? İzlemeyi çoktan bıraktığım ama Google'ın "harika" algoritması nedeniyle maruz kalmaktan kurtulamadığım haberler mi? Yoksa, Yoks, Yok, Yo, Y.

Boğaz'da erguvanlar

İstanbul’un baharı, erguvanların açmasıyla başlar. Boğaz’ın yamaçlarında, morun en güzel tonlarıyla süzülen bu ağaçlar, kente özgün bir hava katar. Erguvanlar, sadece doğanın değil, şehrin ruhunun da bir parçasıdır. Peki nedir bu erguvan? Erguvan ( Cercis siliquastrum ), Akdeniz iklimine özgü, ilkbaharda mor-pembe çiçekler açan bir ağaçtır. Anadolu'da yüzyıllardır bilinen bu ağaç, hem mitolojik hem de kültürel anlamda derin semboller taşır. İstanbul Boğazı çevresinde doğal olarak yetişen ender türlerden biridir. Erguvanın İstanbul’daki Yeri Erguvan, Bizans’tan Osmanlı’ya kadar pek çok dönemde İstanbul’da zarafetin ve geçiciliğin simgesi olmuştur. Rivayetlere göre Bizanslılar erguvanı imparatorlukla özdeşleştirirken, Osmanlı’da "erguvan cemiyetleri" adı verilen bahar eğlenceleri düzenlenirmiş. Osmanlı döneminde saray mensupları, Boğaz kıyılarındaki yalılarından erguvanların açmasını izler, bu manzarayı şiirlerle ölümsüzleştirirdi. Erguvan Nerelerde Görülür? ...

23 Nisan depreminin ardından

1999 yılında yaşanılan büyük depremin üzerinden 26 sene geçmiş. O günden bu güne her sarsıntının ardından konuşanlar ve konuşulanlar neredeyse hiç değişmiyor. İstanbul'un depreme hazır olmadığı, kentsel dönüşümün olması gerektiği kadar hızlı ilerlemediği, toplanma alanlarının yetersizliği gibi bir çok eksiklikten bahsediliyor.  1999 Marmara depreminin üzerinden 26 yıl geçti. Aradan geçen yıllarda şehirler büyüdü, nüfus arttı, teknoloji ilerledi. Ancak her sarsıntının ardından dile getirilen endişeler neredeyse hiç değişmiyor. İstanbul’un olası büyük depreme hazırlıklı olup olmadığı, kentsel dönüşümün yeterince hızlı ilerleyip ilerlemediği ve toplanma alanlarının durumu hâlâ konuşulmaya devam ediyor. Dünkü Deprem ve Kitapçıda Yaşananlar Dünkü depremi kızımla birlikte bir AVM’deki kitapçıda yaşadık. Kahvelerimizi içiyor, etrafımızda 23 Nisan sevincini yaşayan çocukları izliyorduk. Ancak bir anda her şey değişti. Sarsıntı başladığında insanlar hızla dışarı çıkmaya çalıştı. Çocukl...